Kazan’dan: Siyaset, ekonomi, kültür, Türkiye, Rusya -Ercan Uygur-
Kazan 19’uncu yüzyıldan başlayarak, Rusya’nın Çin ile ticaretinin merkezi olmuştur. Bu ticarette Ruslar yanında Türkler/Müslümanlar ve küçük Yahudi toplumu önemli sermaye biriktirmiştir. Böylece Kazan, önemli bir ticaret, siyaset ve kültür merkezi oluyor

Geçen hafta Kazan’da uluslararası “Kazan Forumu” vardı ve davetli konuşmacı olarak ben de orada idim. Bir soru şudur; Türkiye’deki ve dünyadaki bazı olaylar ve gelişmeler Kazan’da (Rusya’da) nasıl algılanıyor?
Bu soruya yanıtı, çoğunluğu Rusya Bilimler Akademisi üyesi olan akademisyenlerle yaptığım sohbetlere dayanarak vereceğim. Bu sohbetlerde örneğin Putin’in İstanbul toplantısına gelip gelmeyeceği sorusu da var(dı).
Sohbetlerde elbette ekonomi, ticaret, büyüme/kalkınma konuları da vardı. Kazan Forumu, “Rusya ve İslam Ülkeleri” alt başlığını da taşıyor ve haliyle ekonomi ve ticaret konularının ağırlıklı olduğu bir forumdur.
Kazan 2025 Forumu’na dünyanın birçok ülkesinden yaklaşık 8 bin 500 kişinin katıldığı bildiriliyor. Afrika’dan, Orta Doğu’dan, Orta ve Doğu Asya’dan katılımcıların olduğunu ben de gözledim.
Kazan, Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti. Ancak Tatarların giderek nüfus çoğunluğunu yitirmekte olduğu anlaşılıyor. Kazan Tatarları, Kırım Tatarları ile aynı soydan, ama arada dil ve kültür farkları da oluşmuş.
İlginç bir konu da şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk aşamalarında Kazan Tatarlarının/Türklerinin önemli ilişkileri, katkıları vardır. Bunlar Mustafa Kemal Atatürk tarafından nasıl örülmüştü? Benzer ilişkiler şimdi ne durumdadır acaba?
Kazan’dan bakınca, çok kutuplu dünyada oyunlar nasıl oynanıyor? Türkiye’nin Suriye ve diğer bölgelerde dış politika başarısı/başarısızlığı nedir? Bu gibi konuları sonraki yazıya bırakıyorum.
“İdil ırmağı”, Kazan’da siyaset ve kültür; Tolstoy ve Lenin
Önce Kazan’ın kendisini kısaca anlatayım. Uçakla Kazan havalimanına alçalırken aşağıda büyük bir göl görüntüsü var. Bu görüntüyü yaratan, Türklerin İdil, Rusların Volga dediği, Avrupa’nın en büyük, en uzun ırmağıdır.
Kazan, devasa İdil ırmağının yarattığı verimli ovaların ortasındadır. Bu ırmak Rusyanın önemli enerji kaynağıdır, üzerinde çok büyük dört baraj vardır ve ulaşıma büyük katkı sağlıyor. İdil ırmağı, elbette tarımsal üretime de çok önemli katkı yapıyor.
Kazan ayrıca 19’uncu yüzyıldan başlayarak, Rusya’nın Çin ile ticaretinin merkezi olmuştur. Bu ticarette Ruslar yanında Türkler/Müslümanlar ve küçük Yahudi toplumu önemli sermaye biriktirmiştir. Böylece Kazan, önemli bir ticaret, siyaset ve kültür merkezi oluyor.
Sonuçta Kazan’da, siyaset ve din kitapları dahil, çok kitap basımı yapılır olmuştur. Bu süreçte, örneğin Kırım Tatarlarından/Türklerinden İsmail Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi ve kitapları da basılır ve satılır olmuştur.
Gaspıralı, yayınları ve gazetesi ile Türklerin ve Türkçenin birliği ve Rusya Müslümanlarının korunması için çaba içindedir. Gaspıralı, Osmanlı Devleti’nin kötü gidişini durdurma tartışmaları ve çalışmaları içinde de olmuştur.
Kazan’da bugün ünlü yazar Leo Tolstoy’un bir müze-evi var. Tolstoy burada 1841-1845 döneminde halasının bir araya topladığı kardeşleri ve kuzenleri ile dört yıl yaşıyor. Tüm kardeşler Kazan Üniversitesi’nde öğrenci oluyorlar.
Leo Tolstoy’un müze-evi
Tolstoy, bir giriş sınavı ile, 1844’te önce üniversitenin Doğu (Şark, Oriental) Dilleri bölümüne kaydoluyor. Belirteyim, giriş sınavı konuları arasında Tatar Türkçesi de var. Tolstoy bu sınavda da başarılı oluyor.
Çok hareketli sosyal yaşantısı nedeniyle Tolstoy birinci sınıfı geçemiyor. Hukuk fakültesine geçiş yapmak için başvuruda bulunuyor. Başvurusu kabul ediliyor, ama iyi bir başlangıçtan sonra ikinci dönemde yine bazı derslerden kalıyor. Tolstoy, 1847 başlarında üniversiteden, bir veda mektubu da yazarak, ayrılıyor.
Kazan Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesine, tam 40 yıl sonra 1887’de, bu kez Bolşevik devriminin lideri ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu Vladimir İ. Lenin kaydoluyor. Lenin, dul annesi ve küçük kardeşi Dmitry ile bugün müze-ev olan konutu kiralıyorlar.
Lenin Hukuk fakültesine ancak üç ay devam edebiliyor, çünkü çarlık karşıtı radikal öğrenci gösterilerinde polise yakalanıyor ve okuldan uzaklaştırılıyor. Belirteyim, Lenin’in üç ay boyunca derslere girdiği derslik ve sırası Kazan Üniversitesi’nde hâlâ muhafaza ediliyor.
Bu uzaklaştırma sonrasında Lenin, annesi ve kardeşi Kazan’da zor koşullarda 9 ay daha kalıyorlar. Bu süre boyunca Lenin sürekli okuyor, değerlendirmeler yazıyor ve kendinden daha deneyimli radikal siyasi gruplarla toplantılar yapıyor. Dikkat edelim, Lenin 1887’de henüz 17 yaşındadır.
Vladimir İlyic Lenin
Cumhuriyetin kuruluşunda “Tatar Türkleri”
Bugüne dönelim, günün çok erken saatinde havalimanından alındım ve Kazan’da bir otele bırakıldım. Otelin resepsiyonundaki görevlilerden birinin adı Asena. Dikkatimi çekiyor, ama Tatar adıdır düşüncesiyle doğaldır diyorum.
Asena İstanbul Türkçesiyle “Kazan’a hoş geldiniz” diyor. Sonra da açıklıyor; babam Türk, annem Tatar Türk’ü, “adımı bilerek, seçerek Asena koymuşlar.” Bir yıl önceye kadar Türkiye’de yaşamışlar, ama artık Kazan’a yerleşmişler.
Neden? “Çünkü bildiğiniz gibi Türkiye’de koşullar çok zorlaştı.” Gençlerimiz, yetişmiş insanlarımız yalnızca Avrupa’ya göçmüyorlar. Kazan’a da gelenler var demek ki.
Sonra “Kazan Forum”un yapıldığı kongre merkezine gidiyoruz. Merkez’in girişinde yerel kıyafetleri ile gençler yol gösteriyor. Ruslar, Tatarlar var; sonradan öğrendim Türkmenler, Başkurtlar da var.
Tatar olduğunu varsaydığım bir genç, yaka kartıma bakarak sesleniyor; “Men Tatar Türküyrem.” Sonra elini uzatıyor, yakasında Gülnar yazıyor. Gözleri dolu dolu bir şeyler söyledi, ama anlamadım. Bir sıkıntısını anlatmak istedi sanırım. Ertesi günlerde kendisini aradım ama göremedim.
Bu iki karşılaşmadan aklıma geldi; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamalarında Kazan Tatarlarının/Türklerinin önemli ilişkileri, katkıları oldu. Mustafa Kemal Atatürk’e yardımları oldu. Kimlerdi bunlar? Bazılarını kısaca hatırlatayım.
Bunların başında Yusuf Akçura geliyor. Akçura Rusya’da doğdu, eğitim için İstanbul’a getirildi. Jön Türk hareketine katıldı. Paris Siyasal Bilgiler Okulunu bitirdi, sonra Kazan’a döndü. Ünlü “Üç Tarz-ı Siyaset” (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) makalesini yazdı. Kemaloğlu (2017).
Akçura, 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a geri geldi, siyasî tarih dersleri verdi. 1931’de Atatürk’ün Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin (daha sonra Türk Tarih Kurumu) kuruluş çalışmalarında görevlendirildi, 1932’de de cemiyetin başkanlığına seçildi.
Atatürk’ün sık görüştüğü bir diğer Tatar aydını da Sadri Maksudi Arsal’dır. 1880’de Kazan’ın Taşsu Köyü’nde doğdu, Rusya’daki eğitiminden sonra 1902’de Paris’te Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. 1906’da Rusya’ya döndü ve II. Rus Duma’sına üye seçildi.
Rus baskısından kaçan Arsal, önce Fransa’ya gitti, sonra davet üzerine Türkiye’ye geldi. Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda yer alan Arsal İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersleri verdi.
Atatürk, kendisini yanına çağırır ve onunla ülke sorunlarını tartışırdı. Arsal, 1930-1938 ve 1950-1954 döneminde milletvekilliği yaptı, Ankara Hukuk Fakültesi’nde dersler verdi. Arsal, Türkçenin Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması tezini ortaya koydu.
Atatürk ile görüşen bir diğer Tatar bilim insanı arkeolog ve etnolog Hamit Zubeyr Koşay’dır. 1909’da Osmanlı’ya göç eden Koşay, Selanik’teki medresede, Macaristan ile Almanya’daki şarkiyat enstitülerinde eğitim aldı. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunda önemli rol aldı, Etnografya Müzesi’nin kurucusudur.
Türkiye’de çok tanınan Tatar aydınlarından biri de Akdes Nimet Kurat’tır. 1903’te Tataristan’da Berkete köyünde dünyaya geldi, 1920’de liseyi bitirdi. 1924 yılında Türkiye’ye sığınarak İstanbul Darülfünunu bitirdi. Edebiyat Fakültesi’ne kaydolarak önce felsefe, sonra tarih bölümünde eğitimine devam etti.
Kendisi 1928 yılında Tarih Bölümü’nden mezun olduktan sonra Almanya’ya gönderildi. 1933’te doktorasını tamamladı. Bu tarihten sonra İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde görev yaptı.
Kurat’ın Prut Seferi ve Barışı, Rusya Tarihi, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi (1553-1610), Türkiye ve İdil Boyu gibi önemli çalışmaları vardır. Kemaloğlu (2017).
Belirtmemiz ve anmamız gereken başka Tatar aydınlar da var elbette, ancak bunlar yeterli bilgi verdi sanırım.
Rus meslektaşlarla yaptığım sohbetlerin bir konusuna değinip yazıyı bitireyim. Bu meslektaşlarımız Putin’in 15-16 Mayıs 2025’te Ukrayna konusunu görüşmek üzere İstanbul’a gelmeyeceğini biliyorlardı.
Çünkü artık Putin’i tanıyorlardı. Ukrayna konusunda Trump’ın yolu açmasıyla, güçlü ve avantajlı konuma geçmişti, alabileceğinin en yükseğine çıkacağını biliyorlardı. Daha azına razı olmayacaktı.
Hani Trump iyi pazarlıkçıydı? Genel kanı şuydu: Trump bir otokrattı ve sınırlı bilgisiyle her şeye hükmettiğini sanıyordu. Bu konuyu, Türkiye değerlendirmeleri ile birlikte başka bir yazıya bırakıyorum.
Kaynaklar:
Kemaloğlu, İlyas (2017) “Atatürk ve Tatar Aydınları”
Savunma Haber, 2017.
https://shbr.tr/ataturk-ve-tatar-aydinlari
/././
Odessa’yı yakan hesaplar -Akdoğan Özkan-
Savaşta adı çok anılmıyormuş gibi dursa da özellikle İngilizler ve Avrupalıların ‘gerekirse Kiev’i verelim ama onu asla’ diye düşündüğü Odessa meselesi son günlerde kelimenin tam anlamıyla “alevlenmiş” görünüyor

ABD yönetimi Ukrayna Savaşı’nın sonlanması meselesini Trump ile birlikte kafasında az çok çözmüş gibi bir izlenim verirken, şahin kesilip olası bir “barış anlaşması” konusunda ayak direyerek Zelenski’yi savaşı sürdürme konusunda cesaretlendiren Avrupa’nın böyle davranmasının arkasında pek çok sebep varmış gibi görülebilir. Ancak özellikle de İngiltere’nin böyle yapmasının ardındaki en önemli motivasyon, Rusya- Ukrayna savaşında adından çok bahsettirmiyormuş gibi duran Odessa’ya yönelik hesaplar, kanımca.
Avrupalılar Ukrayna’nın “Karadeniz’in incisi” olarak anılan Odessa limanlarının kontrolünü Ruslara yitirmesindense başken Kiev'i kaybetmesini dahi tercih edebilecekler, sanıyorum. Hatta bir adım daha ileri giderek şunu söyleyeyim, özellikle 2022’de İstanbul’da yakalanan barış imkanını dinamitleyen İngilizlerin Rusya'nın bu şehre yönelik tasarruflarından vazgeçmesini barış anlaşmasının önündeki ana şart olarak gördükleri kanaatindeyim.
Son günlerde Odessa ara ara ateşe boyanıyor, bu nedenle bu konuyu öne çıkaralım istiyorum, Aslında Odessa’nın çatışmaların sonuçları bakımından kritik öneme haiz bir kent olduğunu daha savaşın başlarındaki yazılarımda dile getirmiştim. 2022 yılı Nisan’ında T24’te kaleme aldığım “10 Soruda Ukrayna Savaşı” başlıklı yazımda, savaşın sebepleri ve nasıl seyredebileceği üzerine düşüncelerimi aktarırken, tek bilemediğimiz hususun Odessa olduğunu belirtmiş ve Rusya’nın Odessa’yı alarak “Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkışını tamamen kapatmak isteyip istemediğini henüz bilemiyoruz,” yazmıştım, daha Ruslar doğuda, Donetsk ve Luhansk’ta bile kayda değer bir ilerleme kaydetmemişken. Rusya lideri Vladimir Putin’in kafasında böyle bir hedef var mıydı, o tarihte, bizlerin bilmesi mümkün değildi çünkü. Geçen yıllar içinde Odessa’nın bütün kıymetine rağmen -ara ara aldığı füze saldırıları dışında- savaşın ana merkezi dışında tutuluşuna bakarak “Ruslar kadim Rus kenti olarak gördükleri Odessa’yı istemiyor, herhalde” şeklinde akıl yürütmek çok yanlış sayılmazdı.
Ancak son günlerde Odessa’ya yönelik ilginç gelişmeler oluyor. Ruslar, Ukrayna'nın askeri sanayi alanlarına yönelik yüksek hassasiyetli silahlar ve insansız hava araçları (İHA) ile saldırılar gerçekleştiriyor. Rusya Silahlı Kuvvetleri geçen cuma geçesi boyunca Ukrayna'nın askeri sanayi bölgesinde bulunan füze ve İHA üretim tesisine, radyo teknik istihbarat merkezine ve ABD yapımı “Patriot” hava savunma sistemlerinin bulunduğu bölgelere karadan yüksek hassasiyetli silahlar ve İHA’larla saldırı düzenledi.
Ayrıca, “İskender” kısa menzilli balistik füze sistemi ile Odessa limanında askeri teçhizat taşıyan bir yük gemisi ile limandaki konteyner deposuna saldırılar yapıldığı belirtildi. Bakanlık, “gemide, İHA'lar, insansız deniz araçları ve mühimmat dahil olmak üzere çeşitli askeri teçhizatla dolu 100 konteyner yer alıyordu. O gece Odessa limanından dakikalarca alevler yükseldi. Saldırılar cumartesi de sürdü.
Aslına bakılırsa, Rus birlikleri Ukrayna Silahlı Kuvvetleri'nin sivil hedeflere yönelik saldırılarına karşılık olarak, Ukrayna Silahlı Kuvvetleri'nin Odessa yakınlarındaki askeri noktalarına, personeline, teçhizatına, hatta paralı askerlerin bulunduğu yerlere ve ayrıca altyapıya (enerji tesisleri, savunma sanayi, askeri idare ve Ukrayna'nın iletişimine) yönelen saldırılar daha önce de gerçekleştirmişlerdi. Ancak Odessa belki de ilk kez böyle güçlü balistik füzelerin de yer aldığı saldırıların hedefi oldu ve deyim yerindeyse “cehenneme döndü.”
Peki neden? Bunu açalım zira bize bu savaşa dair pek çok şey söyleyecek: Neden Odessa hedefe konuyor?
İstanbul’dan gelen gemi
Bunun iki sebebi var. Birincisi, Moskova’nın Rusya ile Ukrayna arasındaki İstanbul müzakerelerinin ilk aşamasının gerçekleştiği gün, İstanbul limanı çıkışlı büyük miktarda askeri yardım sevkiyatının Odessa limanına ulaştığını tespit etmesi. Rusların iddialarına, göre, İstanbul'dan gelen bir kargo gemisi Odessa limanının sekizinci rıhtımında görüldü. Rus medyasının, “Diary of a Paratrooper” adını taşıyan bir dijital günce aracılığıyla cepheden bilgiler geçen bir Rus askerine dayanarak verdiği bilgilere bakılırsa, limanın onuncu rıhtımında da, yani deniz üssünün bulunduğu yerde Türkiye'den gelen yüz metre uzunluğunda bir kargo gemisi tespit edildi. Geminin su üstünde oturma seviyesine bakarak, çok fazla kargo getirdiği varsayıldı. Ambarların kapakları açıktı, bir yükleyici iskele boyunca ilerliyordu ve limanda daha önce görülmeyen, sırt çantalı, askeri üniformalı adamlar vardı. Görünüşe göre önemli askeri malzemeler taşınmıştı.
Ardından sahada birkaç gün boyunca göreceli bir durgunluk yaşandı. Kiev güçleri Rusya topraklarına yönelik dron saldırılarını birkaç gün minimumda sürdürdüler. Ardından saldırılar birden arttı. 20 Mayıs'tan 23 Mayıs'a kadar Rusya hava savunması tespit ettiği 1.177 Ukrayna insansız hava aracını imha etti. Bunlardan 788'i Ukrayna’nın savunma bölgelerinin dışında, Rusya topraklarına yönelik görev icra ediyordu. Rusların iddiasına göre, Moskova’ya yapılan saldırılarda Ukrayna bayrağı taşıyan Türk Bayraktar yapımı İHA’lar da kullanılmıştı.
Dolayısıyla, Ruslar, Rusya ile Ukrayna arasındaki ilk müzakere turunun İstanbul'da gerçekleştiği gün o kargo gemisinin, Odessa’ya gelmesini “ikiyüzlülük” olarak değerlendirmiş, ardından gerçekleşen saldırılara da bakarak düğmeye basmış, sonuçta da Ukrayna’ya İstanbul kanalıyla tonlarca NATO silah ve mühimmatı taşımış gemileri vurmuş, Odessa limanının cehenneme dönmesine sebep olmuşlardı.
İngilizlerin Odessa tutkusu
Bir diğer neden, biraz daha stratejik. ABD Başkanı Donald Trump’ın özel elçisi Keith Kellogg tarafından da duyurulduğu üzere, Washington yönetimi, şu aralar Ruslarla NATO üyesi bazı Avrupa ülkelerine ait askeri birliklerin Dinyeper'in batı yakasına konuşlandırılmasını da müzakere etmeye çalışıyor. Bu aslında, Ukrayna’nın bölünmesine giden yolda hem taraflar arasında hem de Avrupa içinde birtakım pazarlıkların döndüğünün de habercisi. Ancak Ruslar, belli ki konunun bir anlaşma ile çözüme kavuşturulması beklenmeden, bazı NATO ülkelerinin Odessa’yı, daha da genel bir ifadeyle Karadeniz’i bir oldubittiye sürüklemesini hoş karşılamıyor, cezayı kesiyorlar. Zira Odessa, her şeyden önce Kırım’ın ve Dinyeper’in batısında ülkenin Karadeniz’e çıkışını tutan stratejik bir liman kenti.
Rusya ile bağlantısı olan her şeyin Ukrayna yönetimince yasaklandığı Odessa konusunda baş şüpheli İngilizler. Aslında, İngilizlerin Odessa ve Karadeniz tutkusu yeni değil. Savaşın öncesine gidiyor. Eski bir T24 yazımda da dikkat çektiğim üzere, Ukrayna hükümeti İngilizler ile Kasım 2021’de yani savaştan üç ay önce 1,7 milyar pound'luk kredi anlaşması imzalamıştı. Söz konusu çerçeve anlaşması ile sağlanacak kredi sayesinde Ukrayna, Britanya'dan 8 hücumbot, 2 mayın tarama gemisi alacak, daha da önemlisi, İngilizler Ukrayna'nın Karadeniz kıyısında iki donanma üssü inşa edecekti. İngilizler anlaşmanın kendilerine verdiği yetkiye dayanarak Britanya donanmasının bir kısmını Karadeniz’de, Rusya'nın burnunun tam dibinde üslendirebileceklerdi.
Ruslar, İngilizlerin Karadeniz’e yönelik bu niyetlerinden habersiz değillerdi. TASS ajansının 14 Aralık 2021 tarihinde geçtiği “Deployment of UK Military Bases in Ukraine Possible” başlıklı haber, Rusların bunun farkında olduklarını anlatıyordu. Ukrayna Donanması'nın geliştirilmesi ve güçlendirilmesiyle ilgili anlaşmayla ilgili mutabakata, Başkan Vladimir Zelenski'nin 2020 yılında İngiltere'ye yaptığı ziyaret sırasında varılmıştı. Taraflar askeri ve askeri-teknik alanlarda iş birliğinin güçlendirilmesine ilişkin bir mutabakat imzalamışlar, ayrıca buna 1,25 milyar İngiliz poundu tutarında İhracat Finansmanı kredisini de dahil etmişlerdi.
‘Orbital operasyonu’
Ukrayna Savaşı’nın ilk haftalarında kaleme aldığım T24’te kaleme aldığım bir yazımda, Odessa limanlarının kaderinin savaşın kaderi açısından çok önemli olduğunu daha eski tarihli gelişmelere de yer vererek belirtmiştim. Aslında Odessa İngiliz hükümetinin zihninde ve gönlünde 2015’ten itibaren özel bir yer işgal etmişti. İngilizler 2014 tarihli Meydan Darbesi’nin hemen akabinde Ukrayna ile çeşitli savunma iş birlikleri içine girmişlerdi. Hatta, İngiliz Kraliyet donanmasına bağlı bazı gemiler ara ara Odessa’da konuşlandırılmıştı. Kraliyet Donanması’na ait bir oşinografik araştırma gemisi olan HMS Echo, 19 Aralık 2018’te Odessa’ya gelmişti. Gemi, Orbital Operasyonu adı verilen görev kapsamında İngiltere Kraliyet Deniz Piyadeleri komandolarının Ukrayna ordusuna vermeyi planladığı eğitime destek için Odessa’daydı. İngilizler, 2015-2022 yılları arasında tam 22 bin Ukrayna askerini bu eğitim çerçevesinde eğitime tabi tuttular.
İngilizlerin keyfi yerindeydi ama, işte tek sıkıntıları Montrö Sözleşmesi idi. Zira, İngiliz gemileri uluslararası hukukun gereği olarak Karadeniz’de maksimum 21 gün kalabiliyordu. Montrö gereği, yarın öbür gün savaş söz konusu olursa o gemiler Karadeniz’e hiç gelemeyeceklerdi.
Odesa’nın önemi için çok fazla şey yazılabilir:
* Bunların başında, Ukrayna’nın mısır, tahıl ve maden/mineral ihracatının büyük bir kısmını, ekonomisi ve deniz ticareti üzerinde son derece söz sahibi bir nokta olan Odessa'dan ve yakındaki küçük limanlardan yapması geliyor.
* Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması sonlanmadan önce Ukrayna'dan tahıl yüklü gemiler de dünyaya Odesa Limanı’ndan açılıyordu.
* Rus Çariçesi II. Katerina tarafından 1794’te kurulmuş olan Odessa şehri, Ukrayna’da Rusça konuşan nüfusun çoğunlukta olduğu, Rus kültürünün de son derece kuvvetli olduğu bir bölge.
* Odessa, Moldova’nın Sovyetler Birliği’nden ayrıldığı 1991 yılında bu ülkeden tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden, bugün halen ayrılıkçıların kontrolünde bulunan Transdinyester bölgesine de komşu. Rusya’nın Transdinyester’de askeri birliğinin yanı sıra, Dünya Savaşı’ndan kalan en büyük cephanelerinden biri de bulunuyor.
* Gerek bu nüfus için gerekse de Rusya için bölgenin bir başka sembolik önemi de var. Neo-Nazi grupların 2 Mayıs 2014’te bir sendika binasında 48 kişinin diri diri ölümü, 250’den fazla kişinin de yaralanmasına sebep oldukları bir katliama sahne olmuş bir kent Odessa. Rusların bu katliamın sorumlularını cezalandırmak isteyeceklerini de pekâlâ düşünebiliriz.
Aslında bütün bu olguları sayıp dökmeden de, sadece I. Dünya Savaşı’na bakarak çok iyi biliyoruz Odessa’nın ne kadar stratejik bir önem taşıdığını.
Dolayısıyla, İngilizler için Kiev’in belki sadece sembolik bir önemi varken, Odessa’nın Britanya donanmasını Karadeniz’e taşıma arzusunu saklayan stratejik bir önemi var.
Planlar akamete uğrayınca
İngilizler bölgedeki varlıklarını kalıcı kılmak maksadıyla Ukrayna ordusuna donanma üsleri inşa etme ayrıcalığını savaştan önce elde etmişlerdi. Çünkü zaten bir savaşa gidileceğini biliyor, harıl harıl Ukrayna askeri eğitiyorlardı. Gerçi savaş 1922 şubatında patlak vermeseydi, İngiliz donanma filosu -Ukrayna ile anlaştığı üzere Berdyansk ve Ochakov limanlarında donanma üsleri inşa ederek- Karadeniz’deki İngiliz ve NATO varlığının yoğunlaşmasına olanak tanıyacak stratejik bir avantaj kazanabilecekti. Bu amaçla, 2021 yılı Haziran ayında bir iyi niyet mektubu imzalanmış, Kasım ayında da İngiliz parlamentosu hükümetin Kiev yönetimine, yukarıda da bahsettiğim 1,7 milyar pound’luk finans sağlama kararına onay vermişti. İngilizler o yılın aralık ayında giriştiler üslerin inşasına.
İngilizlerin diğer provokatif adımlarından birinde ise, Londra hükümeti 2 adet Sandown sınıfı mayın avlama gemilerini hizmetten çıkarak Ukrayna’ya hibe edilmelerine karar verdi. Aslında bu konu 2021’de ilk olarak gündeme gelmişti. Gemilerin “HMS Grimsby” ve “HMS Shoreham” olan adları da “Chernihiv” ve “Cherkasy” şeklinde değiştirildi. Bu arada, eski Başbakan Rishi Sunak’ın Kiev ziyareti ile birlikte iki ülke arasında kapsamlı, yeni bir savunma iş birliği anlaşması da onaylandı. Anlaşma kapsamında İngilizler Kiev yönetimine 2,5 milyar poundluk yardım yapma sözü de verdiler.
Ancak belki beklediklerinden biraz önce gelen savaş İngilizlerin planlarını bozdu. Bir kere Montrö Sözleşmesi gereği İngiliz gemileri bölgeyi terk etmek durumunda kalmıştı Gerçi Londra hükümeti, “Chernihiv” ve “Cherkasy” isimli mayın avlama gemilerini Karadeniz’e yine de göndereceğini açıkladı. Ancak Ankara, Montrö Sözleşmesi’ne dayanarak bunun hukuki bir dayanağı olmadığını ve gemilerin Boğaz’dan geçmesine izin vermeyeceğini bildirdi. NATO çevrelerinden emekli bazı İngiliz ve Amerikalı generaller Türk donanmasına ateş püskürerek, “böyle NATO müttefikliği mi olur” demeye getirdiler. Romanya’nın da fişteklediği krizler zor atlatıldı, yazmıştım.
Tabii Rusların ilerleyişi İngilizlerin planını akamete uğrattı. Sonuçta, Londra’nın Berdyansk planı hayata geçemedi ancak Kırım Tatarlarının “özü” olarak bildiği, daha batıdaki Ochakov’da bulunan donanma altyapısı Ukrayna’dan Rusya içlerine gerçekleştirilen saldırıların planlanmasında dahi önemli rol oynadı. Yine de donanma üssü genişletme planları hayal oldu.
İngilizlerin o tarihteki planlarına set çeken Rusya, şimdi de Odessa’nın kendisine karşı saldırılarda bazı NATO güçleri tarafından üs olarak kullanılmasını kabul etmeyeceğini şiddetli bir şekilde anlatarak, limana gelen gemileri ve rıhtımları yakıp yıkıyor.
Yaklaşık 3 yılın ardından İstanbul'da 16 Mayıs'ta Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde bir araya gelen Ukrayna ve Rus heyetleri arasında esir takasıyla ilk meyvesini veren İstanbul Müzakereleri yeni ve ümitvar bir evreye doğru ilerleyecek mi bilmiyoruz. Ancak Rus 90. Muhafız Tank Tümeni artık Dinyeper’e dayanmışken, pek çok şeyin yanı sıra Odessa şehrinin adını da bundan sonra daha sık duyacağız gibime geliyor.
ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Ukrayna meselesinde bir barış anlaşması ortaya çıkarmanın en hızlı yolunun Rusya’ya Ukrayna’nın doğusundaki dört bölgeyi vermekten ve Kırım’ın mevcut statüsünü kabul etmekten geçtiğini söylemiş, “daha fazlasına niye ihtiyaçları olsun ki” kabilinden bir şeyler söylemişti. Ancak bazı müzakerelerden sonra, ABD ve Avrupa, Ukrayna'nın geri kalanının Dinyeper boyunca bölünmesini kabul etseler bile, böyle bir bölünmede Dinyeper, Harkov, Sumi, Çernigiv ve Poltava bölgelerini muhtemelen Ruslara vermeyecek, bu bölgeler Kiev'in kontrolü altında kalacaktır. Ancak kanımca, savaşın sonunun yaklaştığına işaret edecek en önemli gösterge, bu şehirlerden ziyade Odessa’nın kaderinin belirginleştirilmesi olacaktır. Ben Avrupa’nın Kiev ve adını andığım o diğer dört bölgeden ziyade Odessa meselesinde daha odaklı olacaklarını düşünüyorum, ama ne olacağını tam kestiremiyorum
Ocak 2025'te Beyaz Saray’a döndüğünden beri Başkan Trump, Ukrayna'ya ABD tarafından finanse edilen yeni bir askeri yardım paketi açıklamadı. Ancak, Zelenski’nin tutumundan artık sıkıldığı anlaşılan Trump, geçenlerde “ABD olarak barış görüşmelerinden kalkabileceklerini” de söyledi. Öyle ya, kalkar, Avrupa’ya Ukrayna’ya sevk edilmek üzere milyar dolarlık silah satar, kasaya yine artı yazar. Zaten, ABD'nin yaz aylarında Kiev yönetimine yönelik geçmiş yükümlülüklerin bir parçası olan silah teslimatlarını durduracağı yönündeki endişeler arasında, son zamanlarda Avrupa’nın Ukrayna'ya Rusya ile savaşa devam edebilmesi için ABD’den silah satın alabileceği ihtimali de giderek “itibar görüyor.”
Bu arada, İstanbul bu gelişmelerin ardından barış görüşmelerinin bundan sonraki ayaklarına ev sahipliği yapabilir mi, bayrağı Vatikan’a filan devreder mi, onu da hiç bilmiyorum. Zaten, geçenlerde ABD eski istihbarat subayı Scott Ritter, “Belli oldu. Barış gerçekleşmeyecek. Bence barış planı da gerçekleşmeyecek. Çünkü Ukrayna şu aralar Ukraynalılara ait değil, başka çıkarlar var işin içinde” şeklinde konuşmuş, bu işin “Ukrayna’nın koşulsuz teslimiyetine kadar” gidebileceğini ifade etmişti. Bakalım, görelim, ama umalım iş o raddeye varmadan barışta anlaşılsın!
/././