Valiliğe devredilen plajda 1000 TL giriş ücreti şoku! -Yusuf Yavuz /soL-

Antalya Valiliği’nin 80 milyon harcayarak restore ettiği Mermerli Plajı’nın özel bir şirkete devredildiği ortaya çıktı. İran uyruklu iki girişimcinin kurduğu şirketin plaja girmek isteyenlerden kişi başına 1000 TL ücret alması tepki çekti.

Antalya Kaleiçi Yat Limanı’nda bulunan ünlü Mermerli Plajı’nı devralan Antalya Valiliği, 80 milyondan fazla para harcayarak çevre düzenlemesi ve restorasyon projesi yaptı. Arkeolojik ve kentsel sit olan bölgede uygulanan projeyi Koruma Bölge Kurulu onaylamazken, Mermerli Plajı’nın 30 Mayıs’ta özel bir işletmeye devredildiği ortaya çıktı. Kurban Bayramı’nda tatilcileri ağırlamaya başlayan Mermerli Plajı’na girmek isteyenlerden kişi başına 1000 TL giriş ücreti alınması ise tepkiye yol açtı. İran uyruklu olan ancak 2015’te Türk vatandaşlığına geçen bir işletmecinin kurduğu şirketin kestiği fişte, Mermerli Plajına 2 kişilik giriş ücretinin 2000 TL olduğu görülürken, içecek fiyatlarının da yüksek olması dikkati çekti. Bayram tatilini geçirmek için ailesiyle Eskişehir’den Antalya’ya gelerek Kaleiçi’nde bir otele yerleşen Meltem Taşkın, Mermerli Plajı’nda iki kişilik giriş için 2 bin TL ödediklerini belirterek, “İki saat kadar kaldığımız Mermerli Plajı’nda 7 bin TL ödedik. Bir daha Antalya’ya gelmem” dedi.

Antalya Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKOB), Valiliğe tahsis edilen Mermerli Plajı’nda geçtiğimiz Şubat ayında restorasyon ve çevre düzenlemesi projesi başlattı. Çalışmalar Nisan ayı sonunda tamamlandı. Ancak onaylı projeye aykırı uygulamaların tespit eden Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu projeye onay vermedi. Koruma Kurulu’nun 9 Mayıs 2025 tarihli kararında, koruma imar planı ve ilgili mevzuata aykırı uygulamalar yapıldığı belirtilerek projeye aykırı eklentilerin kaldırılması istendi.

Vali Şahin 'Fiyatı makul olsun istiyoruz' demişti

Antalya Valisi Hulusi Şahin, 80 milyondan fazla para harcandığını belirttiği Mermerli Plajı’nın Valilik tarafından işletileceğini belirterek, “Fiyatı makul olsun istiyoruz. İnsanlar buraya rahatlıkla gelebilsin istiyoruz. Oradaki gün batımından tüm Antalyalılar ve turistler istifade etsin istiyoruz. Çalışmalarımız bu yönde” açıklaması yapmıştı.

Sessiz sedasız özel işletmeye verildi

Ancak Vali Şahin’in bu açıklamalarının aksine Mermerli Plajı’nın 30 Mayıs 2025 tarihinde Kaleiçi’ndeki özel bir işletmeye verildiği ortaya çıktı. Mermerli Plajı’nı Antik Pazar Halıcılık adlı özel bir şirketin işlettiği görülüyor. 2 Haziran 2025 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’ne göre adı geçen şirket adresini de Kılınçarslan Mahallesi, Mermerli Banyo Sokak, Mermerli Çay Bahçesi ve Restoran olarak değiştirmiş. Mermerli surlarının üzerindeki restoran bölümünde henüz bir faaliyet gözlenmezken, özel işletmeye verilen plaj kısmının faaliyete açıldığı görülüyor.

mermerli1

İran uyruklu iki girişimci şirket kurup Türk vatandaşı oldu

2003 yılında kurulan şirketin kurucuları İran uyruklu iki girişimci. Kaleiçi’nde halı, gümüş ve hediyelik eşya ticareti yapan İranlı girişimciler Galdi Abdollah Zadeh ve Abdoljalil Abdollah Zadeh, Haziran 2015’de Türk vatandaşlığına geçerek isimlerini değiştirdi. Alper Abdullahzade ve Celil Abdullahzade adını alan İranlı girişimcilerin kurduğu şirket, Aralık 2023’te Kaleiçi’nde otel işleten bir başka Türk girişimciyi de ortak alarak yoluna devam etti.

İki saatte 7 bin TL ödedi

Valiliğe devredilen Mermerli Plajı’nın sessiz sedasız işletmesini alan şirketin plaja girişte kişi başı 1000 TL’lik ücret uygulaması tepkiyle karşılandı. Bayram tatilini geçirmek için Eskişehir’den Antalya’ya geldiklerini dile getiren Meltem Taşkın, “Kaleiçi’nde bir otele yerleşerek daha önceden bildiğimiz Mermerli Plajı’nda denize girmek istedik. Girişte bizden kişi başı 1000’er lira para aldılar. Plaja yiyecek bir şeyler götürmemize de izin vermediler. Bu konuda çalışanları uyardım ancak uyarılarımız dikkate alınmadı. Mermerli Plajı’nda 2 saat kadar kaldık, toplam 7 bin TL para ödedik. Yediğimiz bir patates kızartmasıydı” dedi.

'Bir daha Antalya'ya gelmem'

Mermerli Plajı’nda yaşadıklarından sonra Kaleiçi’nde kaldıkları otelden de ayrılarak Alanya’ya gittiklerini dile getiren Taşkın, “Bir daha Antalya’ya gelir miyim? Asla. Yakınlarıma da tavsiye etmem. Bu yapılan uygulama doğru değil. Bunun adı tam bir değnekçiliktir” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Kaleiçi esnafı da tepkili: İhalesiz kiralama haksız rekabet

Öte yandan Antalya Valiliği’nin Mermerli Plajı’nı sessiz sedasız özel bir işletmeye kiralamasına Kaleiçi’ndeki turizmcilerden de tepki geldi. Uygulamanın haksız rekabete yol açtığını savunan turizmciler, kiralamanın ihale yoluyla yapılması gerektiğini dile getiriyor. Koruma Bölge Kurulu’nun Mermerli Plajı’nda uygulanan projeye onay vermediğini de hatırlatan turizmciler, Kaleiçi’ndeki işletmelerin yangın yönetmeliği yüzünden kapanma aşamasına geldiğini anımsatarak Kurul kararlarının eşit biçimde uygulanmasını talep etti.

Giriş için ayrı, yeme içme için ayrı şirket fiş kesiyor

Mermerli Plajı’nda giriş için ayrı, içecek ve yiyecek hizmetleri için ayrı bir şirket tarafından fiş kesildiği görülüyor. 

Yusuf Yavuz /soL



‘Ahtapotu’ yavruyken yakalamıştı: 10 milyar liralık vurgun - Bahadır Özgür / halkTV -

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tarif ettiği gibi bir ‘ahtapot’ var mı karşımızda gerçekten? Hani kolları sermayeye, bürokrasiye, medyaya, siyasete, hatta yabancı istihbarat örgütlerine uzanan dehşetengiz canavar…

Savcıların soruşturmasından önümüze düşenlere bakıyoruz, henüz silüeti bile belli değil. Peki onun yerine neyi görüyoruz biz? Aniden peydah olan itirafçıların iddialarını… Üstelik anlattıkları ile olanlar arasındaki çelişkiler epey kafa karıştırıcı.

Bu bir yolsuzluk soruşturması mı yoksa siyasi bir kırım mı, gittikçe belirsizleşiyor.
Buna karşın CHP Genel Başkanı Özgür Özel de bir ‘ahtapot’ gösterdi bize. Her bir kolunda, ortaya çıktığı günlerde büyük tartışma yaratmış yolsuzluklar asılıydı. Hiçbiri soruşturulmadı. Doğru düzgün açıklama dahi yapılmadı.

Oysa ‘ahtapot’ henüz yavruyken, daha yeni yeni beslenmeye başlamışken, genç bir müfettiş tarafından yakalanmıştı. Yargı birazcık işini yapsaydı, belki de bugünkü kadar tehlikeli hale gelmeyecekti. Yine de yakasını bırakmadı. Müfettişlikten ayrıldı, siyasete girdi, milletvekili seçildi. Canavarı bu sefer Meclis’te anlattı.

İşte o eski müfettiş bugün bir itirafçının, “rüşvet parasını çanta ile taşıdığını gördüm” sözleri sebebiyle Silivri Cezaevi’nde.

Peki kimdi bu müfettiş?

Gelin 20 yıl önceye dönelim şimdi. Kamuoyunda ‘çete’ diye anılan şirketlerden birisini de yaratan, AKP’nin ilk büyük zenginleşme tezgahını hatırlayalım. Savcı bey de gerçek bir yolsuzluk soruşturması nasıl yürütülür, öğrenir belki de…

AKP’NİN KURDUĞU İLK TEZGAH

AKP’nin bir zamanlar öve öve bitirilemeyen ‘sosyal politikası’, kömür dağıtımıydı. Oy avcılığına da dönüşen politikanın ardına devasa bir rant ağı gizlenmişti. Bu ilk vurgun, sonrası için büyük deneyim sağlayacaktı.

Her şey Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) yönetiminin bazı madenleri kalitesiz kömür ürettiği gerekçesiyle 2002’de kapatılmasıyla başladı. Olayın özeti şuydu:
Çorum’daki Dodurga Kömür Madeni, kiralama ihalesine çıkarıldı. Şirketler ton başına TKİ’ye pay vermek üzere ihaleye girdi. Madeni şirket Çelikler İnşaat Taahhüt’tü. 2002’den önce Anadolu’da küçük inşaat işleri yapan Çelikler, kömür ihalesinden sonra jet hızıyla büyüdü. Bugün yol, tünel ve tren hatları ihalelerinin en büyüklerinden. Seyitömer, Orhaneli, Tunçbilek ve Afşin Elbistan A santrallerini özelleştirmeden aldı. ‘Yandaş’ denildiğinde akla ilk gelenlerden.

İhale sorası gelişmeler ‘şeytanın bile aklına gelmez’ dedikleri türdendi.
Devletin, ‘kalitesiz’ diye kapatılan madenleri kiralayan şirketlerden kömürü hangi bahaneyle alacağı önemli bir sorundu. Üstelik kömürün dağıtılması Hava Kirliliği Yönetmeliği'ne de aykırıydı.

Ne yaptılar biliyor musunuz?
Yeni analiz raporları düzenlediler. Önceden kalitesiz denilen madenden Çelikler'in çıkardığı kömürler, ‘birinci sınıf’ olarak tescillendi. Sıra fahiş fiyata devlete satmaya geldi. Ona da çözüm buldular. Devlet kendi sattığı kömürün fiyatını birkaç yıl içinde iki katına çıkardı. Aynı anda AKP’li belediyeler eliyle yoksul ailelere 500 kilo ücretsiz kömür dağıtımına başlandı. Kamuoyunun gözü boyanırken, perde arkasından büyük bir suça imza atılıyordu. TKİ ihaleye çıkmadan firmalardan fahiş fiyatlarla kömür alıyordu. Üstelik özel firmaları iştiraki gibi göstererek yapıyordu.
Tatlı rant başlarını döndürmüştü. Öyle ki şirketler kömürü topraktan ayırmak, yıkamak ve kurutmak için para bile uğraşmıyor, öylece torbalayıp devlete satıyorlardı. 25 kilo denilen çuvallar tartıldığında 12 kilo geliyor, içlerinden taş-toprak hatta dinamit parçaları çıkıyordu. Tezgahın sürmesi için aile başına 500 kilo kömür yetersiz kaldı. Hemen bir karar alındı ve isteyen herkese 1.5-2 ton kömür dağıtılmaya başlandı.

whatsapp-image-2025-06-06-at-06-16-223.jpeg

MÜFETTİŞ ERDOĞDU TEZGAHI BOZUYOR

Nihayet Hazine Müsteşarlığı Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı’nda başkontrolör olan Aykut Erdoğdu, TKİ merkezli kamu zararının nedenlerini araştırmaya girişti. Ve hazırladığı raporla yıllar süren, milyarlarca lirayı bulan devasa bir rant ağını ortaya çıkardı. Yani ahtapotu ilk yakalayan kişiydi.
Erdoğdu tüm yolsuzlukları belgeledi. 3 Temmuz 2009 günü raporunu Hazine Müsteşarlığı’na sundu ve aynı gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusu yaptı. Hesabına göre 2008, 2009, 2010 ve 2011 yıllarını kapsayan kömür vurgununun boyutu 10 milyar lirayı buluyordu.

whatsapp-image-2025-06-06-at-06-16-223434.jpeg

Devletin müfettişinin yakaladığı yolsuzluk karşısında yargı ve ilgili kurumlar ne yaptı dersiniz?

Hazine Müsteşarlığı ve Enerji Bakanlığı raporları sümenaltı etti. Çelikler’e de ödemelere devam ettiler. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise skandal bir kararla Enerji Bakanı Hilmi Güler’in milletvekili dokunulmazlığını gerekçe gösterip takipsizlik kararı verdi. AKP iktidarı işin tamamen kapanması için 2011’de bir yasal değişiklikle yoksul ailelere kömür dağıtılması işini İhale Kanunu kapsamı dışına çıkardı. Bir de kanunu yazarken “işleticisi kim olursa olsun” ifadesini ekleyip, devleti soyan Çelikler’i korumaya aldı.

whatsapp-image-2025-06-06-at-06-16-224.jpeg

Müfettişlik kariyerinden sonra CHP’den vekil olan Erdoğdu, AKP’nin yarattığı ahtapotu anlatırken, ilk besin kaynağının bu kömür yolsuzluğu olduğunu hatırlattı hep. Meclis’te de defalarca gündeme getirdi.

Erdoğdu şimdi tutuklu. 10 milyar liralık vurgunu ortaya çıkarmış bir eski müfettişe layık görülen suçlama şu: ‘Rüşvet parasını çanta ile taşımak.”

Ahtapot yıllar sonra intikamını böyle alıyor işte…

Bahadır Özgür / halkTV

İktidarın işine gelecek tuzaklara düşmemeli -Hatırlatmalar /BİRGÜN

AKP , yirmi yılı aşkın süredir adım adım inşa ettiği siyasal İslamcı rejimi bugünkü otoriter yapısına kavuşurken, sadece kendi iktidarını tahkim etmekle kalmadı; aynı zamanda muhalefeti zayıflatmaya, dizayn etmeye dönük bir stratejiyi sistematik biçimde uyguladı.

Özellikle 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi kritik eşiklerde, muhalefet içindeki çatlakları derinleştiren bu müdahaleler, AKP’nin iktidarını sürdürmesinde belirleyici oldu. Bugün aynı oyun, herkesin gözleri önünde bir kez daha sahneleniyor. Muhalefet cephesinde, bir kez daha parçalanmanın destekçisi haline gelen ya da onu engelleme sorumluluğundan uzak duran küçük hesapçı eğilimler yeniden ortaya çıkıyor. Bugün yaşananlar, geçmişin dersleriyle birlikte değerlendirilmeli; bu anlamda da yazı bir kez daha bir sorumluluk çağrısı olarak görülmelidir.

AKP ve MHP halkın çoğunluğunun desteğini yitirmiş bir azınlık iktidarı olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor. Siyasi ve toplumsal meşruiyetleri hızla eriyor. Ekonomik ve sosyal çöküntü artık bir yönetememe krizine dönüşmüş durumda. Amerikan-İsrail merkezli yeni Ortadoğu politikalarına eklemlenen dış siyaset çizgisi, iktidar tabanı içinde yeni fay hatları yaratıyor. Tek başına Filistin davasının sessizce terk edilmesi bile İslamcı seçmenle iktidar arasında onarılamaz bir mesafe oluşturuyor. Saray rejimi, içine düştüğü çoklu krizden çıkış için yeniden muhalefet üzerinden oyun sahneliyor. Bu plan, muhalefet cephesini içeriden bölmeyi ve etkisizleştirmeyi hedefliyor. CHP’ye yönelik sistematik hukuksuzluklar ve ahlaki sınır tanımayan operasyonlar bu stratejinin temel unsurlarından biri. Belediye başkanlarının ve bürokratların polis koridorlarında servis edilen görüntüleri, açık bir gözdağı ve itibarsızlaştırma hamlesidir. Bu baskılarla CHP’yi savunmaya zorlamak, aynı zamanda kongre süreci üzerinden yaratılmak istenen "kayyum" gündemiyle partiyi iç karışıklığa sürüklemeye çalışıldığı açık. Bu stratejinin bir diğer ayağı, Suriye merkezli gelişmeler üzerinden başlatılan yeni “çözüm süreci” tartışmalarıyla Kürt hareketini muhalefet cephesinden koparmaya yöneliktir. Bu adımlar, birbirini tamamlayan ve aynı planın iki yüzünü oluşturan hamlelerdir. DEM’in 2023 Cumhurbaşkanlığı ve 2024 yerel seçimlerinde izlediği muhalefetle yan yana durma çizgisi, iktidarın müdahaleleriyle adım adım farklı bir yöne çekilmeye çalışılıyor. DEM yöneticilerinin hukuksuzluklara karşı gösterdiği kimi sembolik tepkiler bir yana, iktidarın rejimi tahkim etmeye dönük anayasa açılımına verdiği örtülü destek ve son olarak Meclis Başkanlığı seçiminde –AKP ve MHP ile birlikte– Numan Kurtulmuş’a verilen oy bu dönüşüm alametleri olarak birikiyor. Bu gelişmeler, muhalefet cephesinde bir bölünmeyi tetikliyor ve tam da AKP-MHP blokunun arzuladığı türden bir siyasal gerilimi adım adım tırmandırıyor.

Muhalefet cephesi bu anlamda bir yandan şiddet dozu artarak devan eden operasyonlar içinde yıpratılmaya, öte yandan da içerden parçalanmaya çalışılıyor. CHP’nin kurultayı üzerinden kurgulanan iç operasyona zemin hazırlayacak eğilimlerin bizatihi partinin ve muhalefetin içinden gelişiyor olması iktidarın işini kolaylaştırıyor. Bugüne kadar tüm yaşadıklarımıza bakınca bunların basitçe bir iç hizipleşmelerin, dar çıkar gruplarının kötücül marifetlerinden ibaret olarak görmek ciddi bir saflık olur… Türkiye’nin, Cumhuriyet’in birikimlerinin adım adım tasfiye edilerek siyasal İslamcı faşizme dönüşümünün, sadece iktidar gücünün değil devlet içindeki ordudan bürokrasi ve partilerine kadar sözde Kemalist yapıların teslimiyet ve ihanetlerinin de bir sonucu olduğu akılda tutulmalı… Evet, bugün bir kez daha halkın çok farklı kesimleri, her tür adaletsizliğe ve baskıya karşı birleşerek mücadele ediyor. Sokaklarda, meydanlarda verilen bu haysiyet ve onur mücadelesi ülkenin geleceğine sahip çıkma kavgasıdır… Bu mücadele birleşik ve dayanışma içinde sürdürüldüğü oranda Saray rejiminin kaçınılmaz yenilgisinden kaçamayacağı da ortada… Şimdi Trump’dan destek alarak, yeni anayasa çağrıları ile bir kez daha muhalefeti parçalamaya çalışarak, kimilerine küçük iktidarlar vaat ederek kurulan bu kirli tuzakları da aşılır. Yeter ki siyaset elitlerinin dar çıkar alanlarının açtığı çukurlara düşmeden meydanlarda kurulan birliğe ve dayanışmaya sahip çıkmaya, bu mücadeleyi hayatın her alanında çoğaltmaya devam edelim…

***

1989’DAN 1994’E İLK KIRILMA

’89 yerel seçimlerinde SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) yüzde 30’a yaklaşan oy oranıyla birinci parti oldu. DSP (Demokratik Sol Parti) ise aldığı yüzde 10’un üzerindeki oyla, sol-demokratik potansiyelin bir başka ifadesiydi.

12 Eylül cuntasının, 1983’te hangi partilerin kurulacağından kimlerin seçimlerde aday olacağına kadar belirlediği ilk seçimlerde ANAP iktidara gelmişti. 1985’te gerçekleşen seçimleri de kazanan Özal’ın ANAP’ı, 12 Eylül’e karşı toplumda biriken tepkilerini bünyesinde toplamayı başararak güç kazanmıştı. ANAP ve Özal bir anlamda sivil ve demokratik bir siyaset olarak cuntadan çıkışı temsil ediyordu. Ancak iktidara geldikten sonra ANAP aslında 12 Eylül cuntasının ve onun arkasındaki emperyalist güç merkezlerinin bir uzantısı olduğunu hızla gösterecek bir dönüşüm sürecinin adımlarını attı. 12 Eylül toplum üzerinde bir baskı gücü işlemeye devam ederken ANAP “sivilleşme ve demokratikleşme” adına özelleştirmelerle başlayarak, emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmaya yönelik neoliberal sömürü politikalarını dayattı.

Buna karşı toplumda, üniversitelerden işçilere kadar çok yaygın ve geniş tepkiler ortaya çıktı. 1989’da Zonguldak Maden İşçilerinin başlattığı “Bahar Eylemleri” bu dönemde yükselen toplumsal muhalefetin simgesi oldu. SHP’nin 1989 yerel seçimlerinde birinci parti olarak çıkarak İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Bursa, Antalya başta olmak üzere pek çok kentte yerel yönetimlerde iktidara geldi. Bu yükselişin arkasında toplumda 12 Eylül cuntasına karşı birikmiş ilerici ve devrimci tepkilerle, onun uzantısı olarak işlev gören ANAP’ın emekçilere yönelik sömürü politikalarına karşı yükselen itiraz vardı. Sosyalist, devrimci hareketlerin 12 Eylül yasakları altında ezilmeye devam ettiği bu koşullarda, kuşkusuz onların da oy ve desteklerini alan SHP, DSP ile birlikte düşünüldüğünde, yüzde 40’ları aşan ilerici, demokratik, sol birikimin bir ifadesi oldu. Bu her şeyden önce 12 Eylül sonrasında solun birleşik bir güç oluşturduğu koşullarda, ülkenin kaderini belirleyecek bir noktaya geldiğinin ilk işaretlerinden birisiydi.

1994 SEÇİMLERİ: 3 BAŞLI MUHALEFET

1989’dan sonra gerçekleşen ’91 genel seçimlerinde SHP yüzde 20 civarında oy alarak, yüzde 27 oy alarak birinci parti olan DYP (Doğru Yol Partisi) tarafından kurulan iktidarın kaolisyon ortağı oldu.

Bu dönem neoliberal kapitalist sömürü politikaları doğrultusundaki dönüşüme karşı tepkilerin geliştiği bir dönemdi. Bununla beraber yeni bir göç dalgasıyla büyük kentlerin çeperlerinin yeni bir yoksul kitleyle dolmaya başlamasıyla bu çelişkiler kendisini toplumsal alanda da gösteriyordu. Devrimci hareketin 12 Eylül sonrasında yeni bir toparlanma sürecinin henüz başlarında olduğu bu dönemde siyasal İslamcılık da kendisini göstermeye başlıyordu. Özellikle de yoksul çeperlerde kendini hissettiren siyasal İslamın bir ucu da 12 Eylül’le birlikte devlet politikası olarak şekillenen cemaat ve tarikatların güçlendirilmesi, aynı zamanda bu kesimlerin ekonomik hayata eklenmesi şeklindeki gelişmelere kadar uzanıyordu.

Bu dönemde sol içindeki yaşanan gelişmelerden birisi de 12 Eylül’de kapatılan CHP’nin 1992’de yeniden açılması oldu. 1994 yerel seçimlerine gelindiğinde sol ve ilerici güçleri temsil etme iddiasında üç parti, CHP, SHP ve DSP olarak seçimlere katılıyordu. Bu parçalanmanın önüne geçilememesi bir yana neredeyse tüm güçler bir tarafından çekiştirerek yerel seçimlerde Refah Partisi’nin önünü açmak için yarışa girdiler. Bu parçalanmanın sonucunda İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyük şehir Refah Partisi’ne kaybedildi. İstanbul’da bu üç partinin (SHP, CHP ve DSP) oyları yüzde 35’in üzerinde olmasına karşın, Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Benzer biri durumu Ankara’da da görmek mümkün. SHP, CHP ve DSP Ankara’da da yüzde 35 üzerinde oy alırken, (SHP adayı M. Karayalçın’dan sadece yüzde 1 fazla oy alan) Melih Gökçek yüzde 27 oyla belediye başkanlığı koltuğuna oturdu. 1994 yerel seçimleri ‘89’da başlayan kırılmanın tersine çevrildiği bir dönüm noktası oldu. RP ’95 seçimlerinde birinci parti oldu. Siyasal İslam iktidarının taşları ’93’te Mamak Katliamlarından geçilerek kurulurken, muhalefet güçleri ise buna karşı birleşik bir mücadele sorumluluğunu gösteremediği oranda, bunun önünü açtı.

***

2001 KRİZİ VE BAHÇELİ’NİN ŞAPKASI

AKP’nin iktidara gelmesinde önemli kırılma noktalarından birisi de 2001 krizi sonrasında dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin erken seçim kararı alarak, DSP-ANAP-MHP Koalisyonunun sonunu ilan etmesi oldu.

Türkiye’nin derin bir ekonomik krizle sarsıldığı 2001, AKP’siz Türkiye’nin son yılı aynı zamanda AKP Türkiye’sine geçişin yılı olarak tarihi bir noktada duruyor.

Ecevit’in Başbakan olarak görev yaptığı MHP (Devlet Bahçeli), ANAP (Mesut Yılmaz) kaolisyon iktidarı ekonomik krizle birlikte ciddi bir sarsıntı geçirdi. Bu kriz sonrasında Bülent Ecevit’le, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasındaki sert bir tartışma siyasal bir krize doğru sürüklendi. IMF’in ekonomiye el koyarak Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’i ekonominin başına atadığı bu döneme dünyada da 11 Eylül saldırısının yankılandığı kaos eşlik ediyordu. ABD’nin Afganistan işgaliyle başlayan müdahalesinin yeni hedefi olarak Irak açıklanmıştı. ABD, Türkiye’de asker bulundurma ve Türk askerlerinin de harekâta katılması yönündeki görüşlerini Ecevit’e bildirse de bu konuda bir mutabakat oluşmuyordu. B. Ecevit, Irak müdahalesinin merkez üssünün Türkiye olmasının yaratacağı sakıncaları dile getiriyordu.

Bu dönem aynı zamanda siyasal İslamcılar için de RP ile başlayan iktidar serüveninin, 28 Şubat’lardan geçerek kırıldığı hareketlilik yükseldi. Gül, Erdoğan ve Arınç’ın önderliğindeki “yenilikçiler” adıyla ortaya çıkan oluşum, Erbakan’ın Milli Görüş çizgisinden ayrılarak, kendilerine AKP’ye uzanacak yeni bir yol açtılar. Bu girişimin doğrudan Amerika ve CIA girişimleriyle yürütüldüğü de şimdi herkesin malumu.

Bu kriz içinde MHP’nin Genel Başkanı ve dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, kendisinin ve parçası olduğu koalisyonun ipini çekecek bir erken seçim çağrısı yaptı. Bu dönemde seçimlere gidilirken Ecevit (halen üzerindeki şüphe gölgesi tam kalkmamış bir süreçtir) uzun süre hastanede yattı. Bu dönemde DSP içinden Ecevit’in ikinci adamı olarak bilinen Hüsamettin Özkan, İsmail Cem gibi etkili isimler koptu. Bunlar sonrasında YTP adında bir parti kurarak seçimlere katıldı. Öte yandan da halka çıkarılan ekonomik faturanın sorumlusu olarak görülen IMF patentli K. Derviş ise “kurtarıcı” olarak CHP’ye katıldı.

Bu koşullarda girilen seçimlerde yeni kurulan AKP yüzde 35 oyla birinci parti oldu. Parlamentoya girebilen ikinci parti ise yüzde 20 civarında oy alan CHP olurken, DSP ve YTP ise yüzde 1’leri aşamayarak tarih oldu. Erken seçim çağrısı yapan Bahçeli’nin MHP’sinin 8,3; DYP’nin 9,8 oyla baraj dışı kaldığı ortamda, AKP yüzde 35 oyla Meclisteki koltukların yüzde 60’ına sahip olacak bir güç elde etti. İşte karanlık böyle başladı…

***

2010’DAN 2015’E: DARBEYLE HESAPLAŞMA ADINA KANLI DARBE GİRİŞİMİNE AÇILAN YOL

AKP’nin iktidara gelmesinin ardından ilk dönem büyük oranda devlet içindeki bir çatışma dönemi olarak yaşandı. Bu dönemin sonu, Amerika’nın doğrudan destekleri doğrultusunda Ergenekon operasyonlarıyla ordunun düzenlenmesi ile son buldu. Bu devlet içindeki çatışmaların siyasal İslamcılar lehine sonlandırılmasının ardından, yeni bir rejimin inşasına yönelik adımlar hızlandırıldı. Bunun en önemli sıçrama noktası ise 12 Eylül 2010’da gerçekleşen anayasa referandumu oldu.

Bu referandum 12 Eylül ve onun darbeci generalleriyle hesaplaşma üzerinden sunularak muhalefetten destek alınmaya çalışıldı. Demokratikleşme ve sivilleşme yanılması altında dönemin iktidar ortakları AKP ve F. Gülen cemaatinin yargıyı ele geçirmesinin yolu bu referandumda atıldı.

Solun içinden devşirilerek, doğrudan iktidar politikalarına eklemlenmiş –ve hatta onun bu siyasal İslamcı dönüşüme itiraz eden devrimci harekete yönelik saldırısı için görevlendirilmiş– kesimlerinin destekleri bir yana Kürt hareketinin boykot tutumu sonucun AKP lehine oluşmasında en önemli etkenlerden birisi oldu. Kürt hareketi o dönemde AKP ile sürdürdüğü müzakere sürecinin de bir parçası olarak dolaylı bir destek siyaseti izledi.

Bunlar sonuçta bu desteklerini askerî vesayetin gerileceği ve demokratikleşmenin önünün açılacağı gerekçesiyle verdiler. Bunun sonucu ise yargıyı ve devleti ele geçiren iki siyasal İslamcı gücün iktidar kavgasının sonucunda ülkenin bir kanlı darbe girişimine sürüklenmesi oldu.

***

2017’DEN MAYIS 23’E: MÜHÜRSÜZ OYLARDAN BAKANLIK YARIŞLARINA KAYBEDİLEN ÜLKE

Türkiye’nin dönüşümünde bütün etaplarda muhalefet hareketlerinin eksik ve hatalarıyla; ayrı duruşlarının ve çıkar kavgalarının önemli bir yeri olmuştur. 2013 Haziran isyanının hemen ardından, bunun birleşik bir mücadele olarak örgütlenme çağrısını bir yana bırakarak, 2014 yerel seçimlerinde muhalefet içi yarışın bir popülist sembolü haline getirilmesinden de bunu görebiliriz.

Daha önemlisi ise 7 Haziran 2015’ten başlayarak ülkenin adım adım bir iç savaş içinde tek adam rejimine sürüklenmesi karşısında gösterilen tepkilerdi. 7 Haziran’da HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesinin de sonucu olarak AKP tek başına iktidar olma gücünü kaybetmişti. Bu dönem içinde CHP uzunca bir dönem AKP ile koalisyon görüşmeleri içinde zaman kaybederken; sonradan kendi birinci derecede sorumlu yöneticilerinin de ifade ettiği üzere HDP ise, AKP’nin mutlaka içinde olacağı farklı kaolisyon seçenekleri üzerine görüşmeler gerçekleştirmişi. Deniz Baykal’ın ise Saray’ına kapanmış Erdoğan’ı ziyaret edip, sonrasında da Meclis Başkanlığı adaylığını açıklamasına da bu dönemin muhalefet adına yaşanan acayipliklerinden birisi olarak hafızalarda…

Bu dönem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin seçimlerin yenilenme çağrısı ile kapanırken, aynı zamanda Kürt hareketi ile özerklik ilanları etrafındaki savaşla yeni bir dönemin de kapısı aralanıyordu. Türkiye, bu savaş ortamı içinde Suruç ve 10 Ekim katliamlarından geçilerek gerçekleşen 1 Kasım seçimlerinde AKP ve MHP’nin merkezinde olacağı yeni bir döneme uyandı. Ardından 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin anaforu içinde ilan edilen OHAL altında ülkenin bir anayasa referanduma sürüklenmesi ile tek adam rejimine geçildi.

Bu dönemde iktidar bir dönem stratejisini HDP’yi şeytanlaştırma üzerinden kurarken, muhalefet içindeki parçalanmayı da bunun üzerinden gerçekleşti. HDP Genel Başkanı S. Demirtaş ve pek çok milletvekilinin dokunulmazlıklarının CHP’nin de oylarıyla kaldırılmasına varan süreçler iktidarın bu baskısının bir sonucu olarak gerçekleşti. Bu koşullar içinde Başkanlık Referandumunda YSK’nın mühürsüz oylarının saydırılması karşısında muhalefetin teslimiyetiyle tek adam rejiminden çıkış ihtimalleri de bir bir harcandı. MHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP tarafından aday gösterilmesi de sonrasında “Gel Bakalım Muarem” edalarıyla gerçekleşen adaylıklar da bir tür “adam kazandı” oyununun ötesine geçmedi.

Mayıs 2023 seçimleri ise muhalefet içinde en geniş cephenin kurulduğu bir süreç olmakla birlikte; parçalanmaların da önünü geçilemedi. Bu dönemde toplumun en geniş kesimlerini temsil edecek bir adaylık etrafında tek adam rejimine son verme hedefi geri plana atıldı. 6’lı Masa içindeki farklı hesaplar, şimdi fiilî CB yardımcılığına atanmış olan M. Akşener’in adaylık üzerinden farklı çıkışları ile süreç akamete uğratıldı. Kişisel hırslar körüklenerek, iktidar paylaşımları eksenindeki çelişkilerle gidilen –kaybedilmesi ancak muhalefetin büyük yanlışlarının sonuca olabilecek bir ortamdaki– seçimler kaybedildi.

Bütün bunlar aslında bugün olup bitenleri bir kez daha bu deneyimlerle birlikte bir daha düşünmeye bir davet olarak okunmalı.

BİRGÜN

Portekiz'de "Demokrasi Ödülü" verilen İmamoğlu: Bu ödül özgürlük talep eden gençlere, kadınlara ve sessiz milyonlara ait -T24-

Portekiz'in Braga kentinde yapılan Eurocities (Avrupa Kentler Birliği) 2025 Genel Kurulu’na katılan Muğla Belediye Başkanı Ahmet Aras, İBB'ye yönelik operasyonda tutuklanan ve görevinden alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na verilen özel demokrasi ödülünü aldı. İmamoğlu'nun, "Bu ödül özgürlük talep eden gençlere, eşitlik için yürüyen kadınlara ve demokrasiye olan inançlarını kaybetmeyen sessiz milyonlara ait" dediğini aktaran Aras, "Bugün bir kez daha gördük ki, dayanışma sınır tanımaz. İstanbul’dan Braga’ya, Braga’dan tüm Dünya’ya demokrasi ve özgürlük çağrımızı yükselttik" dedi.

Aras, X hesabından şunları yazdı:

"Bugün, Avrupa’nın dört bir yanından gelen belediye başkanlarıyla birlikte Portekiz’in Braga kentinde gerçekleştirilen Eurocities (Avrupa Kentler Birliği) 2025 Genel Kurul toplantısına katıldım. Bu önemli zirvede, demokrasiye olan bağlılığı ve halk iradesini kararlılıkla savunduğu için haksız yere tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız ve Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’na verilen özel demokrasi ödülünü; Ekrem Başkanımız adına teslim aldım. Bu vesileyle de Genel Kurula katılan Belediye Başkanlarını, Ekrem Başkanımızı ziyaret etmeleri için İstanbul’a davet ettim. Törende Ekrem Başkanımızın mesajını da katılımcılarla paylaştım. Ekrem Başkanımız mesajında 'bu ödülün özgürlük talep eden gençlere, eşitlik için yürüyen kadınlara ve demokrasiye olan inançlarını kaybetmeyen sessiz milyonlara ait olduğunu' vurguladı. Bugün bir kez daha gördük ki, dayanışma sınır tanımaz. İstanbul’dan Braga’ya, Braga’dan tüm Dünya’ya demokrasi ve özgürlük çağrımızı yükselttik."

T-24

500 milyon lirayı tahsil için 1.5 milyarlık villa vermiş -SÖZCÜ

İktidara yakın medya, itirafçı olarak serbest kalan iş insanı Nuhoğlu’nun ifadelerini haberleştirdi İSKİ’den alacağının 3 katından fazla ‘rüşvet verdiğini’ öne sürdü. İBB iddiayı madde madde çürüttü.

İBB’ye yönelik operasyonda tutuklanan iş insanı Ali Nuhoğlu itirafçı oldu, İSKİ’den 500 milyon alacağı için Ekrem İmamoğlu’na Sarıyer’den 1.5 milyarlık 2 villa verdiğini iddia etti. Yandaş medya, Nuhoğlu’nun bu iddiasını haber yaptı. İBB tarafından yapılan açıklamada iddialar yalanlandı:

YALAN: İSKİ’den 500 milyon TL’lik alacak için İmamoğlu’nun şirketine 1.5 milyar TL değerinde villa rüşvet olarak verildi.

GERÇEK: Ali Nuhoğlu, 500 milyon TL alacak için 1.5 milyar TL değerinde rüşvet verdiğini iddia ediyor. Bu, bırakın ticari aklı, temel ekonomik mantığa dahi aykırıdır. İSKİ’nin ödeme kayıtlarında, iddia edilen şahıs ya da şirketlere tek bir kuruş aktarım yer almamaktadır.

YALAN: İSKİ’nin hesaplarından 215 milyon TL kayıt dışı para transferi yaptı.

GERÇEK: Adı geçen şirkete İmamoğlu döneminde iş verilmedi. Ödemeler AKP dönemindeki işlerle ilgili hak edişlerdir.  İddialardaki ‘Emirgan’daki 3 villa’, taşınmaz kayıtları ile örtüşmüyor.

YALAN: Villalar, kamu kaynağı ile alınıp İmamoğlu İnşaat’a geçirildi.

GERÇEK: Açık belgelere göre, Güllüce Tarımcılık A.Ş’nin 100 hissesi İmamoğlu İnşaat A.Ş. tarafından 48 milyon TL’ye satın alındı. Ödeme taksitle ve protokolle yapıldı ve noterde kayıtlı. Rüşvet  taksitle, noterle, vadeyle olmaz.

YALAN: İmamoğlu, villaları mal beyanında gizledi.

GERÇEK: İmamoğlu’nun bireysel mal varlığı ile İmamoğlu İnşaat A.Ş mülkiyetindeki taşınmazlar ayrı kurumsal varlıklardır.

SÖZCÜ

Saray’ın bayram mesajı: Rejime razı olacaksınız -Öncü Durmuş / BİRGÜN-

İktidarın bayram mesajlarında rejimi kalıcılaştırma planları gün yüzüne çıkarken muhalefete ise sokaktan çekilme ve iktidarın sınırları içinde siyaset yapma dayatması öne çıktı. Önümüzdeki süreçte tüm kesimler rejime razı olma ile direnişi her alana yayma ikilemiyle karşı karşıya.

Saray rejimi, ülkeyi yeni bir uçuruma doğru sürüklemekte kararlı.

Bir yanda dalga dalga genişletilen operasyonlar, soruşturmalar, kurultay davası sürerken; diğer yanda toplumsal muhalefetin tamamına yönelik hukuksuz gözaltı ve tutuklamalar, baskı politikaları da tam gaz devam ediyor.

Bu politikaların arasında ise rejim, gideceği yolun taşlarını döşemeye girişti. Halkın desteğiyle ayakta kalamayacaklarının farkında olan iktidarın gelecek senaryoları, türlü tuzaklar ve siyaseten kurdukları manevralarla oluşuyor. Devletin bütün gücü de bu senaryolara ilişkin kullanılmak isteniyor.

Dün, rejimin iki ortağından verilen bayram mesajları bu senaryolara ilişkin ipuçları oluşturdu.

CHP’Yİ HEDEF ALDI

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bayram mesajında CHP’yi merkeze aldı. “Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan her hadise, partimizin ve ittifakımızın dayanışmasının önemini bizlere hatırlatıyor” diyen Erdoğan, şöyle konuştu:

“Sadece son iki haftada ana muhalefet cephesinde şahit olduğumuz tartışmalara bakmak bile sorumluluklarımızın ne kadar ağır, görevimizin ne kadar mühim olduğunu anlamak için ziyadesiyle yeterlidir. Daha bir yıl öncesine kadar seçimlerde bol keseden vaat dağıtanlar, bugün en basit belediye hizmetlerini dahi yerine getiremiyor. Muhalefetin saplandığı popülizm bataklığının şehirlerimizi nasıl bir uçurumun eşiğine getirdiğini hep beraber ibretle takip ediyoruz. Bırakın Türkiye’yi yönetmeyi, ellerindeki üç beş belediyeyi dahi skandalsız, sorunsuz, kavgasız, şaibesiz yönetme becerisi olmayan bir avuç yolsuz siyasetçinin vasalı hâline gelmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Türkiye’nin ana muhalefet partisinin bu vizyonsuzluktan kurtulması, beceriksizliğe mahkûm ettikleri milyonlarca vatandaşımız gibi bizim de en samimi arzumuzdur.”

KURUCU ANAYASA VURGUSU

MHP Lideri Devlet Bahçeli ise muhalefeti hedef almanın ötesinde eli yükseltti. Bayram sonrasında gelişecek sürece dair mesajlar veren Bahçeli, “Önümüzdeki dönemde, yani bayram sonrasında hazırlanacak olan anayasal çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önemli bir görev üstlenmesi suretiyle Türkiye’yi geleceğe hazırlayacak bir çalışmanın başlamasını da arzuluyoruz. Bunu millet olarak da temenni ediyoruz. Yani darbeler anayasası yok edilmeli, millî iradeye dayalı, siyasi partilerin hepsinin düşüncesi alınarak bir kurucu anayasa anlayışı içerisinde yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu kabullenilmelidir.” dedi.

Bahçeli’nin anayasa vurgusuna ise yapılması planlanan değişiklikler eşlik etti. Bahçeli şöyle konuştu:

“Siyasi Partiler Kanunu, üçüncü olarak seçim sistemi gözden geçirilmelidir. Dördüncü olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin daha verimli çalışabilmesi için iç tüzüğü güncellenmeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varlığını herkese hissettirecek bir anlayışa sokulmalıdır. Meclis tartışmalarını da artık Meclis’e yakışır bir üslup içerisinde, karşılıklı anlayış, sevgi ve kardeşlik bağında devam ettirmelerini sağlayacak bir yapıya ulaştırmalarında yarar vardır. Artık bütün siyasi partiler Türkiye için vardır, Türkiye Partisi olmak mecburiyetindedir.”

Erdoğan ve Bahçeli, açıklamalarında “terörsüz Türkiye” vurgularını da tekrarlarken; Bahçeli, “kurucu önder” dediği PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısını “Türkiye’nin teröre son vermesinin bir başlangıcıdır” diyerek tanımladı.

MUHALEFETE SINIR

Erdoğan’ın da hedef aldığı şekilde rejime karşı muhalefet sürdükçe; yolsuzluk, suç örgütü, şaibe suçlamalarının artarak devam edeceği kesin. Toplumda yükselen rejim karşıtlığına karşı iktidarın birincil tehlike olarak kodladığı CHP, bu algılarla duraklatılmaya çalışılacak. Aynı zamanda partinin içerisine yönelik tartışmalar da iktidar eliyle alevlendirilmeye devam edilecek. Ancak tüm bu politikalara rağmen Erdoğan’ın da mutlulukla karşılayacağı üzere, muhalefete kapıyı Bahçeli araladı. “Saraçhane’den çıkıp Ankara’ya gelin” diyerek CHP’ye seslenen Bahçeli, muhalefete nasıl izin vereceklerini ilan etti. CHP’ye biçilen bu rol, yüzünü sola ve sokağa dönen partinin politikalarıyla doğrudan ilişkili. Çünkü uçurumun kenarında dolaşan bu rejimin istemediği en büyük şey, muhalefetin sokaklara erişmesi.

Öyle ki Bahçeli’nin de, Erdoğan’ın da CHP’ye sık sık yaptığı iç cephe ve birlikte olma çağrısından kastettiği de bu. Rejimin muhalefete mesajı da: “İstanbul’u unutun. Ya sokakları terk edin ya da yargının, polisin, devletin elindeki sopaya razı olun.”

SİSTEMİN KALICILAŞMASI

Ne kadar bastırılırsa bastırılsın, muhalefete dair izlenen politikaların yeterli olmayacağı da Saray’dakilerin hesap kitap defterinde kayıtlı. Halka rağmen siyaset yapamayacaklarını iyi biliyorlar. Ancak bu saatten sonra halkın rızasını alamayacaklarını da bizzat 19 Mart’ta sokağa dökülen öğrencilerden, emeklilerden, kadınlardan, çiftçilerden bir kez daha deneyimlediler.  Öyleyse bir süredir ortada duran anayasa tartışması da bu hesapların bir ayağı olduğu çok açık. Bahçeli’nin daha fazla detaylandırdığı şeyin kendisi ayakta kalmanın bir planı.

Ancak Siyasi Partiler Kanunu ve seçim sisteminin değişmesi gerektiğini belirten Bahçeli’nin kastettiği basit bir 50+1 tartışması değil. Üstelik Bahçeli’nin zaten buna karşı olduğu daha önceden biliniyor. 50+1’i tartıştırmanın rejimi tartıştırmak olacağını bilen Bahçeli’nin bahsettiği sistem ve kanun değişikliğinin tek gayesi, bu rejimi kalıcılaştırmanın hukuki ve resmî kılıfının uydurulması.

Bilinçli olarak kullanılan “kurucu anayasa” ifadesi, artık sallanan bir rejimin tamamen kurumsallaşmasını sağlamanın ilk adımları. Biçimsel olarak bunun nasıl sağlanacağı henüz bilinmese bile, Bahçeli ve Erdoğan önümüzdeki ilk seçimlerde kendilerinin kazanmasının garanti olacağı bir sisteme bütün ülkeyi razı etmeye çabalayacaklar.

İTTİFAKI GENİŞLETMEK

Öte yandan bu planın işlemesi için AKP ve MHP ortaklığı da artık yeterli değil. Rejimin kendi yanında yöresinde yer alan ittifakını genişletmesi planlarının işlemesi için elzem. Ortadoğu’nun yeni dizaynının yansıması olarak şekillenen “barış süreci” de rejim açısından otoriterleşmenin kalıcılaşması için bir pazarlık başlığı. Bahçeli’nin “kurucu önder” hitabıyla Öcalan’ı işaret ettiği siyaset, Kürt hareketine kancayı takmaya çabalayan rejimin istediklerini yansıtıyor. Saray’dan çizilen yeni dönem hikâyesi ile Bahçeli’nin “bütün partiler Türkiye için vardır” sözleri de rejim ittifakının genişletilmesi olarak ortada duruyor. Kürt hareketi açısından denklemler her ne kadar farklı olsa da rejim, o denklemler içerisinde kendisinin işine geleni açmaya çalışacak.

TAMAM MI, DEVAM MI?

Saldırılar, hukuksuzluklar, yargının bağımsızlığının ortadan kaldırılması bir yana; rejimin bekası için oluşturulacak yeni anayasa, seçim sistemi, Siyasi Partiler Kanunu bir yana…

Saldırılara karşı başta CHP olmak üzere iyi bir sınav verildi. Ancak Bahçeli’nin de Erdoğan’ın da bayram sonrası diyerek işaret ettiği üzere artık sadece bu yanıtlar muhalefete yetmeyecek. Hatta tüm bu gelişmeleri alt alta sıralarsak, muhalefet güçlerinin açık bir şekilde cevap vermesi gereken bir soru çıkıyor ortaya: Tam anlamıyla kurumsallaşacak bir otoriter rejime razı gelecek miyiz, yoksa gelmeyecek miyiz?

Bu soruya “hayır” diyen tüm muhalefet güçlerinin bundan sonra hayatın her alanında rejime karşı kora kor bir mücadeleyi yükseltmekten başka şansı kalmadı.

Önümüzdeki günlerde iktidarın birçok alandaki saldırılarına karşı mücadeleyi derinleştirmek, bir araya geliş zeminlerini çoğaltmak, rejime karşı yeni ve yaratıcı pratikleri örmek; bu soruya karşı verilen en güçlü yanıtlardan biri olacak.

Öncü Durmuş / BİRGÜN

Çekilmemiş fotoğraflar -Gökçer Tahincioğlu /T24-

Keşke bir çocuk gibi, hiç ölmeyeceğine olan inancım yaşayabilseydi… Bitlis’te büyüyen o küçük ve cesur çocuk olarak anımsayacağız seni…

1968 Türkiye Kupası Diyarbakırspor - İzmirspor maçında Nazmi Tahincioğlu, Diyarbakırspor’un galibiyet golünü atarken

Yoğun bakımda, konuşabildiğin son anlardan birinde Fenerbahçe-Beşiktaş maçını sorduğunda, ölmeyeceğinden, hep söylediğin gibi “yaşayacağından” o kadar emindim ki yalan söyleyemedim.

Her zamanki gibi, Fenerbahçe’nin hocasına sallayıp, gözünü kapattın sessizce. Keşke Fenerbahçe’nin kazandığını söyleseydim dedim içimden…

Ama hep kaybediyorduk yıllardır değil mi baba?

***

Ne uzun bir Mayıs’tı…

Yine uzun bir mayısta kopan o büyük kasırgadan sonra hayat bütün anlamını değiştirmiş sadece hayatta kalmaya çalıştığımız günlerden ibaret hale gelmişti.

Fırtınadan geriye kalanları toplayıp, derme çatma da olsa bir yuva kurmaya çalışmak güç. Ama bir damla yağmurda perişan olanlara ne büyük rüzgarlarla boğuştuğunu anlatmak daha da güç.

Ilık bir rüzgârın, serin bir ikindinin kıymetini ve güzelliğini…

***

İşte baba, belki de bu yüzden, aslında sadece bu yüzden, bir dönem dolup taşan, iki dakika rahat nefes almaya fırsat bulamadığın odanın duvarına ilk iş, “acırsan acınacak hale düşersin” yazılı çerçeveyi asmıştın da o zaman nedenini anlamamıştım.

Çok sonraları, yanındaki kalabalıktan artık eser kalmadığında, o odayı boşaltmak zorunda kalırken, kendini büyük harflerle uyarmanın anlamını kavramıştım.

Kendine yaptığın o uyarıyı hiç dinlemediğini de…

***

Ama hayat böyledir değil mi?

Günün sonunda yanında kalan üç beş kişi ve onların senin hakkında bildikleridir hayat dediğin.

O sayının senin için çok daha fazlası olduğunu senden sonra arayan soranlardan, ağlayan gülenlerden, gelenlerden gidenlerden görebilirdin aslında.

İnan, tam da olması gerektiği gibiydi Nazmi Hoca…

Ne eksik ne de fazla…

***

1940’larda Bitlis’te altı kardeşten biri olarak dünyaya gözlerini açıp, demircilikle ailesini geçindiren babayı henüz 10 yaşında kaybeden bir çocuğun, acının gölgesine sığınmadan, hayatı böylesine doya doya kucaklayarak büyüyebilmesini, bunu nasıl becerdiğini hiçbir zaman anlamadım. Yaşama bu kadar büyük sarılabilmeni.

Hayata buradan başlayıp, yoklukla ve yoksullukla baş edip, geriye sessizlik değil de birkaç cümle bırakabildiğin bir hayatı inşa etmek ancak böyle mümkün olabilirdi.

***

Sen anlattığında, bazen tekrar tekrar anlattığında içimde hep “çekilmemiş fotoğrafları” görme arzusu oluşurdu.

Doyamadığın demirci baban, çıraklık yaparken ateşi körüklemen ve gözüne babanın bin bir yerinden delik önlüğünün takılması, babandan sonra inatla okula devam ederken sarı-lacivert Güzelderespor’da oynamaya başlaman…

Karla kaplı Bitlis’te antrenmandan okula gidip gelirken hastalanman…

Ağzından düşürmediğin öğretmenin Vecihi Timuroğlu’nun seni sırtında doktora yetiştirmesi… Çok sevdiğin annenin altı küçük çocuğa birden yetişmesi…

Van Gölü’ndeki heyecanların…

Biraz da güzelliğini abartarak anlattığın gollerine bütün Bitlis’in sevinmesi…

Hiç çekilmemiş fotoğraflar…

***

Daha çocuk yaşta Diyarbakırspor’a transfer olurken, “üniversiteyi okuyacağım” şartı koşman, Diyarbakır’da “efsane golcü” unvanını kısa sürede kazanman…

Ankara’daki üniversite günlerinden maçlara yetişip, futbolculuğun yanına bir de öğretmenliği eklemen…

İstanbul’a transfer olacakken yoğun bakımda yatmana neden olan sakatlığın…

Futbolculuk günleri bittiğinde hem teknik direktörlüğü hem lise müdürlüğünü hem de  öğretmenliği birlikte yürütmen…

Duymanı isterdim.

“Ne biliyorsam ondan öğrendim” dedi bir öğrencin.

“Hayatımda onun kadar golcü bir santrafor görmedim” dedi bir başkası.

***

Derken, bir anda hepsini, birden tüm bunları geride bırakıp, aldığın iş teklifini kabul edip Bursa’ya gelmen, ardından Ankara’ya taşıman bizi… Ardından öğrenciliğinden bu yana sevdiğin bozkırı bir çocuk heyecanıyla yaşaman…

Ama böyle sıralı ve dümdüz anlattığında eksik kalıyor değil mi?

Çekilmemiş fotoğraflardan bahsetmek yine en iyisi…

Nazmi Tahincioğlu

***

Misal, Kızılay’dan Cebeci’ye yürümenin sadece yürüyenlerin anlayabileceği bir derinlik olduğunu yazdığım bir günün sabahında beni arayıp 60’lardaki Cebeci’yi anlatmıştın.

Az sohbet edip, o anlarda çok anlatan babalar birdenbire sizi şaşırtabilir…

Senin de bir zamanlar genç olduğunu, kendine sakladığın şiirler yazdığını, belki bir kızdan hoşlandığını, iki mısra mırıldanıp telefonu kapattığında anlamıştım.

“Göstermezsen gösterme kendini…

Hiç mi geçmeyeceksin Cebeci Köprüsü’nden…”

Daha geçenlerde, o fırtınanın tam ortasındayken, kendine yazdığın mektupları bulduğumda şimdi kavuştuğun kızından sonraki acını kimseyle paylaşamadığını, belki hakkın olmadığını düşündüğünü anladığım gibi…

Birileri durmadan “kader mahkumlarından” söz ediyor değil mi?

Binbir emekle var edilen hayatların nasıl çalınmış olduğunu zerre dert etmeden…

***

Şimdi çekilmemiş hangi fotoğrafı anlatsam?

Ankara’dan Bursa’ya elinde Altın Kitaplar serisiyle gelişlerini misal…

Hep aynı duvarın üzerine oturup, gelişini beklerken ve nadiren de olsa tam o an geldiğinde bir çocuğun yüzünde oluşan istemsiz gülüşü…

İki çocuk gördüğünde beş dakikada kurduğun sokak maçlarını…

Karne günleri Altıparmak’ta içilen çorbaları, Uludağ’ın Arnavut kaldırımı yollarını…

Asla birbirimizin fikrinden mutlu olamadığımız Fenerbahçe maçlarını…

Bagajında taşıdığın futbol toplarını…

Konuşamadığımız sessiz zamanları…

Daha ilkokulda “mutlaka okuyacaksınız” diye aldığın Rus yazarlarının kitaplarını…

Sonradan anlatınca komik gelen kavgalarını…

Felsefe öğretmeni olduğunun altını kalınca çizerek, herkese ama herkese sınav yapar gibi sorduğun soruları…

Her gün aynı saatlerde arayıp da siyasi yorum yapıp yanıtı dinlemeden kapatmanı…

Anneme, bıktırana kadar aileni övdüğün geceleri…

Kucağında Milliyet gazetesinin manşetleriyle okumayı söktürmeni…

Çetin Altan’la Hasan Pulur’u ne çok sevdiğini…

Olmadığın, olmanı istediğimiz yaz akşamlarını…

***

Öğrencilerin tutamadılar kendilerini, koca koca insanlar hıçkıra hıçkıra ağlayıp, uğurladılar seni çocuk gibi.

Hep 29,5 kalacaktın ve hep öyle kaldın, hep genç kaldığını çok iyi biliyorum, merak etme…

Ama çalınan, hepimizden çalınan hayatı da şimdi yattığın yerden dolayı iyi biliyorum.

Keşke böyle bitmeseydi baba.

Keşke kenarında saatlerce oturup, yenik bir kederle baktığın mezarda uğurlamak zorunda kalmasaydık seni.

Babalık yaptığın onca insan, yokluğunun yanında bir de bu karanlık hikâyeye üzülmek zorunda kalmasaydı.

Sıralı ölüme lafımız olmaz, olamaz değil mi, biliyoruz sıranın bozulduğu bir dünyanın ne anlama geldiğini…

Ama keşke…

Keşke Fenerbahçe bu yıl şampiyon olabilseydi…

Keşke bir çocuk gibi, hiç ölmeyeceğine olan inancım yaşayabilseydi…

Keşke, ılık bir Bursa lodosu, o büyük bahçedeki fotoğraftan, gençliğini ve bizleri alıp bugüne getirebilseydi.

Anımsamak istediği gibi anımsar insan, yapabildiğin kadar geçti bazı günler.

Kuytuya sığınıp büyük hataları, kızgın zamanları gerekçelendirmek bize göre değil.

Bitlis’te büyüyen o küçük ve cesur çocuk olarak anımsayacağız seni…

Ama keşke…

Keşke böyle bitmeseydi…

Ölümü tanımasaydık erkenden…

Sen bir futbolcuydun ve hep öyle kaldın…

Biz de o güzel gollerinden birini attığın zamanlardaki gençlik sevincin gibi kalabilseydik…

Yenildiğimizde bile gülebilmek şansına sahip olabilseydik.

Ölümü tanımadan ölebilseydik baba…

*

İçin rahat olsun… Geriye kalması gereken içinde “değer” taşıyan cümleler bırakmaksa eğer, çok daha fazlasını başardığını anlamayan kalmadı.

Zaten daha fazlası da inan yapılamazdı.

Yine de eksik ve böyle buruk…

Yetim mendillerde kaldı şimdi kederli bayram harçlıkları…

Elveda Nazmi Hoca…

Gökçer Tahincioğlu /T24

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -16 Ağustos 2025-

  İstanbul’da yeni yeşil alanlar: Millet Bahçeleri sosyal dönüşüm yaratıyor -Özge Naz Pala- Millet Bahçeleri, İstanbul’un, Avrupa ortalaması...