soL "Köşebaşı + Gündem" -11 Nisan 2025-

Erdoğan'dan çok sayıda atama ve görevden alma: Saray kadrosu revize edildi.

Yatırım ve Finans Ofisi Başkanlığı'na Ahmet Burak Dağlıoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına Göksel Aşan atandı. Atananlar arasında Ali Saydam, Hülya Koçyiğit, Orhan Gencebay, Selçuk Pehlivanoğlu gibi isimler de var.

Cumhurbaşkanlığı politika kurullarına yönelik yapılan atamalar Resmi Gazete’de yayımlandı. 10 ayrı kurula AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla toplam 140 isim atandı.

Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 21'inci maddesi kapsamında, Cumhurbaşkanlığı politika kurulu üyeliklerine atamalar gerçekleştirildi.

Bu kapsamda Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu üyeliklerinde; Prof. Dr. Aytuğ Altundağ, Prof. Dr. Ercümend Arvas, Prof. Dr. Hasan Mandal, Prof. Dr. Kadriye Arzum Erdem Gürsan, Mehmet İhsan Taşer, Prof. Dr. Mehmet Yıldız, Mustafa Erhan Say, Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök, Prof. Dr. Muzaffer Şeker, Prof. Dr. Orhan Aydın, Prof. Dr. Tamer Yılmaz atandı.

Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyeliklerine; Prof. Dr. Abdullah Atalar, Ahmet Akça, Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar, Prof. Dr. Atilla Arkan, İbrahim Taşel, Dr. Ömer Faruk Yelkenci, Sinan Selçuk Pehlivanoğlu, Prof. Dr. Şule Alan, Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu, Prof. Dr. Umran Savaş İnan, Prof. Dr. Yavuz Atar, Prof. Dr. Yusuf Alpaydın atandı.

Ekonomi Politikaları Kurulu üyeliklerine; Alpaslan Çakar, Prof. Dr. Cem Demiroğlu, Dr. Cemil Ragıp Ertem, Prof. Dr. Ercan Bayazıtlı, Hayrettin Demircan, Mehmet Ali Akben, Doç. Dr. Mehmet Fatih Ulu, Prof. Dr. Mehmet Hüseyin Bilgin, Meltem Taylan Aydın, Prof. Dr. Mustafa Ege Yazgan, Nilüfer Bulut, Dr. Nurettin Canikli, Osman Çelik, Prof. Dr. Servet Bayındır, Yiğit Bulut atandı.

Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyeliklerine; Akif Çağatay Kılıç, Prof. Dr. Burhanettin Duran, Doç. Dr. Çağatay Özdemir, Prof. Dr. Çağrı Erhan, Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, Fikri Işık, Prof. Dr. Kılıç Buğra Kanat, Prof. Dr. Mehmet Akif Kireçci, Prof. Dr. Muhittin Ataman, Prof. Dr. Murat Yeşiltaş, Prof. Dr. Mustafa Aydın, Prof. Dr. Nurşin Güney, Prof. Dr. Özden Zeynep Oktav, Prof. Dr. Seyit Sertçelik atandı.

Hukuk Politikaları Kurulu üyeliklerine; Doç. Dr. Cem Duran Uzun, Hakan Çavuşoğlu, Prof. Dr. Mahmut Koca, Prof. Dr. Mehmet Ali Zengin, Mehmet Şükrü Erdinç, Mehmet Uçum, Prof. Dr. Melikşah Yasin, Prof. Dr. Ömer Anayurt, Salih Cora, Selma Öztürk Pınar, Prof. Dr. Süleyman Yılmaz, Prof. Dr. Talat Canpolat, Uğur Kızılca, Vedat Ali Tektaş, Prof. Dr. Yücel Acer atandı.

Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu üyeliklerine; Prof. Dr. Ahmet Albayrak, Ali Saydam, Aram Kuran, Fecir Alptekin, Gökhan Yazgı, Prof. Dr. Gülçin Yahya Kaçar, Han Tümertekin, Dr. Havva Hümeyra Şahin Oktay, Hülya Soydan, Prof. Dr. İskender Pala, Dr. Mustafa Sinan Genim, Orhan Gencebay, Prof. Dr. Ümit Meriç, Prof. Dr. Yusuf Özkır atandı.

Sağlık Politikaları Kurulu üyeliklerine; Ahmet Selim Köroğlu, Prof. Dr. Ahmet Yılmaz, Prof. Dr. Arife Polat Düzgün, Doç.dr. Gülçin Türkmen Sarıyıldız, Prof. Dr. Hasan Türkez, Dr. İhsan Şahin, Prof. Dr. Mehmet Fatih Kılıçlı, Dr. Mustafa Uzun, Prof. Dr. Necdet Ünüvar, Prof. Dr. Özcan Erel, Dr. Sema Ramazanoğlu, Prof. Dr. Serkan Topaloğlu, Prof. Dr. Toker Ergüder, Zülfiye Füsun Kümet atandı.

Sosyal ve Gençlik Politikaları Kurulu üyeliklerine; Abdulkadir Özbek, Doç. Dr. Ahmet Özdinç, Ali Arif Özzeybek, Prof. Dr. Celalettin Vatandaş, Ebru Baybara Demir, Prof. Dr. Emine Özmete, Hayati İnanç, İdris Kardaş, Dr. İpek Coşkun Armağan, Prof. Dr. Kemal Sayar, Dr. Murat Yılmaz, Öznur Çalık, Prof. Dr. Recep Yıldız, Şahika Ercümen, Tarkan Zengin, Prof. Dr. Veysel Bozkurt atandı.

Tarım ve Gıda Politikaları Kurulu üyeliklerine; Prof. Dr. Aykut Gül, Prof. Dr. Cenk Aydın, Prof. Dr. Eda Becer, Erdal Bahçıvan, Hüseyin Aydın, Dr. Mehmet Mehdi Eker, Muhammet Uğur Kaleli, Prof. Dr. Muhittin Özder, Ramazan Bingöl, Seyit Güngör Şarman, Zeyd Altun, Prof. Dr. Zümrüt Begüm Ögel atandı.

Yerel Yönetim ve Afet Politikaları Kurulu üyeliklerine; Ali Hamza Pehlivan, Prof. Dr. Burcu Özsoy, Prof. Dr. Cenk Yaltırak, Prof. Dr. Fatma Meriç Yılmaz, Prof. Dr. Fatma Zeynep Aygen, Fazlı Kılıç, Prof. Dr. Lütfi Akca, Dr. Mehmet Karabay, Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. Mustafa Erdik, Prof. Dr. Mustafa Kumral, Prof. Dr. Nurcan Meral Özel, Ömer Bulut, Dr. Şadan Kaptanoğlu Dikici, Prof. Dr. Şükrü Ersoy, Prof. Dr. Şükrü Karatepe, Tuna Koç atandı.

Kurul üyelerinin bir bölümü tanıdık

Kurulda dikkat çeken bazı isimler var.

Bunlardan biri Sosyal ve Gençlik Politikaları Kurulu üyeliğine atanan Öznur Çalık.

Çalık Holding’in patronu Ahmet Çalık’ın gelini ve AKP Malatya Milletvekili olan Öznur Çalık, Samsun’da üç maden arama sahası için ihaleyi Çalık Holding iştiraki Lidya Madencilik kazanınca Erdoğan’a sosyal medya hesabından teşekkür etmişti. 

Ekonomi Politika Kurulu üyeliğine yeniden atananlardan biri de Yiğit Bulut. Bulut, 9 Ekim 2018 tarihinden bu yana Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyeliği yapıyor.

Ayrıca, Yatırım ve Finans Ofisi Başkanlığı'na Ahmet Burak Dağlıoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına Göksel Aşan atandı. Uzun yıllar İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde çeşitli görevlerde bulunan Göksel Aşan, Temmuz 2018’de İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Rektör Yardımcısı olarak görev yaptı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndaki İstanbul Bölge Müdür Metin Erol, Konya Bölge Müdürü Taner Taşkıran ve Antalya Bölge Müdürü Sabri İşbilen'se görevden alındı. Yerlerine İstanbul'a Efe Murat Erbaş, Konya'ya Oğuz Tunç ve Antalya'ya Ahmet Uzun atanırken, Çanakkale Bölge Müdürlüğüne Mustafa Tolga Karaoğlu ve Şanlıurfa Bölge Müdürlüğüne Numan Günay getirildi.

9 bakanlıkta atama ve görevden alma

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nda, Antalya İl Müdürü Tevfik Altınay, Giresun İl Müdürü Sedat Kurnaz ve Yozgat İl Müdürü İbrahim Tamer görevden alındı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde açık bulunan Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğüne Mücahid Vural, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ise Mehmet Ali Çalışkan atandı.

Milli Eğitim Bakanlığı'nda açık bulunan Milli Eğitim Akademisi Başkanlığına da Cevdet Vural getirildi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişi Dilek Altınışık hak aylık derecesine uygun İş Başmüfettişliğine atandı. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Tevfik Altınay, Giresun Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Sedat Kurnaz ve Yozgat Çevre ve Şehircilik İl Müdürü İbrahim Tamer görevden alındı. Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nda açık bulunan müfettişliğe yapılan sınavda başarı gösteren Müfettiş Yardımcısı Burhan Önlüel atandı.

Dışişleri Bakanlığı Bilgi Teknolojileri Genel Müdür Yardımcısı Burak Karartı görevden alındı. Dışişleri Bakanlığı'nda açık bulunan Kamu Diplomasisi ve Stratejik İletişim Genel Müdürlüğü'ne, Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Daimi Temsilcisi Nevzat Uyanık atandı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı'nda açık bulunan Hazine ve Maliye Müfettişliklerine Ramazan Akdoğan, Özcan İşlek, Bekir Sarıkaya, Haluk Koç, Alperen Taştekin, Merve Tüfekçi, Mihriban Akın Gezer, Emrah Girici, Mert Baltacı, İlker Avcıoğlu, Merve Öğütcü, Emre Aygün ve Haluk Aktürk atandı. Gelir İdaresi Başkanlığı'nda açık bulunan Gelir İdaresi Daire Başkanlıklarına Mustafa Akpınar, Murat Coşkun, Sadık Demirbaş, Hayati Arslan, Serkan Kurnaz ve Vergi Başmüfettişi Halil Çağdaş Baran atandı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde açık bulunan Vakıflar Meclis Üyeliğine İsmail Karaman atandı. Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne Mücahid Vural, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğüne Mehmet Ali Çalışkan atandı.

Tarım ve Orman Bakanlığı'nda açık bulunan, Gıda ve Kontrol Genel Müdür Yardımcılığına Erkan Alkan, Hayvancılık Genel Müdür Yardımcılığına Bekir Yücel Tanrıkulu, Su Yönetimi Genel Müdür Yardımcılığına Satuk Buğra Fındık ve Mahir Özcan, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcılığına Hakan Nalbantoğlu atandı.

10 ilin tarım ve orman müdürü görevden alındı

Ankara İl Tarım ve Orman Müdürü Bülent Korkmaz, Çanakkale İl Tarım ve Orman Müdürü Nazan Türkaslan, Diyarbakır İl Tarım ve Orman Müdürü Mustafa Ertan Atalar, Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürü Murat Şahin, Kırşehir İl Tarım ve Orman Müdürü Mustafa İlmeç, Kütahya İl Tarım ve Orman Müdürü Emre Yeniay, Muğla İl Tarım ve Orman Müdürü Barış Saylak, Muş İl Tarım ve Orman Müdürü Mehmet Gün, Tekirdağ İl Tarım ve Orman Müdürü Oktay Öcal, Yozgat İl Tarım ve Orman Müdürü Tanju Özkaya görevden alındı.

Ankara İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ahmet Dallı, Adıyaman İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Abdulkadir Akkan, Balıkesir İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Hüseyin Düzgün, Çanakkale İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ergün Demirhan, Çankırı İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Latif Candan, Diyarbakır İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Adil Alan, Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Alper Koçaker, Hatay İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Abdurrahman Türkmen, Kastamonu İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ahmet Kılıç, Kırşehir İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Bülent Zafet Taş, Kütahya İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ertan Keleş, Muğla İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Seyfettin Baydar, Muş İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Mustafa Şanverdi, Tekirdağ İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Mehmet Aksoy, Şanlıurfa İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Mehmet salih Söğüt, Van İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Turgay Şişman, Yozgat İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne Ömer Şentürk atandı.

Ankara Orman Bölge Müdürü Veysel Kodalak, Artvin Orman Bölge Müdürü Sinan Özkaya, Bolu Orman Bölge Müdürü Mahmut Şentürk, Erzurum Orman Bölge Müdürü Oktay Ayatay, Kayseri Orman Bölge Müdürü İsa Çapkın, Zonguldak Orman Bölge Müdürü Faruk Bayraktaroğlu görevden alındı. Ankara Orman Bölge Müdürlüğüne Esat Şimşek, Bursa Orman Bölge Müdürlüğüne Erdal Şahan, İstanbul Orman Bölge Müdürlüğüne Zafer Derince, Antalya Orman Bölge Müdürlüğüne Kemal Kayıran, Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğüne Musa Şen, Artvin Orman Bölge Müdürlüğüne İbrahim Ethem Gürsoy, Bolu Orman Bölge Müdürlüğüne Celal Kanbur, Sinop Orman Bölge Müdürlüğüne Rıdvan Kalelioğlu, Erzurum Orman Bölge Müdürlüğüne Serkan Karakurt, Hatay Orman Bölge Müdürlüğüne İlkay Günay, Kayseri Orman Bölge Müdürlüğüne Mehmet Zeki Bayıcı, Şanlıurfa Orman Bölge Müdürlüğüne İsmail Poyraz, Sakarya Orman Bölge Müdürlüğüne Metin Topçu, Denizli Orman Bölge Müdürlüğüne Ahmet Köle, Zonguldak Orman Bölge Müdürlüğüne Hasan Keskin, Adana Orman Bölge Müdürlüğüne Tahsin Etli, Amasya Orman Bölge Müdürlüğüne Ferdi Özer, İzmir Orman Bölge Müdürlüğüne Mahmut Yılmaz, Elazığ Orman Bölge Müdürlüğüne Mustafa Arpacı, Mersin Orman Bölge Müdürlüğüne Rifat Ataş, Isparta Orman Bölge Müdürlüğüne Ali Özdemir, Konya Orman Bölge Müdürlüğüne Mustafa Yalçın, Muğla Orman Bölge Müdürlüğüne Mustafa Ülküdür, Giresun Orman Bölge Müdürlüğüne Ahmet Ulukan, Kahramanmaraş Orman Bölge Müdürlüğüne Yusuf Karartı ve Kastamonu Orman Bölge Müdürlüğüne Hakan Yaslıkaya atandı.

Ticaret Bakanlığı, Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdür Yardımcısı Ozan Kaya görevden alınırken, Uluslararası Anlaşmalar ve Avrupa Birliği Genel Müdür Yardımcılıklarına Fatma Canan Nilüfer Dora ve Mehmet Hakan Akgün atandı. Ticaret Araştırmaları ve Risk Değerlendirme Genel Müdür Yardımcılığına Mehmet Ali Kelleci, Ticaret Müfettişliğine Hasan Mutaf, Altan Özbilen ve Nuray Çelik Ceylan atandı.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Ulaştırma Hizmetleri Düzenleme Genel Müdür Yardımcısı Haydar Ufuk Kale görevden alınarak yerine Yalkın Giray Yüksel atandı.

TCDD'de değişiklikler 

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü'nde açık bulunan Yönetim Kurulu Üyeliklerine Cengiz Paşaoğlu ve Muhammed Keren Yeğnidemir atandı. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürü Şehabettin Gedikli görevden alınarak yerine Eyyüp Bülent Cengiz atandı. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu üyesi İsmail Çağlar, Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Metin Akbaş ve Turgay Gökdemir görevden alındı. Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu Üyeliğine Enver mamur, Devlet Demir Yolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcılığına ve Yönetim Kurulu Üyeliğine Nizametdin Çiçek ve Ercan Karacaoğlu atandı.

13 üniversiteye rektör atandı, Milli Eğitim Akademisi Başkanlığı'na Cevdet Vural getirildi

Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre 13 üniversiteye de yeni rektör ataması yapıldı. Karar kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı'nda açık bulunan Milli Eğitim Akademisi Başkanlığı'na Cevdet Vural atandı. Ayrıca Yükseköğretim Kurulu Üyeliğine İbrahim Şenel seçildi.

Üniversitelere yapılan rektör atamaları şöyle:

  • Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörlüğüne İlhami Gülçin
  • Ardahan Üniversitesi Rektörlüğüne Öztürk Emiroğlu
  • Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörlüğüne İbrahim Aydın
  • Batman Üniversitesi Rektörlüğüne İdris Demir
  • Beykoz Üniversitesi Rektörlüğüne İsmail Burak Küntay
  • Bitlis Eren Üniversitesi Rektörlüğüne Necmettin Elmastaş
  • Çağ Üniversitesi Rektörlüğüne Murat Koç
  • Gümüşhane Üniversitesi Rektörlüğüne Oktay Yıldız
  • Hakkari Üniversitesi Rektörlüğüne Musa Gençcelep
  • Kırklareli Üniversitesi Rektörlüğüne Rengin Ak
  • Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörlüğüne Zekeriya Akman
  • Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörlüğüne Turgay Uzun
  • Pamukkale Üniversitesi Rektörlüğüne Mahmud Güngör

4 büyükelçiliğe atama

Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile dört ülkeye yeni büyükelçi ataması yapıldı.

Türkiye'nin Bosna-Hersek Büyükelçiliği'ne Protokol Genel Müdür Yardımcısı Emin Akseki, Burkina Faso Büyükelçiliği'ne Çevre, İklim Değişikliği ve Sınıraşan Sular Genel Müdür Yardımcısı Feriba Duygu Hokkacı Esirgen, İrlanda Büyükelçiliğine İkili İlişkiler Genel Müdürü Esra Cankorur, Nijerya Büyükelçiliğine Mehmet Poroy getirildi.

                                                          ***

Öcalan'ın avukatından Bahçeli'ye övgü, sosyalistlere 'eleştiri': 'Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergilemediler'

PKK lideri Öcalan'ın avukatı Yürekli, "Öcalan'ın özgürlüğüne kavuşmadan sürecin başarıya ulaşamayacağını" söyledi. Bahçeli'nin tutumunu öven Yürekli, "Türkiye solunu" ise "Kürt sorununu anlamamak" ve "Türkiye devletinin inşa sürecini idrak edememekle" suçladı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrıyla başlayan yeni İmralı süreci, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silah bırakarak örgütü feshetme çağrısıyla devam etti. Öcalan'ın çağrısının üzerinden yaklaşık 1,5 ay geçmesine karşın henüz somut bir adım atılmadı.

Süreci değerlendiren Öcalan'ın avukatı Cengiz Yürekli, "gelişmelerin kendilerini umutlandırdığını ancak İmralı'daki koşullarda herhangi bir değişiklik olmadığını" söyledi. Sürecin "başarıya" kavuşması için demokratik müzakere koşullarının oluşması gerektiğini savunan Yürekli, "Öcalan'ın tecrit koşullarında bu süreci yürütmesi ve başarıya ulaştırması mümkün değil" dedi.

Öcalan'ın özgürlük durumunun hukuksal açıdan da tartışmaya açıldığını söyleyen Yürekli, Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne tabi olmasına karşın mevzuatta "umut hakkı"nın yer almamasına dair de "Yapılması gereken mevzuatta değişikliğe gidilerek, ilgili yasal hükümlerin değiştirilmesidir. 'Umut hakkı'na alan açılması yasal zorunluluktur" ifadelerini kullandı.

Öte yandan Yürekli, isim vermeden sol ve sosyalist partileri eleştirdi, "Bahçeli'nin sürece dair sergilediği yaklaşımın sergilenmediğini" söyledi. Yürekli bunun nedenini ise "Kürt sorununu anlamamak" ve "Türkiye devletinin inşa sürecini idrak edememek" olduğunu iddia etti.

'Sürecin sağlıklı bir şekilde ilerletilmesi için Öcalan'ın koşullarının değişmesi gerekiyor'

Abdullah Öcalan'ın avukatı Cengiz Yürekli, karşılıklı yapılan çağrılar ve sonrasında yaşanan gelişmelere dair Mezopotamya Ajansı'nın sorularını yanıtladı 

Sürecin, "İmralı sisteminin lağvedilmesi ve İmralı'daki koşulların düzeltilmesine yönelik kendilerini umutlandırdığını" söyleyen Yürekli, öte yandan politik ve toplumsal tartışmalardan bağımsız olarak İmralı koşullarından hukuki açıdan herhangi bir değişim olmadığını kaydetti. 

Yürekli, "Sayın Öcalan öncülüğünde başarıya götürülmek istenen bir süreç söz konusudur" dedi ve sözlerine şöyle devam etti: 

"Ancak bu sürece denk düşen değişiklikler, olumlu gelişmeler söz konusu değil. Bizler hâlâ müvekkillerimizle görüşemiyoruz. Hâlâ İmralı'da tutulan müvekkillerimizle en ufak bir yazışma, en ufak bir iletişim söz konusu değildir. Hatta biz bunu gündemleştirmekte biraz eksik kaldık. Bunun da özeleştirisini verebilirim. Şubat tarihinde yeniden bir aile görüş yasağı söz konusu oldu. Bu yönüyle mevcut kısıtlamalar devam ediyor. 

Bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerletilmesi için Sayın Öcalan'ın koşullarının değişmesi gerekiyor. Sayın Öcalan'ın özgürlüğü gündeme gelmiştir. Bunun sağlanması gerekiyor. Özgür çalışma koşullarının oluşturulması gerekiyor. İmralı sisteminin lağvedilmesi gerekiyor. Ama tüm bunlardan önce sürecin gerekliliğinden bağımsız olarak, tamamen hukuksal gereklilik anlamında avukat ve aile ziyaretlerinin gerçekleşmesi gerekiyor. Giden heyetler ve aileler aracılığıyla İmralı’daki koşullarda bir değişimin olmadığını öğrendik."

'Toplumsal taleplerde Öcalan'ın özgürlüğü en üst düzeyde'

"Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü gündeme gelmiştir” ifadesini ilk defa kullanmadıklarını belirten Yürekli, "Öcalan'ın özgürlüğünün hukuki kapısı aralanmıştır dedik. Özgürlüğü gündemdedir dedik. Yürüyen süreç Sayın Öcalan'ın muhataplığı ve öncülüğünde yürüyor. Bunun gerekliliği de demokratik müzakeredir. Demokratik müzakere, kavramsal olarak müzakere edenlerin eşit koşullar altında bulunması anlamına geliyor" dedi.

Yürekli, demokratik müzakere koşullarının oluşması gerektiğini söyledi ve "Müzakere eden bir taraf sınırsız koşullara sahipken, Sayın Öcalan'ın tecrit koşullarında bu süreci yürütmesi ve başarıya ulaştırması mümkün değil. Asla kendi koşulları için bir talebi söz konusu olmadı. Ama bir de işin doğası gereği olarak demokratik müzakere koşullarının oluşması gerekiyor" diye konuştu.

Öcalan'ın fiziki özgürlüğe kavuşmadan "çözüm" gelişmeyeceğini söyleyen Yürekli, "Çünkü bu çözümün yaratanı da, öncülük edeni de, temel muhatabı da Sayın Öcalan'dır. Onun özgür çalışabilir koşullara ulaşmadan bu süreci yürütmesi mümkün değildir. Yani bu objektif olarak hayatın olağan akışının gereğidir. Gelinen aşamada, toplumsal taleplerde Sayın Öcalan'ın özgürlüğü en üst düzeydedir" dedi.

'Umut hakkı'na alan açılması yasal zorunluluktur'

Öcalan'ın özgürlük durumunun hukuksal açıdan da tartışmaya açıldığını söyleyen Yürekli, "Her ne kadar süreçle bağlantılandırılsa da, sürecin ilerlemesi için bu hukuksal zemin belki de bir araç kılınabilir. Böyle bir rol oynayabilir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını Sayın Öcalan şahsında 'ihlal' olarak değerlendirdi ve özgürlüğünün tartışılmaya açılması gerektiğini talep etmişti" dedi.

Sözlerine "umut hakkı" kavramı üzerinden devam eden Yürekli, şöyle konuştu:

"Umut hakkı kavramı süreçten bağımsız bir şekilde ve bu süreçten çok önce gündeme gelmiş bir şeydir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin gündemindedir. Komite, 2025 Eylül ayında yeniden gündemine alacak ve muhtemelen bundan önce Türkiye hükümetiyle de belli yazışmaları olacak. Biliyorsunuz anayasal olarak bu karar Türkiye yasalarının üstündedir ve uygulanması gerekiyor. Böylesi bir hukuki zorunluluk var. Ama geldiğimiz aşama itibariyle, yürüyen süreç itibariyle, bu sürecin başarıya gitmesi açısından Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün tartışılması gerekir. Bu yönüyle 'umut hakkı' buna bir zemin sunabilir."

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un "umut hakkı"nın mevzuatta olmadığına ilişkin açıklamaları hakkında da konuşan Yürekli, Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne tabi olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargılama yetkisinin kabul edildiğini ifade etti. Yürekli, "Yani mevzuata konulması konusunda bir mecburiyeti söz konusudur. 'Umut hakkı'nın mevzuatta yer almaması mevzuata aykırılık oluşturuyor. Şu an yapılması gereken mevzuatta değişikliğe gidilerek, ilgili yasal hükümlerin değiştirilmesidir. 'Umut hakkı'na alan açılması yasal zorunluluktur" değerlendirmesinde bulundu.

Sosyalistlere 'eleştiri': 'Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergilemediler'

Yürekli "Muhalefetin bu süreçte tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusunu "Devlet Bahçeli çok ciddi bir şey yaptı. 'Öcalan gelsin Meclis’te çağrısını yapsın, 'umut hakkı'ndan yararlansın' dedi. Bu yaklaşım, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü iktidar ve muhalefet arasında bir baskı aracı olmaktan çıkaran bir yaklaşımdır. AKP, 2002'den beridir, 'Ben Kürt sorununu çözmek istiyorum ancak buna engel olan güçler söz konusu' diyordu. Bu güçler olarak tarif edilen de Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP'dir. Siyasi yelpazenin en sağında olan siyasettir. 2013-2015 sürecinde öyleydi. Bahçeli bu kozu gerek muhalefetin gerek iktidarın elinden aldı" diyerek yanıtlamaya başladı.

Bahçeli'nin Kürt sorununa dair samimi bir davette bulunduğunu söyleyen Yürekli, "İddia başka olabilir, niyet başka olabilir, bunları tartışmıyorum ama böylesi de bir zemin sundu. ‘Eğer ciddiyseniz buyurun benim rızam var, Kürt sorununu çözün’ dedi. Muhalefete de ‘karnından konuşmasın, buyursun’ dedi" ifadelerini kullandı.

Yürekli, sol ve sosyalist oluşumların "Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergileyemediğini ve bunun da Kürt sorununu anlamamalarından kaynaklandığını" iddia etti:

"Heyet görüşmeleri oldu. Siyasal partileri ziyaret ettiler. Kendini sol ve sosyalist olarak tanımlayan, samimiyetinden şüphe etmediğimiz partiler ve siyasal oluşumlar bile Devlet Bahçeli'nin sergilediği yaklaşımı sergilemedi. Hiçbirinden 'Buyurun, Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü talep ediyoruz' şeklinde bir yaklaşım gerçekleşmedi. Bu da maalesef Kürt sorununu anlamamaktan kaynaklanıyor. Bunun ciddiyetini kavramamakla ilgilidir. "

'Türkiye solunda Kürt sorununu anlayamama durumu söz konusu'

Yürekli, "Muhalefetin bu tavrını neye bağlıyorsunuz?" sorusunu da "Türkiye solunu" eleştirerek yanıtlamaya devam etti. Türkiye solunun konuya yaklaşımının "çok sorunlu ve problemli" olduğunu öne süren Yürekli, "Kürt sorununu anlayamama durumu söz konusu. Türkiye devletinin inşa sürecinin şekillenmesini anlamamak, idrak edememek durumu söz konusu" iddialarında bulundu.

Sözlerine "Şunu net bir şekilde söylemek lazım" diye devam eden Yürekli, şu iddiaları öne sürdü:

"İşçi kurumundan tutalım Komünist Partisi'ne, inanç kurumundan -Diyanet'i kastediyorum- diğer oluşumlara ve aydın bireylere kadar devletin ciddi tahakkümü altında şekillenmiş ve hatta devlet eliyle açığa çıkmış oluşumlardan bahsediyoruz. Yani kuruluşlarında da açığa çıkmalarında da cumhuriyetin tek tipçi paradigmasının etkisinde kaldıkları inkar edilemez. Ama aynı şekilde Kürt sorununu da anlayamama gibi bir durum söz konusu. 

Mesela Sayın Öcalan, muazzam bir şekilde sosyalizme yoğunlaşmaktadır. Her görüşmede gündemi budur. Marksizm çözümlemeleri, değerlendirmeleri söz konusu. Marks, kendi döneminde, 1800'lerde İrlanda sorunu olsun -ulusal sorunları kastediyorum- Hindistan sorunu olsun, Rusya'daki durum olsun sürekli farklı fikirlerle çıkmış. Ancak bu fikirleri asla bir dogmatizmaya savrulmamış. Ne zamanki bir kıpırdanma görse, ne zamanki farklı bir şekillenme olsa her daim bunlara karşı bir devrimci potansiyel yakalamaya çalışmıştır. Aynı Marks, İrlanda'nın bağımsızlık savaşında enternasyonalle harekete geçmiş. Muazzam metinler yazmıştır. Onların tutsaklığının özgürlüğü için kampanyalar yürütmüştür. Maalesef Türkiye solunda -özellikle Sayın Öcalan şahsında- böylesi bir şeyi görmemiz söz konusu değil."

                                                      ***

AKP'li Altındağ Belediye Başkanı işten attığı işçilerin direniş çadırına saldırdı

Zam ve ikramiyeleri geri isteyip sendikadan ayrılmayanın maaşını düşüren AKP'li Veysel Tiryaki, belediye önündeki işçilere saldırdı, sendika yöneticisine yumruk attı.

AKP'li Altındağ Belediyesi'nde toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine işçiler 27 Şubat'ta grev kararı aldı.

Grevi engellemek isteyen belediye yönetimi 46 işçiyi işten çıkardı, yaklaşık 1000 işçiyi sendikadan istifa etmeye zorladı. 

Altındağ Belediyesi işçileri, sendikal haklarını savunmak ve haksız uygulamalara karşı mücadele etmek amacıyla belediye önünde çadır kurarak nöbete başladı.

Geçtiğimiz gün işçilerin direnişine ilişkin sözleri tepki çeken Tiryaki, “Belediyenin dışında çadır kurmuşlar. Memlekette çadır meraklısı çok demek ki” demişti. 

AKP'li Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bugün işçilerin direniş çadırına saldırdı. Tiryaki, Hizmet-İş Ankara 2 No'lu Şube Başkanı Recep Dere'ye ve bir işçiye de yumruk attı.(https://twitter.com/i/status/1910706789269586354)

'İşçiler atılan bu yumruğu unutmayacak'

İşçilere tekme ve yumrukla saldıran AKP'li Veysel Tiryaki'ye yanıt Türkiye Komünist Partisi'nden geldi.

TKP Ankara İl Örgütü adına yapılan açıklamada "Tiryaki asla unutmasın, işçilere atılan tekmenin de yumruğun da hesabı mutlaka sorulacak, işçiler bu saldırıya boyun eğmeyecek!" denildi. Açıklamanın tamamı şöyle:

"Altındağ Belediyesi önünde direnen işçilerin hakkını vermek yerine bugün işçilere yumruk atacak, direniş çadırını tekme atıp yıkmaya çalışacak kadar gözü dönen AKP'li Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bu düzenin gerçek özetidir. Emekçi düşmanlığı üzerine kurulu bu düzen, işçileri hedef alan yumruğun da tekmenin de altında kalacak.

TKP Ankara İl Örgütü saldırgan AKP'li Başkan Tiryaki ve onun saldırı talimatını yerine getiren güvenlik güçlerine karşı işçilerin, hakları için direnen belediye emekçilerinin yanındadır. Tiryaki asla unutmasın, işçilere atılan tekmenin de yumruğun da hesabı mutlaka sorulacak, işçiler bu saldırıya boyun eğmeyecek!"

Zam ve ikramiyeleri geri istedi, sendikadan ayrılmayanın maaşını düşürdü.

Altındağ Belediyesi ile Hizmet-İş Sendikası arasında geçen yılın Şubat ayında imzalanan ek protokol uygulanmadı. Yeni dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde de belediye yönetimi ek protokoldeki ücret zamlarını kaldırmayı talep etti. 

Belediye, isteklerini şöyle sıraladı:

  1. 6 bin 772 liralık ikramiyenin kaldırılması veya düşürülmesi,
  2. Ek protokolün iptal edilmesi,
  3. Belli bir kesimin ücret zamlarının düşürülmesi,
  4. İşçilerin işten çıkarılması ve sendikanın bu duruma sessiz kalması.

Bu talepleri kabul etmeyen sendika üzerinde baskılar arttı. Belediye yönetimi sendikadan ayrılan işçilerin maaşlarını artırırken, sendikada kalan işçilerin maaşlarını 7 bin ile 10 bin lira arasında düşürdü.

                                                  ***

Kuzey Kıbrıs'ta binlerce kişi laiklik için buluştu: 'Gericiliğe ve AKP kuklalarına geçit vermeyeceğiz'-Özkan Öztaş-

Kuzey Kıbrıs'ta binler laiklik için bir araya geldi. Ortaokullardaki başörtüsü dayatmasına karşı yapılan mitingin ardından gazeteci Pınar Barut ve KTOEÖS Başkanı Selma Eylem yaşananları soL'a anlattı.

Kuzey Kıbrıs'ta binler, "laiklik ve demokrasi" eylemi yaptı. 

Okullarda ortaöğretim düzeyinde başörtüsünün okullarda yasalaşmasıyla başlayan kriz sonrası, toplumun tüm kesimleri, “Kıbrıs laiktir, laik kalacak” sloganıyla Lefkoşa'da bir araya geldi. Eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dan öğretmenlere, gazetecilere kadar binlerce kişi mitingde buluştu. Eylemde "laiklik" vurgusu öne çıktı.

Ada halkının böyle bir talebi olmadığını ifade eden Kıbrıslılar bu tür adımların "AKP'nin Kıbrıs'taki politik emelleri doğrultusunda hayata geçirildiğini" söylüyor.

Bir araya gelen on binlerce Kıbrıslı laiklik için mücadele mesajı verdi.

'AKP temsilcilerine, kuklalara dur demek için bir araya geldik'

Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) Başkanı Selma Eylem, mitingde yaptığı konuşmada "Bakanlar Kurulu başörtüsü tüzüğünü geçirmiş. Evet, buradayız. Toplumun iradesi buradadır. Bu kararı alan hükümet artık bu toplumu temsil etmiyor. Ne tüzüğünüzü ne de sizi tanıyacağız. Gidin!” dedi.

Eylem, sözlerini Türkiye'yle dayanışma mesajıyla sürdürdü: 

“Demokrasi ve adalet için mücadele veren Türkiye halkına desteğimizi, dayanışmamızı ve saygılarımızı iletiyoruz. Atatürk ilke ve devrimlerini yok sayarak talimatlar verenlere, siyah araçlarla okul bahçelerine girip çocuklara baskı yapan AKP temsilcilerine, ideolojik talimatları harfiyen yerine getiren kuklalara dur demeye geldik!”

Konuşmasında, kız çocuklarının karanlığa sürüklenmesine çanak tutanlara sert tepki gösteren Eylem, “Toplumu bölen, kutuplaştıran koltuk sevdalılarına karşı buradayız” ifadelerini kullandı.

KTOEÖS Başkanı Selma Eylem.

'Kız çocukları bahane edilerek siyasal İslamcılık dayatılıyor'

Eylemin ardından soL'a konuşan KTOEÖS başkanı Selma Eylem sürecin arka planını detaylarıyla anlattı:

“Atatürk ilke ve devrimleri çerçevesinde bilimsel, laik, çağdaş bir eğitim ve yaşam biçimini benimsemiş bir toplumdur Kıbrıslı Türkler. Din, dil, ırk farklılıkları hiçbir zaman sorun olmadı. Ancak bir ortaokulda 2,5 yıl başı açık okuyan bir kız çocuğu, Şubat tatilinden sonra okula başörtüsüyle gönderilmeye başlandı. Rehberlik servisinin çabalarına rağmen aile bunu reddetti. Öğretmenlerimiz eylem yaparken, AKP KKTC temsilcisi siyah araçla okul bahçesine geldi, çocuğu araçta baskı altına aldı. Gözleri yaşlı okula gönderildi.”

Eylem, hükümetin kılık kıyafet tüzüğünü değiştirerek başörtüsüne izin verdiğini, sendikanın Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu üzerine geri adım atıldığını, ancak dayatmaların sürdüğünü belirterek şöyle konuştu:

“Kız çocuklarımızın bedeni üzerinden sürdürülen bu siyasal İslam dayatmasına, ilahiyat koleji, müfredat değişiklikleri, Kuran kursları ve tarikat örgütlenmelerine karşıyız. Adanın kuzeyinde her bölgeden insanlar meydanları doldurdu. Emeklisi, genci on binler ‘Kıbrıs laiktir, laik kalacak’ diye haykırdı. Toplumumuzun sinir uçlarıyla oynanıyor. AKP, siyasal İslam tahakkümünü derinleştirmek istiyor. Verdiğimiz bu mücadele buna karşıdır. İradesini ortaya koyan toplumumla gurur duydum. Kıbrıs Türk toplumu bu gömleği giymeyecek, laikliğinden vazgeçmeyecek!”

Kıbrıs'ta iki hafta önce gündeme gelen ortaokullardaki başörtü yasasına karşı eylemler günlerdir devam ediyor. Çeşitli kentlerde halk yürüyüşler ve mitingler düzenleyerek sürece karşı çıkıyor.

'Kıbrıs Türkleri seküler yaşamından vazgeçmeyecek'

Eylemleri yakından takip eden ve soL'a konuşan Özgür Kıbrıs gazetesi gazetecisi Pınar Barut yaşananları şöyle özetledi:

“İki hafta önce resmi gazetede bir tüzük değişikliği yayımlandı. Öğretmen sendikalarıyla konuştuğumuzda, bunun 18 yaş altı çocuklar için başörtüsü serbestisi olduğu ortaya çıktı. Haber patladı, büyük infial yarattı. Yandaş medya ‘başörtüsü yasağı geldi’ gibi yanıltıcı haberler yapmaya çalıştı. Oysa 100 yıldır, ayrımcılığı ve çocuk istismarını önlemek için okullarda dini semboller yasaktı. Son dönemde İrsen Küçük Ortaokulu ve İskele Bekirpaşa Lisesi’nde bazı kız çocuklarının başörtüsüyle okula gönderilmesi sinyal veriyordu. Ardından bu tüzük geçirildi.”

'Başörtüsü burada hiçbir zaman mesele olmadı'

Barut, Kıbrıslı Türklerin seküler yaşam tarzını vurguladı.

“Başörtüsü burada hiçbir zaman mesele olmadı. Türkiye’de üniversitelerde yasak varken bile bizim üniversitelerimizde okunabiliyordu. Mevlit de yaparız, meyhanede de buluşuruz. Keskin kutuplaşma yoktur. Ancak AKP, TC elçiliğiyle ciddi bir baskı kuruyor. Demografik yapıyı değiştirme politikalarıyla Kıbrıslı Türkler kendi ülkesinde azınlığa düşüyor. Toplum buna karşı birleşti. on binlerce kişi mitinge katıldı. Farklı siyasi kutuplarda olan Mustafa Akıncı ile Serdar Denktaş gibi isimler yan yana yürüdü. Her siyasi görüşten insan, genci, yaşlısı, Müslümanı, Hristiyanı, herkes oradaydı.”

Kıbrıs'ta yayın yapan Özgür Gazete'den gazeteci Pınar Barut.

Öğretmenler tüzüğü uygulamayacak

Hükümetin, miting sürerken başörtüsü tüzüğünü geçirmesi tepkileri artırdı. 

Öğretmenler, bu tüzüğü uygulamayacaklarını belirtirken, sendikalar ve muhalefet Anayasa Mahkemesi’ne gitme kararı aldı. Gazeteci Pınar Barut, “Bakanlar Kurulu’nun kendi aileleri bile buna karşı. Ankara’nın dayatmalarına koltuk kaygısıyla boyun eğiyorlar. Ali Murat Bahçeli, seçimlere müdahale eden isim olarak bu işin başında” diyor.

                                                         ***

Hatay'ın ortasında 20 yıldır susuz bırakılan köy: 'Artık dayanılmaz hale geldi'-Özkan Öztaş-

20 yıldır su şebekesi bağlanmayan ve kuyu suyuyla yaşamaya çalışan 50 haneli mahallede, depremden sonra artık tek kaynak çamurlu su. Susuz kalan Ballıöz sakinleri tepkili.

Toygarlı, Orhanlı ve Çekmece mahallelerinin ortasında kalan bu bölgede, yaklaşık 50 hane su sıkıntısıyla boğuşuyor. 

Evlerin çoğunda artezyen kuyuları var ancak depremle birlikte bu sistem de çökmüş. Uzun süredir içme suyu altyapısı olmadığı için kuyu suyu kullanan mahalle sakinleri, depremden sonra bu kuyuları da kullanamamış. 

Deprem nedeniyle yeraltı suları kirlenince hem arıtma cihazlarındaki filtreler tıkanmış hem de yetkililer "yeraltı sularını kullanmayın" uyarısında bulunmuş. Buna eşlik eden elektrik kesintileri de su kuyularındaki dinamoları işlevsiz hale getirmiş. 

'Çamurlu sudan başka seçeneğimiz yok'

Depremden sonra iyice sürdürülemez hale gelen su sorunu nedeniyle köylüler mahallelerine artık acilen su altyapısının sağlanmasını istiyor.

"Deprem öncesinde de suyumuz yoktu, ama en azından kuyulardan temiz su çıkıyordu" diyor mahalle sakinlerinden biri. Ve şöyle devam ediyor: "Şimdi ise çamurlu su geliyor. Filtreler birkaç günde tıkanıyor. Yetkililer 'Bu suyu kullanmayın' diyor, ama başka seçeneğimiz yok."  

Yetkililerden yanıt yok

Mahalleli, Defne Belediyesi ve HATSU'ya defalarca başvurduğunu anlatıyor. Buna rağmen somut bir adım atılmadığını belirterek kendilerine "Alt yapı yok, değerlendireceğiz" denildiğini ancak iki yıldır hiçbir gelişme yaşanmadığını da ekliyorlar. Bir başka mahalle sakini şunları söylüyor:

"TOKİ'ler yapılıyor, yeni binalar dikiliyor, ama bizim gibi küçük yerleşimler unutuluyor. Hastalarımız, yaşlılarımız, çocuklarımız var. Bu çağda susuz kalmak kabul edilebilir mi?"

Hatay Defne ilçesine bağlı Ballıöz Mahallesi şehir merkezine çok yakın bir mesafede ve su altyapısının olduğu Toygarlı, Çekmece ve Orhanlı mahallelerinin tam ortasında yer alıyor. 

Günlük hayat felç oldu

Su sıkıntısı, sadece içme suyu ihtiyacını değil, temizlik ve hijyen gibi temel ihtiyaçları da etkiliyor. Çamaşır yıkamak, banyo yapmak gibi günlük işler büyük bir sorun haline gelmiş. 

"Elektrik kesilince su pompaları çalışmıyor. Bazen günlerce susuz kalıyoruz" diye anlatıyor mahalleli ve ekliyor: "Çocuklarımız okula temiz kıyafetlerle gidemiyor. Bu durum artık dayanılmaz hale geldi."  

'Çözüm istiyoruz'

Ballıöz sakinleri, yetkililerin bir an önce harekete geçmesini istiyor. Su şebekesinin mahalleye ulaştırılması ve kalıcı bir altyapı çözümü talep ediyorlar.  

"Biz de bu şehrin bir parçasıyız. Susuzluk, depremin ilk günlerinde anlaşılabilirdi belki, ama iki yıl sonra hâlâ bu durumdayız. Artık çözüm istiyoruz"  diyorlar.

                                                      ***

Savcılık Süleymancı yurduna soruşturmayı katakulliyle kapatmaya çalıştı, dosyayı avukatlardan kaçırdı -Aslı İnanmışık-

Çiğli’deki Süleymancılar tarikatına ait yurtla ilgili suç duyurusunu inceleyip belge toplayan Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı hukuka aykırı şekilde "soruşturmaya yer olmadığına" karar verdi. Avukat Emel Diril, "Dosya bizden kaçırılıyor" dedi.

İzmir'in Çiğli ilçesine bağlı Güzeltepe Mahallesi'nde geçtiğimiz aylarda inşaatı tamamlanan Süleymancılar tarikatına ait "Kuran İlimlerine ve Milli Kültüre Hizmet Vakfı"nın açmak istediği öğrenci yurdu büyük tepki çekmiş, yurttaşlar eylem yaparak tarikatın kapısını mühürlemişti.

Tepkiler nedeniyle faaliyete geçirilmeyen ancak hiçbir kurumun adım atmadığı tarikat yurduyla ilgili Çiğli Halk Temsilcileri Meclisi Sözcüsü avukat Emel Diril, yurttaşların şikayeti üzerine bir suç duyurusunda bulundu.

Suç duyurusundan: 'Tarikat yurdu açılması kanunlara aykırı'

Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç duyurusunda, tarikat yurdu açılmasına izin verilmesinin, Anayasa, Türk Medeni Kanunu, 677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun, 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'na aykırı olduğu belirtildi. 

Bu şekilde "kamu kaynaklarının yasadışı tarikat faaliyetlerine aktarılması nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi uyarınca 'görevi kötüye kullanma ve res’en tespit edilecek diğer suçlar' kapsamında soruşturma başlatılması" talep edildi.

eylem
Çiğli'de yaşayan yurttaşlar tarikat yurduna karşı mahallede yürüyüş yapmıştı.

İktidarın kural tanımazlığı yargının her alanında

Suç duyurusu sonrası savcılıktan verilen yanıtta "soruşturmaya yer olmadığına karar verildiği" ifade edildi. 

Ancak verilen yanıttan Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı'nın fiilen bir soruşturma yürüttüğü anlaşılıyor. Zira savcılığın yanıtında Çiğli Belediyesi, Çiğli Tapu Müdürlüğü ve Çiğli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü gibi kurumlara soru sorup belge istediği görülüyor. 

Savcılığın attığı adımlardan bile soruşturmanın devam etmesi gerektiği anlaşılıyor

Gelen cevaplar da soruşturmaya devam edilmesi gerektiğini destekliyor. Örneğin savcılığın yurtla ilgili İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne sorduğu soruya kurum tarafından sorunun, "Gençlik ve Spor Bakanlığı'na" yöneltilmesi gerektiği ifade ediliyor.

Söz konusu belgelerse henüz itiraz süresi dolmamışken arşive kaldırılıyor. Öte yandan dosya avukatları, normalde UYAP sistemi üzerinden takip edebilecekleri tüm bu bilgilere, şikayete fiilen soruşturulmasına rağmen soruşturma numarası verilip sisteme işlenmediği için, verilen yanıtla ulaşabiliyor.  Normalde suç duyurusunda bulunulduktan sonra soruşturma numarası verilmesi ve dosyanın UYAP sistemine eklenmesi gerekiyor. Böylelikle soruşturma başlatılmış oluyor. Başsavcılık şüphelilerle ilgili şikayetçilerin talebi üzerine evrak, bilgi toplar, ifade alır. Tüm bu hareketler de UYAP'tan tarafların avukatları tarafından görülebilir.

Soruşturma yürütmemiş gibi yapan başsavcılığın bu adımıysa "Soruşturmanın üzeri kapatılmaya mı çalışılıyor?" sorusunu akla getiriyor.

Fiilen soruşturma yapılmış ama 'soruşturmaya yer yok' denilmiş: 'Dosya avukatlardan kaçırılıyor'

Dosyanın avukatlarından ve Çiğli Halk Temsilcileri Sözcüsü Emel Diril soL'a konuştu. Başsavcılığın garip adımını değerlendiren Diril, şikayetlerinin fiilen değerlendirilip ilgili kurumlardan belge istendiğini vurguladı. Diril, soruşturma yapılmasına rağmen, dosyanın taraflardan ve avukatlardan kaçırıldığına dikkat çekti.

emeldiril
Çiğli Halk Temsilcileri Sözcüsü, Avukat Emel Diril.

'Peşini bırakmayacağız'

Emel Diril şöyle konuştu:

"Soruşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verilebilmesi için şikayet konusu ne ise, o fiilin herhangi bir suç oluşturmadığı araştırmaya gerek olmaksızın anlaşılmalıdır. Ya da şikayetin soyut nitelikte kalması gerekmektedir.

Güzeltepe'nin ortasına, tek katlı evlerin bulunduğu mahalleye cemaat 7 katlı kale gibi bir bina dikiyor. Bu bina inşaat halindeyken yanıyor. Süleymancılar'a ait vakfın yaptığı belli. Dört mahalle var o bölgede, 30 bin nüfusu var yaklaşık, bir tane lise yok ama tarikat yurdu yapmaya çalışıyorlar. 

Savcı ise Çiğli Belediyesi, Yapı denetim şirketi Bayraklı LTD. ŞTİ., Çiğli Tapu Müdürlüğü ve Çiğli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne sorular sormuş, imar aykırılıkları dair tüm aykırılıkları tespit edebileceğimiz evraklar dosyaya gelmiş. Henüz itiraz süremiz devam ederken 'soruşturmaya yer yok' kararında bahsedilen bu CD ne hikmetse arşive kaldırılmış. Buradan şunu anlıyoruz, savcı, cemaat hakkında 'soruşturma bile başlatmadık' diyebilmek için, soruşturma yapmasına rağmen, dosyayı taraflardan, avukatlardan kaçırıyor. Aslında o yurdu mühürleyen Çiğli halkından, laikliği savunanlardan kaçırmaya çalışıyor. Biz bunun peşini bırakmayacağız." (https://x.com/emeldrll/status/1910311194625270186)

Hukuka aykırılıkların ve keyfiliğin bir örneği

Avukatlar savcılığın kararına itiraz etti ve Karşıyaka Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği'ne başvurdu.

Hakimlik, savcının kararının doğru olup olmadığını inceleyecek. Hakim savcının kararını "doğru" bulursa dosyayı kapatacak. Şikayetçilerin talebini haklı görürse, soruşturma açılmasını isteyecek.

Avukatlara göre soruşturmada yapılacak işlemleri savcılığın yapıp "soruşturmaya yer yok" demesi aslında son dönemde yaşadığımız hukuka aykırılıkların ve keyfiliğin de bir örneği.

                                                ***

Kartalkaya yangını: Tahliye önceliği otel yöneticileri ile ‘ayrıcalıklı misafirlere’ verilmiş

Bilirkişi raporunda yangın başladıktan sonra “ayrıcalıklı misafirlerin” kurtarılmasına öncelik verildiği, izdiham oluşmaması için de yangının herkese duyurulmadığının anlaşıldığı belirtildi. TKP, "Derhal açıklayın! Bu talimatını kimler verdi?" dedi.

Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’ndeki Grand Kartal Otel’de 21 Ocak tarihinde çıkan yangında 36’sı çocuk 78 kişi yaşamını yitirmişti.

Yangınla ilgili soruşturma kapsamında görevlendirilen bilirkişi heyetinin 18 Mart tarihli 189 sayfalık raporu soruşturma dosyasına girdi.

Bilirkişi raporu yangının başlamasının ardından kurtarma sırasında önceliğin otel yöneticileri, yakınları ve bazı “ayrıcalıklı misafirlere” verildiğini ortaya koydu.

İzdiham olmasın diye üst katlara haber verilmemiş

Hürriyet’ten Mesut Hasan Benli’nin haberine göre raporda yangın sırasında gerçekleştirilen tahliyelerde, otel yöneticilerine ve otelde bulunanlara haber verme açısından herkese eşit şekilde davranılmadığının görüldüğü, video kayıtlarında ve telefon HTS incelemelerinde, önceliğin otel yöneticileri ile yakınlarına verildiğinin anlaşıldığı belirtildi.

Kimliği belirlenmeyen bazı kişilere de ayrıcalıklı davranıldığının video kayıtlarında mevcut olduğuna işaret edilen raporda görsel ve işitsel uyarı sistemlerinin çalıştırılması yerine yüksek katlardan yapılacak tahliye sırasında izdiham olması durumunda tahliye şansları düşük olan ayrıcalıklı kişiler için bireysel kurtarma eyleminin gerçekleştirildiğinin görüldüğü, aşağıdan otele doğru gelen plakası tespit edilemeyen siyah binek araçla bazı kişilerin öncelikli olarak kurtarılmak istendiği de belirtildi.

LPG yangının büyümesinde etkin rol oynadı

Kartalkaya faciasının can kaybı sayısı ile dünyada kayıt altına alınmış 6’ncı büyük otel yangını olduğuna dikkat çekilen raporda, olayın öngörülebilir, basit önlemlerle engellenebilir ve sonuçları yok edilebilir bir yangın olduğu tespiti yapıldı.

Yangının ana mutfağın restoranında bulunan ‘show’ alanındaki ızgaranın neden olduğu yanma sonucu başladığı tespiti yapılan raporda bu alanda bulunmaması gereken LPG’nin yangının hızla büyümesinde etkin rol oynadığı da kaydedildi. Vananın kapatılmasının hızlı yayılımı yavaşlatabileceği ancak kapatılmadığına da dikkat çekildi.

Asli sorumlular raporda

Raporda otelin işletme belgesini veren ve onaylayan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin denetim süreçlerinde yetersiz kaldıklarından, Bolu İl Özel İdaresi yetkililerinin gerekli denetimleri zamanında ve gereği gibi yapmadıklarından, Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü yetkililerinin gerekli tüm denetimleri özensiz ve yetersiz yaptıkları, mevcut eksiklikleri gereği gibi işletmediklerinden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin gerekli denetimleri zamanında ve gereği gibi yapmadıklarından dolayı olayda birinci derecede etkili oldukları belirtildi. Raporda  otel sahiplerinin ve yönetim kurulu üyelerinin eksiklikleri bilerek gidermemeleri ve birden fazla sayıda ihmal sebebi ile olayda birinci derecede asli kusurlu oldukları ifade edildi.

Yangın çıktığında haberleri olsa kurtulabilirlerdi

Grand Kartal Otel Yangını Bilirkişisi Prof. Dr. Servet İbrahim Timur, dün TBMM Kartalkaya Kayak Merkezi Otel Yangınını Araştırma Komisyonu’nda yaptığı sunumda  otelde yangın uyarı sisteminin çalışmadığını vurguladı. Elektrik panosunun ise duvardan söküldüğünü ve olay yerinde bulamadıklarını belirten Timur AKP Kahramanmaraş Milletvekili Tuba Köksal’ın “Eğer yangın çıktıktan sonra o an haberleri olsaydı en çok kaybın olduğu katlardaki kişiler kurtarılabilir miydi?” sorusuna “Altın zaman dediğimiz 7-8 dakika var. Kesinlikle evet” diye yanıt verdi. Bilirkişi Hikmet İskender ise “Kurtulurdu” yanıtını verdi.

TKP: Turizm Bakanı ve ilgili yetkililer derhal istifa etmeli, otel patronu hesap vermeli

Bilirkişi raporu üzerine bir açıklama yayımlayan Türkiye Komünist Partisi, ''Ayrıcalıklıları kurtarın' talimatını kimler verdi?" diye sordu. Soruşturma sürecinin soru işaretleriyle dolu olduğunu vurgulayan açıklamada "Turizm Bakanı ve ilgili yetkililer, bunca zaman bu olayın üstünü kapattıkları için bir dakika bile o koltukta oturmamalı, derhal istifa etmeli; otel patronu hesap vermeli" denildi.

Açıklamanın tamamı şöyle:

"Bolu'da büyük ihmaller sonucu 78 kişinin hayatını kaybettiği otel yangını sonrası tek bir yetkili hakkında etkili bir soruşturma yürütülmezken, kendisi de bir otel patronu olan Turizm Bakanı, doğrudan sorumlusu olduğu bu katliama ilişkin hesap verme gereği dahi duymamıştı.

Yangının üzerinden geçen onca zamana ve yakınlarını kaybeden yurttaşlarımızın ailelerinin taleplerine karşın tatmin edici bir soruşturma süreci hâlâ işletilmemişken bugün skandal bir bilgi daha ortaya çıktı.

Basına yansıyan bir habere göre, bilirkişilerin hazırladığı rapor, 78 yurttaşımızın nasıl ölüme gönderildiğini açık şekilde ortaya koydu.

Buna göre otel yetkilileri 'altın 10 dakika' diye tarif edilen, yangın çıktıktan sonraki en hayati süreyi ayrıcalıklı misafirleri otelden çıkarmak için kullandı. Bu süre içinde izdiham oluşmasın diye yangının tüm otele duyurulmasının geciktirilmesi yönünde karar alındı.

Bu kararı alanların kaçacak yeri yok...

Şimdi derhal 'Ayrıcalıklıları kurtarın' talimatını kimlerin verdiği açıklanmalı.

Turizm Bakanı ve ilgili yetkililer, bunca zaman bu olayın üstünü kapattıkları için bir dakika bile o koltukta oturmamalı, derhal istifa etmeli; otel patronu hesap vermeli."

Kartalkaya'nın bilirkişi raporu: Dumanların tahliye olabileceği yer yoktu  (https://haber.sol.org.tr/haber/kartalkayanin-bilirkisi-raporu-dumanlarin-tahliye-olabilecegi-yer-yoktu-397280)

                                                                 ***

Yargının hali: Patronsa iki satır yazmamış kişi 'gazeteci', emekçiyse canlı yayında anlatsa bile gazeteci değil

Tutuklu gazetecilerin gazeteci oldukları hazırladıkları haberlerle ortadayken "ben araştırmadım, bilemem" diyen savcılık, yalnızca 2 ay süreyle bir haber kanalının patronu olan Erkan Kork'u beyanına dayanarak "gazeteci" saydı.

19 Mart'ta başlayan başlayan eylemleri bastırmak isteyen polis, Saraçhane'de bir araya gelen yurttaşlara işkenceye varan saldırılarda bulundu. O anları görüntüleyen ve aktaran 7 gazeteci günlerce tutuklu kaldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsacılığı, hazırladığı iddianamede gazetecilerin gazetecilik yapmadığını iddia etti.

AFP foto muhabiri Yasin Akgül, Now Haber muhabiri Ali Onur Tosun, foto muhabir Bülent Kılıç, muhabir Zeynep Kuray, muhabir Hayri Tunç, İBB foto muhabiri Kurtuluş Arı ile Bakırköy Belediyesi foto muhabiri Gökhan Kam ifadelerinde gazeteci olduklarını söyledi ama savcılık inanmadı. İddianamede şu ifadeler kullanıldı:

“Dosya tetkikinde şüphelilerin beyanlarını doğrulayacak nitelikte olay yerinde gazetecilik faaliyetini ifa ettiklerine dair kollukça herhangi bir tespit yapılmadığı, bu kapsamda şüphelilerin beyanlarını doğrulayacak nitelikte delil veya emare elde edilememesi karşında Cumhuriyet Başsavcılığımızca beyanlarına itibar edilmediği…”

Savcılığın, 7 gazetecinin gazetecilik faaliyetine ilişkin ayrıca bir araştırma yapmadığı, polisin dosyaya koyduğu tek fotoğrafla karar verilerek iddianamenin yazıldığı anlaşılıyor. 

Aynı savcılık bugün, kara para aklama suçlamasıyla tutuklu Erkan Kork'u "gazeteci" saydı.

Kısa sürede Bank Pozitif, Flash TV ve Payfix gibi işletmeleri satın alan Kork'un, sermayesini nasıl edindiği geçen ay tutuklandığında anlaşıldı.    

Daha önce dolandırıcılık, ölüm tehdidi ve vergi kaçırma gibi suçlardan yargılanan Kork'un yasadışı bahis gelirlerinin aklanmasına yardımcı olduğu tespit edildi.

Cezaevindeki Erkan Kork, 7 Nisan'da gazeteciler Murat Ağırel ve Timur Soykan'dan şikayetçi oldu. Gazetecilerin kendisi aleyhinde haber yaptığını savunan Kork'un İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda ifadesi alındı.

Gazeteci Canan Yıldız'ın paylaştığı bu ifadeye ilişkin sorgulama tutanağında Erkan Kork'un mesleğinin "gazeteci" olarak kaydedildiği görüldü.

Tutuklu gazetecilerin gazeteci oldukları hazırladıkları haberlerle ortadayken "ben araştırmadım, bilemem" diyen savcılık, yalnızca 2 ay süreyle bir haber kanalının patronu alan Erkan Kork'u beyanına dayanarak "gazeteci" saydı.

1
Erkan Kork'un sorgulama tutanağı. (Kaynak: Canan Yıldız)
                                                              ***

20 binin üzerinde öğretmen sürgün edildi, liseliler ayakta -Burcu Günüşen-

Türkiye genelinde “proje okulları”nda 20 binden fazla öğretmen kadro dışı bırakıldı. Kadıköy Anadolu Lisesi, Beşiktaş Atatürk Lisesi gibi çok sayıda okulda öğrenciler ve mezunlar öğretmenlerine sahip çıkmak için eyleme başladı.

Kamuoyunda “proje okulları” olarak anılan Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumlarına Öğretmen Atama ve Yönetici Görevlendirme sonuçlarının açıklanmasıyla okullarda görev yapan 20 binden fazla öğretmen kadro dışı bırakılarak sürgün edildi.

Sadece İzmir Atatürk Lisesi’nde 90 öğretmenden 60’ının norm fazlası olarak kadro dışı bırakıldığı öğrenilirken, duruma öğretmenler, veliler ve öğrenciler tepki gösterdi.

İstanbul’da bugün Kadıköy Anadolu Lisesi ve Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi öğrenci ve mezunları da öğretmenlerinin kadro dışı bırakılmasına karşı protesto eylemleri gerçekleştirdi.

İstanbul'da Kartal Anadolu Lisesi, Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi öğrencileri de okulda oturma eylemine başlayarak sürgünleri protesto etti.

Eyüpsultan Anadolu Lisesi'nde öğrencilerin protestoları sırasında okul yönetimi okula  giriş ve çıkışları kapattı. Eyleme destek veren bir öğretmenin darp edilerek gözaltına alındığı öğrenildi.

Elazığ’da bulunan Mehmet Koloğlu Anadolu Lisesi öğrencileri de “Hocamı geri ver!” diyerek öğretmenlerinin sürgün edilmesini protesto etti. 

Ülke genelinde çok sayıda Anadolu ve fen lisesinin mezun dernekleri bildiriler yayımlayarak öğretmenlerin tasfiye edilmeye çalışılmasına tepki gösterdi.


'Tarikatın Bakanı yine eline yüzüne bulaştırdı'

Eğitim-İş Genel Özlük-Hukuk ve TİS Sekreteri Yeliz Toy eğitimde bir kaos yaşandığını, 20 binden fazla öğretmenin hiçbir gerekçe gösterilmeden bir gecede sürgün edildiğini söyledi. “Tarikatın Bakanı Yusuf Tekin yine eline yüzüne bulaştırdı” diyen Toy yaşananın bir skandal olduğunu söyledi.

Tarikatsever diye nitelediği Bakan Tekin’in proje okulları adı altında 20 binden fazla öğretmeni hiçbir gerekçe, objektif kriter olmadan liyakata bakılmadan bir gecede sürgün ettiğine dikkat çeken Toy “Bursa'da Anadolu Lisesi, Trabzon'da Trabzon Lisesi, Ankara Atatürk Lisesi, İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesi gibi köklü, tarihi okulların öğretmenleri bir gecede kadro dışı kalmış, görevleri gerekçesiz sonlandırılmış, bu kadrolara gerekçesiz atamalar yapılmıştır” dedi.

'Kırıntısı kalan laik, bilimsel, demokratik yapıya müdahale'

Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları adı altında proje okulları oluşturan iktidarın bakana sınırsız yetkiler tanıyarak kadrolaşma uğruna “Milli Eğitim’in kırıntıları kalan laik, bilimsel, demokratik yapısı"na bir kez daha müdahale ettiğini dile getiren Toy bu uygulamayla okullarda kaos yaratıldığını belirtti.

Toy “Bugün kendi kılavuzlarına, atama takvimlerine ve mevzuata dahi uymayan ilişik kesme işlemleri başlamış, kimi illerde öğretmenlere tebliğ edilirken kimi iller farklı uygulamalara gitmiştir. Yusuf Tekin kadrolaşma uğruna bir kez daha hayata geçirdiği bir uygulamayı eline yüzüne bulaştırmıştır” diye belirtti.

Türkiye'deki 2 bin 300 proje okuluna yapılacak atamanın bakan eliyle yapıldığına dikkat çeken Toy “Sınırsız yetki tanınan bakanın kamuoyuna malum olan profili, tarikat-cemaatlere olan yakınlığı, kendi atamasından da anlaşılacağı gibi liyakata olan inançsızlığı bugün ortaya çıkan tabloya neden olmuştur” dedi.

'Binlerce dava açılacak'

Türkiye’de bugün “her köşede adalet diye haykıran yurttaşlara on binlerce mağdur öğretmen ve binlerce öğrencinin de eklendiğine” dikkat çeken Yeliz Toy “Adil, puan üstünlüğüne dayalı, objektif kriterlerle öğretmen seçme ve atama beklentisi, mevcut iktidar düzeninde ve tek adam rejiminde bugünkü Türkiye'de bir ütopya haline gelmiştir. ‘Ben yaptım, oldu’ anlayışıyla saraydan yönetilen Milli Eğitim bugün can çekişmektedir” ifadesini kullandı.

Bu anlayışa teslim olmayan milyonların, adalet için mücadele eden örgütlerin olduğunu dile getiren Toy, mağdur olan tüm öğretmenlerin yanında olduklarını ve binlerce dava açılacağını ifade etti:

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da tek adam yönetimi ve istibdat rejimine karşı hak ve emek mücadelemizi, âdil ve liyakata dayalı atama; nitelikli, laik, bilimsel, kamusal eğitim mücadelemizi sürdüreceğiz. Eğitim-İş olarak haksız yere elenen, proje okulu mağduru tüm öğretmenlerimizin yanındayız. Davalarımızı açıyoruz.”

'Milli Eğitim Yusuf Tekin'in çiftliği değil'

Toy şu ifadeleri kullandı:

“Ancak bilsinler ki, bu haksızlığın hesabını soracağız. Okullarımız tarikatların çalışma alanı, Milli Eğitim Yusuf Tekin'in çiftliği değildir.”

'Aydın, cumhuriyetçi öğretmenleri uzaklaştırıyorlar' 

Eğitim-İş İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Özgür Şen ise sadece İzmir Atatürk Lisesi’nde yaklaşık 90 öğretmenin 60’ının görevlendirmesinin yenilenmediğini söyledi.

İzmir Atatürk Lisesi'ni kentin en modern okullarından biri ve "İzmir’de aydınlanmanın ışığı" diye niteleyen Şen, "Buradaki öğretmenler her zaman Cumhuriyet değerlerine sahip çıkıyor, öğrencilerini bu şekilde yetiştiriyorlar. İleriye dönük olarak kendi yandaşlarını buraya getirip buradaki aydın, cumhuriyetçi öğretmenleri uzaklaştırarak yeni bir düzen kurmaya çalışıyor olabilirler” dedi.

'13 Ocak'taki iş bırakma eylemine katılan öğretmenler cezalandırıldı'

Eğitim-İş İzmir 3 Nolu Şube Başkanı Barış Düdü ise proje okullarına atamalarla ilgili yönetmelikte hiçbir kriter belirlenmediği için sendika olarak daha önce iki kez Danıştay’a başvurduklarını ancak Danıştay’ın davaları reddettiğini söyledi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın da öğretmenlerin atanma kriterlerinin düzenlenmesi çağrılarına kulak vermediğini kaydeden Düdü, 2014’te başlayan proje okulları uygulamasına hukuk dışı ve ayrımcı olduğu için başından beri karşı çıktıklarını söyledi.

Düdü İzmir’de yeniden ataması yapılmayarak kadro dışı bırakılan öğretmenlerin birçoğunun 13 Ocak’taki iş bırakma eylemine katılan öğretmenler olduğuna da dikkat çekti.

Düdü “Milli Eğitim Bakanlığı bu atamaların kriterini yandaşlığa, yandaş bir sendikaya üyeliğe ya da İzmir’de özellikle gördüğümüz öğretmen arkadaşlarımızın yüzde 11’lik zammı protesto sebebiyle 13 Ocak’ta iş bırakmalarını baz almış bakanlık. Yani bu öğretmenleri bir nevi cezalandırmış. Bu hukuk dışı bir uygulama. Biz Eğitim-İş olarak bunu kabul etmiyoruz” dedi.

'Bakan 'kesinlikle eylemci öğretmen istemiyorum' demiş'

Velilerin de büyük tepkisi olduğunu ifade eden Düdü “Velileri desteğe çağırıyorum, seslerini yükseltsinler, demokratik anlamda her türlü haklarını kullansınlar ve haksızlığa uğrayan öğretmenlerin yanında olsunlar” diye konuştu.

“Yaşadığımız bir olayı örnek vereyim size” diyen Düdü “İzmir’de bir fen lisesinde bir okul müdürü bakanın kesinlikle eylemci öğretmen istemediğini öğretmen arkadaşlara söylemiş. Yine bir başka Anadolu lisemizde okul müdürü eğer ki Eğitim-Bir-Sen’e üye olsaydınız bu başınıza gelmezdi demiş öğretmen arkadaşlarımıza” ifadelerini kullandı.

Yeniden ataması yapılmayan öğretmenler arasında yüksek lisansı, doktorası olanlar, Milli Eğitim Bakanının verdiği başarı, üstün hizmet belgeleri olanların olduğunu belirten Düdü “Bu arkadaşlarımız herhangi bir soruşturma geçirmemiş şimdiye kadar. Bu arkadaşlarımızın yeniden atanmamasının gerekçelerini biz biliyoruz. Bu bakanlık sadece tek bir görüşü bu okullarda tutmak istiyor” dedi.

Eğitim-İş’in dün Milli Eğitim Bakanlığı önünde düzenlediği basın açıklamasını hatırlatan Düdü “Bu yanlış atamaları protesto ettik, aynı zamanda proje okulları uygulamasına derhal son verilmesini talep ediyoruz” diye ekledi.

                                                         ***

Kovuşturmaya yer yok kararı verilmişti: 'Yenidoğan Çetesi' hakkında soruşturma izinleri verildi -Utku Beycan-

2016 yılında "Yenidoğan Çetesi" üyesi Fehmi Alperen'in idari amirliğini yaptığı Özel Esencan Hastanesi'nde doğan bir bebek hayatını kaybetmiş ve olaydan yalnızca bir doktorun sorumlu görülmesinin ardından aile, beş farklı şikayette daha bulunmuştu.

016 yılında "Yenidoğan Çetesi" üyesi Fehmi Alperen'in idari amirliğini yaptığı Özel Esencan Hastanesi'nde doğan Brusk Nef Başkıran isimli bebek, hayatını kaybetmişti. 

Bebeğin entübasyonunun gerekenden 6 saat sonra yapılması, yaşam destek ünitesinden çekilmesi ve çeşitli ihmaller sonucu bebekte çoklu organ yetmezliği gelişmişti. 

İddianamede, olaydan yalnızca doktor Y.D.K.'nin sorumlu görülmesinin ardından aile, beş farklı şikayette daha bulunmuştu.

5 soruşturmada aynı bilirkişi

Şikayetler üzerine başlayan beş farklı soruşturmada bilirkişi olarak, emekli genel müdür E.Ş. seçildi.

Soruşturmalardan biri, bebeğin başka bir hastanede sevkiyatı sırasında ambulansta yardımcı personel olarak yer alan M. S. ile ilgiliydi. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü İl Ambulans Servis Başhekimliği, ambulansta görevli olan ve kimliği tespit edilemeyen doktor ve M.S. hakkında, 28.11.2018 tarihinde dava açılması talep edildi. 

Dilekçede, M.S.'nin, mevzuata göre ambulansta çalışmak için şart olan NRP sertifikasının olmadığı, ambulansın yenidoğan yoğun bakım sertifikasının olmadığı, bebeğin annesi Arzu Başaran Başkıran'ın ise NRP sertifikası olmasına rağmen ambulansa alınmadığı yazıldı. Dilekçede, yazılan raporlara göre transfer sırasında bebeğin genel durumunda bozulma meydana geldiği de belirtildi.

Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, konuyla ilgili olarak "kovuşturmaya yer yok" kararı verdi. Müştekiler, bilirkişi raporundaki çelişkileri, ambulanstaki doktorun kimliğinin tespit edilememesini, 112 Komuta Kontrol Merkezi'nden gerekli kayıtların alınamamasını ve transferin, Sağlık Bakanlığı'nın yönetmeliğine aykırı bir şekilde gerçekleşmiş olmasını gerekçe göstererek karara itiraz etti. 

Ayrıca M. S. hakkında verilen "kovuşturmaya yer yok" kararına karşı yapılan itiraz da kabul edildi.

Esencan’daki radyologlar ileri derecede hidrosefaliyi tespit edemedi

Baba Vedat Başkıran ve anne Arzu Başaran Başkıran'ın şikayetçi olduğu diğer kişiler ise, Özel Esencan Hastanesi'nde radyolog olan E.B. ve G.Y. idi. 

Şikayet dilekçesinde Esencan'da yapılan ultrasonografi değerlendirmelerinin bu iki doktor tarafından normal olarak tespit edildiği, transfer edildiği hastanede ise bebekte ileri derecede hidrosefali geliştiğinin bildirildiği vurgulandı. Dilekçede, raporlara göre bu farkın, hastanelerin arasındaki altyapı ve teknolojik farklılıklar ve hekimlerin deneyim farklılığından kaynaklandığının belirtildiği eklendi. Raporlara göre Esencan, yenidoğan yoğun bakım hastasını takip ve tedavi etmekte yetersiz kalmıştı. Tespit edilmesi gereken başka pek çok radyolojik bulgu da tespit edilememişti. Aileye ulaşması gereken bilgiler ulaşmamış, tespitinin yapılamamasının hiçbir açıklaması olmayacak kimi bulgular “gözden kaçmıştı”. Yapılan kimi tetkiklerin ve tıbbi çekimlerin altında ise doktorun kaşesi, ismi ve imzası yoktu.

15.04.2019 tarihinde, bu soruşturma hakkında da konuşturmaya yer yok kararı verildi. Karara karşı yapılan itiraz reddedilince 15.06.2020’te müştekiler tarafından, kapsamlı bir soruşturma ve adil bir yargılama talebiyle tekrar kamu davası açılması istendi.

Yenidoğan çetesi cinayetinde yeni soruşturma izinleri verildi

Sağlık Bakanlığı Mesleki Sorumluluk Kurulu'nun tebliğ ettiği belgeye göre hemşire M.S., bebekten sorumlu doktor Y.D.K. ve radyologlar E.B. ile G.Y. hakkında soruşturma izni verildi. 2

1.11.2024'te verilen kararın belgesinde yer alan bilgilere göre Arzu Başaran Başkıran, ifadesinde sorumlu doktorun bebeğin zaten öleceğini düşündüğü için solunum cihazından çıkardığını, eşi Vedat Başkıran'ın Siirt Milletvekili'nden yardım istediğini, vekil aracılığıyla Cumhurbaşkanlığı Doktoru'nun devreye girmesiyle bebeğin yeniden entübe edildiğini söyledi. Ardından transfer edildiği hastanede de bebeğin Esencan'da beslenmemiş olduğunu öğrendi.

Çelişkiler yumağı

Hemşire M.S. ise ifadesinde bebeğin transferi sırasında sorun yaşanmadığını, mevzuata göre bebeklerin ambulansla transferi sırasında yanında bulunanlarda olması gereken NRP sertifikasının kendisinde bulunmadığını fakat ambulansta bulunan bebekten sorumlu doktor Y.D.K.’de sertifikanın olduğunu söyledi. M.S., ayrıca bebeğin ateş, nabız, solunum ve tansiyon bilgileri konusunda sunabileceği belge bulunmadığını belirtti.

Öte yandan İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Neonatoloji Eğitim Görevlisi M.Ç. tarafından 2017 yılında hazırlanan inceleme raporunda ise transferde görev alan hekimde ve hemşirede NRP serfitikasının bulunmadığı tespit edilmişti. Sağlık Bakanlığı Sağlık Başdenetçisi M.A.Y.’nin, 2018’de hazırladığı raporda da aynı tespit yapılmıştı. Y.D.K. de M.Ç. ve E.Ş. tarafından alınan ifadelerinde, transferin bir hemşire ve acil hekimi tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişti. Yine Y.D.K., M.A.Y. ve İstanbul Tabip Odası’na verdiği ifadelerde de transfer sırasında bebek hakkındaki bilgileri M.S.’den aldığını belirtti.

Orta derecede kusurlu bulunan kadın hastalıkları ve doğum doktoru için soruşturma izni verilmedi

Verilen kararda kadın hastalıkları ve doğum doktoru B.K. hakkında ise soruşturma izni verilmedi. Müştekilerin 28.11.2018 tarihinde verdiği ve kamu davası talep edilen dilekçede, Prof. Dr. A.K.T. tarafından hazırlanan rapor esas alınarak B.K.’nin, Başaran Başkıran’a yapması gereken tedavileri yapmadığı yazıldı.

Raporda B.K., orta derecede kusurlu bulunmuştu. Soruşturmayla ilgili olarak kovuşturmaya yer yok kararı verilmiş, karara yapılan itiraz reddedilmişti.

'Hikayeler farklı fakat amaç aynı'

Bebeğin hemşire annesi Arzu Başaran ise şu ifadeleri kullandı:

“Bilirkişi M.Ç., bebeğin durumundaki esas bozulmanın, bebeğin Esencan’dan diğer hastaneye, bir saat süren sevki sırasında oluştuğunu yazdı. Bir saatlik sevk sırasında beyin kanamasının, ileri derece kalp yetmezliğinin, böbrek yetmezliğinin, akciğer yetmezliğinin geliştiğini söylemek tıp bilimi açısından trajikomik bir olay. Ambulansta görevli hemşire M.S., 'Ambulansta Y.D.K. yanımdaydı, bebeğin durumu iyiydi, sevk sırasında bir problem yaşanmadı fakat iniş sırasında kötüleşti' diyor. Y.D.K. ise 'Ambulansta M.S. ve acilden görevli bir hekim arkadaş vardı' diyor. Y.D.K., 112’nin elinde ambulans olmadığını, bebeği kendi imkanlarımızla sevk etmem gerektiğini söylemişti. Çünkü bebeğin durumunu iyi göstermek için sahte bir epikriz raporu yazmıştı ve ambulans 112’den gelseydi bu raporun sahte olduğu orada anlaşılacaktı. M.Ç., Y.D.K. ve M.S.’nin anlattığı hikayeler farklı olsa da hepsi olayın üzerini kapatmaya çalışıyor.”

                                                   ***

Yeni Şafak Trump’a hizalanmayı abarttı: 1 ayda 1 fabrika

Yeni Şafak bir manifesto yazıyla gümrük vergileri konusunda Trump’a hizalanmayı önerdi. Çin’den yapılan ithalata yüzde 30 ek gümrük vergisi getirilmesi önerilerek, bu şekilde elde edilecek gelirle, hızla yeni fabrikalar açılacağı ve Çin’den ithalat ihtiyacının ortadan kalkacağı iddia edildi. Gazetenin “ekonomistler”e dayandırdığı hesap birçok açıdan dökülüyor.

Yeni Şafak gazetesi birkaç gün önce ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze “açılımı”na hizalanmış, bölgenin boşaltılması, 2,5 milyona yakın Gazzeli'nin başka ülkelere taşınarak sorunun çözülmesini tartışmaya çalışan bir yazıya yer vermişti. Dün de Trump’ın açıkladığı yüksek gümrük vergileriyle birlikte “Çin istilası”ndan korunmak için Türkiye’nin de gümrük vergilerini yükseltmesi gerektiğine ilişkin bir manifesto yazı Yeni Şafak’ta yayımlandı.  

Yazıda “Trump’ın yüzde 125 gümrük vergisi getirmesinin ardından ABD’ye gidemeyecek malların dünyayı ‘istila’ etmesi bekleniyor. Çin mallarının önemli adreslerinden biri Türkiye olacak. Bu durumda geçen yıl 41,8 milyar dolar ticaret açığı verdiğimiz Çin, yerli üretimimizi daha da vuracak. Türkiye ancak ABD gibi yüksek gümrük vergisi getirerek yerli üretimi koruyabilir” ifadesine yer verildi.

Türkiye’nin Çin’den yaptığı ithalatın düzenli olarak arttığı, ek olarak Güney Kore, Japonya ve Hindistan’dan yapılan ithalatta da benzer eğilim olduğuna işaret edilerek, bu dört ülkeye karşı 60 milyar doların üzerinde dış ticaret açığı verildiği belirtiliyor. Türkiye’nin üretebildiği ürünlerin “korunması” önerisi yapılıyor. Çin’den yapılan ithalata yüzde 30 gümrük vergisi getirilmesinin belirsiz kaynaklarca “belirtildiği” ifade ediliyor. Bu şekilde bir yandan ithalatın baskılanacağı, azaltılacağı, bir yandan da vergi gelirlerini artıracağı öne sürülüyor. “Ekonomistler”in bu şekilde yıllık 12 milyar dolar vergi geliri elde edileceğini hesapladığı (ki bu hesap Çin’den yapılan tüm ithalata yüzde 30 vergiye dayanıyor), söz konusu gelirle her ay 1 milyar dolarlık 1 fabrikanın açılabileceği, üretilemeyen ürünlerin de bu şekilde ikame edilebileceğini söylediği aktarılıyor. Aynı “ekonomistler” bu şekilde yurtiçi arzın artacağını ve enflasyonun düşeceğini de söylüyor.

Çin’den yapılan ithalata yönelik ek vergi uygulaması Türkiye için yeni bir gündem değil. Değişik dönemlerde, değişik sektörler için koruma duvarları yükseltildi. Örneğin 2008 krizi sırasında Avrupa Birliği’nin daha düşük stok maliyetleriyle çalışma, yakından tedarik eğiliminin yarattığı pazar olanaklarını değerlendirmek için tekstil sektöründe bazı ürünlerde ek vergiler uygulandı, yerli üretim desteklendi, bazı ürünlerde yeni kapasite de yaratıldı. Son yıllarda bu eksendeki bir başka örnek güneş paneli üretimi oldu, hem ek vergiler hem de desteklerle güneş paneli ve hücre üretimi desteklendi.

Ancak Çin’den ve sayılan diğer üç ülkeden yapılan ithalatın ne kadarı Türkiye’deki üretimle eşleşiyor, hayli tartışmalı. Tüketici elektroniğinin özellikle akıllı cihazlar, bilgisayarlar, diğer elektronik ekipmanlar ikamesi bulunmuyor. İkamesi mümkün ürünlerin bir bölümünde yüzde 30 ek verginin caydırıcı olmasının güç olduğu maliyet farkları bulunuyor. Daha önemlisi Türkiye, söz konusu ülkelerden yatırım-üretim malı (makine-teçhizat) ve ara mamul ithal ediyor. “İstilacı” Çin’den ithal edilen makinelerin önemli bir bölümünün Türkiye’de üretilmesi mümkün olmadığı gibi muadili Avrupa ülkelerinden ithal edilmeleri durumunda fatura çok kabarıyor. Keza ara mamul ithalatında da ikamesi olmayan ürün sayısı yüksek. Bir kötü haber de bütün bu hamleden üretim maliyetlerinin artışı ve yeni bir enflasyon dalgası çıkma ihtimali çok çok yüksek.

Yeni Şafak’ın “bakkal hesabı”yla aktardığı 12 milyar dolarla ayda 1 milyar dolarlık 1 fabrika matematiğini kimin yaptığı meçhul. Ancak 1 milyar dolarlık herhangi bir fabrikanın kağıt üstünde tasarlanmasının bile, hele sermaye-teknoloji yoğun alanlarda, bir yıldan uzun süreceği, yatırım yapılması, devreye alınmasının da birkaç yıldan önce sonuçlanmayacağını bilmek için değil “ekonomist” olmaya üniversite diplomasına bile ihtiyaç bulunmuyor.

Türkiye’nin Çin’den yaptığı ithalatın yüzde 70-75’lik bölümünde ya üretim kapasitesi bulunmuyor ya da yetersiz. Elektrik-elektronik ürünler, makine-teçhizat, demir-çelik, organik kimyasallar gibi ürünler.

Türkiye’nin ithalat bağımlılığından kurtulmak, halkın temel ihtiyaçlarını merkeze koyarak ekonomiyi, sanayiyi yeniden planlamak, bu doğrultuda dış ticareti sınırlandırmak ihtiyacı bulunuyor. Ancak Trump’a hizalanarak ancak bir felaketten başka bir felakete koşulabileceği açık.

Erdoğan da fırsatlara işaret etti

Cumhurbaşkanı Erdoğan X’te yaptığı bir paylaşımda ekonomi yönetimini ve uygulanan programı övdü, dünyada ciddi bir belirsizlik olduğunu belirtti ancak “Son bir haftada uluslararası ticaret savaşları yeni bir boyuta evirildi. Türkiye olarak ticaret, üretim ve ihracat tarafında menfi bir durum beklemiyoruz. Düşük tarife uygulanan ülkeler arasında olmamız hasebiyle bu muhataralı dönemi birçok ülkeye kıyasla daha kolay atlatacağımıza inanıyoruz. İş dünyamız müsterih olsun. Vatandaşlarımız gönlünü ferah tutsun. Özellikle orta ve uzun vadede Türkiye’nin benzer ülkelere göre daha az etkilenmesini, daha güçlü büyüme sergilemesini öngörüyoruz” dedi.

Şimşek: Türkiye’nin olumlu ayrışacağına inanıyoruz

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de Financial Times’a verdiği demeçte1 Türkiye'nin 1,3 trilyon dolarlık ekonomisinin, ticaretinin yüzde 80'inin AB ile gümrük birliği gibi serbest ticaret anlaşması olan ülkelerle veya Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika'daki “dost komşularla” olması nedeniyle nispeten izole olduğunu ileri sürdü. Şimşek “Ortalık durulduğunda, Türkiye'nin yatırımcıların gözünde Asya'daki ve diğer yerlerdeki daha sorunlu gelişmekte olan ekonomilerden olumlu bir şekilde ayrışabileceğini umuyor ve buna inanıyoruz” dedi.

1https://www.milliyet.com.tr/ekonomi/bakan-simsek-piyasalara-iliskin-konustu-tarife-kargasasi-turkiye-icin-firsat-7346311

                                                                        ***

soL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -3 Mayıs 2025-

Hariciye'nin 105. yılı -Hasan Göğüş- Son dönemde sınav yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle bakanlığa girişin kolaylaştırılması, mesle...