TKP'den 1 Mayıs açıklaması
1 Mayıs'ta İstanbul'da Kadıköy Meydanı'ndaki mitinge kitlesel olarak katılacağını açıklayan TKP, Valiliğin Kadıköy Meydanı için bir yasaklama kararı alması durumunda bunu bir Taksim çağrısı olarak değerlendireceğini ve gereğini yapacağını duyurdu.
Türkiye Komünist Partisi (TKP) 1 Mayıs'a dair kamuoyuna bir açıklama yaptı.
Açıklamada "Partimiz 1 Mayıs’ta İstanbul’da Kadıköy Meydanı’nda düzenlenecek mitinge üyeleriyle, dostlarıyla birlikte kitlesel bir biçimde katılacaktır. Aynı şekilde diğer kentlerde düzenlenen mitinglere de kararlı ve kitlesel katılım sağlanacaktır" denildi.
TKP İstanbul'da valiliğin Kadıköy Meydanı’na dair bir yasaklama kararı alması durumunda bu yasaklamayı bir Taksim çağrısı olarak değerlendireceğini ve gereğini yapacağını vurguladı.
Açıklamada "TKP, 1 Mayıs’ta hangi alan için çağrı yaptığından bağımsız olarak, Kartal Meydanı’yla ilgili dayatmanın peşini bırakmayacaktır. Türk-İş yönetiminin Kartal Meydanı’nda bir miting yapmak için başvuracağı adres Türkiye Komünist Partisi’dir" denildi.
Açıklamanın tamamı şöyle:
"1 Mayıs’a dair kamuoyuna açıklamamızdır:
1. Türkiye Komünist Partisi, geçtiğimiz yıl, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta İstanbul Saraçhane’de yaşananların ardından bir daha aynı tablonun parçası olmayacağını ilan etmiş ve bu doğrultuda 1 Mayıs 2025’te İstanbul Kartal Meydanı’nda bir miting yapacağını, gerekli evraklarla birlikte, Ocak ayında İstanbul Valiliği’ne bildirmiştir.
2. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve tutuklanmasına karşı tüm Türkiye’de başlayan halk protestolarına “seçme ve seçilme hakkını korumak” kararlılığıyla katılan Türkiye Komünist Partisi, ortaya çıkan toplumsal enerjinin parçalanmaması için Kartal’da hazırlıklarına başladığı 1 Mayıs mitingi için bir çağrı yapmamış ve İstanbul’da hatta Türkiye’de tek ve kitlesel bir 1 Mayıs için zemin yoklamaya başlamıştır.
3. Partimiz bu doğrultuda 1 Mayıs kutlamaları için inisiyatif alan heyete (DİSK-KESK-TMMOB-TTB) kamuoyu ile de paylaşılan bazı sorular yönelterek 1 Mayıslarda yaşanan bazı olumsuzlukları hatırlatmıştır. Gerek hazırlık toplantılarında gerekse DİSK yönetimiyle gerçekleştirilen merkezi görüşmede bu konularda gerekli hassasiyetin gösterileceğine ilişkin yaklaşım samimi ve ikna edici bulunmuştur.
4. Bu süreç devam ederken Türk-İş yönetimi 1 Mayıs’ta İstanbul Kartal’da miting düzenleyeceğini ilan etmiştir. Türk-İş’in hiçbir bildirim yapmaksızın iktidarın hukuksuzluğuna ve hükümetle yakın ilişkisine güvenerek yaptığı bu açıklamanın ardından partimiz yönetici ve hukukçuları Türk-İş yetkilileri ile temas kurarak Türk-İş’in 1 Mayıs’ta Kartal’da miting yapmasının hukuken mümkün olmadığını belirtmiş ancak iktidarın bu oldubittiye göz yumacağından emin olan Türk-İş herhangi bir diyaloğa yanaşmamıştır.
5. Partimiz İstanbul Valiliği ve Emniyeti ile defalarca iletişime geçmiş ve “bir alan için ilk bildirimde bulunan kurum dışında kimsenin alanda miting düzenleyemeyeceği”nin yasada açık hüküm olduğunu hatırlatmıştır. Bu kararlılığımız karşısında Valilik “size başka bir alan verelim” önerisini yapmış, parti avukatlarımız bu talebi geri çevirmiştir. TKP, 1 Mayıs’ta hangi alan için çağrı yaptığından bağımsız olarak, Kartal Meydanı’yla ilgili dayatmanın peşini bırakmayacaktır. Türk-İş yönetiminin Kartal Meydanı’nda bir miting yapmak için başvuracağı adres Türkiye Komünist Partisi’dir.
Depremle sarsıldık, özelleştirmeyle susturulduk: Telekom’u enkaz haline kimler getirdi?
IMF istedi, AKP yaptı. Telekom'la birlikte iletişim altyapısı da satıldı. 17 yıl sonra geri alındığında elde çökmüş bir sistem ve borç dağı kalmıştı. Özelleştirmenin faturası depremde susan hatlarla birlikte bir kez daha halka kesildi.
İstanbul'da dün Silivri açıklarında yaşanan 6,2'lik deprem ve artçıları milyonlarca insanı sokağa döktü. Yakınlarına ulaşmak isteyenler telefona uzandığında hatların düşmediğini fark etti.
Üç büyük operatör dakikalarca müşterilerine arama hizmeti sunamadı. Uzun süre sadece internet bazlı mesajlaşma uygulamaları kullanılabildi.
GSM şirketlerinin yöneticileriyle görüşen Ulaştırma Bakanı, aramalar 10 kat arttığı için baz istasyonlarının yoğunluğu karşılayamadığını söyledi.
Ancak bu yoğunluk Türkiye'de ilk defa yaşanmıyor. Hemen her sarsıntıdan sonra depremzedeler birbiriyle haberleşemiyor, enkaz altında kalanlar sesini duyuramıyor.
İletişimdeki kesintiden sorumlu olan operatörlerden Vodafone özel sektöre ait, Turkcell ve Türk Telekom ise Türkiye Varlık Fonu'nun elinde.
Bu şirketlerden Türk Telekom özel bir konuma sahip. Haberleşme tekeli konumundaki şirketin abonelerine hizmet sunamamasında 17 yıllık özelleştirme parantezi ve ardından gelen teslim edildiği AKP-MHP kadrolarının payı büyük.
Özal istedi, Çiller-Yılmaz-Ecevit denedi, Derviş hazırladı, AKP sattı
Türk Telekom'un satışı ilk olarak 1985'te Turgut Özal tarafından dillendirildi. 1995 yılında Tansu Çiller tarafından özelleştirme kapsamına alındı. Mümtaz Soysal ve DSP'li isimlerin yüksek yargıya itirazıyla satış rafa kalktı.
Telekom'un satışı için yeni bir strateji belirlemek ANAP-DSP-DTP koalisyonunda Mesut Yılmaz'a kaldı. Yine olmadı.
Telekom yeniden özelleştirmeye hazır hale 2000'de geldi. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun başbakanı Bülent Ecevit olmuştu.
Ancak koalisyon dengeleri nedeniyle, satılacak hisse yüzde 30'a indirilmişti. Yatırımcıların da Doğu Avrupa ülkelerinin telekomünikasyon ihalelerine yönelmesi nedeniyle Türk Telekom cazibesini yitirmişti. Talip olmaması nedeniyle yine satılamadı.
Daha sonra bir deneme de ülke ekonomisini IMF ve Dünya Bankası çizgisiyle bütünleştiren Kemal Derviş yaptı. Bazı bakanların ayak sürümesi koalisyon dışından alınan siyasi destekle aşıldı. Haberleşme için Telekom altyapısını kullanan ordu da direnç gösterdi. Bu direnç Sümerbank'ın cüzi bir bedelle OYAK'a devriyle kırıldı. Derviş özelleştirme önündeki engelleri aşsa da hükümetinin ömrü son noktayı koymaya yetmedi.
20 yıl boyunca onlarca bakan ve hükümetin seferber olduğu satışı yapmak AKP'ye kaldı.
17 yıllık vurgun: 'Fena mı oldu?'
Türk Telekom’un yüzde 55 hissesi 2005 yılında 6,5 milyar dolara Lübnanlı Hariri ailesi ve Suudi ortaklığındaki Oger Telekom’a satıldı.
Ülkede haberleşmenin belkemiğini oluşturan stratejik şirket, Binali Yıldırım ve Kemal Unakıtan'ın imzalarıyla kamunun elinden çıktı.
Unakıtan'ın “Bu özelleştirmeyle bir sektör serbest piyasa ekonomisine göre işlemeye başladı. Fena mı oldu? Türkiye kazandı” sözleriyle başlayan süreç tam bir vurgun öyküsüne dönüştü.
Türk Telekom kamu kurumuyken 75 bin çalışan istihdam ediyor, 1 milyar 800 milyon dolar vergi ödüyordu. Kurum özelleştikten sonra çalışan sayısı yaklaşık 27 bin kişiye ve ödediği vergi yaklaşık 830 milyon dolara düştü.
Satıldıktan sonra on binlerce çalışan emekliliğe zorlandı, maaşları dondurularak başka kurumlara nakledildi. Taşerona geçmeyen işçilere karşı ağır bir karalama kampanyası yürütüldü. İşçilerin TSK’ye ait kabloları kestiği yalanını atan şirketin yeni yönetimi, işçi haklarına karşı bir savaş açtı. Özelleştirme sürecine işçilerin tepki göstermesini eleştiren dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan da "işçilerin bundan sonra yan gelip yatamayacağını" söyledi.
Özelleştirmeye direnenlerin Yüce Divan'da yargılanmasını isteyenler kimlerdi?
Telekom'un satışına yönelik itirazları medyada canhıraş göğüsleyen iki isim Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ve yazarı Fatih Altaylı'ydı.
İkilinin 7 Temmuz 2005'te kaleme aldığı yazılar bu çabanın en öne çıkan örnekleri.
Özkök, karşı çıkanlara hakaretler yağdırıyor, özelleşmenin "devletten maaş alanlar" yüzünden geciktiğini söylüyor, üstü kapalı akademisyenlerin, bürokrat veya yargıçların devletten aldıkları maaşın, banka hortumculuğu gibi yolsuzluk kaynağı olduğunu savunuyordu.
Hedefindeki isim de özelleştirmeyi yüksek yargıya taşıyan Mümtaz Soysal'dı:
"Mümtaz Soysal gibi tipler. Hayatları boyunca ticari hiçbir sorumluluk almamışlar, hep yapılan işleri engellemişler. İyi bir hoca olabilir ama bu zihniyet artık komünist ülkelerde bile kalmadı."
Soysal'ı hedef alan diğer isim Altaylı oldu. Ona göre, özelleştirmeye karşı sürdürdüğü hukuk mücadelesi nedeniyle Soysal ülkeye en az 10 milyar dolar zarar vermişti ve bu nedenle Yüce Divan’da yargılanması gerekiyordu.
Altyapı için altyapıyı sattı, yatırımı yine kamu yaptı
2007 yılında özelleştirmeden sonra yapılan ilk toplu sözleşme görüşmelerinde işçilerin bir talebi de şirketin altyapı yatırımları yapmasıydı.
Dönemin Haber-İş Genel Başkanı Ali Akcan, bu talebi şu sözlerle açıklıyordu:
"Avrupa ve Amerika altyapının tamamı fiberoptikle döşenmişken, Türk Telekom'da sadece 103 bin kilometre fiberoptik kablo hattı var, 35 milyon kilometre bakır kablo hattımız var. Bakır kablo ile yapacağınız iş bu kadar oluyor işte, internet kullanımında zorluklar, bağlantıda kesilmeler yaşanıyor. Böyle sürmesi halinde, zaten yıllardır birçok yerde bakımı yapılmamış hatlar susma noktasına gelecek. Nihayetinde zarar yine bize gelecek."
Fiber altyapının durumu 2013'te bir daha gündeme geldi. Oger, fiber altyapıya kaynak sağlama bahanesiyle şirketin elindeki ve aslında Hazine’ye ait olan 35 milyon kilometrelik bakır kabloları, Danıştay’ın satılamaz kararına rağmen sattı.
Şirketin çöktüğü kamu kaynağının nasıl kullanıldığını anlamak için abonelerinin bugün internet hızına bakmaları yeterli.
Aradan geçen 13 yılda fiber altyapının toplam uzunluğu 103 binden 576 bin kilometreye çıkarılabildi. Haberleşmede hakim hat hâlâ bakır kablolardan oluşuyor.
İnternet ve telefon hatlarındaki bu yavaşlığa rağmen Türkiye hâlâ en pahalı interneti kullanan ülkelerden biri. Üstelik uzun yıllar internetten yararlanabilmek için sabit telefon kullanımı da zorunluydu. Bu da Oger'in elindeki Telekom’un önemli kâr kalemlerinden biriydi.
Oysa özelleştirme ihalesinde Oger'in "hizmetleri en üst kalitede yürütecek yatırımlar yapması" şartı vardı, ancak şirket hiçbir yatırım yapmadı ve Türkiye’nin iletişim altyapısı her geçen gün geriledi.
Türkiye’yi hızlı internete kavuşturmakla sorumlu Telekom yerine, altyapı yatırımlarını devletin yapması kararlaştırıldı. Bunun için eğitimde “Fatih Projesi” planı devreye sokuldu. Projeye göre Milli Eğitim Bakanlığı tüm okulları hızlı internete bağlayacaktı. Devletin yaptığı yatırımla internete bağlanma Oger’in işine yaradı ve tek kuruş harcamadan milyonlarca yeni müşteri kazandı.
Borçsuz aldı, borçla devretti, zararı yine kamu ödedi
Sözleşme sonunda Oger, şebeke ve teçhizatı kullanılabilir halde ve şirketi de borçsuz bir şekilde devlete iade edecekti. Ancak Oger, 13 yılın ardından milyarlarca dolar batık kredi bırakarak Türkiye’yi terk etti.
Türk Telekom’un yüzde 55 hissesi satıldığı gün kasasında 2 milyar dolar vardı. 2005-2015 arasında Türk Telekom 14 milyar dolar net kâr elde etti. 2016’ya dek 12,6 milyar dolar temettü ödendi. Oger bunun 7 milyar dolarını aldı.
Bu süre diliminde Oger, Türk Telekom’u borçlandırmaya da başladı. Satılırken borcu bulunmayan şirket 11 yılın ardından 3,5 milyar dolar borca girdi. Üstelik bu borçlar dövize bağlı ve değişken faizli haldeydi, yani Türk Lirasının hızlı düşüşü borçları olumsuz anlamda etkiliyordu.
Öte yandan Oger şirketi, özelleştirme parasını da ödemezken sadece 1,4 milyarlık ilk ödemeyi ve sonraki 600 milyonluk iki taksiti ancak 2013 yılında yatırdı. Böylelikle Hariri ailesi 7 milyar temettüyü ve kasadaki 2 milyar lirayı almış oldu ama borcunun yarısını bile ödemedi.
Kamu adına Türk Telekom yönetiminde bulunan kişilerin kurumun içi boşaltılırken nasıl bir tavır aldıkları kamuoyuna açıklanmadı. Bunlardan biri de eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan AKP'li Fuat Oktay’dı.
Oger, özelleştirme bedeli için yurt dışından borç ararken bu çalışma sonuçsuz kaldı, bunun üzerine Türk bankalarına Oger’e 4,75 milyar dolar borç verdirildi.
Oger bu borcu da ödemedi. Türk Telekom’un çoğunluk hissesi 2018 yılında Akbank, Garanti ve İş Bankası'nın başını çektiği bankalara geçti.
Bankaların elindeki 1,4 milyar dolar değerindeki hisseyi 2022'de Türkiye Varlık Fonu aldı.
Yeniden özelleştirilmesi gündemde
Şirket bugün büyük oranda yandaş taşeronları ve medyayı beslemek için kullanılıyor.
Öte yandan bugün Varlık Fonu’nda bulunan Türk Telekom ve benzeri birçok kamu şirketi için satış kartı hâlâ masada tutuluyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bütçe gelirlerini artırmak için yaptırdığı çalışmalar kapsamında bu şirketlerin satışının analiz edildiği biliniyor.
Gelinen noktada Türk Telekom'un yanı sıra Turkcell ve Türksat'ın da ana hisseleri Türkiye Varlık Fonu'nunda. Yani 81 ilde en yaygın altyapıya sahip olan kurumlar iktidarın elinde.
Haberleşmenin yönlendirilmesi, tamamen kesilmesi ya da Türk Telekom örneğinde olduğu gibi geliştirilmemesi özel sektörün ve AKP-MHP'nin inisiyatifinde.
***
Depremlerin hatırlattığı: Yok olan vergi ve bağışlar, gizli ihaleler, yardım paralarıyla yapılan harcamalar
Güvenli kentlerde yaşayamayan yurttaşlar depremlerin ardından canını kurtarmanın derdine düşmüşken bir de iktidarın yolsuzluklarına maruz kalıyor. Toplanan vergiler yok oluyor, bağışların nasıl harcandığı açıklanmıyor, şirketler ihya ediliyor.
Türkiye'de çok sayıda can kaybının yaşandığı depremler sonrasında olanlar, her sarsıntıda yeniden aklımızdan geçiyor.
26 yıl önceki 17 Ağustos Gölcük Depremi'nin ardından gelen Elazığ, Van ve son olarak da Maraş'taki depremler sonrası iktidar önlem almadı, yurttaşların güvenliği için neredeyse hiçbir adım atılmadı.
Depremler için toplanan vergiler ve bağışlarsa hâlâ tartışma konusu.
Deprem vergileri önce kayboldu, sonra harcandı, en son 'hiçbir zaman var olmadı'
Gölcük Depremi’nin ardından toplanmaya başlanan "deprem vergisi"nin ilk yıllarda geçici olarak toplanacağı söylenmiş, daha sonrasında 2009’da kabul edilen bir yasayla vergi devamlı hale gelmişti. Elektronikten gıdaya kadar hemen hemen her üründen alınan "deprem vergisi"nin akıbeti sonraki depremlerin ardından gündeme gelmişti.
Gölcük Depremi'nin ardından halktan toplanan ve tahmini 40 milyar liraya ulaşan deprem vergisinin akıbetiyle ilgili 2011'de görüştüğümüz Afet ve Acil Yönetimi Başkanlığı, Maliye Bakanlığı ve Gelir Vergisi Daire Başkanlığı'ndan hiçbir cevap alamamıştık.
Dönemin AKP'li Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tüm deprem vergilerinin harcandığını belirtmişti. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'se deprem vergisi diye bir şeyin olmadığını söylemişti.
Bağışların nerede olduğu, nasıl harcandığı belli değil
6 Şubat depremlerinin ardından gerçekleştirilen "Türkiye Tek Yürek" kampanyasıyla ilgili fiyaskolar da arka arkaya ortaya çıktı. Bazı kamu kuruluşlarının taahhüt ettiği bağışları yatırmadığı anlaşıldı.
Buna göre, kampanyaya katılarak depremzedeler için "bağış" yapacağını açıklayan Ziraat Katılım Bankası, Vakıf Katılım Bankası, Türkiye Sigorta ve Türkiye Hayat Emeklilik, TMSF, Turkcell, Emlak Konut gibi kamu kurumları yaklaşık 9 milyar lirayı yatırmadı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ise toplamda vaat edilen bağış miktarının 115 milyar 146 milyon 528 bin lirayı bulduğunu, toplanan paranın 85 milyar liraya ulaştığını söyledi. Yılmaz, kalan 30 milyar lira ve kimlerin ödeme yapmadığına ilişkin bilgi vermedi.
Bağışlarla ilgili çok sayıda hesaplama yapıldı, pek çok veri paylaşıldı.
Kesin olan şu ki, söz verilen tüm bağışlar yapılmadı, paralar kamu kurumlarının bağışlarıyla devletin bir cebinden diğer cebine aktarıldı, yapılan bağışların tamamı depremzedelere harcanmadı, harcanan paraların hesabı verilmedi.
Kampanyada toplanan bağışların toplam miktarının ve nerede kullanıldığının araştırılması önergesiyse AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi.
TOKİ’den deprem bölgesi için 'gizli' ihaleler
Deprem bölgesi için "davet" usulüyle ihale düzenlendi.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın (TOKİ) deprem bölgesinde inşa edilecek konutlar için açtığı ihalelerin yine iktidara yakın şirketlere verildiği açığa çıktı.
Skandallarla anılan utanç verici afet kurumu: Kızılay
Afet halinde yurttaşlara yardım eli uzatmakla görevli Kızılay'sa her yerinden dökülüyor.
Depremden dakikalar sonrasında halktan para toplamaya çalışan Kızılay'ın Boğaz manzaralı ve yüzme havuzlu köşke aylık 12 bin dolar kira verdiği, Menzil tarikatı destekçisi şirkete 700 milyonluk ihalesi verdiği, MÜSİAD’a ait hasarlı bir binayı 110 bin liraya kiraladığı, kuruma elindeki tüm gayrimenkulleri satma olanağı verildiği, uçmayan uçağa 245 bin dolar ödediği ve cihatçı örgütler için para topladığı, depremzedeye çadır sattığı dün gibi aklımızda.
Yardım parasıyla lüks araç alırken vatandaştan para toplayan, adının arkasından mutlaka bir yolsuzluk haberi gelen Kızılay'ın milyonlarca liralık arsasını bağışladığı ortaya çıkmıştı.
Geçtiğimiz günlerde su yüzüne çıkan son skandalsa Kızılay yardım paralarıyla ilgiliydi. İstanbul İl Merkezi Şubesi’nin hesaplarını inceleyen müfettişler, Filistin ve Suriye gibi ülkelere insani yardım yapılması için bağışlanan paraların genel merkeze gönderilmediğini belirlemişti.
Şirketler kollandı: Teşvikler, vergi muafiyetleri, ihaleler
AKP'nin "Türkiye Tek Yürek" kampanyasına bağış yapan şirketler de ihya edildi. Patronların "zararı" kat be kat üstünde karşı adımla bertaraf edildi.
Teşvikler yapıldı, vergi muafiyetleri sağlandı. Başta TOKİ'nin olmak üzere "gizli" ihaleler iktidara yakın olan ya da yolsuzluklara, usulsüzlüklere göz yuman şirketlere verildi.
Bunun bir örneği, zaten her zaman AKP tarafından kollanan Cengiz Holding oldu.
Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz'in kampanya için yaptığı 3 milyar liralık bağışa karşılık ilk adım Konya'da yapılacak tesisleri için atıldı.
Tesis için teşviki kapan Cengiz Holding'in, şirkete ait Eti Alüminyum AŞ tarafından Konya'da yapılacak yatırım projesinin yüzde 100 vergi indirimi ve yüzde 85 yatırıma katkı oranı olmak üzere gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisnası, KDV iadesi, vergi indirimi, azami tutar sınırı olmaksızın 10 yıl sigorta primi desteği, azami 75 milyon lira nitelikli personel desteği ve 200 milyon lirayı aşmayacak enerji desteği gibi teşviklerden yararlanacağı öğrenilmişti.
***






