Bugün milyonluk efsanelerden olan Mini Cooper’ın tasarımcısının İzmirli olduğunu biliyor musunuz? -Berna Abik/T24-

 

Yolda süzülen bir Mini Cooper görürseniz, kırmızı ışıklarda camınızı indirip sürücüsüne “Vay hemşerim benim!” diyerek otomobilinin kısa tarihini anlatabilirsiniz.

Alec Issigonis Mini Cooper tasarımcısıyla birlikte


M.Ö 3500 yıllarında tekerleği bulan ilk insan, bugün milyonlarca liraya satılan otomobillere ilham olduğunu öğrense herhâlde patent başvurusunu kaçırdığı için saçını başını yolardı.

Tekerleğin çömlek tornasından yol taşlarına uzanan devrimsel serüvenine karşın, ilk hangi koşullarda doğduğu arkeologların zihnini hâlâ kurcalayan bir gizem olsa da mucidinin sessiz isyanı binlerce yıl boyunca yankılanıp dünyayı teker teker dolaştı ve hatta Türkiye’nin Ege kıyılarına kadar ulaştı…

Gerçekten de insan; ısıtmalı deri koltuklu, park kameralı ve hatta sürücüsüz otomobiller için milyonlarca lirayı 24 aya bölüp ödemeye nasıl gelindiğine hayret ediyor.

Mini’nin tasarımcısının zeytinyağı müzesiyle yolu nasıl kesişti?

Türkiye’nin ‘ilk arabası’ dendiğinde yapılan ilk otomobil 1961’de ‘Devrim’ olarak doğdu; satın alınabilen ilk yerli otomobil  ‘Anadol’ da 1966’dan itibaren bayilerdeydi.

Yazının başlığındaki meseleye gelecek olursak…

Tarih başka türlü seyretseydi Devrim’den ve Anadol’dan daha önce Mini Cooper, 1959 yılında İngiltere’de değil Türkiye’de direksiyon sallayabilirdi. Gerçi Karl Marx’a ihtimal yanlış atfedilen sözde dendiği gibi "tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur" ama hayal kurmak da güzel.

Mini Cooper Türkiye’de üretilmediyse de tasarımcısı bir İzmirli. Ve bu ikonik tasarımın sahibine Urla’daki bir zeytinyağı müzesinde rastlayacağımı hiç düşünmezdim.

Davetli olarak katıldığım Urla Gastronomi Film Festivali’nin açılışı, Köstem Zeytinyağı Müzesi’nde yapıldı. Web sitesinde ‘Dünyanın en büyük zeytinyağı müzesi’ olduğu duyurulan müze gerçekten ilgi çekici. Kurucuları, amaçlarının bugüne kadar kullanılmış tüm zeytinyağı ezme sistemlerinin bire bir ölçekte müze içinde yer almasını sağlamak olduğunu söylüyor.

Müzede hızlı bir turla geçmişten bugüne zeytinyağı sıkım yöntemleri anlatılırken, yukarıda gördüğünüz buhar gücü ile çalışan zeytinyağı fabrikası önünde bir bilgi öylece önüme düşüverdi:

“Gördüğünüz kazan ve makineler Köstem Zeytinyağı Müzesi tarafından onarılmış ve dönemin zeytinyağı fabrikasını bire bir yansıtacak şekilde yeniden kurulmuştur. Sistemin merkezinde yer alan buhar kazanı, 1886’da üretilmiş orijinal bir kazandır. Bu kazanları Issigonis ailesi İzmir Alsancak’taki fabrikalarında üretiyordu. Ailenin oğlu Alec Issigonis de Mini Cooper’ın tasarımcısıdır.”

Müzelerde sergilenen eserin/ürünün bir hikâyesi olduğunda daha ilgi çekici olduğu bir gerçektir.

İtiraf edeyim: Ben de bu buhar kazanının hikâyesini dinlediğimde; Alec Issigonis’in olsa olsa o şirkette çalışan sıradan bir eleman olduğunu düşündüm. Mini’nin web sitesine girip baktığımda ise 66 yıldır ana stilinden ödün vermeyen bu tasarımı baştan sona bizim Alec’in yaptığını gördüm.

Kim bu İzmirli Issigonis ailesi?

Alec’in dedesi Demosthenis Issigonis birinci kuşak Rum Ortodoks kökenli bir mühendis. 1830’lu yıllarda Paros Adası’ndan Smyrna’ya yani İzmir’e taşındı.

Osmanlı’daki ilk demiryolu çalışması olan ve İngilizlerin Anadolu’da yapımını üslendiği İzmir-Aydın hattında çalıştı. Burada İngilizlerin takdirini toplayarak Britanya vatandaşlığı aldı.

1854 yılında da İzmir’de makine/tersane işletmesi kurarak bölgenin ilk büyük özel sanayi tesislerinden birini yönetti. Köstem Zeytinyağı Müzesi’ndeki buharlı kazanın ilk hikâyesi, Demosthenis Issigonis sayesinde böyle başlıyor işte.

Fabrikanın bir gazetedeki ilanı:
D. Issigonis Fabrikaları, 1854’te Kuruldu, Anadolu’nun En Eski ve En Büyük Sanayi Kuruluşları

Demorthenis’in oğlu Constantine ise, 1872’de babasının göç ettiği İzmir’de doğdu. Londra’da mühendislik okuduktan sonra İzmir’e dönüp aile tersanesini büyüttü. Bu sırada Bavyeralı Hulda Prokopp ile tanışıp evlendi. 

Ve takvimler 1906’yılının 18 Kasım’ını gösterdiğinde yıllar sonra ‘Sir’ ünvanını da alacak olan Alexander Arnold Constantine ‘Alec’ Issigonis doğdu.

Pasaport İngiliz, köken Rum, doğum yeri İzmir. Yani yağlı boyoz, sakızlı kurabiye ve yanında five o’clock tea.

Alec Issigonis

Aileye ait evin, fabrikanın da bulunduğu alan olan Darağaç (Umurbey Mahallesi) bölgesinde olduğu düşünülüyor. Hatta Darağaçlılar aileyi anmak ve tarihi yaşatmak için bir eve bilgilendirici ‘sanatsal tabela’ yapmışlar.

Ancak Alec 16 yaşına geldiğinde, Kurtuluş Savaşı’nın da etkisiyle ailesi göç etme kararı aldı. 1922 yılında ilk önce Malta’ya (burada baba Constantine hayatını kaybeder), sonra da 1923 yılında İngiltere’ye gittiler.

Matematik sınavlarında üç kez başarısız oldu, yüksek lisansa kabul edilmedi

İngiltere’de yeni bir hayata başlayan Alec Issigonis, 1925 - 1928 yılları arasında Londra’da Battersea Polytechnic’te mühendislik okudu. Mekanik çizimde kendini geliştirdi ancak matematik sınavlarında üç kez başarısız oldu. Nihayet diplomasını aldı, ancak bu sefer de yüksek lisansa kabul edilmedi.

İhtimal bir KPSS sınavı ile vaktini harcamak istememiş olacak ki 1928 yılında, Londra’da bir mühendislik firması olan Gillett tasarım ofisinde ilk işine başladı.

Beş yıl sonra da Coventry’de yer alan Humber Ltd’deki çizim ofisine katılmaya davet edildi.

Genç yaşlardan itibaren bir otomobil üreticisi olmayı hayal eden Alec Issigonis, bu süre içinde bir arkadaşıyla birlikte özel bir sprint yarış otomobili tasarımına başladı.  

Alec 30 yaşına geldiğinde, William Richard Morris’in sahip olduğu Morris Mühendislik Departmanı’nda çalışmaya başladı ve burada Morris Minor otomobil üretimi ile ilk başarısını kazandı.

Morris Minor

Morris ve Sir Herbert Austin’in şirketi Austin, 1952 yılında British Motor Corporation’ı (BMC) kurmak için birleşince Issigonis şirketten ayrılmaya karar verdi, ancak daha sonra ilk büyük buluşunu gerçekleştirdiği British Motor Corporation’a geri döndü.

Yoksulluktan çıkan yumurta yemeği ‘çılbır’ gibi petrol yoksunluğundan çıkan bir araba

Otomobillerin çalışması için en önemli ihtiyaçlardan birinin petrol olduğunu ‘Devrim’ arabası tecrübemizden de biliyoruz. İngiltere için de önemli bir petrol kaynağı olan Süveyş Kanalı’nın el değiştirmesinden sonra, adada ciddi bir petrol krizi yaşandı.

Her krizin bir kazananı olduğu gibi Alec Issigonis’in de kendini bir yıldıza dönüştüreceği fırsat ayağına gelmişti.

Hedef belliydi; minimum dış tasarım boyutlarında ancak geniş bir iç hacme sahip, dört yolcu koltuğu içeren, mükemmel sürüş özellikleri ve en önemlisi üstün bir yakıt tasarrufu sunan, son derece uygun fiyatlı bir otomobil üretmek.

Böylece ilk Mini Cooper 1959 yılında doğdu.

Alec Issigons'in Mini Cooper çizimi

Araba o kadar popüler olmuştu ki Alec Issigonis’e ‘Sir’ ünvanı, 1969 yılında Kraliçe II. Elizabeth’in Doğum Günü Onur Listesi’nde ‘Knight Bachelor’ yani şövalyelik rütbesi verilmesiyle tanındı.

‘Kompakt, yakıt-tasarruflu otomobillerle Britanya mühendisliğine yaptığı katkılar’ sayesinde Sir Alec Issigonis, soylular sınıfında girerek adını tarihe geçirdi.

Yolda süzülen bir Mini Cooper görürseniz, kırmızı ışıklarda camınızı indirip sürücüsüne “Vay hemşerim benim!” diyerek otomobilinin kısa tarihini anlatabilirsiniz.

Berna Abik/T24

GÜNDEM -13 Haziran 2025 -

Türkiye'nin konuştuğu isim 'ATM memuru' çıktı -Sözcü-


AKP'nin sandıkta alamadığı Gaziosmanpaşa Belediyesi'ni tartışmalı yargı kararıyla elde etmesinin ardından Başkanvekili sıfatıyla koltuğa oturan Eray Karadeniz, İBB iştiraki olan İSPARK'tan 2010-2020 yılları arasında 'otopark şefi' olarak maaş aldı. Ekrem İmamoğlu'nun belediye başkanı seçilmesinin ardından yapılan denetimlerde Karadeniz'in 10 yıl boyunca hiç işe gitmediği ortaya çıktı. İşten çıkarılan Karadeniz dava açtı ancak mahkeme 'bankamatik memuru' olduğunu tescilledi.
(https://www.sozcu.com.tr/turkiye-nin-konustugu-isim-atm-memuru-cikti-p183462)

                                                                      ***

Erdoğan'a bir yetki daha veriliyor! TBMM'de görüşmeler başladı -Sözcü-

TBMM Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanına TSK’da rütbe bekleme sürelerini değiştirme yetkisinin de yer aldığı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşmeleri başladı.(https://www.sozcu.com.tr/erdogan-a-bir-yetki-daha-veriliyor-tbmm-de-gorusmeler-basladi-p183414)

                                                          ***

İsrail, İran'ı vurdu / İran: Sert karşılık vereceğiz -Birgün-

İsrail ordusu, İran'ın nükleer programını vurmak için kombine bir saldırı başlattıklarını duyurdu. İsrail'in düzenlediği hava saldırılarında İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami ve üst düzey nükleer bilimcileri hedef alındı. ABD, İran'a yönelik saldırılara dahil olmadıklarını iddia ederken İran'dan "sert karşılık vereceğiz" mesajı geldi.(https://www.birgun.net/haber/israil-iran-i-vurdu-iran-sert-karsilik-verecegiz-630448)

                                                             ***

İran Genelkurmay Başkanı ve İran Devrim Muhafızları Komutanı İsrail saldırılarında öldürüldü -Birgün-

İsrail'in İran'a saldırısında İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami'nin öldürüldüğü kaydedildi. Konuya ilişkin henüz resmi bir açıklama yapılmadı.(https://www.birgun.net/haber/iran-genelkurmay-baskani-ve-iran-devrim-muhafizlari-komutani-israil-saldirilarinda-olduruldu-630447)

                                                                       ***
Cemil Tugay, 1030 işçinin işten çıkarılacağını açıkladı: "Sorumlusu sendikadır"-Birgün-

1030 civarında işçiyi işten çıkaracaklarını açıklayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, "Eğer Belediye İş Sendikası, belediye ve halkı düşünmeden kendi ekmeklerini kazandığı bu kurumu düşünmeden ısrarla anlayışsız noktada olursa bundan sonra işten çıkarılacak arkadaşlarımızın sorumlusu sendikadır" dedi.(https://www.birgun.net/haber/cemil-tugay-1030-iscinin-isten-cikarilacagini-acikladi-sorumlusu-sendikadir-630219)

                                                                    ***
Son tren kalktığından bu yana nöbetteler -Sibel Bahçetepe-
Rant politikalarına karşı Haydarpaşa’nın gar olarak kalması için yürütülen mücadele bu pazar günü 700’üncü haftasına girecek. 15 Haziran’da bir kez daha Haydarpaşa Garı önünde bir araya gelecek yaşam savunucuları hep bir ağızdan bir kez daha “Haydarpaşa gardır, gar kalacak” diyecek.(https://www.birgun.net/haber/son-tren-kalktigindan-bu-yana-nobetteler-630392)
                                                                      ***

GÜNDEM -12 Haziran 2025 -

Suriye'de cihatçı HTŞ yönetimi, halk plajlarında kadınların bikini ve mayo giymesini yasakladı -Birgün-

Suriye'de selefi cihatçı HTŞ yönetimi, halk plajlarında 'giyilebilecek kıyafetler' hakkında yönetmelik yayımladı. Buna göre kamuya açık plajlarda kadınlar sadece ellerinin, ayaklarının ve yüzlerinin açık olduğu kıyafetler giyebilecek, erkekler de yüzmedikleri sırada üstsüz gezemeyecek. Yasaklardan lüks oteller muaf tutuldu.(https://www.birgun.net/haber/suriye-de-cihatci-hts-yonetimi-halk-plajlarinda-kadinlarin-bikini-ve-mayo-giymesini-yasakladi-630200)

                                                         ***

Tarihe gömülen hastalıklar hortladı -Berkay Sağol/Birgün-

Türkiye’de uzun yıllar boyunca sürdürülen çocukluk çağı aşılamalarıyla neredeyse ortadan kalkan kızamık gibi salgın hastalıkların yeniden görünmesi endişeleri artırdı. Tabip odaları ‘‘Aşı takvimi güncellenmeli’’ dedi.(https://www.birgun.net/haber/tarihe-gomulen-hastaliklar-hortladi-630153)

                                                           ***

Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’nde Türkiye’de iç karartan tablo: 2 milyon çocuk işçi -Aytunç Ürkmez/Cumhuriyet-

İktidarın yoksullaştırdığı Türkiye’de, eğitim politikalarıyla teşvik edilen çocuk işçiliği korkutucu boyutlara ulaştı. Verilere göre 3 milyona yakın öğrenci örgün eğitimin dışında. DİSK’in araştırması 2 milyona yakın çocuk işçi olduğunu ortaya koydu. ILO ise dünyada 138 milyon çocuk işçi bulunduğunu açıkladı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/dunya-cocuk-isciligiyle-mucadele-gunu-nde-turkiye-de-ic-karartan-tablo-2-milyon-cocuk-isci-2408526)

                                                     ***

AKP’li yıllarda en az 1921 çocuk işçi cinayeti: Çocuklar parkta değil, fabrikada!-Bilge Su Yıldırım/Birgün-

Bugün 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü, ülkedeki çocuk işçilik gerçekliği ise hiç olmadığı kadar yakıcı boyutlarda. İlk 5 ayda en az 29 çocuk, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Avukat Ateşci, “Çocuğu işgücü olarak değil, hak öznesi olarak görmeliyiz” dedi.(https://www.birgun.net/haber/akpli-yillarda-en-az-1921-cocuk-isci-cinayeti-cocuklar-parkta-degil-fabrikada-630162)

                                                            ***

Ferdi Zeyrek Manisa tarihinin en büyük imar vurgununu engellemişti! -Bahadır Özgür / halkTV-

Manisa, yaşamını yitiren CHP’li Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’e ağlıyor. 2024 yerel seçiminde iş başına geldiğinden beri, kısa sürede yaptıkları kentin çehresini değiştirdi. Manisa’da çoğu kimse onu, “Kenti çetelerin pençesinden kurtaran başkan” olarak anıyor.

Peki Zeyrek kimlerin tezgahını bozdu?

Koltuğa oturur oturmaz 16 yolsuzluk dosyasını belgeleri ile hazırlayıp savcılığa veren, bununla da yetinmeyip içerikleri hakkında kamuoyunu da bilgilendiren Zeyrek’in esas engellediği çark, “Manisa tarihinin en büyük imar rantı” denilen bir girişimi engellemesiydi. Mimarlar Odası yönetimindeyken de belediye meclislerinde imar komisyonunda görevliyken de peşine düştüğü imar vurgununun önünü başkan oluna kesmişti.

Neydi o büyük vurgun?

KIZI VE KENDİNE ÖZEL İMAR PLANLARI

Manisa’yı 2009’dan beri MHP’li Başkan Cengiz Ergün yönetiyordu. 2020’lerden sonra kentte üst üste imar planları hazırlanmaya başlandı.

Önce 2021 yılında, Manisa’nın Yunusemre ilçesine bağlı Karakoca Mahallesi’nde bir alan büyükşehir belediyesinin meclis kararıyla ‘eko turizme’ çevrildi. CHP adına Zeyrek ve Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi ile Mimarlar Odası İzmir Şubesi planlara itiraz ettiler ve konuyu mahkemeye taşıdılar. Çünkü hem verimli tarım arazileri imara açılıyordu hem de ‘eko turizme’ çevrilen alanın sahibinin, MHP’li başkan Ergün’ün kızına ait olduğu ortaya çıktı.

Bu davalar devam ederken MHP’li belediye boş durmadı ve 2022’e bu sefer de 3 farklı bölgeyi kapsayan imar planı hazırladı. Mimar ve şehir plancılarının yanında Zeyrek planlara yine itiraz etti. İdare mahkemesinde davalar açıldı. 2023 yılında verdiği bir röportajda Zeyrek, imar planları ile Manisa tarihinin en büyük imar vurgununun nasıl yapılmaya çalışıldığını şöyle anlatıyordu:

‘MANİSA TARİHİNİN EN BÜYÜĞÜ’

“Manisa Merkez'de bir imar uygulaması yapılıyor. Yeni imar planları hazırlandı. Ben de bu süreçte Mimarlar Odası Başkanlığı görevini yürütüyordum. Biz defalarca, yeni yapılan imar planının mimarlar odası olarak paydaşı olmak istediğimizi söyledik. Şehir Plancıları, muhtarlar, akil insanlar hep birlikte paftaları görelim dedik. Ekmek, su istemeyiz, şehrimize katkımız olsun dedik ancak bize bu paftalar gösterilmedi. Ta ki; her şey bitti ve askıya çıkınca gördük… Belediye Başkanı Ergün'ün Uncubozköy dediğimiz mahallede kendi arsaları var. Olabilir. Ana caddeye cephesi olan ve 2 bin 500 metrekareyi geçen parsellerde emsal 2,5 ve 15 kat verilir diye bir düzenleme yapıldı. O caddeye baktığımızda bu şarta uyan sadece Ergün'ün arsası var. Yolu kapatmışlar, aradaki yeşil alanı da arkaya almışlar. Yolu yandaki parselle birleştirmişler ve 5 katlı olan yerlerini 15 kata çıkartmışlar. Bunu tespit ettikten sonra mimarlar odasında oturduk ve bulduklarımı paylaştım. Onlar da evet burada bir yolsuzluk var dediler. Çok iyi niyetle 350 milyonluk bir yolsuzluktan bahsediyorum. Manisa tarihinin bugüne kadar en büyüğü. Bir rapor hazırlayarak il başkanlığıma sundum. Bunu vatandaşa anlatmamız gerektiğini söyledim. Özgür Özel'i davet ettik ve ona anlattık. Bunu halka anlatmalıyız dedi.”

***

Zeyrek’in son yıllarda peşini hiç bırakmadığı, mimarlar odasındayken de siyasetçiyken de engellemeye çalıştığı milyonlarca liralık rant buydu. Nihayet seçimde belediye başkanı olduğunda bu büyük vurgunu önleyebilmişti.

Manisa neden mi arkasından feryatlarla ağlıyor?

İşte bütün bunları ısrarla takip ettiği, olan biten her şeyi açık şekilde halkla paylaştığı ve önlemek için elinden geleni yaptığı için. Yıllardır neredeyse hiçbir yerde engellenemeyen büyük bir imar rantı tezgahını, Manisa’da bozmayı başarmıştı Zeyrek…

Bahadır Özgür / halkTV

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -12 Haziran 2025-

 

Bahçeli’nin “kurucu anayasası” kuş mu, deve mi?-Mehmet Y. Yılmaz-

MHP Genel Başkanı, bayram mesajında “kurucu anayasadan” söz ediyor. Bahçeli’nin dilinin altında bir başka bakla var gibi geldi bana.

devlet bahçeli

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bayramda yayınladığı mesajında “milli iradeye dayalı, siyasi partilerin hepsinin düşüncesi alınarak bir kurucu anayasa anlayışı içerisinde yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu kabullenilmelidir” dedi.

Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’dan “PKK’nın kurucu önderi” olarak söz etmesinden daha önemli bir söz bu.

“Kurucu anayasa” dediğiniz zaman, Anayasa’da bazı değişikliklerden değil çok daha kapsamlı bambaşka bir şeyden söz ediyorsunuz demektir.

Sil baştan yepyeni bir anayasa yazmak anlamına gelir.

Türkiye’de böyle üç “kurucu Anayasa” yapıldı. 1924, 1961 ve 1980.

Birincisini Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi yaptı. Diğerlerini darbelerin ardından kurulan “kurucu meclisler” gerçekleştirdi.

“Kurucu anayasa” yapılırken, anayasayı yapacak iktidara sahip olan “kurucu meclis” herhangi bir kural ile bağlı değildir.

Eski anayasa kaldırılmıştır ve yeni anayasa, herhangi bir kural ile bağlı olmayan sınırsız bir yetkiye sahip irade tarafından yapılır.

Bahçeli’nin sözünü ettiği “kurucu anayasa anlayışı” acaba bu mudur, diye merak ettim.

Sözlerinden anlayabildiğim kadarıyla Bahçeli, yeni anayasayı işbaşındaki meclisin yapmasını istiyor.

Yani bir “kurucu meclis” seçmemiz gerekmeyecek.

MHP Genel Başkanı’nın geçtiğimiz yılın ekim ayında söylediği şu sözleri de hatırlatayım:

“Anayasanın ilk 4 maddesi her türlü tartışmanın ve arayışın dışındadır. Çünkü ilk 4 madde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temeli, kurucu niteliği, varlıkları ve birlik simgesidir.”

Anayasa’nın ilk 4 maddesinin tartışılmayacağını da varsayacak olursak, aslında bir “kurucu anayasa” da yapılmayacak.

“Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” bir hukuki sınır çizildiyse, artık orada “sınırsız güce sahip kurucu iradeden” de söz edemeyiz.

O zaman Bahçeli “kurucu anayasa anlayışı” derken ne anlatmaya çalışıyor; izaha muhtaç.

Konuşmalarını kendisi mi yazıyor, başka yazarlar da kullanıyor mu bilmiyorum ama bu kelimeleri “süs olsun, şık dursun” diye mi bayram mesajının içine yerleştirdi?

Yoksa “ufaktan bir tartışmayı başlatalım, bakalım millet bundan ne anlayacak” diye mi düşündüler?

Bana sanki böyle düşünülüyor gibi geldi.

O zaman ben de anladığımı yazmaya gayret edeyim:

“Kurucu bir anayasa anlayışından” söz edince benim aklıma, bugüne kadar T.C. anayasalarının hiçbirinin tam olarak gerçekleştirmeyi başaramadığı bir konunun yeni anayasa çalışmalarının merkezinde olması gerektiği geliyor.

Bu, sağlam güvencelere bağlanmış “güçler ayrılığı rejimini” tesis etmek olmalı.

Parlamenter sistemimizin doğru dürüst çalışmamasının da bugünkü alaturka başkanlık sisteminin bir garip sistem olmasının da nedeni güçler ayrılığı rejiminin sağlanamamış olmasıdır.

Eski parlamenter sistemimizde de bugünkü sistemde de yürütme organı, yasama organının amiri konumunda.

Yargı ise göbeğinden yürütmeye bağlı, o nezle olursa, yargı zatürre oluyor, o derece.

Yasama, yürütme ve yargının birbirini denetleyip, dengeleyebildiği bir düzeni kuracak bir anayasa, yeni bir Türkiye için gerçekten “kurucu Anayasa” sayılabilir.

Hedef bu ise seçim kanunlarının, Siyasi Partiler Kanunu’nun ve Hakimler Savcılar Kanunu’ndan da anayasayla birlikte ele alınıp, güçler ayrılığını sağlayacak şekilde kökten değiştirilmesi gerekir.

Tabii bugün kendisini AKP’nin memuru olarak adliyeye tayin edilmiş zanneden tiplerin de yeni anayasayla birlikte temizlenmeleri şartıyla!

Özerk üniversiteyi, siyaset müdahalesine izin vermeyen bağımsız denetleyici ve düzenleyici kurumların yeniden oluşturulmasını, özerk kamu yayıncılığını da bu paketin içine koymalısınız.

Böyle anlatılınca kulağa hoş geliyor tabii.

Ama bu işi yapması gereken aktörlere bakınca bunun bir hayalden ibaret olduğunu da söyleyebilirim.

Bunları yapabilecek bir zihin açıklığına ve demokrasi vizyonuna sahip olsalardı zaten bugün yaşadığımız sorunların çoğunu yaşamıyor olurduk.

Onun için Bahçeli’nin dilinin altında bir başka bakla olması ihtimalini küçümsemeyelim derim.

Çok ıslanmadan o baklayı ağzından çıkarsa da boş yere havanda su dövmesek iyi olmaz mı?

                                                            /././

Yaşı ilerleyen yönetici sorunu -Mehmet Y. Yılmaz-

İçişleri Bakanlığı’nın yeni düzenlemesine göre, daha güvenli bir sürüş ortamı yaratmak amacıyla 65 yaş üstündeki vatandaşlar her iki yılda bir, 80 yaşını geçenler ise her yıl doktor kontrolünden geçecekler. Öğrenmiş oluyoruz ki Türkiye’de otomobil kullanmak, devlet yönetmekten çok daha ciddiye alınması gereken bir şeymiş.

Yaşı ilerleyen yönetici sorunuİçişleri Bakanlığı’nın “yeni eylem planında” ileri yaşlardaki sürücüler ile ilgili düzenlemeler yapılması da varmış. 
Buna göre 65 yaş üstündeki vatandaşlar her iki yılda bir doktor kontrolünden geçecekler. 80 yaşını geçenlerde ise süre bir yıla indiriliyor. Bu düzenleme ile görme, işitme ve refleks gibi yaşla birlikte zayıflayan sürüş yetenekleri takip edilerek, daha güvenli bir sürüş ortamı  yaratılacakmış. Söz konusu yaş sınırlamalarının eski dönemlerin yaş algısına göre yapıldığı belli. 65 yaşın artık “ileri orta yaş” olduğunu söyleyen hekimler filan bu işe ne der, bilemiyorum tabii. Ancak kabul etmek gerekir ki yaş ilerlemesi görme, işitme ve reflekslerde sorunlara neden olabiliyor ve İçişleri Bakanlığı’nın bu konuyu ciddiye alması da tebrike şayan. Ve bu vesileyle de öğrenmiş oluyoruz ki Türkiye’de otomobil kullanmak, devlet yönetmekten çok daha ciddiye alınması gereken bir şeymiş. Çünkü Türkiye’yi halen yöneten ve yönetmeye talip olan “ileri yaşlıların” böyle bir kontrolden geçmeleri gerekmiyor.

Oysa bazı melekelerde ilerleyen yaşla birlikte ortaya çıkan gerileme, otomobil kullanmak kadar devlet yönetmeyi de etkiliyor olmalı.

Geçenlerde ABD’de önemli bir tartışma konusu olmuştu: Ortaya çıktı ki eski Başkan Biden’ın akli ve zihni melekelerindeki gerileme, bilinçli olarak kamuoyundan ve seçmenden saklanmak istenmiş.

Bu durumun anlaşılması kaçınılmaz olana kadar Biden, Trump’ın karşısında Demokratların adayı idi.

Ancak bu gerileme toplumdan saklanamaz hale gelince Biden adaylıktan çekildi ve yerini yardımcısı Kamala Harris’e bıraktı.

O sırada da kampanya hayli ilerlemişti. Trump’ın seçimi kazanmasında bunun ne kadar rolü olduğunu bilemiyorum ama Biden’ın rahatsızlığı saklanmamış olsaydı, belki de Demokratlar çok daha güçlü bir aday bulabilirlerdi.

ABD bizi ilgilendirmiyor tabii, biz kendimize bakalım.

Cumhurbaşkanı şu anda 71 yaşında.

Allah ömür verirse önümüzdeki seçimde tekrar aday olup bir beş yıl daha görev yapmak istiyor ki seçimin normalinden beş altı ay erken yapılacağını varsayarsak 74 yaşında olacak.

Seçilirse 79 yaşına kadar da bu görevde kalacak.

Ve kendisinin sağlık durumuyla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.

65 yaşından sonra yavaşlayan refleksler vs. 79 yaşına gelmiş bir kişiyi daha çok etkiliyor olmalı ki bunu da 80 yaşından sonra ehliyet için hekim muayenesinin her yıl tekrarlanacak olmasından anlıyoruz.

MHP Genel Başkanı şu anda 77 yaşında ve çok sevdiği klasik otomobilleri kullanabilmek için iki yılda bir hekim kontrolünden geçmek zorunda kalacak. Ama partisini ve Türkiye’yi yönetmesi için buna gerek olmayacak.


Elbette her ileri yaşlının mental sorunlar yaşayacağını iddia edemeyiz.

Geçenlerde Rahmi Koç’u gördüm, 95 yaşında, nazar değmesin zımba gibiydi!

Cumhurbaşkanı’nın da şu ana kadar bir sorun yaşamadığını biliyoruz.

Ayrıca kişisel sağlık verilerinin alenileştirilmesi de kişilik haklarına aykırı, bu da bir başka gerçek.

Dünyanın başka demokrasilerinde bu işler nasıl yürüyor, bilemiyorum.

Bizdeki gibi koltuğa yapışmak, ölene kadar ben yöneteceğim diye tutturmak demokrasilerde pek rastlanan bir şey değil.

Bu tür durumlar otoriter rejimlerde yaşanıyor. Onun için demokrasi içinde bu sorun nasıl çözülüyor, bilmiyoruz.

Ancak vatandaşların kimi seçeceklerine karar verirken bu en temel bilgiden yoksun olmalarının bir eksiklik olduğu da çok açık.

Demokrasi dışındaki rejimlerde ise bu hiç dert edilmiyor, çünkü sistem zaten o bir kişinin ölene kadar iktidarını koruması ve kendisinden sonra da bir varisinin (genellikle büyük oğul oluyor) görevi devralması olarak kendini gösteriyor.

Cumhurbaşkanı’nın bir seferinde hipoglisemi nedeniyle aracında bayıldığı ve beceriksiz şoförü ve korumaları yüzünden dokuz dakika süreyle zırhlı aracında mahsur kaldığını hatırlıyorum.

Bir de 2011 yılında bağırsaklarından laparoskopik bir operasyon geçirdiği açıklanmıştı.

Arada bir toplantılarda uyuyakaldığı ile ilgili videolar filan görüyorum ama doğrusunu isterseniz o sıkıcı toplantılarda ben de uyurdum.

Yani şimdilik yönetmeye engel bir durumu yok görünüyor.

Sorun da zaten bugünden kaynaklanmıyor.

Soru şu: Yaş ilerledikçe kaybolacak bazı melekeleri, “Türkiye’yi uçurmasına” engel olacak mı, olmayacak mı?

Ve böyle bir durum ortaya çıktığında Biden’a yapıldığı gibi bu durum gözlerden kaçırılamaz hale gelene kadar örtbas edilecek mi, edilmeyecek mi?

Bu tür sorunların, halkın iradesini sakatlamasına izin vermemesinin yolları bulunabilecek mi, yöneticilerin kendi insaf ve vicdanlarına mı kalacak?

                                                               /././

Yüzde 220 artırılması planlanan hız cezalarının düşürülmesi gündemde -Ceren Bayar-

Trafik cezalarını yeniden düzenleyen kanun teklifindeki hız cezalarının düşürülmesi planlanıyor.

Önümüzdeki günlerde Meclis gündemine alınması planlanan trafik cezalarına ilişkin olarak kanun teklifindeki hız cezalarının düşürülmesi planlanıyor. AKP Meclis Grup Yönetimi, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine teklifteki bazı ceza miktarlarını indirmeyi gündemine aldı.

Kamuoyundaki tepkileri dikkate aldıklarını ifade eden bir AKP yöneticisi, bayram tatili boyunca kendilerinin de uygulamaları deneyimlediklerini ve teklifteki ceza oranlarının güncellenebileceğini söyledi.

Genel Kurul’da yeniden değerlendirilebilir

Teklif komisyonda kabul edildiği için, ceza oranlarının genel kurul aşamasında güncellenebileceğini kaydeden AKP yöneticisi, yaptırım gücünü azaltmayacak ama vatandaşı da zor durumda bırakmayacak oranlar belirlenmesi gerektiğini kaydetti.

İndirim sadece hız sınırı cezalarında

AKP temsilcileri düzenlemenin sadece hız sınırı cezaları için geçerli olabileceğini, alkollü, ehliyetsiz araç kullanma için öngörülen cezalarda bir değişiklik planlanmadığını söyledi.

Ölçülülük ilkesine aykırı, AYM iptal eder

Hız sınırını aşmaya verilen cezalardaki artış oranının ‘astronomik’ olduğunu ifade eden muhalefet partilerinin temsilcileri ise teklifin ölçülülük ve belirlilik ilkelerine aykırı olduğunu bu haliyle Meclis’ten geçmesi halinde Anayasa Mahkemesi’nin iptal edeceğini söyledi.

Teklif hız cezalarında yüzde 220’ye varan artış öngörüyor

Adalet Komisyonu’nda kabul edilen ve önümüzdeki haftalarda Genel Kurul gündemine gelmesi beklenen Karayolları Trafik Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifine göre hız sınırını aşanlara verilecek para cezalarında yüzde 223’e varan oranlarda artış öngörülüyor.

Teklif, hız sınırını aşanlara verilen en yüksek ceza olan 9 bin 267 liranın 30 bin liraya çıkarılmasını düzenliyor. Hız sınırını aşma oranına göre cezaların kademeli olarak artırılmasını öngören teklifle hız sınırını az aşanlara az, çok azanlara çok ceza verilmesini düzenliyor.

Teklifin komisyonda kabul edilen halinde hız sınırını aşma cezaları şu şekilde:

Yerleşim yeri içinde;

1) 6-10 km/s aşanlara 2.000 Türk lirası,

2) 11-15 km/s aşanlara 4.000 Türk lirası,

3) 16-20 km/s aşanlara 6.000 Türk lirası,

4) 21-25 km/s aşanlara 8.000 Türk lirası,

5) 26-35 km/s aşanlara 12.000 Türk lirası,

6) 36-45 km/s aşanlara 15.000 Türk lirası,

7) 46-55 km/s aşanlara 20.000 Türk lirası,

8) 56-65 km/s aşanlara 25.000 Türk lirası,

9) 66 km/s'ten fazla aşanlara 30.000 Türk lirası,

Yerleşim yeri dışında;

1) 11-15 km/s aşanlara 2.000 Türk lirası,

2) 16-20 km/s aşanlara 4.000 Türk lirası,

3) 21-25 km/s aşanlara 6.000 Türk lirası,

4) 26-30 km/s aşanlara 8.000 Türk lirası,

5) 31-40 km/s aşanlara 12.000 Türk lirası,

6) 41-50 km/s aşanlara 15.000 Türk lirası,

7) 51-60 km/s aşanlara 20.000 Türk lirası,

8) 61-70 km/s aşanlara 25.000 Türk lirası,

9) 71 km/s'ten fazla aşanlara 30.000 Türk lirası

AKP’nin Meclis’e sunduğu teklifin Meclis yaz tatiline girmeden önce yasalaşması bekleniyor.

                                                  ***

Susanla susmayan hiç bir olur mu?-Mine Söğüt-

Yasaklar ve sansürler aslında iyidir; iyi olmayan, aksine tehlike kusan tek şey otosansürdür. Otosansür kötülüğün kayda geçmesini engeller. Korkudan susan, sesini çıkarmayan insanlar tehlikeli iktidarların aslen kirli olan sicillerini temiz tutmalarına yarar.

Gerilimi ve tehdidi devamlı artan olağanüstü bir dönemdeyiz.

Adını -muhtemelen korkudan-koymadığımız ama içeriğinden artık kuşku duyulmayacak kadar emin olduğumuz bu olağanüstü dönemde, iktidarın zerre kadar tereddüt etmeden ardı ardına patlattığı bombaların yıktığı tüm değerlerin altında kalmış durumdayız.

Artık hukuksuzluktan bahsetmiyoruz bile.

İktidarın o hukuksuzluk üzerine inşa ettiği korkunç yapının yükselişini seyretmekten öteye geçmeyen öfkemizin ve o hukuksuzluğa kurban verdiğimiz insanların, kurumların, kavramların habis niyetlerin zindanlarında çürütülmesine seyirci kalan itirazımızın içimizde patlamasına alıştık.

Ağzımızı açtığımız anda başımıza ineceğini bildiğimiz yumruğun şekillendirdiği karakterlerimizle baş başayız.

Ne ekonominin çökmesiyle ne parti içi dengelerin şaşmasıyla ne de işlenen suçlarla tahtı sallanmayan bir iktidarın bu direncini kendi becerisine mi yoksa muhaliflerin beceriksizliğine mi borçlu olduğunu tartışmayı bile bıraktık.

Seyrediyoruz.

Sustukça sıranın bize geleceğini bile bile, susarak sıramızı bekliyoruz.

O suskunlukta avazı çıktığı kadar bağıran, naralar atıp tehditler savuran, ortalığı kasıp kavuran hadsiz bir iktidarın gürültüsüne meydan bırakıyoruz.

İktidar kendisine muhalif olan herkesi tek tek cezalandırmaya ant içtiğini gizlemiyor bile.

Kafasına göre yasak üzerine yasak koyuyor, yasa üzerine yasa yapıyor ve mevcut hiçbir yasayı tanımıyor.

Bu kaos ortamında…

Susmak yerine lafını sakınmadan söylemeye kalkan kim varsa hepsi teker teker yanıyor.

Hukukun değil bizi, kendisini bile koruyamadığı muazzam bir açığı olduğunu, bir zamanlar diktatörlüklerin elinden alınan demokrasilerin yeniden diktatörlüklerin eline kolaylıkla geçebileceğini iyice öğrendik.

Şimdi artık yapabilecek tek şey kaldı.

Bugünlerin kaydını doğru tutmak, tutabilmek.

Yaratılan korku iklimine boyun eğmemek.

Kuzu kılığında dolaşan kurt kurnazlığıyla gemisini buralara kadar yürütenlerin kamuflajına destek vermemek.

Kötü niyetli iktidarlar güçlerini tehditlerden ve yasaklardan alırlar. Ama bu tehdit ve yasaklar aynı zamanda onların güçsüz oldukları, eksik kaldıkları, kendilerine güvenmedikleri noktaların da resmi kaydını oluşturur. Yasakçı ve baskıcı iktidarların sansür karnesi aynı zamanda onların korkularının da aynasıdır.

O yüzden sicili sansürlerle yazılan iktidarlar hem kendi kötücüllüklerini hem de zaaflarını hükmettikleri kalabalıklara gösterdikleri sopalarla bizzat kayda geçirmiş olurlar. Bir gün tahtlarından düştüklerinde ya da düşürüldüklerinde de arkalarından aslında iyi mi yoksa kötü mü oldukları tartışılmaz bile. Dönemleri tarihin korkunç hikâyelerle dolu başka iktidar dönemlerinin arasına kaydedilir ve ibret alınsın diye gelecek nesillere belletilir.

Yasaklar ve sansürler aslında iyidir.

İyi olmayan, aksine tehlike kusan tek şey otosansürdür.

Otosansür kötülüğün kayda geçmesini engeller. Korkudan susan, sesini çıkarmayan insanlar tehlikeli iktidarların aslen kirli olan sicillerini temiz tutmalarına yarar.

O yüzden bir belediye başkanının siyasi art niyetlerle tutuklanıp hapse atılmasına ve ülkedeki hukuksuzluğun başıboş kalmasına tepki gösteren sanatçıları kara listeye alıp onlara kamuya ait sahneleri yasaklayan iktidarın bu hamlesinin ne anlama geldiğini her açıdan düşünmek gerekir.

Ve meslektaşlarına yapılan bu aleni haksızlığa rağmen o yasaklı sahnelere çıkmayı sürdürerek iktidarın ekmeğine yağ sürmekten gocunmayacak olanlara…

Sadece kendi ekmeğinin peşine düşeceklere…

Ve iktidarın önerdiği gibi otosansürü güvenli belleyeceklere de dikkat etmek gerekir…

                                                                 /././

Öne Çıkan Yayın

halkTV "Köşebaşı" -23 Kasım 2025-

 İddianamedeki ‘sır’ avukat: Baskı kurdu tehditle ifademi organize etti -Bahadır Özgür-  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı İB...