Motorin ve benzine peş peşe gelen zamlar, akaryakıt fiyatlarını rekor seviyelere taşıdı. İran ve İsrail arasında artan gerilim, brent petrol fiyatlarının 78 dolara yükselmesine neden oldu.
Bu gelişmelerin ardından, akaryakıt fiyatlarında önemli artışlar yaşandı.
Motorinin litre fiyatı 3 lira 30 kuruş, benzinin litre fiyatı ise 1 lira 51 kuruş arttı. Böylece motorin fiyatı birçok kentte 55 TL sınırına dayandı.
Bu zamlar, ÖTV düzenlemeleri haricinde, akaryakıt grubunda bir defada yapılan en büyük artış olarak kayıtlara geçti.
Petrol fiyatlarındaki dalgalanma, tüketicilere yansıyan yüksek zamların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Artan maliyetler nedeniyle sürücüler ve ulaştırma sektöründeki işletmeler zamlı fiyatlarla karşı karşıya kaldı.
Uzmanlar, petrol fiyatlarındaki dalgalanmanın önümüzdeki dönemde de akaryakıt fiyatlarını etkilemeye devam edeceğini belirtiyor.
Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı!
Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. Yeni düzenlemeye göre belediyelerde bulunan öğrenci yurdu açma ve ruhsat verme yetkisi Milli Eğitim Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığına devredildi. Belediyeler artık üniversite, ortaokul, lise yurdu açamayacak.
Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile belediyelerin öğrenci yurdu açma ve ruhsatlandırma yetkisi kaldırıldı. Yeni düzenlemeyele yurt açma izin ve ruhsat verme yetkisi ortaokul ve lise düzeyindeki yurtlar için Milli Eğitim Bakanlığına, yükseköğrenim düzeyindeki yurtlar için Gençlik ve Spor Bakanlığı'na geçti.
Öte yandan her iki bakanlığın bu yetkileri valiliklere devredebilmesi de düzenlendi. Teklif, belediyelerin doğrudan yurt açma yetkisini de kaldırdı. Buna göre Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı izin vermezse belediyeler yurt açamayacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs’taki grup toplantısında yaptığı konuşmada belediyelerin yetki paylaşımının gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etmiş ve “Vali ve kaymakamlarımızın görevlerini daha aktif hale getirmeliyiz” demişti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 8’i kız, 6’sı erkek öğrenciler için olmak üzere 14 öğrenci yurdu bulunuyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi ise yaklaşık 3 bin kişi kapasiteli barınma hizmeti veriyor.
***
Zeytinlikleri madenlere açan tartışmalı madde TBMM'de kabul edildi.
AKP’nin Meclis’e sunduğu torba kanunun zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını öngören 11. maddesi, muhalefetin tüm itirazlarına rağmen TBMM komisyonunda kabul edildi. Teklif, kaçak madenlere af ve özel çevre koruma alanlarında ruhsat kolaylığı gibi düzenlemeler de içeriyor.
AKP milletvekilleri tarafından Meclis’e sunulan ve kamuoyunda büyük tepki çeken “zeytinlik düzenlemesi” komisyondan geçti. Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda dün saat 10.00’da başlayan görüşmeler yaklaşık 24 saat sürdü. Tepkilerin odağındaki 11. madde, muhalefetin tüm itirazlarına rağmen kabul edildi.
Söz konusu maddeyle, zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılmasının önü resmen açılmış oldu. Görüşmeler, komisyon başkanı AKP’li Mustafa Varank yönetiminde yapıldı.
Zeytinlikler madenciliğe açılacak
Cumhuriyet'in aktardığına göre, TBMM’ye sunulan enerji alanındaki torba yasa teklifi, zeytinliklerin yanı sıra özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, sulak alanlar, yaban hayatı koruma sahaları ve kültürel SİT alanlarını da kapsıyor. Teklife göre bu alanlarda yürütülecek madencilik ve enerji projeleri için Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) yetkilendiriliyor. MAPEG’in ilgili kurumlardan ruhsat için görüş istemesi yeterli olacak; eğer dört ay içinde yanıt alınamazsa, ruhsat verilmiş sayılacak.
ÇED sürecinde kolaylık ve hızlandırma
Yeni düzenleme, ruhsat sahibi şirketlere Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinde kolaylıklar tanıyor. Şirketler, ÇED süreci sırasında diğer yasal izinleri de alabilecek. Bu durumun, çevre örgütlerine göre doğa tahribatını hızlandırma riski taşıdığı ifade ediliyor.
Kaçak madenlere af
Yasa teklifinde yer alan bir diğer dikkat çekici madde ise kaçak madenleri kapsıyor. Buna göre yapı ruhsatı bulunmadan faaliyete başlayan enerji yatırımlarından belgeler istenmeyecek; mevcut üretim süreci devam edecek. Böylece daha önce verilen cezalar ve yıkım kararları uygulanmayacak.
Stratejik madenlerde acele kamulaştırma
Teklif ayrıca stratejik ve kritik maden sahalarında acele kamulaştırma yapılmasını öngörüyor. Kamulaştırma kararları, tapu hükmünde sayılacak.
Yasa teklifinin genel kurulda oylanarak yasalaşması halinde zeytinliklerde ve koruma altındaki alanlarda madencilik faaliyetleri yasal hale gelecek.
***
Resul Emrah Şahan’dan cezaevi koşulları ve tutuklamalara tepki: Yetmedi mi?
"Bir kişi değil, bir grup değil, adalete ihtiyacı olan herkes güvensizlik içinde"
Silivri'deki Marmara Cezaevi’nde tutuklu bulunan Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasına tepki gösterdi. Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın sağlık sorunlarına rağmen başka bir şehre nakledilmesini de gündeme getiren Şahan, “Yetmedi mi?” diye sordu.
Resul Emrah Şahan açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Silivri’de her gün, haksız ve gereksizce uzatılan tutukluluğumuzun içinde bir hukuksuzluğa isyan ederken bir yenisiyle yüzleşiyoruz. Canım abim, yol arkadaşım, meslektaşım, Beylikdüzü Belediye Başkanımız @mmuratcalik’ın rahatsızlığına rağmen başka bir şehre nakledilmesi, süreçte 15 kilo kaybederek kritik bir sağlık aşamasına gelmesi aklımdan çıkmıyor. Tutukluluğuna acilen son verilmeli, tedavisine tam teşekküllü bir hastanede devam etmesi sağlanmalıdır.”
Şahan, açıklamasında ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasına da tepki gösterdi: “Kamuoyu, tutuklu mağduriyetlerine zaten ciddi bir tepki gösteriyorken, bu kez de Sn. Ekrem İmamoğlu’nun avukatı @mehmettpehlivan’ın tutuklanma haberiyle sarsılıyoruz.Sağlığa erişim hakkının, savunma hakkının, adalete güvenin bu kadar kolay çiğnenmesi vicdanlara sığmaz. Bir kişi değil, bir grup değil — adalete ihtiyacı olan herkes güvensizlik içinde. Milletimiz, küçük siyasi hesaplardan, bitmeyen huzursuzluktan yorgun.
Türkiye’nin uzun süre doğrudan yabancı yatırımlarında gayrimenkul satışları önemli yer tutmuştu. 2025 itibariyle yurt dışından gayrimenkul alımı, Türkiye’den satışın üstüne çıktı. Yılın ilk 4 ayı sonunda Türkiye’den gayrimenkul alımı için çıkan tutar 793 milyon dolar, gelen tutar ise 555 milyon dolar oldu. 2024’te ayrıca ismi açıklanmayan milyarder bir Türk iş insanı Dubai’de 130 milyon dolara konut satın alarak dünya rekoru kırdı...
Türkiye’nin yabancı doğrudan yatırımları içinde, yabancılara yapılan satışların payı uzun süredir yüksek seyrediyordu. Burada azalma eğilimi de başlamıştı. Buna karşılık son birkaç yıldır Türklerin yurt dışından gayrimenkul alımında adeta patlama oldu. 2025’te de manzara tamamen değişti. Aylık bazda 2025 Ocak-Nisan döneminde, yabancıların Türkiye’den gayrimenkul alımından daha fazla tutarda Türkler yurt dışından alım yaptı. Türkiye yatırım bakımından yurt dışına doğru “net gayrimenkul yatırımcısı” haline geldi. Ödemeler dengesi verilerine göre, yılın ilk 4 ayı sonunda Türkiye’den gayrimenkul alımı için çıkan tutar 793 milyon dolar, gelen tutar ise 555 milyon dolar oldu.
Türkiye’de yerleşik kişilerin, yurt dışına gayrimenkul yatırımlarındaki hızlı yükseliş, Türkiye’den yapılan gayrimenkul alımlarındaki düşüş eğilimiyle birleşince, bu alanda ödemeler dengesi tanımıyla Türkler net yatırımcı haline geldi. Türkiye’de yerleşik kişilerin yurt dışından gayrimenkul alımı son yıllarda adeta patladı. 2020’de sadece 213 milyon dolar olan, Türklerin yurt dışından gayrimenkul alımı, hızlı bir yükselişle 2022’de 628 milyon dolara, 2023’te ise yüzde 185 oranında artarak 1 milyar 782 milyon dolara yükseldi. Bu dönemde, Türkiye’de çeşitli kanallardan yurt dışında gayrimenkul alımına yönelik reklam ve pazarlama faaliyetlerinde de yoğunlaşma dikkat çekti.
İlk kez yıllıklandırılmış bazda da yurt dışından alım, Türkiye’den alımdan yüksek seyrediyor
Türkiye’den yurt dışında gayrimenkul alımı patlamasının ardından, Türkiye’de yabancıların gayrimenkul alımı düşüşünün başlaması bu kez 2025 itibariyle manzarayı tamamen değiştirdi. 2025 itibariyle Hem aylık bazda hem de Nisan ayı itibariyle yıllıklandırılmış bazda Türkler net gayrimenkul yatırımcısı konumuna geldi. Nisan ayı itibariyle geçmiş 12 aylık dönemde Türkiye’den 2 milyar 129 milyar dolarlık gayrimenkul alınırken, Türkler yurt dışından 2 milyar 296 milyon dolarlık gayrimenkul satın aldı.
Dünya “pahalı konut alımı” rekoru bir Türk’e geçti
Artış 2024 yılında da sürdü. 2023’e kıyasla rekorun üstüne yüzde 21 artışla Türklerin yurt dışından gayrimenkul alımı yıllık 2,2 milyar dolara yükseldi. 2024’te ayrıca bir Türk’ün Dubai’de 130 milyon dolara konut satın alarak “dünya rekoru kırdığı” haberleri çıktı. Kimliğine dair bilgi verilmedi ancak Türk vatandaşı olduğu bildirildi.
Pehlevi Hanedanı İran’a geri dönecek mi?-Hakkı Hacınebioğlu-
Emperyalizm 20’nci yüzyılın ölülerini hortlatmaya niyetliyse İran ve dünya işçileri için korkulacak bir durum da yoktur. 20’nci yüzyıl Pehlevi Hanedanı kadar komünist işçilerin de çağıydı. Yalnızca tiranlık değil, yeni bir İran ve dünya için verilen hayranlık verici bir mücadelenin de rüzgarı esmişti.
İsrail’in İran’a saldırılarıyla başlayan gerginlik tırmanışa geçme riskiyle devam ediyor. İran’a yönelik bu son saldırganlığın sebep olacağı muhtemel gelişmeler speküle edilmeye başlandı. Bunların arasından bir tanesi İran, bölge ve hatta dünya için oldukça dikkate değer.
İsrail jetlerinin İran topraklarına bıraktığı tonlarca mühimmat 20’nci yüzyılın son çeyreğinde ölen habis bir canavarı diriltmeye yetecek mi?
Pehlevi Hanedanı 20’nci yüzyıla işbirlikçilik, tiranlık ve halk düşmanlığıyla kazıdığı hikayesini 46 yıl sonra 21’inci yüzyıla taşıyabilecek mi?
Pehlevi Hanedanı’nın 1925’te başlayan hikâyesi 1979’da son bulduğunda geriye hayırla yad edilecek bir şey kalmamıştı. Bilhassa, hanedanın ikinci ve son şahı Muhammed Rıza hüküm sürdüğü sürede tüm dünyada zorbalığın, emperyalistlerle işbirlikçiliğin ve kendi halkına karşı korku ve kötülüğün simgesi haline gelmişti.
Muhammed Rıza ve hanedanı kendi ülkesindeki hükümete karşı İngiltere ve ABD ile darbe yapmaktan suçluydu. Şah ve hanedanı, meşhur istihbarat örgütü, doğunun Gestaposu SAVAK (Saziman-ı İttilat ve Emniyet-i Keşver) ile işlediği sayısız cinayet, işkence ve envai insanlık suçundan sorumluydu. Hanedan ve bir avuç asalak elit uluslararası sermaye ile bir olup ülkenin iliğini kurutmakla meşguldü.
Pehlevi Hanedanı’nın günahlarının başlıklarını saymak bile uzun sürecektir, burada bırakalım. Fakat geçtiğimiz yüzyıl yalnızca Pehleviler gibilerin çağı değildi. Her ne kadar islamcı bir karşıdevrimle sonuçlanmasına engel olunamasa da 1979 yılında gerçekleşen devrim İran’ı bu ailenin elinden kurtardı.
Zorbalıktaki hünerine siyasette sahip olmayan Muhammed Rıza Şah bir dizi stratejik hatanın ardından kendini ve ailesini sürgünde, canını zor kurtarır halde buldu.
Tahran'da protesto gösterileri, 11 Aralık 1978
Pehlevilerin çaldıkları servet
Pehleviler özellikle 1960’lardan itibaren batıdaki magazin dergilerinin en sevdiği ailelerdendi. Hanedan üyelerinin şatafatlı ve bol dedikodulu hayatı dünya magazin yayıncılığının yoğun ilgisine neden olmuştu.
Muhammed Rıza Şah ve ailesi sürgüne gittiğinde magazin basını bir kez daha Pehleviler ile çalkalandı. Şah ve ailesinin İran’dan kaçırdıkları servetin büyüklüğü merak konusuydu. Önce milyon dolarlar, sonra da milyar dolarlar konuşulmaya başlandı.
Sadece yanlarında taşıdıkları kuyum ve değerli eşyaların bedelinin dahi milyon dolarlar ettiği açıktı. Elbette daha fazlası da başka yollarla İran dışına transfer edilmiş olmalıydı. Şah ve ailesinin İsviçre bankalarında mevduatları, pek çok ülkeye dağıtılmış menkul ve gayrimenkul varlıkları olduğu düşünülüyordu.
Tahran Üniversitesi öğrencileri şahın heykelini indirirken
Yeni İran hükümeti, bu hanedanın İran’dan son kez çaldığı varlıkların büyüklüğünü araştırmaya başladı. Milli Petrol Şirketi hesapları üzerinden yapılan bazı işlemler şüpheli bulundu. İran hükümeti, New York mahkemelerinde Muhammed Rıza Şah aleyhine 56 milyar ABD Doları bedelinde tazminat davası açtı. Mahkeme kanıtları yetersiz buldu.
Açıkçası 56 milyar dolar o dönem için abartılı görünüyor. İran’ın gayri safi milli hasılası o yıllarda bunun ancak iki katı kadar. Yine o yıllarda dünyanın en zenginleri arasında görülen kimselerin tahmini servetlerinin 10 milyar doların altında olduğu düşünülüyor.
Yeni hükümet ve anlaştıkları hukuk büroları on yıllar süren karmaşık hesap hareketlerinin izini sürmekte başarısız olmuş ve böyle sembolik bir iddia taşımış olsalar gerek.
Muhammed Rıza Şah ve ailesi sahip oldukları servet hakkında net bir cevap vermekten daima kaçındı. Şah’ın bir yakınına ABD’li pek çok milyonerden daha az servetinin olduğunu söylediği iddia edildi. Şah ölmeden önce servetini aile üyeleri arasında paylaştırdı.
Büyüklüğünü tam olarak bilemesek de Pehlevi Hanedanı sürgünde geçen 46 yılda ciddi bir serveti yönetti. Son İran Şahbanusu (İmparatoriçe) Farah Pehlevi pek çok vakfı ve Paris ile ABD arasında mekik dokuyarak Avrupa aristokrasisi ve sosyetesi arasında geçen sürgün hayatını bu servetin kendine kalan kısmıyla fonlamaya devam ediyor.
Son şahın büyük oğlu, İran’ın sabık ve sürgün veliahtı Rıza Pehlevi tek bir gün bile çalışmadan geçen hayatının şatafatını ve siyasi faaliyetlerini yine bu servetin kendine kalan kısmıyla fonluyor.
Monarşi soytarılıkları
Muhammed Rıza Şah ve ailesi sürgünün ilk günlerinde kendilerine bir sığınak bulmakta zorlandılar. Bu çürük aileye sığınma vermek bir zamanlar hizmet ettiği emperyalistlerin bile gönülsüz olduğu bir durumdu.
Bir süre sonra Pehleviler kendileri gibi bir işbirlikçi olan Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın davetiyle Kahire’ye yerleşebildiler. Devrik şah ağır durumda kanser hastasıydı ve ömrünün sonuna gelmişti, kısa süre sonra öldü.
Devrik şah öldükten sonra en büyük oğlu ve veliahtı Rıza Pehlevi Kahire’de monarşi anayasası üzerine yemin etti. Rıza Pehlevi İran’ın dışında, İran’da yürürlükten kaldırılmış anayasa üzerine yemin ederek kendisinin Aryenlerin Şahı, Aryenlerin Işığı, artık tasfiye edilmiş olan İran İmparatorluk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı ve tarihin çöplüğüne gönderilmiş olan İran Şehinşahlığı’nın Şehinşahı (imparator) olan İkinci Rıza olduğunu iddia ediyordu. Elbette bu yemin ve iddia bir Pehlevi soytarılığından ibaret kaldı.
Rıza Pehlevi'nin 31 Ekim 1980'de Kahire'deki Koubbeh Sarayı'nda İran'ın yeni kralı olarak yemin etmesi
Sonuçsuz ve anlamsız iddialar İran içinde ve dışında bir karşılık bulamasa da Pehleviler iddialarından vazgeçmediler.
Bu sırada aile içinde bir görev dağılımı yapılmış görünüyor. Bugün hanedanın iki ofis tarafından temsil edildiğini görüyoruz. Devrik şahın karısı, devrik şahbanu Farah Pehlevi ailenin emperyal kimliğinin temsilcisi rolünü üstlenirken Rıza Pehlevi siyasi iddiaların temsilcisi ve lideri konumunda.
Farah Pehlevi, bu temsiliyetini bilhassa diasporadaki İranlılar arasında faaliyet gösteren vakıflar ve emperyal ünvan ve iddiaları taşıyarak gerçekleştiriyor. Farah Pehlevi, yazılı açıklamalarını “zatışahaneleri İran İmparatoriçesi” şeklinde imzalıyor. Pehlevi’nin ofisinin resmi internet sitesinde hanedan üyeleri aynı şekilde emperyal ünvanlarla anılıyor.
Devrik şahbanu, imparatoriçelik oynamaktan arta kalan vaktini başta Paris olmak üzere Avrupa şehirlerinde ve ABD’de aristokrat ve burjuva arkadaşlarıyla lüks içinde yaşayarak geçiriyor.
İşbirlikçi ihtiras ve hayaller
Rıza Pehlevi, Kahire’de kendisini İkinci Rıza olarak şah ilan ettikten bir süre sonra iktidarın soytarılıkla kazanılan bir şey olmadığını fark etmiş olsa gerek. Hiçbir zaman reddetmemiş olsa da ünvanları kullanmayı uzun bir süredir bırakmış durumda.
İran halkından çaldıkları servetin kendisine düşen kısmıyla bizzat kendisinin yönetmediği ticari faaliyetlerini ve siyasi çalışmalarını fonlamaya devam ediyor.
Rıza Pehlevi, İran Devrimi esnasında muharip jet pilotluğu eğitimi için ABD’de bulunuyordu. Devrimin ardından eğitimini bırakıp ailesinin yanına gitti. Daha sonra da kendisinin bir röportajında bizzat ifade ettiği gibi hayatı boyunca çalışmadan yaşadı, yaşamaya devam ediyor.
Yatırımlarını devrimden sonra İran’dan kaçan elitlerden birkaç kişinin yönetimine bıraktı. Daha sonra bunlardan biriyle kendisini dolandırdığı gerekçesiyle mahkemelik de oldu. Rıza Pehlevi’nin petrol ve doğal gaz çıkarma, bankacılık ve gayrimenkul gibi sektörlerde yatırımları olduğu biliniyor. Ayrıca ailenin pek çok ülkeye dağıtılmış halde mevduatları, çeşitli türde menkul kıymet yatırımları ve şahsi gayrimenkulleri olduğu iddia ediliyor.
Pehlevi’nin önce yatırımlarının yönetimine getirdiği sonra da mahkemelik olduğu Ahmed Ali Mesud Ensari’nin aile ile geçirdiği dönemini anlattığı bir anı kitabı mevcut.
Ensari burada Rıza Pehlevi’nin CIA tarafından fonlandığını iddia ediyor.
Rıza Pehlevi 2002 yılında siyasi faaliyetlerinin programı niteliğinde İngilizce bir kitap yazdı. “Winds of Change: The Future of Democracy in Iran” adındaki kitabında Pehlevi uzun uzun monarşi övüyor. Pehlevi’ye göre monarşi İran’ın tarihi bir değeri, İran monarşi olmadan demokrasiye de ulaşamaz. İslami rejim devrildikten sonra seküler, demokratik, elbette serbest piyasanın hüküm sürdüğü, anayasal monarşiyle yönetilen bir İran olmalı.
Rıza Pehlevi’nin faaliyetlerinin bir sonraki önemli hamlesi ise 2013 yılında gerçekleşti.
Monarşist bir demokrat (!) olan şehzade hazretlerinin liderliğinde Fransa’nın başkenti Paris’te Özgür Seçimler İçin İran Ulusal Konseyi (İUK) kuruldu. Pehlevi bu örgütle faaliyetlerini bir kurum altında birleştirip kurumsallaştırmayı hedefledi. Sürgündeki İran muhalefetinin bir diğer önemi kanadı olan Halkın Mücahitleri çetesiyle örgütsel alanda da rekabet de bir diğer neden. Lakin İUK ve Pehlevi destekçisi monarşistlerin Halkın Mücahitleri çetesi kadar sıkı bir örgütsel yapısı bulunmuyor.
Bu haliyle, Pehlevi ve destekçisi monarşistler için şunları söylemek mümkün görünüyor. Monarşistler, diasporadaki İran muhalefeti arasında açık ara en kalabalık grup. Aralarında sıkı örgütsel bağlar olmasa da Rıza Pehlevi’nin doğal liderliği hakkında bir tartışma yok.
Devrimin ilk döneminde İran’dan kaçan eski elitler sığındıkları ülkelerde de İran’dan kaçırdıkları sermayenin etkisiyle önemli finansal güç elde ettiler. Bu sayede monarşistler pek çok ülkede İUK ve Pehleviler ile bağlantılı veya bağlantısız birçok dernek ve vakıf işletiyorlar. Bu kurumlarla diaspora içinde etkilerini korumayı ve ilerletmeyi hedefliyorlar.
Yukarıda Ensari’nin CIA iddialarından bahsetmiştik. Ensari, Suudi Arabistan gibi ülkelerin de Pehlevi’yi fonladığını iddia ediyor. Bu iddiaları kanıtlamak mümkün değil. Ancak Pehlevi’nin ABD ve Avrupa’da faaliyetlerini sorunsuz yürütebildiğini, ABD Kongresi üyeleri ve Avrupalı siyasilerle ilişkilerinin olduğunu biliyoruz.
Rıza Pehlevi, İran’daki her huzursuzluğu ayaklanma çağrısıyla kışkırtmaya çalışan iyi bir aparat emperyalizm için. 2013 yılında karısıyla birlikte İsrail’i ziyaret edip Başbakan Binyamin Netanyahu ve Cumhurbaşkanı Isaac Herzog tarafından ağırlandılar.
Pehleviler yalnızca “Ağlama Duvarı” gibi tarihi, kültürel yerleri değil; uluslararası hukuk nezdinde kanun dışı olan Batı Şeria’daki yerleşimleri de gezdiler. Ortanca kızlarının da yahudi bir sermayedarla evlendiğini de not edelim.
Iman Pehlevi, Yahudi sermayedar Bradley Sherman ile New York'ta nikah kıydıktan sonra Paris'te bir düğün yaptı.
İsrail’in son saldırganlığı da Rıza Pehlevi’nin hayal dünyasını bir kez daha harekete geçirdi. Pehlevi sosyal medya üzerinden yazılı ve görüntülü açıklamalarda bulundu.
Halka yine, yeniden, bir kez daha ayaklanma çağrısı yapan majesteleri, İran güvenlik güçlerine de silah bırakma çağrısı yapıyordu. Pehlevi, iktidara geldiklerinde ilk yüz gün içinde yapacaklarını hazırladıklarını, İran halkının rejim devrildikten sonrası için endişelenmemesi gerektiğini de vurguluyordu.
Ömrünü soytarılık ve işbirlikçilikle heba etmiş bu zavallı adamın hayalleri gerçek olur mu, bilemeyiz. Monarşistlerin diasporadaki güçleri açıkça ortada. İran’daki durum için iyi bir çerçeve çizmeye yetecek kadar veri yok. Ancak ülke içinde de bir karşılığının, en azından ciddiye alınması gereken bir sempatizan toplamının olduğunu reddedemeyiz. İslam Cumhuriyetinden sıdkı sıyrılan İranlıların bir kısmı yılana sarılmaya ikna olmuş olabilir.
Emperyalistler içinse olası bir rejim değişikliğini neticesinde iki seçenek var. Ya Pehleviler ya Halkın Mücahitleri. Halkın Mücahitleri karışık geçmişleri, kuşkuya neden olan örgütsel yapıları gibi nedenlerle Pehlevi Hanedanı’na kıyasla bir adım geride. Keza Halkın Mücahitleri’nin İran halkında Pehlevi Hanedanı kadar bir karşılığı olmadığı da net.
İran’ı neler bekliyor bilemeyiz. Emperyalizm 20’nci yüzyılın ölülerini hortlatmaya niyetliyse İran ve dünya işçileri için korkulacak bir durum da yoktur. 20’nci yüzyıl Pehlevi Hanedanı kadar komünist işçilerin de çağıydı.
Yalnızca tiranlık değil, yeni bir İran ve dünya için verilen hayranlık verici bir mücadelenin de rüzgarı esmişti.
Emperyalizm bunları unutarak Pehlevileri hortlatırsa kimin uykularının kaçacağı belli olmaz.
/././
İran-İsrail Savaşı'nda 8. gün: ABD ile Almanya'dan İsrail'e 14 askeri kargo uçağı
İsrail-İran savaşı sekizinci gününe girerken sıcak sıvaşa girmesi belirsiz görünen ABD İsrail'e desteğine devam ediyor. ABD ile Almanya'dan ekipman ve malzeme yüklü 14 yeni askeri kargo uçağı İsrail'e ulaştı.
İsrail’in 13 Haziran'da İran'a başlattığı saldırıyla başlayan savaş sekizinci gününe girdi.
İran ordusunun dün sabah saatlerinde onlarca füzeyle yaptığı misilleme sonrası İsrail'den tehdit mesajları arka arkaya gelmişti.
Gece boyu karşılıklı saldırılar devam etti.
İran sabahın erken saatlerinde askeri hava üslerinin bulunduğu Berşeva'yı hedef aldı. İsrail acil yardım servisi, ilk belirlemelere göre 6 kişinin hafif yaralandığını aktardı.
İran'dan ateşlenen bir füze de İsrail'in güneyindeki Birüssebi kentine isabet etti. İsrail polis sözcülüğünden yapılan açıklamada, polis ekipleri ve bomba imha uzmanlarının Birüssebi kentinde füzenin düştüğü noktada çalıştıkları belirtildi. Sosyal medyada paylaşılan görüntülerde, çok sayıda araç ve bazı binaların hasar aldığı görüldü.
İran'dan ateşlenen bir füze İsrail'in güneyindeki Birüssebi kentine isabet etti. İsrail polis ekipleri ve bomba imha uzmanlarının füzenin düştüğü noktada çalışma başlattı.
İran medyasına göre, İsrail de, gece saatlerinde Tahran, Geylan, Gülistan ve Doğu Azerbaycan eyaletlerine saldırdı.
Gecenin ilk saatlerinde hava savunma sisteminin devreye girdiği Tahran'ın doğusunda 3 patlama meydana geldi. Doğu Azerbaycan'ın Bostan Abad bölgesindeki askeri birliğe saldırıda Devrim Muhafızı Ordusuna bağlı 3 asker hayatını kaybetti.
İsrail ordusu da, İran’ın başkenti Tahran’ın merkezine yönelik geniş çaplı hava saldırıları düzenlediğini ve bu saldırılarda onlarca hedefin vurulduğunu ileri sürdü.
Gece saatlerinde düzenlenen saldırılarda İsrail Hava Kuvvetlerine ait 60’tan fazla savaş uçağı, 120 farklı mühimmatla İran’daki onlarca askeri hedefi vurdu. Saldırılarda Tahran’da yer alan ve yıllar içinde İran Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulduğu öne sürülen füze üretim merkezlerinin hedef alındığı belirtildi. Bu merkezlerde füze motorlarına yönelik ham maddelerin üretiminin yapıldığı iddia edildi. Ayrıca bunun, İran'ın nükleer silah projesini hedef alan saldırıların bir parçası olduğu ifade edildi.
Gülistan eyaletinin Gürgan kentinde de İsrail saldırılarına hava savunma sistemleri karşılık verdi, Geylan'a bağlı Reşt kentindeki sanayi bölgesinde 4 patlama meydana geldi.
Devrim Muhafızları Komutanlığı, başkent Tahran'da İsrail'in saldırılarda kullandığı 2 insansız hava aracının (İHA) düşürüldüğünü duyurdu.
11.20 | İsrail saldırısında yaralanan Hamaney’in danışmanı Şemhani’den mesaj
İsrail’in İran’a 13 Haziran’da başlattığı saldırılarda yaralanan İran lideri Ali Hamaney’in danışmanı Ali Şemhani’nin kısa mesajı İran medyasında yayımlandı.
Daha önce Şemhani’nin saldırılarda ağır yaralandıktan sonra kaldırıldığı hastanede öldüğü iddia edilmişti.
Nour News tarafından yayımlanan Şemhani’nin kısa mesajında “Zaferin şafağı yakın. İran’ın adı hep olduğu gibi tarihin sayfalarında parlayacak, şehitlerin gülümsemesi geleceğimizi yansıtacak” ifadeleri yer aldı.
11.00 | İran: ABD, İran’a yönelik saldırıda İsrail'in işbirlikçisi ve ortağıdır
İran devlet televizyonuna konuşan İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi, İngiltere, Almanya ve Fransa dışişleri bakanlarıyla Cenevre'de düzenlenecek görüşme öncesi Tahran'da açıklamalarda bulundu.
Irakçi, "Biz, ABD'yi İran’a yönelik saldırıda İsrail'in işbirlikçisi ve ortağı olarak görüyoruz. Siyonist rejimin saldırıları devam ederken, ABD müzakere talebinde bulunuyor ve birkaç kez mesaj gönderdiler. Saldırı durmadıkça, müzakere söz konusu olamaz" dedi.
ABD ile hiçbir temas ve görüşmenin olmadığını dile getiren İranlı Bakan, Washington yönetiminin müzakere talebinde bulunduğunu ancak İran'ın bunu kabul etmediğini söyledi.
Cenevre'de bugün düzenlenecek toplantıya değinen Irakçi, "3 Avrupa ülkesi ve Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi, benimle bir görüşme talebinde bulundu. Cenevre müzakerelerimizin konusu nükleer programdır. Avrupa ülkeleriyle diyalog konusunda hiçbir engelimiz olmadı" ifadelerini kullandı.
Sky News'a konuşan Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, İran'da rejim değişikliği zorlamasının kabul edilemeyeceğini ve İran lideri Ayetullah Ali Hamaney'e olası suikastın "Pandora'nın kutusunu açacağını" söyledi.
İsrail'in ABD'nin yardımıyla Hamaney'e suikast düzenlemesi durumunda Rusya'nın tepkisinin çok olumsuz olacağını belirten Peskov, "Bunu kesinlikle onaylamayız" dedi. Peskov, İran'da rejim değişikliğine ilişkin, "Hayal bile edilemez. Bu, kabul edilemez olmalı, bunun hakkında konuşmak bile hiç kimse için kabul edilemez olmalı" ifadelerini kullandı.
Hamaney'e suikast düzenlenmesi halinde Rusya'nın nasıl bir adım atacağı konusunda herhangi bir açıklama yapmayan Peskov, "Bu, İran içinde aşırılıkçı ruh hallerinin doğmasına yol açacak ve (Hamaney'i öldürmekten) bahsedenler, bunu akıllarında tutmalı. Pandora'nın kutusunu açacaklar" diye konuştu.
İki ülke arasındaki duruma başka ülkelerin dahil olması olasılığının bölgede başka bir çatışma döngüsü oluşturacağını belirten Peskov, bunun ayrıca gerilimin tırmanmasına da yol açacağını dile getirdi.
10.25 | İsrail Savunma Bakanı Katz'dan Hizbullah'a tehdit
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, sosyal medya hesabından, Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın İsrail'in İran'a saldırılarıyla başlayan çatışmalara ilişkin açıklamalarına cevap verdi. Katz, İran’a yönelik saldırılara karşı durduğunu ve "bu süreçte tarafsız olmadıklarını" söyleyen Hizbullah'ı Tel Aviv ile İran arasındaki çatışmalara katılmamaları konusunda tehdit etti.
Eski Hizbullah liderleri Nasrallah ve Haşim Safiyuddin'e yönelik suikastları hatırlatan Katz, "Hizbullah Genel Sekreteri seleflerinden ders çıkarmamış" ifadesini kullandı.
Katz, Kasım'ın "İran yönetiminin emirleri doğrultusunda İsrail'i tehdit ettiğini" savunarak, Hizbullah'ı "dikkatli olması konusunda uyardığını ve İsrail'in kendisini tehdit eden gruplara karşı sabrının tükendiğini" kaydetti. Hizbullah'ı İran ile İsrail arasındaki çatışmalara katılmaması konusunda uyaran Katz, "saldırı düzenlemeleri halinde Hizbullah'ı yok edeceklerini" söyledi.
İran’ın İsrail'e yönelik füze saldırılarında Holon kentinde bir binada hasar oluştu.
09.55 | 'Irakçi'ye yönelik suikast girişimini önlendi'
İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi'nin danışmanı Muhammed Hüseyin Ranjbaran, İran Devrim Muhafızları Ordusu'nun birkaç gün önce İsrail'in Irakçi'ye yönelik suikast girişimini önlediğini söyledi.
'ABD Fordo'ya saldırmak için İran'la müzakerelerin sonucunun beklenmesini istedi'
ABD'nin İran'a saldırılara doğrudan katılıp katılmayacağına ilişkin tartışmalar ve ihtimaller hakkında İsrail basınında bazı iddialar gündeme geldi.
İsrail devlet televizyonu KAN, İsrailli kaynaklara dayandırdığı haberinde, ABD'nin pozisyonunu değiştirerek İsraillilerden İran'ın Fordo nükleer tesislerine saldırmak için müzakerelerin sonuçlanmasını istediğini aktardı.
Tel Aviv yönetiminin, ABD doğrudan katılmazsa İran'a saldırıların 2-3 hafta daha devam edeceğini; fakat ABD müdahil olursa birkaç gün içinde hedeflerine ulaşacaklarını düşündüğü kaydedildi.
Fordo dahil ABD'nin saldırılara doğrudan müdahil olacağına inanan ancak buna karşın zaman konusunun soru işareti olduğunu belirten yetkililerin, İsrail'in amacına tek başına da ulaşabileceği kanaatinde olduğu aktarıldı.
İsrail, ABD'nin 24-48 saat içinde saldırılara katılmasını bekliyor
The Times of Israel'in İsrailli bir yetkiliye dayandırdığı haberinde, ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine saldırılara 24-48 saat içinde katılmasının beklendiği iddia edildi. İsrailli yetkilinin, "ABD'yi kimsenin zorlamadığını ve kendi kararını vermeleri gerektiğini" söylediği ileri sürüldü.
'ABD'li yetkililer, Fordo'daki faaliyetlerin bitirildiği bir son dakika anlaşması arayışında' iddiası
İsrail'in aşırı sağcı eğilimiyle bilinen Kanal 14 televizyonu ise ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a saldırılara doğrudan katılma kararı vermesine karşın 2 üst düzey Beyaz Saray yetkilisinin onu bu kararını değiştirmek için ikna etmeye çalıştığını savundu.
ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un İran'ın nükleer programını kendisinin bitireceği bir son dakika anlaşması için çaba sarf ettiği öne sürüldü. Witkoff'un İranlılarla hâlâ görüştüğü ve Trump'ın Fordo'daki çalışmalar devam ederse İran'ın nükleer silaha kısa sürede sahip olabileceğine inandığı için buradaki faaliyetlerin bitirildiği bir anlaşma istediği kaydedildi.
İran’ın başkenti Tahran’daki Heft-ı Tir Meydanı’nda, İsrail’in saldırılarında hayatını kaybeden siviller ile üst düzey İranlı yetkililerin posterleri asıldı.
ABD ile Almanya'dan ekipman ve malzeme yüklü 14 yeni askeri kargo uçağı İsrail'e ulaştı
İsrail Savunma Bakanlığı, İran'la devam eden askeri gerilimin ortasında, ABD ve Almanya'dan orduyu desteklemek için ekipman ve malzeme yüklü 14 yeni askeri kargo uçağının ülkeye ulaştığını duyurdu.
Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, uçakların, İsrail'in, 13 Haziran'da İran'a saldırılarının başlamasından bu yana kullandığı hava ve deniz köprülerinin bir parçası olarak ülkeye ulaştığı kaydedildi.
Sevkiyatın, ordunun "operasyonel hazırlığını" desteklemeyi amaçladığı belirtilen açıklamada, bunun, 7 Ekim 2023'te Gazze'ye yönelik savaşın başlamasından bu yana İsrail'e ulaşan 800'den fazla askeri kargo uçağının devamı olduğu ifade edildi.
İsrail Savunma Bakanlığı, ekipmanın niteliğine ilişkin bir bilgi vermezken, Washington ve Berlin'den ise henüz herhangi bir açıklama yapılmadı.
X'ten Netanyahu'yu eleştiren eski İran Dışişleri Bakanı'nın hesabına kısıtlama
Eski İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in sosyal medya platformu X’in hesabına yönelik kısıtlamalar getirildi. Zarif, kişisel X hesabından yaptığı paylaşımda, X'in hesabındaki "mavi tik" olarak bilinen onay rozetini kaldırdığını ve hesabına erişimi kısıtladığını belirtti. Hesabının görünürlüğünün sınırlandırıldığını belirten Zarif, bu adımlara anlam veremediğini ifade etti.
Zarif, paylaşımında Elon Musk'a seslenerek, "Neden X, tam da dünyanın tüm gerçekleri bilmeye ihtiyaç duyduğu bir anda, benim mavi tikimi kaldırdı, hesabımı kısıtladı ve hatta beni görünmez hale getirdi?" dedi.
Zarif, X hesabından İran'a saldırılar düzenleyen İsrail ve Başbakan Binyamin Netanyahu'yu eleştiren açıklamalarda bulunmuştu.
İngiltere ve ABD, İran'ın asla nükleer silaha sahip olmaması gerektiği konusunda kararlı
İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, ABD ile birlikte İran'ın asla nükleer silaha sahip olmaması gerektiği konusunda kararlı olduklarını bildirdi.
Resmi temaslarda bulunmak üzere ABD'yi ziyaret eden Lammy, X hesabından yaptığı paylaşımda, İsrail'in İran'a saldırılarıyla başlayan çatışma sonrası Ortadoğu'daki durumun tehlikeli olmaya devam ettiğini belirtti.
Bakan Lammy, "İran'ın asla nükleer silaha sahip olmaması gerektiği konusunda kararlıyız" ifadesini kullandı. Beyaz Saray'da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile bir araya geldiğini belirten Lammy, görüşmede "bir anlaşmanın çatışmanın derinleşmesini nasıl önleyebileceğini" ele aldıklarını aktardı.
İngiliz Bakan, "Önümüzdeki iki hafta içinde diplomatik çözüm elde etmek için fırsat penceresi var" ifadesine yer verdi.
Dün sabah İran'ın İsrail'e düzenlediği saldırı, savaşın başından beri gerçekleşen en güçlü saldırı oldu.
Hizbullah: İran’ın yanındayız, tarafsız değiliz
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran lideri Ali Hamaney’i hedef alan açıklamalarını kınayarak, Hizbullah’ın İran’a yönelik saldırılara karşı durduğunu ve "bu süreçte tarafsız olmadıklarını" belirtti.
Kasım yazılı açıklamasında, Trump’ın Hamaney’e ve İran'a yönelik saldırı tehditlerini "bölge halklarına ve dünyanın özgür insanlarına yönelik bir saldırı" olarak nitelendirdi. Hizbullah Genel Sekreteri, "Hizbullah olarak, İran’ın meşru hakları ve bağımsızlığı ile ABD’nin saldırganlığı ve İsrail gibi işgalci güçler arasında tarafsız değiliz" ifadesini kullandı.
İran’ın yanında olduklarını vurgulayan Kasım, "İsrail saldırılarını durdurmak için İran’ın yanında yer almanın kendileri için bir görev" olduğunu ifade etti.
Kasım, açıklamasında "İran’ın barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirme ve nükleer programını geliştirme hakkı olduğunu" savunarak, bu hakkın, uluslararası yasalar ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından İran'a tanındığını kaydetti.
Hizbullah'tan daha önce yapılan açıklamada, ABD Başkanı Trump’ın Hamaney’e yönelik suikast tehdidi kınanarak, bu tehdidin "ağır sonuçlar" doğurabileceği uyarısında bulunulmuştu.
"İsrail Batı’nın pis işlerini yapıyor"-Yücel Özdemir-
İsrail’in Ortadoğu’da yaptıklarını en iyi Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in bu sözü özetliyor. Merz, Kanada’da yapılan G7 zirvesi sırasında ZDF kanalına verdiği söyleşide aynen şunları söylüyor: “İsrail hepimiz için en pis işi yapıyor. Biz de bu rejimin mağdurlarıyız. Molla rejimi dünyada ölüm kusuyor. 7 Ekim, İran rejiminin desteği olmadan yapılamazdı. Bu pis işi yapan İsrail ordusuna, İsrail devlet yönetimine cesaretinden dolayı büyük saygı duyuyorum. Aksi takdirde bu rejimin aylarca ve yıllarca süren terörünü ve ardından muhtemelen ellerinde bir nükleer silah olduğunu görebilirdik.”
İlk olarak röportajı yapan ZDF Berlin Temsilcisi Diana Zimmermann tarafından kullanılan “pis işler” (Drecksarbeit) kavramına Merz “Bu kavramı kullandığınız için size teşekkür ederim Sayın Zimmermann” diyerek yukarıdaki sözlerine devam ediyor. Yani, tesadüfen değil bilinçli olarak “İsrail hepimiz için pis işler yapıyor” diyor.
“Hepimiz”den kasıt Kanada’da bir araya gelen dünyanın yedi büyük emperyalist ülkesi olsa gerek.
Ortada gerçekten İsrail tarafından yapılan sayısız “pis iş” var. Bunları uzun uzun sıralamaya gerek yok. Sadece Gazze’de bir buçuk yıldır olanlar bile her şeyi özetliyor. Bu nedenle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Gazze’de insanlık suçu işlendiği gerekçesiyle İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında arama kararı çıkarıldı. İsrail rejiminin bölge halklarına karşı işlediği suçlar ve yaptığı “pis işlerin” arkasında hep tam destek veren Batı’nın olduğu yıllardan beri biliniyor.
Merz’in ifade ettiği gerçeğin bir diğer yanı ise İsrail’in bugün İran’a karşı başlattığı savaşta Batı adına “mıntıka temizliği” yapmasıdır. Birçok yorumcu, analist olanların bu yanını sürekli karartıyor ve İsrail’in kendi başına ve planına göre hareket ettiğini ileri sürüyor. ABD’den başlayarak genel olarak Batı’nın İsrail devletini, Başbakan Natenyahu’yu engelleyemediğini iddia ediyorlar.
Halbuki gerçek tam tersi. Batı’nın bölgeye dair planları İsrail eliyle hayata geçiriliyor ve ön cephedeki “vurucu güç” olarak kullanılıyor. G7 zirvesinin yarım sonuç bildirisinde her ne kadar “Gerginliğin azaltılmasından” söz edilse de asıl olarak İran suçlandı, İsrail’e destek ve hak verildi. İsrail’in “kendisini savunma hakkını” kullandığının altı çizilirken İran’dan “bölgedeki istikrarsızlığın ve terörün ana kaynağı” diye söz edildi. Aynı bildiride net bir şekilde “İran hiçbir zaman nükleer silaha sahip olmamalı” denildi.
G7 zirvesinin İran-İsrail sonuç bildirisine dikkatle bakıldığında İsrail yönetiminin İran’a karşı yıllardır kullandığı kavramlar ve gerekçelere olduğu gibi yer verilmiş. Bundan G7 ülkelerinin İsrail’in peşinden sürüklendiği sonucu çıkarılmamalı. Bunu tersine çevirerek, Batı’nın yıllardır İran’a karşı izlediği politikalar ve stratejiler olduğu gibi İsrail tarafından üstlenilmiş ve verilen görevi yerine getirmek için canla başla “Pis işler yapmaya devam ediyor” da denilebilir.
Zirveye katılan ülkeler arasında dünya ticareti, iklimin korunması, Ukrayna savaşı ve kalkınma yardımı gibi birçok konuda ise farklı çıkarlar söz konusu olduğu için anlaşma mümkün olmadı. Bu nedenle geniş bir sonuç bildirisi yayımlanmadı. İran konusunda istediği desteği alan ABD Başkanı Trump, daha fazla zirvede kalmaya bile gerek görmediği için “önemli işlerini” gerekçe göstererek bir gün önce ayrıldı. Trump, 2018’de yine Kanada’da yapılan G7 zirvesini de erken terk etmişti.
G7’deki İran harmonisi, Ortadoğu’nun İsrail eliyle dizayn edilmesi konusunda genel bir mutabakat olduğunu gösteriyor. Daha önceki emperyalist paylaşım aşamalarında Avrupa ile ABD arasında İran konusunda görüş farklılıkları ortaya çıkmıştı. Avrupa ülkeleri “eleştirel diyaloğ” adıyla müzakere yoluyla nükleer soruna çözüm getirmekten yana tutum almıştı. Merz’i açıklaması nedeniyle içeride eleştirenler İran’a karşı İsrail’e verilen tam desteğin sorunlu olduğunu dile getiriyor.
Önce Gazze, sonra Lübnan ve Suriye’de İran’ın dayanaklarının zayıflatılması Avrupa’da da İran’daki molla rejiminin zayıflayarak çökebileceği kanaatini güçlendirmiş görünüyor. Avrupa’nın “eleştirel diyaloğu” politikasını bir yana bırakmasının bir diğer önemli nedeni ise Ukrayna savaşıyla birlikte belirginleşen saflaşmada ABD’nin yedeğine düşmesidir. Dolayısıyla, Avrupa’nın pek çok bölgede ABD ile birlikte hareket etme zorunda kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu aynı zamanda oluşacak yeni durumda İran’da pay kapmanın hesabını da içeriyor. Tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi. ABD ve Avrupalı emperyalist devletler, İran’da rejimim sonunun görünmesi durumunda ise daha etkili şekilde sürece müdahil olabilirler.
Nereden bakılırsa bakılsın, bu “uzaktan savaş”ın sonucunu yüksek teknoloji, savaş uçakları, füze ve drone rezervleri belirleyecek. İsrail’in rezervlerinin tükenmesi durumunda ABD ve Avrupa ülkeleri “varlık nedeni” gerekçesiyle devreye girmeye, her türlü desteği vermeye hazır. Bu nedenle uzaktan uzun sürecek bir savaş olma potansiyeli taşıyor.
Savaşın bölge halkları açısından her bakımdan yıkıcı ve sarsıcı olacağını, bir savaşın bu ilk haftasında yaşananlar gösteriyor.
/././
İki manşet ve pis bir iş -Ahmet Yaşaroğlu-
16 Haziran’da atılan iki manşetten biri Yeni Şafak’a, diğeri ise Cumhuriyet’e ait. “Bu iş İsrail’in hepimiz için yaptığı pis iştir” açıklaması ise Almanya Başbakanı Merz’e ait. Şimdi ayrıntıya girelim. Yeni Şafak’ın manşeti “İsrail ve İran Alev Alev”. Cumhuriyetin manşeti ise “Hedef Rejim”. Yeni Şafak’ın manşeti gizlenemeyen bir sevinci açığa vuruyor. Yahudi İsrail ve Şii molla rejimi çatışmakta ve birbirini, yemektedir. Mezhepçiliğin Yeni Şafak’ı getirdiği yer burasıdır. İran’ın ABD emperyalizminin bölgedeki ileri karakolu siyonist rejim tarafından bombalanması eller ovuşturularak seyredilecek bir gösteridir. Onlara göre İran ‘Şii hilali’nin merkez ülkesidir ve bombalanması ve harabeye dönmesi keyifle izlenmelidir.
Cumhuriyet ise “Hedef Rejim” manşetini atarak İsrail siyonizminin şimdiki yöneticilerinin sözlerini öne çıkarmış. O da İran rejiminin dinci, gerici karakterine atıf yapıyor ve molla rejiminin hedef alındığını okuyucularına duyuruyor. Sanırsınız ki, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki vurucu gücü dinci siyonizm İran’a özgürlük, demokrasi ve laiklik getirecek! Cumhuriyet gazetesini yönetenlere: İran’daki eski Şah rejiminin ve onun istihbarat örgütü SAVAK’ın İran halkının celladı olduğunu, özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için mücadele eden İranlıları katlettiğini, o dönemde İran’ın Filistin sorunu nedeniyle patlayan İsrail-Arap savaşlarında kararlı bir biçimde İsrail’in yanında durduğunu, onu desteklediğini, ABD ve Batı emperyalizminin desteği ile sözde “komünist yayılmaya” karşı nükleer teknolojiyi geliştirmesi için desteklendiğini hatırlatmanın bir yararı olur mu bilinmez. Ama tarihsel gerçeklerin de üstü örtülemez.
Değişik amaçlarla atılan bu farklı iki manşetin ortaklaştığı nokta İran’ın dinci rejiminin yıkılmasıdır. Ama Almanya Başbakanı Merz gerçekte olup bitenin ne olduğunu bize hatırlatmaktadır. Diyor ki: “Bu, İsrail’in hepimiz için yaptığı pis bir iştir. Bizler de bu rejimin mağduruyuz. Bu mollalar rejimi dünyaya ölüm ve yıkım getirdi.” Ortadoğu’ya ölüm ve yıkımı kim getirdi? Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı mollalar mı yıktı? Irak ve Eski Lideri Saddam, ABD ve Batı’nın yol vermesi ile mollalarla uzun yıllar savaştı. Ama mollaların onu yıkacak gücü yoktu ve hiç olmadı. Saddam’ın ülkesi ABD tarafından yıkıldı, işgal edildi, yüz binlerce Iraklı ve on binlerce Kürt katledildi. Suriye ve Libya’nın başına gelenler ise çok iyi biliniyor. Bunlar unutulmuşsa, önümüzde sürüp giden ve Batılı emperyalistlerin sessizce izledikleri, destekledikleri bir Gazze katliamı ve soykırımı var. İsrail siyonizmi orada kan içiyor, ölüm yağdırıyor. Merz bunları söylerken, kendi emperyalist çıkarlarının peşindeki Macron ise “Rejime askeri müdahale büyük hata olur… herhangi biri 2003’te Irak’ta yapılanın doğru fikir olduğunu düşünüyor mu?.. Libya’da yapılanın doğru fikir olduğunu düşünüyor mu? Hayır” diyor. Macron anlaşılan Libya’ya ilk bombaları kendi uçaklarının attığını unutmuş! Fransız sömürgeciliğinin Afrika’daki pis işlerini de. Bugün İsrail siyonizminin yaptığı askeri müdahale değil öyle mi? İngiltere’nin bu ülkelerde oynadığı uğursuz roller ise çok iyi bilinmekte. G7 ülkeleri de son toplantıda “İsrail’in kendini savunma hakkı var” açıklamasını hep birlikte yeniden yaptılar. Yani “pis işlere” devam ve destek kararı verdiler.
Şimdi gelelim sorunun özüne. Bu savaşa İran neden olmadı. Emperyalizmin saldırısına uğrayan ülke İran’dır. Elinde onlarca nükleer bomba bulunan İsrail’e karşı İran’ın kendisini savunma hakkı meşru ve haklıdır. İran’ın mollalar tarafından idare edilmesi saldırının gerekçesi yapılamaz ve zaten asıl mesele de bu değildir. Mesele İran’ın kendi gerici planlarının çıkarı için, Ortadoğu’da ABD ve Batılı emperyalistlerin planlarına karşı çıkan bir devlet olmasıdır. İran boyun eğmiş, Şah gibi emperyalistlerin kuklası olmayı kabul etmiş olsaydı, nükleer program bir sorun olmazdı.
İran rejimine gelince: Molla rejimini devirmek, her halkın kendi gericilerini ve sömürücülerini devirme hakkı gibi, İran halkının da hakkı ve görevidir. Son yıllarda gerek işçi hareketi gerekse de kadın ve gençlik hareketi gelişmekte ve güçlenmektedir. Onlar son yaptıkları açıklamalarla savaşın yıkımına ve emperyalist müdahaleye karşı çıkarken, mollaların diktatörlüğüne de boyun eğmeyeceklerini, mücadelelerini sürdüreceklerini tüm dünyaya ilan etmişlerdir. İran halkı köklü bir kültüre sahip, mücadeleci geleneklere sahip bir halktır. Onların en mücadeleci kesimleri iç gericilikle mücadele ederken, dış düşmanların iş birlikçisi konumuna düşmeyecek, bu mücadeleyi verirken de mollaları güçlendirmeyecek ve onların yönetimini desteklemeyecek, bağımsızlık, demokrasi, laiklik ve eşitlik ideallerini savunan bağımsız bir çizgi izleyecek birikime ve olgunluğa sahiptir.
Ne mezhepçi yaklaşımlar ne iktidarın “Sıra bize gelecek” propagandası ile içeride halka diz çöktürme çabaları, ne de emperyalist müdahalelere bel bağlayan laikçilik bölge halklarının emperyalist müdahale ve yıkımlara karşı birlikte mücadele etmelerinin önünü kesemeyecektir. Emperyalizmin ve siyonizmin emperyalizm destekli son saldırısı bölge halklarının gözünü biraz daha açmıştır ve onlar geleceğin halkların ortak mücadelesi ile inşa edilebileceğini er geç göreceklerdir.