soL "Köşebaşı + Gündem" -11 Nisan 2025-

Erdoğan'dan çok sayıda atama ve görevden alma: Saray kadrosu revize edildi.

Yatırım ve Finans Ofisi Başkanlığı'na Ahmet Burak Dağlıoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına Göksel Aşan atandı. Atananlar arasında Ali Saydam, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay, Selçuk Pehlivanoğlu gibi isimler de var.

Cumhurbaşkanlığı politika kurullarına yönelik yapılan atamalar Resmi Gazete’de yayımlandı. 10 ayrı kurula AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla toplam 140 isim atandı.

Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 21'inci maddesi kapsamında, Cumhurbaşkanlığı politika kurulu üyeliklerine atamalar gerçekleştirildi.

Bu kapsamda Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu üyeliklerinde; Prof. Dr. Aytuğ Altundağ, Prof. Dr. Ercümend Arvas, Prof. Dr. Hasan Mandal, Prof. Dr. Kadriye Arzum Erdem Gürsan, Mehmet İhsan Taşer, Prof. Dr. Mehmet Yıldız, Mustafa Erhan Say, Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök, Prof. Dr. Muzaffer Şeker, Prof. Dr. Orhan Aydın, Prof. Dr. Tamer Yılmaz atandı.

Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyeliklerine; Prof. Dr. Abdullah Atalar, Ahmet Akça, Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar, Prof. Dr. Atilla Arkan, İbrahim Taşel, Dr. Ömer Faruk Yelkenci, Sinan Selçuk Pehlivanoğlu, Prof. Dr. Şule Alan, Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu, Prof. Dr. Umran Savaş İnan, Prof. Dr. Yavuz Atar, Prof. Dr. Yusuf Alpaydın atandı.

Ekonomi Politikaları Kurulu üyeliklerine; Alpaslan Çakar, Prof. Dr. Cem Demiroğlu, Dr. Cemil Ragıp Ertem, Prof. Dr. Ercan Bayazıtlı, Hayrettin Demircan, Mehmet Ali Akben, Doç. Dr. Mehmet Fatih Ulu, Prof. Dr. Mehmet Hüseyin Bilgin, Meltem Taylan Aydın, Prof. Dr. Mustafa Ege Yazgan, Nilüfer Bulut, Dr. Nurettin Canikli, Osman Çelik, Prof. Dr. Servet Bayındır, Yiğit Bulut atandı.

Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyeliklerine; Akif Çağatay Kılıç, Prof. Dr. Burhanettin Duran, Doç. Dr. Çağatay Özdemir, Prof. Dr. Çağrı Erhan, Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, Fikri Işık, Prof. Dr. Kılıç Buğra Kanat, Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, Prof. Dr. Muhittin Ataman, Prof. Dr. Murat Yeşiltaş, Prof. Dr. Mustafa Aydın, Prof. Dr. Nurşin Güney, Prof. Dr. Özden Zeynep Oktav, Prof. Dr. Seyit Sertçelik atandı.

Hukuk Politikaları Kurulu üyeliklerine; Doç. Dr. Cem Duran Uzun, Hakan Çavuşoğlu, Prof. Dr. Mahmut Koca, Prof. Dr. Mehmet Ali Zengin, Mehmet Şükrü Erdinç, Mehmet Uçum, Prof. Dr. Melikşah Yasin, Prof. Dr. Ömer Anayurt, Salih Cora, Selma Öztürk Pınar, Prof. Dr. Süleyman Yılmaz, Prof. Dr. Talat Canpolat, Uğur Kızılca, Vedat Ali Tektaş, Prof. Dr. Yücel Acer atandı.

Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu üyeliklerine; Prof. Dr. Ahmet Albayrak, Ali Saydam, Aram Kuran, Fecir Alptekin, Gökhan Yazgı, Prof. Dr. Gülçin Yahya Kaçar, Han Tümertekin, Dr. Havva Hümeyra Şahin Oktay, Hülya Soydan, Prof. Dr. İskender Pala, Dr. Mustafa Sinan Genim, Orhan Gencebay, Prof. Dr. Ümit Meriç, Prof. Dr. Yusuf Özkır atandı.

Sağlık Politikaları Kurulu üyeliklerine; Ahmet Selim Köroğlu, Prof. Dr. Ahmet Yılmaz, Prof. Dr. Arife Polat Düzgün, Doç.dr. Gülçin Türkmen Sarıyıldız, Prof. Dr. Hasan Türkez, Dr. İhsan Şahin, Prof. Dr. Mehmet Fatih Kılıçlı, Dr. Mustafa Uzun, Prof. Dr. Necdet Ünüvar, Prof. Dr. Özcan Erel, Dr. Sema Ramazanoğlu, Prof. Dr. Serkan Topaloğlu, Prof. Dr. Toker Ergüder, Zülfiye Füsun Kümet atandı.

Sosyal ve Gençlik Politikaları Kurulu üyeliklerine; Abdulkadir Özbek, Doç. Dr. Ahmet Özdinç, Ali Arif Özzeybek, Prof. Dr. Celalettin Vatandaş, Ebru Baybara Demir, Prof. Dr. Emine Özmete, Hayati İnanç, İdris Kardaş, Dr. İpek Coşkun Armağan, Prof. Dr. Kemal Sayar, Dr. Murat Yılmaz, Öznur Çalık, Prof. Dr. Recep Yıldız, Şahika Ercümen, Tarkan Zengin, Prof. Dr. Veysel Bozkurt atandı.

Tarım ve Gıda Politikaları Kurulu üyeliklerine; Prof. Dr. Aykut Gül, Prof. Dr. Cenk Aydın, Prof. Dr. Eda Becer, Erdal Bahçıvan, Hüseyin Aydın, Dr. Mehmet Mehdi Eker, Muhammet Uğur Kaleli, Prof. Dr. Muhittin Özder, Ramazan Bingöl, Seyit Güngör Şarman, Zeyd Altun, Prof. Dr. Zümrüt Begüm Ögel atandı.

Yerel Yönetim ve Afet Politikaları Kurulu üyeliklerine; Ali Hamza Pehlivan, Prof. Dr. Burcu Özsoy, Prof. Dr. Cenk Yaltırak, Prof. Dr. Fatma Meriç Yılmaz, Prof. Dr. Fatma Zeynep Aygen, Fazlı Kılıç, Prof. Dr. Lütfi Akca, Dr. Mehmet Karabay, Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. Mustafa Erdik, Prof. Dr. Mustafa Kumral, Prof. Dr. Nurcan Meral Özel, Ömer Bulut, Dr. Şadan Kaptanoğlu Dikici, Prof. Dr. Şükrü Ersoy, Prof. Dr. Şükrü Karatepe, Tuna Koç atandı.

Kurul üyelerinin bir bölümü tanıdık

Kurulda dikkat çeken bazı isimler var.

Bunlardan biri Sosyal ve Gençlik Politikaları Kurulu üyeliğine atanan Öznur Çalık.

Çalık Holding’in patronu Ahmet Çalık’ın gelini ve AKP Malatya Milletvekili olan Öznur Çalık, Samsun’da üç maden arama sahası için ihaleyi Çalık Holding iştiraki Lidya Madencilik kazanınca Erdoğan’a sosyal medya hesabından teşekkür etmişti. 

Ekonomi Politika Kurulu üyeliğine yeniden atananlardan biri de Yiğit Bulut. Bulut, 9 Ekim 2018 tarihinden bu yana Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyeliği yapıyor.

Ayrıca, Yatırım ve Finans Ofisi Başkanlığı'na Ahmet Burak Dağlıoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına Göksel Aşan atandı. Uzun yıllar İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde çeşitli görevlerde bulunan Göksel Aşan, Temmuz 2018’de İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Rektör Yardımcısı olarak görev yaptı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndaki İstanbul Bölge Müdür Metin Erol, Konya Bölge Müdürü Taner Taşkıran ve Antalya Bölge Müdürü Sabri İşbilen'se görevden alındı. Yerlerine İstanbul'a Efe Murat Erbaş, Konya'ya Oğuz Tunç ve Antalya'ya Ahmet Uzun atanırken, Çanakkale Bölge Müdürlüğüne Mustafa Tolga Karaoğlu ve Şanlıurfa Bölge Müdürlüğüne Numan Günay getirildi.

9 bakanlıkta atama ve görevden alma

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nda, Antalya İl Müdürü Tevfik Altınay, Giresun İl Müdürü Sedat Kurnaz ve Yozgat İl Müdürü İbrahim Tamer görevden alındı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde açık bulunan Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğüne Mücahid Vural, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ise Mehmet Ali Çalışkan atandı.

Milli Eğitim Bakanlığı'nda açık bulunan Milli Eğitim Akademisi Başkanlığına da Cevdet Vural getirildi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi Dilek Altınışık hak aylık derecesine uygun İş Başmüfettişliğine atandı. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Tevfik Altınay, Giresun Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Sedat Kurnaz ve Yozgat Çevre ve Şehircilik İl Müdürü İbrahim Tamer görevden alındı. Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nda açık bulunan müfettişliğe yapılan sınavda başarı gösteren Müfettiş Yardımcısı Burhan Önlüel atandı.

Dışişleri Bakanlığı Bilgi Teknolojileri Genel Müdür Yardımcısı Burak Karartı görevden alındı. Dışişleri Bakanlığı'nda açık bulunan Kamu Diplomasisi ve Stratejik İletişim Genel Müdürlüğü'ne, Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Daimi Temsilcisi Nevzat Uyanık atandı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı'nda açık bulunan Hazine ve Maliye Müfettişliklerine Ramazan Akdoğan, Özcan İşlek, Bekir Sarıkaya, Haluk Koç, Alperen Taştekin, Merve Tüfekçi, Mihriban Akın Gezer, Emrah Girici, Mert Baltacı, İlker Avcıoğlu, Merve Öğütcü, Emre Aygün ve Haluk Aktürk atandı. Gelir İdaresi Başkanlığı'nda açık bulunan Gelir İdaresi Daire Başkanlıklarına Mustafa Akpınar, Murat Coşkun, Sadık Demirbaş, Hayati Arslan, Serkan Kurnaz ve Vergi Başmüfettişi Halil Çağdaş Baran atandı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde açık bulunan Vakıflar Meclis Üyeliğine İsmail Karaman atandı. Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne Mücahid Vural, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğüne Mehmet Ali Çalışkan atandı.

Tarım ve Orman Bakanlığı'nda açık bulunan, Gıda ve Kontrol Genel Müdür Yardımcılığına Erkan Alkan, Hayvancılık Genel Müdür Yardımcılığına Bekir Yücel Tanrıkulu, Su Yönetimi Genel Müdür Yardımcılığına Satuk Buğra Fındık ve Mahir Özcan, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcılığına Hakan Nalbantoğlu atandı.

10 ilin tarım ve orman müdürü görevden alındı

Ankara İl Tarım ve Orman Müdürü Bülent Korkmaz, Çanakkale İl Tarım ve Orman Müdürü Nazan Türkaslan, Diyarbakır İl Tarım ve Orman Müdürü Mustafa Ertan Atalar, Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürü Murat Şahin, Kırşehir İl Tarım ve Orman Müdürü Mustafa İlmeç, Kütahya İl Tarım ve Orman Müdürü Emre Yeniay, Muğla İl Tarım ve Orman Müdürü Barış Saylak, Muş İl Tarım ve Orman Müdürü Mehmet Gün, Tekirdağ İl Tarım ve Orman Müdürü Oktay Öcal, Yozgat İl Tarım ve Orman Müdürü Tanju Özkaya görevden alındı.

Ankara İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ahmet Dallı, Adıyaman İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Abdulkadir Akkan, Balıkesir İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Hüseyin Düzgün, Çanakkale İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ergün Demirhan, Çankırı İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Latif Candan, Diyarbakır İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Adil Alan, Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Alper Koçaker, Hatay İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Abdurrahman Türkmen, Kastamonu İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ahmet Kılıç, Kırşehir İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Bülent Zafet Taş, Kütahya İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ertan Keleş, Muğla İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Seyfettin Baydar, Muş İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Mustafa Şanverdi, Tekirdağ İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Mehmet Aksoy, Şanlıurfa İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Mehmet salih Söğüt, Van İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Turgay Şişman, Yozgat İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ömer Şentürk atandı.

Ankara Orman Bölge Müdürü Veysel Kodalak, Artvin Orman Bölge Müdürü Sinan Özkaya, Bolu Orman Bölge Müdürü Mahmut Şentürk, Erzurum Orman Bölge Müdürü Oktay Ayatay, Kayseri Orman Bölge Müdürü İsa Çapkın, Zonguldak Orman Bölge Müdürü Faruk Bayraktaroğlu görevden alındı. Ankara Orman Bölge Müdürlüğüne Esat Şimşek, Bursa Orman Bölge Müdürlüğüne Erdal Şahan, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğüne Zafer Derince, Antalya Orman Bölge Müdürlüğüne Kemal Kayıran, Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğüne Musa Şen, Artvin Orman Bölge Müdürlüğüne İbrahim Ethem Gürsoy, Bolu Orman Bölge Müdürlüğüne Celal Kanbur, Sinop Orman Bölge Müdürlüğüne Rıdvan Kalelioğlu, Erzurum Orman Bölge Müdürlüğüne Serkan Karakurt, Hatay Orman Bölge Müdürlüğüne İlkay Günay, Kayseri Orman Bölge Müdürlüğüne Mehmet Zeki Bayıcı, Şanlıurfa Orman Bölge Müdürlüğüne İsmail Poyraz, Sakarya Orman Bölge Müdürlüğüne Metin Topçu, Denizli Orman Bölge Müdürlüğüne Ahmet Köle, Zonguldak Orman Bölge Müdürlüğüne Hasan Keskin, Adana Orman Bölge Müdürlüğüne Tahsin Etli, Amasya Orman Bölge Müdürlüğüne Ferdi Özer, İzmir Orman Bölge Müdürlüğüne Mahmut Yılmaz, Elazığ Orman Bölge Müdürlüğüne Mustafa Arpacı, Mersin Orman Bölge Müdürlüğüne Rifat Ataş, Isparta Orman Bölge Müdürlüğüne Ali Özdemir, Konya Orman Bölge Müdürlüğüne Mustafa Yalçın, Muğla Orman Bölge Müdürlüğüne Mustafa Ülküdür, Giresun Orman Bölge Müdürlüğüne Ahmet Ulukan, Kahramanmaraş Orman Bölge Müdürlüğüne Yusuf Karartı ve Kastamonu Orman Bölge Müdürlüğüne Hakan Yaslıkaya atandı.

Ticaret Bakanlığı, Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdür Yardımcısı Ozan Kaya görevden alınırken, Uluslararası Anlaşmalar ve Avrupa Birliği Genel Müdür Yardımcılıklarına Fatma Canan Nilüfer Dora ve Mehmet Hakan Akgün atandı. Ticaret Araştırmaları ve Risk Değerlendirme Genel Müdür Yardımcılığına Mehmet Ali Kelleci, Ticaret Müfettişliğine Hasan Mutaf, Altan Özbilen ve Nuray Çelik Ceylan atandı.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Ulaştırma Hizmetleri Düzenleme Genel Müdür Yardımcısı Haydar Ufuk Kale görevden alınarak yerine Yalkın Giray Yüksel atandı.

TCDD'de değişiklikler 

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü'nde açık bulunan Yönetim Kurulu Üyeliklerine Cengiz Paşaoğlu ve Muhammed Keren Yeğnidemir atandı. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürü Şehabettin Gedikli görevden alınarak yerine Eyyüp Bülent Cengiz atandı. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu üyesi İsmail Çağlar, Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Metin Akbaş ve Turgay Gökdemir görevden alındı. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu Üyeliğine Enver mamur, Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcılığına ve Yönetim Kurulu Üyeliğine Nizametdin Çiçek ve Ercan Karacaoğlu atandı.

13 üniversiteye rektör atandı, Milli Eğitim Akademisi Başkanlığı'na Cevdet Vural getirildi

Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre 13 üniversiteye de yeni rektör ataması yapıldı. Karar kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı'nda açık bulunan Milli Eğitim Akademisi Başkanlığı'na Cevdet Vural atandı. Ayrıca Yükseköğretim Kurulu Üyeliğine İbrahim Şenel seçildi.

Üniversitelere yapılan rektör atamaları şöyle:

  • Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörlüğüne İlhami Gülçin
  • Ardahan Üniversitesi Rektörlüğüne Öztürk Emiroğlu
  • Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörlüğüne İbrahim Aydın
  • Batman Üniversitesi Rektörlüğüne İdris Demir
  • Beykoz Üniversitesi Rektörlüğüne İsmail Burak Küntay
  • Bitlis Eren Üniversitesi Rektörlüğüne Necmettin Elmastaş
  • Çağ Üniversitesi Rektörlüğüne Murat Koç
  • Gümüşhane Üniversitesi Rektörlüğüne Oktay Yıldız
  • Hakkari Üniversitesi Rektörlüğüne Musa Gençcelep
  • Kırklareli Üniversitesi Rektörlüğüne Rengin Ak
  • Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörlüğüne Zekeriya Akman
  • Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörlüğüne Turgay Uzun
  • Pamukkale Üniversitesi Rektörlüğüne Mahmud Güngör

4 büyükelçiliğe atama

Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile dört ülkeye yeni büyükelçi ataması yapıldı.

Türkiye'nin Bosna-Hersek Büyükelçiliği'ne Protokol Genel Müdür Yardımcısı Emin Akseki, Burkina Faso Büyükelçiliği'ne Çevre, İklim Değişikliği ve Sınıraşan Sular Genel Müdür Yardımcısı Feriba Duygu Hokkacı Esirgen, İrlanda Büyükelçiliğine İkili İlişkiler Genel Müdürü Esra Cankorur, Nijerya Büyükelçiliğine Mehmet Poroy getirildi.

                                                          ***

Öcalan'ın avukatından Bahçeli'ye övgü, sosyalistlere 'eleştiri': 'Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergilemediler'

PKK lideri Öcalan'ın avukatı Yürekli, "Öcalan'ın özgürlüğüne kavuşmadan sürecin başarıya ulaşamayacağını" söyledi. Bahçeli'nin tutumunu öven Yürekli, "Türkiye solunu" ise "Kürt sorununu anlamamak" ve "Türkiye devletinin inşa sürecini idrak edememekle" suçladı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrıyla başlayan yeni İmralı süreci, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silah bırakarak örgütü feshetme çağrısıyla devam etti. Öcalan'ın çağrısının üzerinden yaklaşık 1,5 ay geçmesine karşın henüz somut bir adım atılmadı.

Süreci değerlendiren Öcalan'ın avukatı Cengiz Yürekli, "gelişmelerin kendilerini umutlandırdığını ancak İmralı'daki koşullarda herhangi bir değişiklik olmadığını" söyledi. Sürecin "başarıya" kavuşması için demokratik müzakere koşullarının oluşması gerektiğini savunan Yürekli, "Öcalan'ın tecrit koşullarında bu süreci yürütmesi ve başarıya ulaştırması mümkün değil" dedi.

Öcalan'ın özgürlük durumunun hukuksal açıdan da tartışmaya açıldığını söyleyen Yürekli, Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne tabi olmasına karşın mevzuatta "umut hakkı"nın yer almamasına dair de "Yapılması gereken mevzuatta değişikliğe gidilerek, ilgili yasal hükümlerin değiştirilmesidir. 'Umut hakkı'na alan açılması yasal zorunluluktur" ifadelerini kullandı.

Öte yandan Yürekli, isim vermeden sol ve sosyalist partileri eleştirdi, "Bahçeli'nin sürece dair sergilediği yaklaşımın sergilenmediğini" söyledi. Yürekli bunun nedenini ise "Kürt sorununu anlamamak" ve "Türkiye devletinin inşa sürecini idrak edememek" olduğunu iddia etti.

'Sürecin sağlıklı bir şekilde ilerletilmesi için Öcalan'ın koşullarının değişmesi gerekiyor'

Abdullah Öcalan'ın avukatı Cengiz Yürekli, karşılıklı yapılan çağrılar ve sonrasında yaşanan gelişmelere dair Mezopotamya Ajansı'nın sorularını yanıtladı 

Sürecin, "İmralı sisteminin lağvedilmesi ve İmralı'daki koşulların düzeltilmesine yönelik kendilerini umutlandırdığını" söyleyen Yürekli, öte yandan politik ve toplumsal tartışmalardan bağımsız olarak İmralı koşullarından hukuki açıdan herhangi bir değişim olmadığını kaydetti. 

Yürekli, "Sayın Öcalan öncülüğünde başarıya götürülmek istenen bir süreç söz konusudur" dedi ve sözlerine şöyle devam etti: 

"Ancak bu sürece denk düşen değişiklikler, olumlu gelişmeler söz konusu değil. Bizler hâlâ müvekkillerimizle görüşemiyoruz. Hâlâ İmralı'da tutulan müvekkillerimizle en ufak bir yazışma, en ufak bir iletişim söz konusu değildir. Hatta biz bunu gündemleştirmekte biraz eksik kaldık. Bunun da özeleştirisini verebilirim. Şubat tarihinde yeniden bir aile görüş yasağı söz konusu oldu. Bu yönüyle mevcut kısıtlamalar devam ediyor. 

Bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerletilmesi için Sayın Öcalan'ın koşullarının değişmesi gerekiyor. Sayın Öcalan'ın özgürlüğü gündeme gelmiştir. Bunun sağlanması gerekiyor. Özgür çalışma koşullarının oluşturulması gerekiyor. İmralı sisteminin lağvedilmesi gerekiyor. Ama tüm bunlardan önce sürecin gerekliliğinden bağımsız olarak, tamamen hukuksal gereklilik anlamında avukat ve aile ziyaretlerinin gerçekleşmesi gerekiyor. Giden heyetler ve aileler aracılığıyla İmralı’daki koşullarda bir değişimin olmadığını öğrendik."

'Toplumsal taleplerde Öcalan'ın özgürlüğü en üst düzeyde'

"Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü gündeme gelmiştir” ifadesini ilk defa kullanmadıklarını belirten Yürekli, "Öcalan'ın özgürlüğünün hukuki kapısı aralanmıştır dedik. Özgürlüğü gündemdedir dedik. Yürüyen süreç Sayın Öcalan'ın muhataplığı ve öncülüğünde yürüyor. Bunun gerekliliği de demokratik müzakeredir. Demokratik müzakere, kavramsal olarak müzakere edenlerin eşit koşullar altında bulunması anlamına geliyor" dedi.

Yürekli, demokratik müzakere koşullarının oluşması gerektiğini söyledi ve "Müzakere eden bir taraf sınırsız koşullara sahipken, Sayın Öcalan'ın tecrit koşullarında bu süreci yürütmesi ve başarıya ulaştırması mümkün değil. Asla kendi koşulları için bir talebi söz konusu olmadı. Ama bir de işin doğası gereği olarak demokratik müzakere koşullarının oluşması gerekiyor" diye konuştu.

Öcalan'ın fiziki özgürlüğe kavuşmadan "çözüm" gelişmeyeceğini söyleyen Yürekli, "Çünkü bu çözümün yaratanı da, öncülük edeni de, temel muhatabı da Sayın Öcalan'dır. Onun özgür çalışabilir koşullara ulaşmadan bu süreci yürütmesi mümkün değildir. Yani bu objektif olarak hayatın olağan akışının gereğidir. Gelinen aşamada, toplumsal taleplerde Sayın Öcalan'ın özgürlüğü en üst düzeydedir" dedi.

'Umut hakkı'na alan açılması yasal zorunluluktur'

Öcalan'ın özgürlük durumunun hukuksal açıdan da tartışmaya açıldığını söyleyen Yürekli, "Her ne kadar süreçle bağlantılandırılsa da, sürecin ilerlemesi için bu hukuksal zemin belki de bir araç kılınabilir. Böyle bir rol oynayabilir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını Sayın Öcalan şahsında 'ihlal' olarak değerlendirdi ve özgürlüğünün tartışılmaya açılması gerektiğini talep etmişti" dedi.

Sözlerine "umut hakkı" kavramı üzerinden devam eden Yürekli, şöyle konuştu:

"Umut hakkı kavramı süreçten bağımsız bir şekilde ve bu süreçten çok önce gündeme gelmiş bir şeydir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündemindedir. Komite, 2025 Eylül ayında yeniden gündemine alacak ve muhtemelen bundan önce Türkiye hükümetiyle de belli yazışmaları olacak. Biliyorsunuz anayasal olarak bu karar Türkiye yasalarının üstündedir ve uygulanması gerekiyor. Böylesi bir hukuki zorunluluk var. Ama geldiğimiz aşama itibariyle, yürüyen süreç itibariyle, bu sürecin başarıya gitmesi açısından Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün tartışılması gerekir. Bu yönüyle 'umut hakkı' buna bir zemin sunabilir."

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un "umut hakkı"nın mevzuatta olmadığına ilişkin açıklamaları hakkında da konuşan Yürekli, Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne tabi olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargılama yetkisinin kabul edildiğini ifade etti. Yürekli, "Yani mevzuata konulması konusunda bir mecburiyeti söz konusudur. 'Umut hakkı'nın mevzuatta yer almaması mevzuata aykırılık oluşturuyor. Şu an yapılması gereken mevzuatta değişikliğe gidilerek, ilgili yasal hükümlerin değiştirilmesidir. 'Umut hakkı'na alan açılması yasal zorunluluktur" değerlendirmesinde bulundu.

Sosyalistlere 'eleştiri': 'Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergilemediler'

Yürekli "Muhalefetin bu süreçte tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusunu "Devlet Bahçeli çok ciddi bir şey yaptı. 'Öcalan gelsin Meclis’te çağrısını yapsın, 'umut hakkı'ndan yararlansın' dedi. Bu yaklaşım, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü iktidar ve muhalefet arasında bir baskı aracı olmaktan çıkaran bir yaklaşımdır. AKP, 2002'den beridir, 'Ben Kürt sorununu çözmek istiyorum ancak buna engel olan güçler söz konusu' diyordu. Bu güçler olarak tarif edilen de Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP'dir. Siyasi yelpazenin en sağında olan siyasettir. 2013-2015 sürecinde öyleydi. Bahçeli bu kozu gerek muhalefetin gerek iktidarın elinden aldı" diyerek yanıtlamaya başladı.

Bahçeli'nin Kürt sorununa dair samimi bir davette bulunduğunu söyleyen Yürekli, "İddia başka olabilir, niyet başka olabilir, bunları tartışmıyorum ama böylesi de bir zemin sundu. ‘Eğer ciddiyseniz buyurun benim rızam var, Kürt sorununu çözün’ dedi. Muhalefete de ‘karnından konuşmasın, buyursun’ dedi" ifadelerini kullandı.

Yürekli, sol ve sosyalist oluşumların "Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergileyemediğini ve bunun da Kürt sorununu anlamamalarından kaynaklandığını" iddia etti:

"Heyet görüşmeleri oldu. Siyasal partileri ziyaret ettiler. Kendini sol ve sosyalist olarak tanımlayan, samimiyetinden şüphe etmediğimiz partiler ve siyasal oluşumlar bile Devlet Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergilemedi. Hiçbirinden 'Buyurun, Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü talep ediyoruz' şeklinde bir yaklaşım gerçekleşmedi. Bu da maalesef Kürt sorununu anlamamaktan kaynaklanıyor. Bunun ciddiyetini kavramamakla ilgilidir. "

'Türkiye solunda Kürt sorununu anlayamama durumu söz konusu'

Yürekli, "Muhalefetin bu tavrını neye bağlıyorsunuz?" sorusunu da "Türkiye solunu" eleştirerek yanıtlamaya devam etti. Türkiye solunun konuya yaklaşımının "çok sorunlu ve problemli" olduğunu öne süren Yürekli, "Kürt sorununu anlayamama durumu söz konusu. Türkiye devletinin inşa sürecinin şekillenmesini anlamamak, idrak edememek durumu söz konusu" iddialarında bulundu.

Sözlerine "Şunu net bir şekilde söylemek lazım" diye devam eden Yürekli, şu iddiaları öne sürdü:

"İşçi kurumundan tutalım Komünist Partisi'ne, inanç kurumundan -Diyanet'i kastediyorum- diğer oluşumlara ve aydın bireylere kadar devletin ciddi tahakkümü altında şekillenmiş ve hatta devlet eliyle açığa çıkmış oluşumlardan bahsediyoruz. Yani kuruluşlarında da açığa çıkmalarında da cumhuriyetin tek tipçi paradigmasının etkisinde kaldıkları inkar edilemez. Ama aynı şekilde Kürt sorununu da anlayamama gibi bir durum söz konusu. 

Mesela Sayın Öcalan, muazzam bir şekilde sosyalizme yoğunlaşmaktadır. Her görüşmede gündemi budur. Marksizm çözümlemeleri, değerlendirmeleri söz konusu. Marks, kendi döneminde, 1800'lerde İrlanda sorunu olsun -ulusal sorunları kastediyorum- Hindistan sorunu olsun, Rusya'daki durum olsun sürekli farklı fikirlerle çıkmış. Ancak bu fikirleri asla bir dogmatizmaya savrulmamış. Ne zamanki bir kıpırdanma görse, ne zamanki farklı bir şekillenme olsa her daim bunlara karşı bir devrimci potansiyel yakalamaya çalışmıştır. Aynı Marks, İrlanda'nın bağımsızlık savaşında enternasyonalle harekete geçmiş. Muazzam metinler yazmıştır. Onların tutsaklığının özgürlüğü için kampanyalar yürütmüştür. Maalesef Türkiye solunda -özellikle Sayın Öcalan şahsında- böylesi bir şeyi görmemiz söz konusu değil."

                                                      ***

AKP'li Altındağ Belediye Başkanı işten attığı işçilerin direniş çadırına saldırdı

Zam ve ikramiyeleri geri isteyip sendikadan ayrılmayanın maaşını düşüren AKP'li Veysel Tiryaki, belediye önündeki işçilere saldırdı, sendika yöneticisine yumruk attı.

AKP'li Altındağ Belediyesi'nde toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine işçiler 27 Şubat'ta grev kararı aldı.

Grevi engellemek isteyen belediye yönetimi 46 işçiyi işten çıkardı, yaklaşık 1000 işçiyi sendikadan istifa etmeye zorladı. 

Altındağ Belediyesi işçileri, sendikal haklarını savunmak ve haksız uygulamalara karşı mücadele etmek amacıyla belediye önünde çadır kurarak nöbete başladı.

Geçtiğimiz gün işçilerin direnişine ilişkin sözleri tepki çeken Tiryaki, “Belediyenin dışında çadır kurmuşlar. Memlekette çadır meraklısı çok demek ki” demişti. 

AKP'li Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bugün işçilerin direniş çadırına saldırdı. Tiryaki, Hizmet-İş Ankara 2 No'lu Şube Başkanı Recep Dere'ye ve bir işçiye de yumruk attı.(https://twitter.com/i/status/1910706789269586354)

'İşçiler atılan bu yumruğu unutmayacak'

İşçilere tekme ve yumrukla saldıran AKP'li Veysel Tiryaki'ye yanıt Türkiye Komünist Partisi'nden geldi.

TKP Ankara İl Örgütü adına yapılan açıklamada "Tiryaki asla unutmasın, işçilere atılan tekmenin de yumruğun da hesabı mutlaka sorulacak, işçiler bu saldırıya boyun eğmeyecek!" denildi. Açıklamanın tamamı şöyle:

"Altındağ Belediyesi önünde direnen işçilerin hakkını vermek yerine bugün işçilere yumruk atacak, direniş çadırını tekme atıp yıkmaya çalışacak kadar gözü dönen AKP'li Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bu düzenin gerçek özetidir. Emekçi düşmanlığı üzerine kurulu bu düzen, işçileri hedef alan yumruğun da tekmenin de altında kalacak.

TKP Ankara İl Örgütü saldırgan AKP'li Başkan Tiryaki ve onun saldırı talimatını yerine getiren güvenlik güçlerine karşı işçilerin, hakları için direnen belediye emekçilerinin yanındadır. Tiryaki asla unutmasın, işçilere atılan tekmenin de yumruğun da hesabı mutlaka sorulacak, işçiler bu saldırıya boyun eğmeyecek!"

Zam ve ikramiyeleri geri istedi, sendikadan ayrılmayanın maaşını düşürdü.

Altındağ Belediyesi ile Hizmet-İş Sendikası arasında geçen yılın Şubat ayında imzalanan ek protokol uygulanmadı. Yeni dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde de belediye yönetimi ek protokoldeki ücret zamlarını kaldırmayı talep etti. 

Belediye, isteklerini şöyle sıraladı:

  1. 6 bin 772 liralık ikramiyenin kaldırılması veya düşürülmesi,
  2. Ek protokolün iptal edilmesi,
  3. Belli bir kesimin ücret zamlarının düşürülmesi,
  4. İşçilerin işten çıkarılması ve sendikanın bu duruma sessiz kalması.

Bu talepleri kabul etmeyen sendika üzerinde baskılar arttı. Belediye yönetimi sendikadan ayrılan işçilerin maaşlarını artırırken, sendikada kalan işçilerin maaşlarını 7 bin ile 10 bin lira arasında düşürdü.

                                                  ***

Kuzey Kıbrıs'ta binlerce kişi laiklik için buluştu: 'Gericiliğe ve AKP kuklalarına geçit vermeyeceğiz'-Özkan Öztaş-

Kuzey Kıbrıs'ta binler laiklik için bir araya geldi. Ortaokullardaki başörtüsü dayatmasına karşı yapılan mitingin ardından gazeteci Pınar Barut ve KTOEÖS Başkanı Selma Eylem yaşananları soL'a anlattı.

Kuzey Kıbrıs'ta binler, "laiklik ve demokrasi" eylemi yaptı. 

Okullarda ortaöğretim düzeyinde başörtüsünün okullarda yasalaşmasıyla başlayan kriz sonrası, toplumun tüm kesimleri, “Kıbrıs laiktir, laik kalacak” sloganıyla Lefkoşa'da bir araya geldi. Eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dan öğretmenlere, gazetecilere kadar binlerce kişi mitingde buluştu. Eylemde "laiklik" vurgusu öne çıktı.

Ada halkının böyle bir talebi olmadığını ifade eden Kıbrıslılar bu tür adımların "AKP'nin Kıbrıs'taki politik emelleri doğrultusunda hayata geçirildiğini" söylüyor.

Bir araya gelen on binlerce Kıbrıslı laiklik için mücadele mesajı verdi.

'AKP temsilcilerine, kuklalara dur demek için bir araya geldik'

Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) Başkanı Selma Eylem, mitingde yaptığı konuşmada "Bakanlar Kurulu başörtüsü tüzüğünü geçirmiş. Evet, buradayız. Toplumun iradesi buradadır. Bu kararı alan hükümet artık bu toplumu temsil etmiyor. Ne tüzüğünüzü ne de sizi tanıyacağız. Gidin!” dedi.

Eylem, sözlerini Türkiye'yle dayanışma mesajıyla sürdürdü: 

“Demokrasi ve adalet için mücadele veren Türkiye halkına desteğimizi, dayanışmamızı ve saygılarımızı iletiyoruz. Atatürk ilke ve devrimlerini yok sayarak talimatlar verenlere, siyah araçlarla okul bahçelerine girip çocuklara baskı yapan AKP temsilcilerine, ideolojik talimatları harfiyen yerine getiren kuklalara dur demeye geldik!”

Konuşmasında, kız çocuklarının karanlığa sürüklenmesine çanak tutanlara sert tepki gösteren Eylem, “Toplumu bölen, kutuplaştıran koltuk sevdalılarına karşı buradayız” ifadelerini kullandı.

KTOEÖS Başkanı Selma Eylem.

'Kız çocukları bahane edilerek siyasal İslamcılık dayatılıyor'

Eylemin ardından soL'a konuşan KTOEÖS başkanı Selma Eylem sürecin arka planını detaylarıyla anlattı:

“Atatürk ilke ve devrimleri çerçevesinde bilimsel, laik, çağdaş bir eğitim ve yaşam biçimini benimsemiş bir toplumdur Kıbrıslı Türkler. Din, dil, ırk farklılıkları hiçbir zaman sorun olmadı. Ancak bir ortaokulda 2,5 yıl başı açık okuyan bir kız çocuğu, Şubat tatilinden sonra okula başörtüsüyle gönderilmeye başlandı. Rehberlik servisinin çabalarına rağmen aile bunu reddetti. Öğretmenlerimiz eylem yaparken, AKP KKTC temsilcisi siyah araçla okul bahçesine geldi, çocuğu araçta baskı altına aldı. Gözleri yaşlı okula gönderildi.”

Eylem, hükümetin kılık kıyafet tüzüğünü değiştirerek başörtüsüne izin verdiğini, sendikanın Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu üzerine geri adım atıldığını, ancak dayatmaların sürdüğünü belirterek şöyle konuştu:

“Kız çocuklarımızın bedeni üzerinden sürdürülen bu siyasal İslam dayatmasına, ilahiyat koleji, müfredat değişiklikleri, Kuran kursları ve tarikat örgütlenmelerine karşıyız. Adanın kuzeyinde her bölgeden insanlar meydanları doldurdu. Emeklisi, genci on binler ‘Kıbrıs laiktir, laik kalacak’ diye haykırdı. Toplumumuzun sinir uçlarıyla oynanıyor. AKP, siyasal İslam tahakkümünü derinleştirmek istiyor. Verdiğimiz bu mücadele buna karşıdır. İradesini ortaya koyan toplumumla gurur duydum. Kıbrıs Türk toplumu bu gömleği giymeyecek, laikliğinden vazgeçmeyecek!”

Kıbrıs'ta iki hafta önce gündeme gelen ortaokullardaki başörtü yasasına karşı eylemler günlerdir devam ediyor. Çeşitli kentlerde halk yürüyüşler ve mitingler düzenleyerek sürece karşı çıkıyor.

'Kıbrıs Türkleri seküler yaşamından vazgeçmeyecek'

Eylemleri yakından takip eden ve soL'a konuşan Özgür Kıbrıs gazetesi gazetecisi Pınar Barut yaşananları şöyle özetledi:

“İki hafta önce resmi gazetede bir tüzük değişikliği yayımlandı. Öğretmen sendikalarıyla konuştuğumuzda, bunun 18 yaş altı çocuklar için başörtüsü serbestisi olduğu ortaya çıktı. Haber patladı, büyük infial yarattı. Yandaş medya ‘başörtüsü yasağı geldi’ gibi yanıltıcı haberler yapmaya çalıştı. Oysa 100 yıldır, ayrımcılığı ve çocuk istismarını önlemek için okullarda dini semboller yasaktı. Son dönemde İrsen Küçük Ortaokulu ve İskele Bekirpaşa Lisesi’nde bazı kız çocuklarının başörtüsüyle okula gönderilmesi sinyal veriyordu. Ardından bu tüzük geçirildi.”

'Başörtüsü burada hiçbir zaman mesele olmadı'

Barut, Kıbrıslı Türklerin seküler yaşam tarzını vurguladı.

“Başörtüsü burada hiçbir zaman mesele olmadı. Türkiye’de üniversitelerde yasak varken bile bizim üniversitelerimizde okunabiliyordu. Mevlit de yaparız, meyhanede de buluşuruz. Keskin kutuplaşma yoktur. Ancak AKP, TC elçiliğiyle ciddi bir baskı kuruyor. Demografik yapıyı değiştirme politikalarıyla Kıbrıslı Türkler kendi ülkesinde azınlığa düşüyor. Toplum buna karşı birleşti. on binlerce kişi mitinge katıldı. Farklı siyasi kutuplarda olan Mustafa Akıncı ile Serdar Denktaş gibi isimler yan yana yürüdü. Her siyasi görüşten insan, genci, yaşlısı, Müslümanı, Hristiyanı, herkes oradaydı.”

Kıbrıs'ta yayın yapan Özgür Gazete'den gazeteci Pınar Barut.

Öğretmenler tüzüğü uygulamayacak

Hükümetin, miting sürerken başörtüsü tüzüğünü geçirmesi tepkileri artırdı. 

Öğretmenler, bu tüzüğü uygulamayacaklarını belirtirken, sendikalar ve muhalefet Anayasa Mahkemesi’ne gitme kararı aldı. Gazeteci Pınar Barut, “Bakanlar Kurulu’nun kendi aileleri bile buna karşı. Ankara’nın dayatmalarına koltuk kaygısıyla boyun eğiyorlar. Ali Murat Bahçeli, seçimlere müdahale eden isim olarak bu işin başında” diyor.

                                                         ***

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" +AKP’nin ete kemiğe bürünmüş hali: Mesut Özil -11 Nisan 2025-

Kumpaslarınız vız gelir bize-Ebru Çelik-

Gazetemiz BirGün yazarı Timur Soykan ve Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel’in gözaltına alınmasının ardından çok sayıda gazeteci, yurttaş ve gözaltına alınan gazetecilerin aileleri İstanbul Emniyeti önüne gelerek dayanışma gösterdi.

SUÇLAMALAR GERÇEKÇİ DEĞİL

Gazetecilerin gözaltı sürecini takip eden Avukat Hüseyin Ersöz, “Dosyada Murat Ağırel’in müştekiyle yaptığı telefon görüşmeleri oldukça nazik bir üslupla gerçekleşmiş. Taraflar birbirlerini ofislerine davet etmiş, kendilerini güvenilir gazeteci olarak tanımlamış. Bu durumda gözaltı kararı olağan bir hukuk uygulaması olamaz,” dedi. Ersöz ayrıca, dosyada yer alan Ekrem İmamoğlu ve Murat Ongun hakkındaki iddiaların soyut ve delilsiz olduğunu, gazetecilerle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını belirtti.

TİMUR DİRENÇLİDİR, HER ZAMAN DOĞRUYU YAPTI

Timur Soykan’ın dayanıklı biri olduğunu belirten eşi Derya Soğuk Soykan, “Üzerine suç yapışmaz, herkes bunu biliyor. Sürekli davalarla uğraşıyordu. Böyle bir şeyin olacağını tahmin ediyorduk. Türkiye’de artık gazeteciler için bu tarz durumlar olağan hale geldi. Timur idealist biridir. Ülkenin yükü omuzlarında. Her zaman doğruyu yapmaya çalıştı” diye konuştu.

Gazeteci Barış Terkoğlu ise, Soykan ve Ağırel’in savcıyla dün saat 13.00 için randevulaştığını, buna rağmen sabah evlerinden alınmalarının gözdağı amaçlı olduğunu ifade etti.

Terkoğlu, “İfade vermekle gözaltı arasında fark var. Kendi iradeleriyle gitmiş olsalar yürüyerek çıkacaklardı. Ama bu gözaltı bir mesaj içeriyor. Erkan Korkut’un siyasallaşmış yargı atmosferini kullanarak yaptığı ithamlar, gazeteciler üzerinden dolaşıma sokuldu,” dedi.

YAZMAYA DEVAM EDECEKLER

BirGün'ün Web Yayın Koordinatörü Berkant Gültekin ise meslektaşlarının gözaltına alınmasına "Bu durum, Türkiye’de demokrasinin geldiği noktanın bir yansıması. Medya da bu baskı ortamından payını alıyor. Gazetecileri suçlu ilan etmek, karalamak, gazetecilik faaliyetlerini yargılayıp cezalandırmak istiyorlar" diyerek tepki gösterdi.

Gültekin şu ifadeleri kullandı: "Karakterlerinden, kişiliklerinden ve gazetecilikten başka bir amaç taşımadıklarından şüphemiz yok. Bu faaliyetlerine kefiliz.

Soruşturma dosyasına baktığımızda da gazetecilik dışında bir şey görmüyoruz. Yalnızca bir gazetecinin kaynağıyla yaptığı konuşmalar var. Bu insanlardan suçlu çıkaramazsınız. Çünkü onlar sadece gazetecilik yaptı. Toplumu bilgilendirmek ve aydınlatmak için çalıştılar.

Gazetecilik suç değildir. Biz hem meslektaşlarımızın hem de yazarımız Timur Soykan’ın ve Murat Ağırel’in yanındayız. Bu işin peşini bırakmayacağız. Ne kadar baskı kurulursa kurulsun, gazeteciler, BirGün gibi bağımsız medya organları yazmaya ve topluma gerçekleri ulaştırmaya devam edecek."

                                          ***
İklim Kanunu ve iklim inkârcıları -Özgür Gürbüz-

Peşinen söyleyeyim. Meclis’te görüşülen iklim Kanunu teklifini desteklemiyorum çünkü iklim krizini çözmek için yapılması gereken neredeyse her şeyi ‘pas geçiyor’. Termik santralların ne zaman kapatılacağını söylemiyor, seragazı emisyonlarını artıran mevcut enerji, ulaşım, tarım ve kentleşme politikalarını düzeltme ya da iyileştirmiyor. Adil geçişten bahsetmiyor, bağlayıcı enerji dönüşümü hedefleri koymuyor. Bir tek emisyon ticaretinden bahsediyor…

İklim Kanunu teklifi, emisyon ticaretini başlatmayı ve aslında bununla da Avrupa’ya ürün satan belirli sektörlere ucuza karbon kredisi sağlamayı amaçlıyor. Böylece, AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması nedeniyle bir çeşit karbon vergisi yüküyle karşılaşacak gübre, elektrik, çimento, demir-çelik, hidrojen ve alüminyum gibi altı sektöre kolaylık sağlanması hedefleniyor. Elbette bu ticaret ileride genişleyecek ve bir süre sonra birilerine para da kazandıracak. Kanun teklifinin bu haliyle Türkiye’nin seragazı emisyonlarını azaltmada önemli bir araç olacağını söylemek zor. O yüzden de tasarıyı desteklemiyorum ama bu iklim krizinin olmadığı anlamına gelmiyor.

Türkiye’de iklim krizini inkâr eden bir grup var. Meclis’teki İklim Kanunu teklifine karşı çıkıyor gibi görünüyorlar ama aslında iklim krizini inkâr ediyorlar. Aralarında aşı karşıtları, uçakların havada bıraktıkları izi “bizi spreyliyorlar” diye anlatan troller bile var. Karbon ayak izinin ülkenin emperyalistlerce işgaline giden yolu açacağını düşünenlerin olduğu garip bir topluluktan bahsediyoruz. Yelpazenin sağından ve solundan kafası karışmış onlarca insan.

İklim meselesi uluslararası politikaları belirlemeye başladığında, özellikle de Kyoto Protokolü tartışmaları sırasında, petrol şirketlerinin finanse ettiği büyük bir iklim inkarcılığı hareketi vardı. ABD’nin petrol devi Exxon, kömür devi Peabody Energy yıllarca iklim inkarcılarına maddi destek sağladı. Sonra hepsi belgeleriyle ortaya çıktı. Türkiye’deki durumun ise daha farklı olduğunu düşünüyorum çünkü bizde komplo teorileri zaten haber gibi algılanıyor. İnsanlara herkesin söylediğinden farklı bir şey söylemeniz ve arkasına ülkenin çıkarlarını düşünüyormuş gibi birkaç satır eklemeniz yeterli.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Vekili ve Ar-Ge Başkanı Prof. Dr. Doğan Aydal’ın bir videosuna bile denk geldim. Aydal, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunu gösteren grafiği göstererek, “dünyanın tabiatında inişler çıkışlar var, dünya kendini normalize ediyor” diyor. 800 bin yıllık veriyi gösteriyor ama izleyicilere geçmişteki değişimlerin on binlerce yılda olduğunu ve atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun geçmiş 800 bin yıl içinde hep 300 ppm’lik değerin altında kaldığını söylemiyor. Ya bilerek söylemiyor ya da gerçekten konuyu bilmiyor. Halbuki gösterdiği grafikte karbondioksit seviyesinin 420’lere ulaştığı (güncel rakam 427) ve bunun tarihte ilk defa 150-200 yıllık bir sürede olduğu görülüyor. 800 bin yılda hiç olmayan bir şey olmuş ve öyle geçmişte olduğu gibi on binlerce yılda değil, sanayi devrimiyle birlikte bu yaşanmış. Yani, petrol, kömür ve gazın kullanımıyla atmosferdeki karbondioksit artmış. Her şey ortada ama siyasi rant bilimin önüne geçiyor.

Ne yazık ki araştırmayan, duyduğuna inanan bir ülkeyiz. Eskiden yanlış bilgi kahvehanelerden yayılırdı şimdi sosyal medyadan. Mantıklı ve analitik düşünme eğitim sisteminde yok. Olsa, şimdi yazacağım şu satırları yazmak zorunda kalmazdım. İklim krizinden çıkmanın yolu petrol, kömür ve gaz kullanımını en aza indirerek enerjiyi verimli kullanmak, fosil yakıtların yerine yerli kaynak rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerjiye yönelmekten geçiyor. Hem seragazlarını hem de enerjide bağımlılığı azaltıyorsunuz. Türkiye’de petrolün yüzde 90’ı, gazın yüzde 99’u, kömürün de yüzde 50’den fazlası (eşdeğer petrol cinsinden bakıldığında) ithal. Yıllardır bu ithal enerji faturasının yükünü çekiyoruz. İklim bize ithal ettiğini bırak, yerli üretime geç, tasarruf et diyor. Karşımızda ise iklim krizini durdurmanın Türkiye’ye zarar vereceğini söyleyen iklim inkarcıları var. Gel de çık işin içinden!

“Türkiye’de petrol var ama çıkarttırmıyorlar” ile başlayan komplo teorilerinin gerçeklerin önüne geçtiğini gösteren en iyi örnek herhalde 25 yıl Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış Melih Gökçek’in, yeraltında 6 milyar dolarlık jelibon rezervi bulundu şakasını gerçek sanmasıydı. Şair olsam, “ne elementler bulduk ülkeyi zengin eden, ne hikayeler yazdık tüm dünyayı bize düşman eden” diye şiir yazardım.

                                                             /././

Çin, ABD'ye yönelik gümrük vergisini yüzde 125'e çıkardı!

ABD'nin Çin'e uygulanan vergileri yüzde 145'e çıkarmasının ardından Çin, ABD'ye uygulanacak tarifeyi yüzde 125'e çıkardı.

ÇinABD'yle tırmanan ticaret geriliminde, ABD'den ithal ürünlere uyguladığı  gümrük tarifesini yüzde 125'e yükselteceğini bildirdi.

ABD, dün Çin'e uygulanan vergileri yüzde 145'e çıkardı.

TRUMP'IN 'KARŞILIKLI TARİFE' ARTIŞI VE ÇİN'İN TEPKİSİ

ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan'da "karşılıklı tarifeler" kapsamında Çin'e ek yüzde 34 gümrük tarifesi getireceğini açıklamıştı.

Çin, ABD'nin tarife artışına tepki göstermiş, yüzde 34'lük tarife artışına karşı aynı oranda ek tarife uygulayacağını duyurmuştu.

Başkan Trump da buna karşılık, Çin'in, karşılıklı tarifelere misilleme olarak getirdiği yüzde 34 ek tarife artışını geri çekmediği takdirde yüzde 50 ek tarife daha getireceğini ve Çin ile planlanan görüşmeleri iptal edeceğini bildirmişti.

Beyaz Saray, Çin'e yönelik ek tarifenin bu gece yarısından itibaren yürürlüğe gireceğini belirtmişti.

Yeni tarife artışıyla ABD'nin Çin'den ithal ürünlere uyguladığı asgari gümrük tarifesi yüzde 145'e çıkarken, Çin'in tarifesi yüzde 125'e çıkarıldı.

                                                              ***

Türk devletlerinden Türkiye’ye ‘Rumculuk’ şoku!-Gözde Bedeloğlu-

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türkiye Yüzyılı’ hedefleri doğrultusunda kararlı olduğunu söylediği konulardan biri de Kıbrıslı Türklerin eşitlik ve egemenlik hakları. Eylül 2024’te Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada uluslararası topluma seslenerek, dünyayı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsızlığını tanımaya, diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişki kurmaya davet etmişti. O günden bugüne BM’den bu davete icabet eden çıkmadı.

KKTC’YE ‘GÖZLEMCİ ÜYE’ STATÜSÜ

Türkiye’nin, Kıbrıs’ta ‘egemen eşit iki devlet’ olduğu tezinin kabul görmesini beklediği bir diğer topluluk da Türk Devletleri Teşkilatı (TDT). Türk devletleri arasındaki işbirliği ve dayanışmayı, ortak tarih, dil ve kültür mirası çerçevesinde geliştirmeyi amaçlayan bu teşkilatın üyeleri Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan.TDT’nin Kasım 2022’de, Semerkant’ta gerçekleştirilen zirvesine KKTC, ‘gözlemci üye’ olarak katılmıştı. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın tarihi bir gelişme olarak, gurur ve mutlulukla duyurduğu ‘gözlemci üye’ statüsü, KKTC ve TC hükümetlerine göre, KKTC’nin tanınması yolunda kazanılan çok önemli bir adımdı. Ancak, işler bu cenahta da yolunda gitmedi.

ÜÇ TÜRK DEVLETİ KIBRIS CUMHURİYETİ’Nİ TANIDI

Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallar Konseyi Başkanı Binali Yıldırım’a göre, Türkiye’nin yeni dönemde ortaya koyduğu, Kıbrıs’ta ‘eşit egemen iki devlet kabul edilsin’ tezi her yerde yankılanıyordu ve Kıbrıs’ta hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı. Son gelişmeler durumun öyle olmadığını gösteriyor. Zira, Yıldırım’ın başkanı olduğu Aksakallar Konseyi’nin üç üyesi, Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan; Kıbrıs Cumhuriyeti’nde büyükelçilik açtı. Özbekistan, Aralık 2024’te, İtalya’daki büyükelçisini Kıbrıs Cumhuriyeti’ne akredite büyükelçi olarak atadı. Ardından Kazakistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde büyükelçilik açma kararını açıkladı. Türkmenistan da Mart ayında büyükelçi atamasını gerçekleştirdi. Benzer adım Kırgızistan’dan da bekleniyor.

‘KARDEŞ’ ÜLKELER YOLA AB İLE DEVAM EDİYOR

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanıyan Türk Devletleri Teşkilatı üyesi üç ülkenin de katılımıyla, 3 - 4 Nisan tarihlerinde Semerkant’ta ilk kez Avrupa Birliği (AB) - Orta Asya Türk Devlerleri Zirvesi düzenlendi. Ülkeler arasındaki işbirliği ‘stratejik ortaklık’ seviyesine yükseltildi. Kıbrıs adasında ‘iki ayrı egemen devlet’ olduğu tezini ne BM, ne garantör devletler ne de ABD’ye kabul ettiremeyen Türkiye, ‘ortak dil ve tarih’ taşıdığı için büyük önem atfettiği Türk Devletleri Teşkilatı’ndan da beklediğini bulamadı. Ulusalcı çevrelerin KKTC’yi 12 milyar Euro’ya satmakla suçladığı ‘kardeş ülkeler’, yola belli ki AB ile yürümeye karar vermiş. Kıbrıs’ta ‘eşit egemen iki devlet kabul edilsin’ tezinin her yerde yankılandığını söyleyen TDT Aksakallar Konseyi Başkanı Binali Yıldırım ve iktidar kanadı bu konudaki sessizliğini koruyor.

ANTLAŞMALARA GÖRE KKTC TANINAMAZ

Türkiye’nin uluslararası topluma ısrarla ‘vizyon’ olarak sunduğu; ‘iki devletlilik’ tezinin, altında kendi imzası bulunan Garanti Antlaşması gereği bir karşılığı yok. Herkes, TC Dışişleri Bakanlığı’nın internet sayfasına girip antlaşmanın maddelerini okuyabilir. Buna göre garantör ülkeler Yunanistan, İngiltere ve Türkiye; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın temel maddeleri ile oluşan durumu (state of affairs) tanırlar ve garanti ederler. Diğer yandan, TDT’ye üye devletlerinin KKTC’yi resmi olarak tanımasının önündeki bir başka engel de BM Güvenlik Konseyi’nin 550 ve 541 sayılı kararlarıdır. Konsey 1984 yılında, BM ülkelerine KKTC’nin tanınmaması çağrısı yapmıştı.

KIBRISLI TÜRKLER’DEN LAİKLİK EYLEMİ

Dünya, bir yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın, özellikle Çin’i hedef alan, gümrük vergisi açıklamalarıyla büyük bir finansal dalgalanma içindeyken, ülkeler de yeni stratejik işbirliği antlaşmaları peşinde. AB’nin, Orta Asya ile atacağını duyurduğu yeni ticari adımlar, KKTC’yi Türk devletlerine kabul ettirmek arzusundaki AKP’nin gerçekçi olmayan planını da bozmuşa benziyor. Uluslararası toplumu, Kıbrıs’ta çözümün iki ayrı devletin kabulünden geçtiğine ikna etmeye çalışan Türkiye, bu konudaki son reddi de kardeş Türk devletlerinden almış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu durumda Kıbrıs’ta egemen eşit iki devlete dayanan vizyonunu sürdürmeye aynı kararlılıkla devam edecek mi göreceğiz. Bu arada sosyal, ekonomik ve siyasi anlamda Türkiye’nin müdehale ve dayatlamaları yüzünden özgür iradelerinin gasp edildiğini düşünen on binlerce Kıbrıslı Türk önceki gün başkent Lefkoşa’da eylem düzenledi. Fitili, AKP destekli KKTC hükümetinin ortaokul ve liselerde ‘inanç gereği başörtüsü takılmasını öngören’ disiplin tüzük değişikliği ateşledi.

UBP İÇİNDE ‘TÜZÜK’ ÇATLAĞI

KKTC Anayasası’ndaki laiklik ilkesine ters düştüğü gerekçesiyle, iki büyük eğitim sendikasının (Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası - KTÖS ve Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası - KTOEÖS)  öncülüğünde başlayan eylemler, 8 Nisan günü toplumun geniş kesiminin katıldığı kitlesel bir eyleme dönüştü. Kıbrıslı Türklerin toplum liderleri Rauf Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’ün çocukları Serdar Denktaş ve Mehmet Küçük, halk iradesiyle seçilmiş son Cumhurbaşkanı olarak anılan Mustafa Akıncı, işçi ve memur sendikaları, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, avukatlar, öğretmenler, sağcısı solcusuyla toplumun farklı kesiminden pek çok insan bilimsel ve laik eğitime aykırı olduğunu düşündüğü tüzük değişikliğine karşı başkentte bir araya geldi. Mart ayının ortasında başlayan disiplin tüzük gerilimi, hükümetin kararı geri çekmesine neden olmuştu. Başbakan Ünal Üstel, toplumda oluşan huzursuzluk sebebiyle, gerekli uzlaşıyı sağlamak için düzenlemenin Bakanlar Kurulu’ndan geri çekildiğini açıklamıştı. Hükümetin büyük ortağı Ulusal Birlik Partisi (UBP) içinde de çatlağa neden olan değişiklik, önceki gün eylemin yapıldığı sırada onaylandı. Muhalefet partileri kararı Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklarını açıkladı.

SİYASAL İSLAMCILIK DAYATMASINA TEPKİ

Türkiye’deki üniversitelerde yasakken KKTC’de serbest olan türban ile ilgili bugüne kadar herhangi bir sorunla karşılaşmamış Kuzey Kıbrıs’ta şaşkınlık hakim. Türkiye’deki iktidar medyası tarafından 28 Şubatçılıkla suçlanan ve üzerlerine daha önce pek çok kez olduğu gibi, ‘Rumculuk, nankörlük’ iftirası atılan Kıbrıslı Türkler itirazlarının merkezine Türkiye’nin siyasal İslamcılıkla ilgili dayatmacı tavrını oturtmuş. Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği ve AKP Kıbrıs temsilciliğinin konuyla doğrudan ilgili olduğu, disiplin tüzük değişikliği talebinin Ankara’dan geldiği ve KKTC hükümetinin de bu karara uyarak, Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunun itirazına rağmen, değişikliği onayladığı konuşuluyor. Müdahale iddialarının odağındaki TC Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri’nin, yine aynı görevle KKTC’de bulunduğu 2020 yılında KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmış ve Başçeri’nin, Kuzey Kıbrıs’ın iç siyasetine müdahale ettiğine yönelik ciddi iddialar gündeme getirilmişti. AKP’nin kavgalı olduğu Mustafa Akıncı yerine desteklediği Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı olarak seçildiği seçime, elçilik yoluyla Ankara’dan müdahale edildiğini yazan Kıbrıslı gazeteci Ali Kişmir, on yıl hapis cezasıyla yargılanıyor.

TC ELÇİLİĞİ ÖNÜNE SİYAH ÇELENK

Bir ay önce, (Seçim yılında Kıbrıs’a dikkat çeken atama) yazdığım yazıda, Ekim ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yeniden Lefkoşa’ya elçi olarak atanan Ali Murat Başçeri’ye dikkat çekmiş ve deneyimli elçinin faaliyetlerinin merakla takip edileceğini söylemiştim. Bir ay sonra görüyoruz ki, Kuzey Kıbrıs’ta halk belki de son on beş, yirmi yılın en büyük kitlesel eylemi için sokağa çıkmış. Görev sınırını aştığı gerekçesiyle TC elçiliği önüne siyah çelenk bırakan eğitim sendikaları, özellikle KTOEÖS başkanı Selma Eylem, AKP medyası çalışanları ve troll hesaplar tarafından hedef gösterilip tehdit ediliyor. Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkelerin, KKTC’nin bağımsızlığı yerine, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni adanın tek meşru devleti olarak tanıma şokunu üzerlerinden atamadıklarından olsa gerek, iktidar cephesinde konuyla ilgili sessizlik hakim. Diğer yandan, dünyaya KKTC’nin ne kadar bağımsız bir devlet olduğu anlatılıp duruluyorken, Kıbrıslı Türkler de sokaklara dökülüp Türkiye hükümetinin kendilerine karşı uyguladığı siyasi, kültürel ve ekonomik dayatma ve baskıya karşı sesini yükseltiyor. Eşit egemenlik iddiası da böylece durduğu yerde kendini imha etmiş oluyor.

Disiplin tüzüğündeki değişiklikle eğitimde hak ve özgürlüklerin temel alındığını savunan KKTC Başbakanı Ünal Üstel, belki bir ara okul ve kumarhaneler arasındaki 500 metrelik mesafenin neden 100 metreye indirilmeye çalışıldığını da anlatır.

                                                                 /././

Mahir Polat’ı düşünürken...-Şükrü Aslan-

İstanbul Büyükşehir Belediyesine ve ilçe belediyelerine yönelik olarak başlatılan ‘soruşturma’ ve tutuklama furyası, belki de beklenmedik şekilde bu belediyelerin kamucu politika ve faaliyetlerini, dolayısıyla yeni belediyecilik deneyimlerini düşünmeye de vesile oldu. Soruşturmaya konu edilen durumun asıl nedeninin, tam da bu kamucu politikalar-pratikler olduğu yönünde yaygın bir toplumsal kanaat oluştu. Bu yüzden neredeyse her sosyolojik grup alana çıktı, çeşitli biçimlerde belediye başkanını ve başkanlarını sahiplendi.

İBB’ye ve ilçe belediyelerine yönelik müdahalelere karşı gelişen bu toplumsal tepki halinin pek çok nedeni vardır. Ama en önemlisi CHP’li İBB ve ilçe belediyelerinin, boğulmakta olan toplumsal kesimlere bir ölçüde nefes aldıracak sosyal politikalarıdır. Bu politikaların belirlenmesinde de pek çok kişi ve kesimin etkisi vardır kuşkusuz ama mekansal-toplumsal hafızayla ilişkili kamucu politikanın sadece uygulayıcısı değil, aynı zamanda üreticisi olanlardan birisi Dr. Mahir Polat’tır. Onun, kurucusu olduğu İBB Miras, daha şimdiden Türkiye’nin belediyecilik tarihinde çok özel bir yer almış bulunuyor.

ÖZELLEŞTİRME ALIŞKANLIĞINDAN KOPMAK

Uzun yıllardır kamu kaynakları ve mekanlarını özelleştirmeyi adeta alışkanlık haline getiren Türkiye’de yerel ve merkezi düzeyde yöneticiler, genellikle kamu mekanlarını kişilere ve firmalara kiralamış ya da devretmişlerdir. İstanbul bu furyanın herhalde en fazla işlediği şehirdir. Sadece basına yansıyan haberler bile kamuya ait mekanların pervasız biçimde çeşitli kurum ve firmalara satıldığını-sunulduğunu göstermeye yeter.

Kaldı ki gündelik hayat içinde de bu durumu görmek mümkün. İstanbul’da iki yaka arasında vapur yolculuğu yapanlar bilirler, Kadıköy’den Beşiktaş’a giden vapurların iskelesinde üst kat, uzun yıllardır özel bir firma tarafından kullanılıyordu. Kimi zaman düğün-nikah ve özel buluşmalar için bedeli ödenen bir işletmeydi. Diğer iskeleler için de durum farklı değildi. Her biri özel bir firmaya türlü şekillerde kiralanmıştı. Yani “kamu mekanları”ının kullanımı kamusal amaçlarla ilgili değildi. En iyi ihtimalle Üsküdar’daki iskelenin üst katında olduğu gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bürokratları için makam ofisleri olarak düzenlenmişti.

Bugün hem Beşiktaş’taki hem de Üsküdar’daki iskeleler, benzeri daha onlarcası gibi, yeme-içme mecburiyeti olmadan oturulabilen, arzu edenlerin kitap okudukları, ders çalıştıkları, araştırma yaptıkları ya da sohbet ettikleri mekanlar olarak İBB tarafından işlevlendirilmiş bulunuyor. İstanbul sahillerinde, ana arterlerinde çeşitli özel firmalara veya kişilere tahsis edilmiş yüzlerce yerin-alanın kamuya kazandırılması gibi. İBB, 2019’dan bu yana, şehri büyük ya da küçük sermaye gruplarının işgalinden kurtarıp, kentin yani herkesin kullanımına sundu. Bu, çok büyük bir başarıdır.

Yakın zamanlarda dolaşıma giren bir kısa videoda, İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat tam da bu mekanlara dair kamuculuğa dönüş çabalarına vurgu yapıyordu. Kurduğu tüm cümleler, belediyecilik ve kamusallık ilişkisine dair yüzlerce akademik metnin ve politik tecrübenin özeti gibiydi. Bu şehirde yaşayanların para harcamak zorunda olmadan kullanabilecekleri, korunaklı mekanlar yaratmanın, belediyelerin görevi olduğunu söylüyordu. Üstelik gelenlere bir kültürel dayatmada bulunmayı da gerekli görmüyordu. Sesinin tonu bile kamuculuğu ve toplumsal vicdanı nasıl dert ettiğinin işaretiydi.

İBB MİRAS: ŞEHRİN HAFIZASINA SAYGI

İBB Miras’ın sürdürdüğü çalışmalar ile İstanbul, hem mekansal hafızasıyla buluşuyor, hem de ev sahipliği yaptığı toplumsal hafızayı gelecek nesillere taşıyor. Bir zamanlar bu şehirde yaşamış aile ya da topluluklarla anılan mekanları kamusallaştırarak geçmiş ve geleceğiyle barışık bir yeni politik tahayyül inşa ediyor.

İBB Miras bünyesinde mühendis, mimar, sanat tarihçisi, restoratör, restorasyon ustası, işçisi ve arkeolog gibi alanında uzman kişiler çalışıyor. Dahası “şeffaf restorasyon-açık şantiye” ilkesiyle tüm büyük şantiyelerini İstanbulluların ziyaretine açarak bunu kollektif bir iş olarak gerçekleştiriyor. Yani hafızayı nasıl aktardığını da gayet şeffaf biçimde yapıyor. Bukoleon Sarayı, Rumeli Hisarı, St. Pierre Han, Anadolu Hisarı, Botter Apartmanı gibi önemli şantiyelerde düzenlenen yüzlerce turla hafızayı aktarma ve koruma sürecini şehri yaşayanlarla ortak bir deneyim olarak örgütlüyor.

İBB Miras modern ve muhafazakar yıkıcıların aksine hem hafızayı koruyor hem de kamusallığı yeniden kuruyor. 1990’lı yılların ortalarında Türkiye’nin muhafazakar partisi işbaşına geldiğinde, bir hükümet yetkilisi, tarihi yarımadanın etrafını çeviren surları; “yıkalım, boşalan alanlara da bu surların taşları ile konut yapalım” demişti. Kendince “Bizans taşlarıyla” konut sorununu çözecek, bir taşla iki kuş vuracaktı. Muhafazakar yıkıcı o iklimden bir şekilde kurtulabilen surlar, bugün İBB Miras’ın elinde bambaşka bir restorasyona konu edilmiş durumda. Daha şimdiden Mevlanakapı Ziyaretçi Merkezi ve Mevlanakapı Karakolu ile Silivrikapı Ziyaretçi Merkezi ve Silivrikapı Hipojesi kent hayatına kazandırılmış bulunuyor.

Sadece istatistiki bilgilere bakıldığında bile İBB Miras’ın devasa bir hafıza alanı inşa ettiği görülüyor. 2019’dan 2024’e kadar 63 anıt eser ve sivil mimarlık eseri, 40 kamusal sanat eseri, 215 tarihi çeşme, 610 tarihi mezar ve hazire ile 19 tarihi türbe İBB Miras’ın titiz çalışmaları ile yeniden hayat bulmuş durumda. Aynı titizlikle süren benzer çalışmalarla 36 yeni müze ve yaşam alanı ve 983 miras alanı şehrin kültürel hayatına katılmış bulunuyor.

HAFIZANIN VE SANATIN BULUŞTUĞU MEKÂNLAR

İBB Miras hafızayı kuşaklara aktarırken, geleceği de sanatla kuruyor. Restorasyona konu olan hemen her hafıza mekanı, kültürel/sanatsal etkinliklerle işlevlendiriliyor. Mesela Kadıköy’de uzun yıllar kaderine terkedilen tarihi Hasanpaşa Gazhanesi bugün “Müze Gazhane” olarak işlev görüyor. İçinde İklim Müzesi, Karikatür ve Mizah Müzesi, Çocuk Bilim Merkezi, Afife Batur Kütüphanesi, Galeri Gazhane, sesli/sessiz çalışma alanları, İBB Şehir Tiyatroları Prof. Dr. Sevda Şener Sahnesi ve Meydan Sahne, Pazar Yeri, İstanbul Kitapçısı, Beltur Kafe gibi farklı ihtiyaçlara yanıt veren çok amaçlı bir mekana dönüşmüş bulunuyor. 150 yıl önce Suriçi’ni aydınlatma işlevi gören Yedikule Gazhanesi de aynı şekilde restore edilerek konser, sergi, söyleşi, film gösterimleri, atölyeler gibi güncel etkinliklere ev sahipliği yapıyor.

Aynı şekilde 100 yıllık endüstri mirası Cendere Pompa İstasyonu, bugün Cendere Sanat Müzesi adıyla kültürel hayata dahil edilmiş bulunuyor. 1984’den beri Beyazıt’ta atıl durumda bulunan 114 yıllık İETT Troleybüs Kuvvet Merkezi, binlerce kitapla, atölyeler ve kültür sanat etkinlikleriyle öğrencilerin-araştırmacıların bir araya geldiği Kütüphane Troleybüs olarak hizmet veriyor. İstanbul’un ilk Art Nouveau yapısı Botter Apartmanı, Casa Botter Sanat ve Tasarım Merkezine dönüşmüş bulunuyor. Yaklaşık yedi asırlık Anadolu Hisarı, Anadolu Hisarı Müzesi olarak çeşitli kültür sanat etkinlikleriyle misafirlerini ağırlıyor. Büyükada’nın Taş Mektep’i, sergi salonu, kitap kafe, atölye ve etkinlik alanlarıyla tüm İstanbullular için gözde bir sanat mekanına dönüşmüş bulunuyor. Onun gibi uzun yıllar kaderine terk edilen Gülhane Parkı Sarnıcı da Gülhane Sanat adıyla sergi-sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor.

İBB Miras’ın çalışmalarıyla 8 bin metrekarelik bir alanda konumlanan ve Osmanlı dönemi batılılaşma sürecinin önemli adımlarından biri olan Feshane-i Âmire, bugün Artİstanbul Feshane adıyla İstanbul’un en büyük kültür sanat mekânına dönüşmüş görünüyor. Aynı şekilde 18. yüzyıla giden öyküsüyle Osmanlının Baruthanelerinden Ataköy Baruthanesi; kütüphane, müze, kültürel etkinlik alanlarının yanı sıra, kafe gibi sosyal mekanlarıyla da İstanbullulara hizmet veriyor. Dünya mirası Süleymaniye Camii ve Külliyesi’nin bir parçası olan sıra dükkânlar, İBB İstanbul Tasarım Müzesi adıyla yeniden kente kazandırılmış bulunuyor. Dünyada en eski tersanelerden biri olarak kabul edilen Haliç Tersanesi, İstanbul Sanat Müzesi olarak hizmet üretiyor.

Keza 100 yılı aşkın zamandır kent sakinlerinin erişimine kapalı özel bir mülk iken, 2021’de kamusal bir sorumlulukla satın alınan Bulgur Palas; kütüphanesi, çok amaçlı etkinlik alanları, Beltur kafesi, İstanbul Kitapçısı ve seyir terasıyla muhteşem bir İstanbul manzarası ile şehrin hizmetine sunulmuş bulunuyor. Türkiye’de en eski depolama tesislerinden biri olan Çubuklu Siloları da, belki de örnek bir dönüşüm süreci izlenerek; müze, sahne, kütüphane, atölyeler, çocuk oyun alanlarının yanı sıra kafe, restoran ve açık hava etkinlikleri merkezine dönüşmüş bulunuyor.

DEVAM EDEN İBB MİRAS ÇALIŞMALARI

İBB Miras’ın daha pek çok kamucu çalışmasından söz etmek mümkün olduğu gibi devam eden çalışmaları da bulunuyor. Mesela İstanbul silueti içinde belirgin yeri olan Rumeli Hisarı, kültür sanat odaklı yeni işleviyle buluşuyor. 250 yılı aşan öyküsüyle Galata’nın en eski mekanlarından biri olan St. Pierre Han’da restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmaları devam ediyor. Perşembe Pazarı’nın kalbinde 100 yılı aşan tanıklığı ile yorgun halde günümüze ulaşan Kuyumcu Han’ı, kültür sanat yaşam alanı olarak kurma çabaları sürüyor. 12. yüzyıldan bugüne uzanan Anemas’ı İstanbul turizmine kazandıracak restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmaları sürüyor. Kadıköy Meydanı’nın simgelerinden Haldun Taner Sahnesi, bu ülkenin kıymetli sanatçılarını ve iz bırakan tiyatro etkinliklerini ağırlayan Muammer Karaca Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul’un girişimleriyle kurulan, Reşat Nuri Güntekin Sahnesi çağdaş bazı düzenlemelerle yeniden “perde” diyeceği günlere hazırlanıyorlar.

SONUÇ

Daha önce de bu sayfalarda yazmıştım, İBB’nin temel sloganı olan “16 milyon için çalışıyoruz” sözü aslında İBB Miras’ın bütün bu kıymetli faaliyetleri gözönüne alındığında yetersiz kalıyor. İBB gerçekte şehrin geçmişiyle geleceği arasında bağ kurduğu için kimbilir kaç 16 milyon için çalışıyor. İBB, bugün bu şehirde yaşamıyor olsa da, bir zamanlar ailesinin yaşadığı bu şehirde kalbi atanlar için de çalışıyor. Üstelik bütün bu hafızayı yeniden inşa ederken, kamu yararını da koruyor.

Türkiye’nin toplumsal belediyecilik tarihinde köklü izler bırakan Vedat Dalokay’ların, Erol Köse’lerin yeni nesil örnekleri olan bu belediye başkanları ve yöneticileri, yerel yönetim tarihinde daha şimdiden belirgin iz bırakmış görünüyorlar. Bugünkü başkanların hapiste olmalarını da bu bağlam içinde düşünmek gerekir. Tam da bu bağlamda bugün İBB ve ilçe belediyelerine yönelik olarak sürdürülen politik tutum, bir toplumsal adalet sınavına dönüşmüş görünüyor. Kim toplumsal adalet ve vicdan arayışından yana, kim ona karşı? Kim kamuculuktan, kim rantçı politikalardan yana? Olan bitenlerin sosyolojik karşılığı tam olarak budur. En sıradan bir gözlem ve inceleme bile Mahir Polat’ın ve birlikte şehri yönettikleri İBB ve ilçe Belediye Başkanlarının kamucu ve toplumsal adalete yönelik tutumunu görebilir.

Aslında bu yeni kamucu politika ve tutuma sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin de büyük ihtiyacı var. Bu ülkenin uzun yıllardır adeta boğuştuğu toplumsal gerilimlerin üstesinden gelebilmesinin yolu da yine buradan geçiyor. Toplumsal barış ve adaletin birinci koşulu kamucu bir politik tercihtir. Fakat tuhaflığa bakın ki kamusallığı ve toplumsal adaleti savunan ve en zor koşullarda uygulamaya çalışanlar bugün hapiste. Hem de ‘kamuculuk’ ve ‘adaletçilik’ adına. Ne büyük çelişki! İktidar sadece CHP’ye ve İBB başkanı, yöneticileri ve ilçe belediye başkanlarına karşı değil, toplumsal barışı vaadeden yeni kamucu belediyeciliğe de savaş açmış durumda. Sosyolojik alandan bu manzaraya baktığımda bu tutum, sadece İBB ve ilçe belediye başkanlarını değil, aynı zamanda bu şehrin ve ülkenin geleceğini de tehdit ediyor.

                                                                 /././

AKP’nin ete kemiğe bürünmüş hali: Mesut Özil -Eren Tütel-

15 Ekim 1988… Almanya’nın Gelsenkirchen kentinde adı Mesut Özil olan bir çocuk doğar. Ailesi 1960’lı yıllarda Zonguldak’tan göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Mesut, futbola karşı olan yetenekleriyle dikkat çeker. Henüz 7 yaşında Westfalia 04 Gelsenkirchen’in junior takımında yeşil sahalara adımını atan Özil, yetenekleriyle diğer çocuklardan ayrışır. Sırasıyla 13 yaşında Teutonia Schalke-Nord, Falke Gelsenkirchen’de de oynayan Mesut henüz 12 yaşında bölgenin oyuncu çıkarmakla meşhur olan Rot-Weiss Essen takımına transfer olur.

Essen’de 5 yıl geçiren Özil, 17 yaşında ilk büyük adımını atar ve Almanya’nın en köklü camialardan biri olan Schalke 04’e transfer olur. İlk sezonunda Schalke’nin alt yaş kategorisinde forma giyen ve bu kategoride şampiyonluk yaşayan Özil bir sonraki sezon A takım kadrosuna dahil edilir. Schalke’de 30 maça çıkar ve pek de isteneni veremez 2007-2008 sezonun devre arasında 5 milyon avro bonservis bedeliyle Werder Bremen’e geçer.

Yeşil-beyazlı takımda gerçek potansiyelini göstermeye başlar ve bu potansiyel hemen hemen çoğu futbol otoritesi tarafından çok yüksek görülür. Werder Bremen formasıyla 108 maça çıkar, 18 gol kaydeder, 54 asist yapar. Oyun görüşü, zekâsı ve tekniği herkesi çok etkiler. İdolü Zidane gibi sahada çok rahat hareket eden ve takım arkadaşlarını rahatlatan bir 10 numarayı görürüz onu izlerken. Bu süreçte milli takım tercihini de yapar, o tercih Almanya olur. Yaptığı tercih özellikle Türkiye’de çok tartışılır. Dönemin Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim her zamanki gibi hamasi üslubuyla yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanır:

“Bir ara tutturdunuz Mesut. Yav adam gelmek istemiyor dedik. Kimse inanmadı istemedi onu dedi. Ben diyorum ki eğer ben bir insana ricayla Türk milli takım formasını vereceksem işte o zaman beni burada çarmıha gerin. Bu forma bizim formamız. Bu forma bu ülkenin forması. Bu forma dünyanın her tarafındaki Türklerin forması. Onun için bunu isteyenler giyecek. Giymediği zaman üzülenler giyecek. Bir şans var bunun dışında. Beni bu görevden alırsanız başkaları nasıl bakarsa öyle bakar. Ama ben olduğum sürece burada bundan sonra bunu isteyerek, ölerek, bayılarak sevenler, isteyenler giyecek’’

Terim’in hamasi ve popülist açıklamalarına karşı Mesut konuya daha rasyonel ve gerçekçi yaklaşır:

“Hayatımda Türkiye'den daha fazla zamanı İspanya'da geçirdim, o zaman ben Almanya-Türkiye kökenli bir İspanyol muyum, yoksa İspanyol bir Almanya-Türkiye kökenli mi? Neden her zaman sınırlarla düşünüyoruz? Ben bir futbolcu olarak değerlendirilmek istiyorum ve futbol uluslararasıdır. Ailenin kökleriyle bir ilgisi yoktur.”

Bu tartışmalar bir yana dursun, Mesut’un kariyeri hızla zirveye doğru çıkar. 2010’da dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan Real Madrid’e 27 milyon avro bonservis bedeliyle transfer olur. Jose Mourinho yönetimindeki Real, Cristiano Ronaldo’lu kadrosuna Di Maria’yla Mesut’u da ekler. Yeni bir ‘Los Galactios’ yaratıp Barcelona’nın hegemonyasını kırma hedefindedirler. Mesut, Real kariyerinde oldukça parlak anlar yaşasa da istediği başarılara ulaşamaz. 1 La Liga, 1 de Kral Kupası’ı kazanır ve 2013’te 47 milyon avro bonservis bedeliyle Arsenal’ın yolunu tutar.

Arsenal kariyeri onun için harika başlar. Takımın saha içindeki lideri ve en önemli oyuncularından biri olur. Ta ki 2017’ye kadar. Mesut’un fiilen olmasa da kafasında futbolu bıraktığı tarih. Bundan sonrası saha içinde değil, saha dışında planları olan futbola kafa yormayan Mesut’u gördük.  2017’den 2020’ye kadar karıştığı skandallar yeni kimliğini oluşturmak için ona bir hayli yardımcı oldu. 2018 Dünya Kupası’nda büyük bir hayal kırıklığı yaratıp gruplarda elenen Almanya’da eleştiri oklarının tepesinde Mesut Özil vardı. Ancak Mesut kendisine yapılan eleştirileri başka yöne çekmeye kararlıydı. Eleştirilerin göçmen olduğu için yapıldığını savunan Mesut, bu konuda gerçekten mağdur olan sporcuların da bu sözleriyle hakkına giriyordu:

“Takım arkadaşlarım ve Almanya’nın iyi insanları için her zaman her şeyimi verdim. Federasyon yöneticileri ise benim Türk kökenime saygısızlık etti. Irkçılığı asla kabul edemem. Bu yüzden Almanya Milli Takımı’nda forma giymeyi istemiyorum.”

Evet farklı kökenlerde olup milli takımlarında benimsenmeyen birçok futbolcu var. Özellikle aşırı sağcı grupların ırkçı saldırısına uğrayan sporcuların yaşadığı mağduriyeti ve uğradığı psikolojik şiddeti hepimiz biliyoruz. Ancak Mesut’un yaşadığı böyle bir şey değildi, performansı düşen herhangi bir oyuncunun göreceği tepkiyi gördü ve bunu fırsata çevirdi. Erdoğan’la görüşüp Türkiye’deki mevcut müesses nizamın ‘şefkatli’ kollarına kendini bıraktı. Yıllar önce “Beni kimliğimle değil, futbolumla değerlendirin” diyen Mesut artık İslamcılığın dibini sıyıran, hamasetle beslenen biri haline geldi. Oluşturduğu personanın tam zıttı olarak Arsenal’daki son günlerinde uyuşturucu kullanırken görüntüler ortaya çıktı, antrenmana çıkmamak için Arsenal U 21 rüşvet önerdiği iddia edildi. Bütün disiplinsiz davranışlarına rağmen teknik direktör Michel Arteta’yı suçladı, Arteta ise onun iddialarına şu ifadelerle cevap verdi:

“Herkes düşüncelerini paylaşmakta özgür. Benim tarafımdan söyleyebileceğim tek şey, bu kararın tamamen futbol içi bir karar olduğu. Vicdanım çok rahat çünkü ona her zaman adil davrandım. Kendisiyle iletişimim hep iyiydi ve karşılıklı beklentilerimizin farkındaydık.”

Sonrası yukarıda bahsettiğimiz İslamcı kimliğini pekiştirmek için Türkiye’de ona bulunmaz bir fırsat sunuldu. 2017’den sonra fiilen bitirdiği futbol kariyerine ülkenin en büyük takımlarından biri Fenerbahçe’de devam etti. Burada çalıştığı hiçbir antrenörle anlaşamadı, sürekli tartışma yaşadı uyumsuz bir profil çizdi. Aslında işin aslına bakarsak futbol Mesut’un umrunda bile değildi. Oluşturduğu İslamcı kimliğiyle çoktan futbolun dışında milyonları cebini doldurmaya başlamıştı. 2022’de Sözcü gazetesinden yer alan bir haberde şu ifadelerle Mesut’un ticari girişimleri anlatılıyor:  

“Fenerbahçe taraftarının yeşil sahada büyük beklenti içinde olduğu Mesut Özil, iş imparatorluğunu büyütmekle meşgul. Kahve dükkanı zincirinden, Eva Longoria ve Kate Upton ile futbol kulübü hissesi satın almaya kadar milyonlarca sterlinlik ticaret imparatorluğuna sahip olan Mesut Özil, Başkan Ali Koç'un uyarısına rağmen yeni bir maceraya daha atılıyor…”

Kendine ait bir krampon markası da olan Mesut, özellikle Müslüman nüfusun yoğun olduğu Endonezya gibi ülkelerde milyonlarca avroluk ciro elde etti, hâlâ etmeye devam ediyor. Fenerbahçe’den ayrıldığında da Başakşehir’de hiçbir şey yapmadan bir sezon geçirdiğinde de muhtemelen bunun rahatlığı içerisindeydi.

Yukarıda kariyerine ‘özgürlükçü’ başlayıp kimliğiyle değil futboluyla öne çıkmak isteyen bir futbolcunun sonrasında Batı’nın zulmüne karşı Müslüman ‘kardeşleri’ sayesinde cebini dolduran bir futbolcunun kariyer özetini okudunuz. Şimdilerde Espressolab’ten çıkmayan Özil, tıpkı üyesi olduğu AKP gibi gücün, paranın peşinden savrulan herhangi bir kişiliğe sahip olmayan biri olarak yoluna devam ediyor.

                                                      /././

BİRGÜN

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...