GÜNDEM -3 Temmuz 2025-

Mafya babasına kredi 4 yıl sonra itiraf edildi -SÖZCÜ-

Halkbank’ın Ayhan Bora Kaplan’la bağlantılı şirkete verdiği 550 milyon liralık kredi de Meclis’te soruldu. Halkbank Genel Müdürü doğruladı. “En sağlam kredilerimizden birisidir” diye savundu.(https://www.sozcu.com.tr/mafya-babasina-kredi-4-yil-sonra-itiraf-edildi-p190210)

                                                        ***

Lütfen deyip zararına satıldı -Veli Toprak/Sözcü-

Kiler Holding tarafından 2019’da 100 milyon dolara satılan ve 2023’te 48 milyon dolara yine Kiler Holding tarafından geri alınan Sapphire AVM TBMM’de tartışmalara neden oldu.

AKP eski Milletvekili Vahit Kiler’in sahibi olduğu Sapphire AVM, borcunun bir kısmının karşılığında 2019’un sonunda Halkbank tarafından 100 milyon dolara alınmıştı. 2023 yılının başında ise Kiler Holding’e yarı fiyatına yeniden satıldı. Sayıştay ise AVM için 78.9 milyon dolar değer biçti. Bu durum hatırlatılarak TBMM’de AVM’nin 48 milyon dolara satılarak kamu zararı oluştuğuna dikkat çekildi.(EKSPERTİZ DEĞERİNİN ALTINDA) Halkbank Genel Müdürü Osman Arslan ise AVM’yi borcuna karşılık aldıklarını, pandemi döneminde zarar edince elden çıkarmak zorunda kaldıklarını söyledi. Arslan, “Bize yük olunca ihaleye çıktık. Kimse almak istemedi. Biz de firmaya teklif edip ‘lütfen alın’ dedik, geri sattık” dedi.  Meclis KİT Komisyonu’nda Halkbank hesapları ele alındı. CHP Çorum Milletvekili Mehmet Tahtasız, “Sapphire AVM Eylül 2022’de satışa çıktı ve Ocak 2023’te satıldı. Halkbank borcuna karşılık aldığı AVM’yi yine aynı şirkete Kiler Holding’e neredeyse yarı fiyatına, 48 milyon dolara sattı. Oysa ekspertiz değeri 78.9 milyon dolar” dedi.Halkbank Genel Müdürü ise bu satışı şöyle savunmaya çalıştı: “Bu firmada başka bankaların da alacağı vardı. Biz de alacağımızı varlık borç takasına konu ederken o günkü ekspertiz değerlerinin altında bir rakamla bunu değerlendirip tahsis ettik. Zaman içinde gayrimenkuldeki Halkbank sahiplik oranı arttı. Ziraat Bankası ile benzer gayrimenkul alışımız olmuştu. AVM’nin üzerindeki seyir terası ve aynı zamanda rezidanslar da alındı. Bahsedilen tutarın içinde rezidanslar da var. Zaman içerisinde rezidanslar satıldı ve alacağımızdan düştü.” ‘Yasalara aykırı değil’ iddiası Halkbank Genel Müdürü Osman Arslan şunları ifade etti: “AVM zarar edince firmaya biz teklif ettik. İşletemiyoruz, zarar ediyoruz. ‘Eğer durumunuz müsaitse, şartlar uygun ise bunu lütfen alın’ dedik. Yönetim kurulumuzun da onayıyla kredi alacağımızı artı faizlerini karşılayacak ve bunun da üzerinde bir rakamla tahsilat yapıldı. Bir kısmı peşin, vadeye bağlanan bölüm de faizsiz değil. AVM bizde kalsa, doğuracağı zararlar, artı bizim nakite ulaşmamamızın getirdiği sonuç çok daha büyük olacaktı. Bunun yasalara aykırı bir şey olduğunu düşünmüyoruz.”

                                                   ***

İklim Kanunu Teklifi, TBMM'de kabul edildi: İşte ayrıntılar!-Cumhuriyet-

Muhalefet partilerinin karşı çıktığı İklim Kanunu TBMM Genel Kurulu'nda yapılan oylamayla yasalaştı. İşte kanun teklifinin ayrıntıları...

Yeşil büyüme vizyonu ve net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda iklim değişikliğiyle mücadeleyi amaçlayan Kanun, iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini, planlama ve uygulama araçlarını, gelirleri, izin ve denetim ile bunlara ilişkin yasal ve kurumsal çerçevenin usul ve esaslarını kapsıyor.

Kanunla, "Adil geçiş", "Birincil piyasa", "Denkleştirme", "Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)", "Gömülü sera gazı emisyonları" ile "Gönüllü karbon piyasaları", "İklim adaleti" gibi tanımlar yer alıyor.

İklim değişikliğiyle mücadelede genel ilkelerin belirlendiği Kanuna göre, iklim değişikliği ile mücadelede Türkiye'nin "ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler" ilkesi dikkate alınarak, eşitlik, iklim adaleti, ihtiyatlılık, katılım, entegrasyon, sürdürülebilirlik, şeffaflık, adil geçiş ve ilerleme yaklaşımları esas alınacak.

Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler, kamu yararı gözetilerek alınacak tedbirlere ve düzenlemelere süresinde uymakla ve bunları uygulamakla yükümlü olacak.

Ulusal Katkı Beyanında, net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda ülkenin kalkınma öncelikleri ve özel koşulları göz önünde bulundurulacak ve bu çerçevede önlemler alınacak.

Sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerine ilişkin ilerlemeler yıllık bazda İklim Değişikliği Başkanlığınca izlenecek.

Gerekli görülen tedbirlerin alınması amacıyla görev alanı dahilinde, kurumlar arası koordinasyonu sağlamak, faaliyetleri ve standartları belirlemek, gelişmeleri izlemek, karbon fiyatlandırmasına ilişkin piyasaya dayalı mekanizmaları düzenlemekle İklim Değişikliği Başkanlığı yetkili olacak.

Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler, kendi yetki ve sorumlulukları çerçevesinde plan ve projeler yapacak, yaptıracak, uygulayacak, destekleyecek ve işbirliği yapacak.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla, İklim Değişikliği Başkanlığı, düzenlemenin uygulanmasına yönelik gerekli gördüğü bilgi, belge ve veriyi, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerden doğrudan istemeye yetkili olacak. Kendilerinden bilgi ve belge talebinde bulunulanlar, bunları istenilen sürede bedelsiz olarak Başkanlıkla paylaşacak.

Başkanlık, kendi iş ve işlemleri için ihtiyaç duyduğu verileri de öncelikli olarak Ulusal Coğrafi Bilgi Platformundan temin edecek. Temin ettiği veriler ile kendi ürettiği verileri de kamu kurum ve kuruluşları ile paylaşılmak üzere Ulusal Coğrafi Bilgi Platformuna aktaracak.

İklim Değişikliği Başkanlığı, Ulusal Coğrafi Bilgi Platformunda bulunmayan verileri ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yaparak temin edebilecek. Milli savunma ve milli güvenliğe ilişkin bilgi ve belgelerin paylaşılmasına dair usul ve esaslar Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve ilgili bakanlık tarafından müşterek belirlenecek.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, sınırlarını açıkça belirlemek ve yazılı olmak kaydıyla gerektiğinde yetkilerini Başkanlığa devredebilecek.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELE FAALİYETLERİ

Kanunla iklim değişikliğiyle mücadele faaliyetleri belirleniyor. Buna göre, sera gazı emisyonları, Ulusal Katkı Beyanı, net sıfır emisyon hedefi ve İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yayımlanan veya güncellenen strateji ve eylem planları doğrultusunda azaltılacak.

Ulusal Katkı Beyanında sektörel bazda belirtilen sera gazı emisyonlarının azaltım faaliyetleri, ilgili kurum ve kuruluşlara mevzuatla verilen görev ve sorumluluklar dahilinde gerçekleştirilecek.

Ulusal Katkı Beyanında yer alan sektörel politikaların uygulanması ve hedeflere ulaşılması amacıyla ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda ilgili kurum ve kuruluşların mevcut görev ve sorumlulukları gözden geçirilecek. Bu kapsamda Bakanlığın ve ilgili kurumların görüşü alınarak Ulusal Katkı Beyanı ve net sıfır emisyon hedefi çerçevesinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca düzenleme yapılabilecek.

İlgili kamu kurum ve kuruluşları, orta ve uzun dönemli hedeflerini içeren planlama araçlarını sera gazı emisyonlarının azaltım faaliyetleri çerçevesinde uyarlamak, hazırlamak, uygulamak, izlemek ve güncellemekle yükümlü olacak.

Kurum ve kuruluşlar, net sıfır emisyon hedefi ve döngüsel ekonomi yaklaşımı ile uyumlu olacak şekilde Ulusal Katkı Beyanında yer alan sektörlerde uygulanmak üzere, enerji, su ve hammadde verimliliği, kirliliğin kaynağında önlenmesi, yenilenebilir enerji kullanımının artırılması, ürünlerin, işletmelerin, kurum ve kuruluşların karbon ayak izinin azaltılması, alternatif temiz veya düşük karbonlu yakıtların ve ham maddelerin kullanımı, elektrifikasyonun yaygınlaştırılması, temiz teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımının artırılması gibi azaltım önlemlerinin alınması, bu önlemlerin adil geçiş gereklilikleri gözetilerek uygulanması ile sıfır atık sisteminin kurulması, uygulanması ve izlenmesiyle yükümlü olacak.

Net sıfır emisyon hedefinin sağlanmasına yönelik emisyonların dengelenmesi için orman, tarım, mera ve sulak alanlarda karbon yutağı kayıplarını engellemek üzere ilgili kurum ve kuruluşlarca tedbirler alınacak, yutak alanların ve korunan alanların korunarak artırılması sağlanacak.

Ulusal Katkı Beyanı, net sıfır emisyon hedefi ve İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yayımlanan veya güncellenen strateji ve eylem planları doğrultusunda, ilgili kurum ve kuruluşlarca iklim değişikliği ile ilişkili mevcut veya olası kayıp ve zararları önlemeye, riskleri en aza indirmeye veya fırsatlardan yararlanmaya yönelik uyum faaliyetleri gerçekleştirilecek.

Ayrıca Ulusal Katkı Beyanında yer alan iklim değişikliğine uyum faaliyetleri, kurum ve kuruluşlara mevzuatla verilen görev ve sorumlulukları dahilinde gerçekleştirilecek.

Ulusal Katkı Beyanında yer alan sektörel politikaların uygulanması ve hedeflere ulaşılması amacıyla ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda ilgili kurum ve kuruluşların mevcut görev ve sorumlulukları gözden geçirilecek. Bu kapsamda Bakanlığın ve ilgili kurumların görüşü alınarak Ulusal Katkı Beyanı ve net sıfır emisyon hedefi çerçevesinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarca düzenleme yapılabilecek.

İlgili kamu kurum ve kuruluşları, ulusal ve yerel ölçekte iklim değişikliğine uyumla ilgili planlama araçları ile etkilenebilirlik ve risk analizlerini hazırlamak, hazırlatmak, hazırlanan bu araçları ve analizleri yatırım ve planlama faaliyetlerinde göz önünde bulundurmak ve bunları uygulamakla yükümlü olacak.

İklim değişikliğinin etkilerine karşı su kaynaklarının etkin yönetimini sağlamak üzere planlama araçları, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca hazırlanacak ve uygulanacak.

İlgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından iklim değişikliğinin ekosistemlere ve biyolojik çeşitliliğe etkilerinin azaltılması ve sürdürülebilir ekosistem yönetimi için tedbirler alınacak, denizel ve karasal korunan alanların muhafazası sağlanarak korunan alanların niteliği ve oranı yükseltilecek, iklim değişikliğinden etkilenen veya etkilenmesi muhtemel alanlarda arazi tahribatının dengelenmesi sağlanacak.

Çölleşme ve erozyonla mücadele ile ağaçlandırma ve toprak muhafaza kapsamında orman dışı alanlarda oluşturulan yutak alanların net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda sürdürülebilir yönetimi sağlanacak.

İlgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından tarım sektörünün sürdürülebilirliğini temin için iklim değişikliğine dirençli ürün deseni ile gıda güvenliğinin sağlanması hedefleri doğrultusunda, doğal kaynakların, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin koruma kullanma dengesinin gözetilmesi ile ihtiyaç duyulan tekniklerin ve teknolojilerin yaygınlaştırılmasıyla, tarım sektöründe ekosistem temelli uyum yaklaşımını, doğa temelli çözümleri ve su bütçesini dikkate alan planlama araçları geliştirilecek ve buna uygun iklim değişikliğine dirençli uygulamalar yaygınlaştırılacak.

İklim değişikliğine bağlı afetlerin neden olduğu kayıp ve zararların azaltılması amacıyla risk değerlendirme, izleme, bilgilendirme ve erken uyarı sistemleri bütünleşik afet yönetimi esas alınarak geliştirilecek.

PLANLAMA VE UYGULAMA

Kurum ve kuruluşlarca hazırlanan plan, program, strateji, eylem planı ve sair politika belgelerinde, yeşil büyüme vizyonu ve net sıfır emisyon hedefi kapsamında iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yayımlanan strateji ve eylem planları ile belirlenen esaslar dikkate alınacak.

İklim değişikliği strateji ve eylem planları, sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi amacıyla İklim Değişikliği Başkanlığı koordinasyonunda, ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile dönemsel olarak ulusal ölçekte hazırlanacak, uygulanacak, uygulaması izlenecek, değerlendirilecek ve gerektiğinde ulusal veya bölgesel ölçekte güncellenecek.

İlin şartlarına uygun olarak strateji, eylem ve uygulama alanlarını belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak üzere her ilde vali başkanlığında, ilgili kurum ve kuruluşların varsa il veya bölge teşkilat temsilcileri ile yerel yönetimlerin temsilcilerinden oluşan İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu kurulacak. Kurulun sekretaryasını Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı taşra teşkilatı yürütecek, Kurulun çalışma usul ve esasları Bakanlıkça belirlenecek.

Yerel iklim değişikliği eylem planları, sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum amacıyla adil geçiş gereklilikleri gözetilerek her ilin bütüncül bir planı olacak şekilde vali koordinasyonunda, büyükşehirlerde büyükşehir belediyesi, diğer illerde il belediyesi ve il özel idaresi tarafından birlikte, ilgili kurum ve kuruluşların katılımıyla hazırlanacak veya hazırlatılacak ve karara bağlanmak üzere İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kuruluna sunulacak.

Yerel iklim değişikliği eylem planlarının hazırlanması veya izlenmesi süreçlerinde, ilgili kurum ve kuruluşlar kendilerinden talep edilen belge, bilgi ve veriyi ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde paylaşacak.

Sektörel etkilenebilirlik ve risk analizleri, strateji ve eylem planlarına esas teşkil etmek üzere iklim modelleri kullanılarak dönemsel olarak Başkanlık tarafından hazırlanacak ve güncellenecek.

FİNANSAL ARAÇLARA İLİŞKİN ESASLAR

Kurum ve kuruluşlarca iklim değişikliği ile mücadele amacıyla yapılacak faaliyetler ve yatırımlar için iklim finansmanı ve iklim değişikliğiyle mücadele teşviki kaynaklarının geliştirilmesi, kullanılması, sigorta araçlarının geliştirilmesi, yeşil ve sürdürülebilir sermaye piyasası araçlarının, banka finansmanının ve diğer finansman araçlarının teşvik edilmesi esas olacak.

Döngüsel ekonomi hedefleri ve sıfır atık uygulamaları çerçevesinde ürünlerin yeniden kullanımı, atıkların yan ürün, alternatif hammadde olarak kullanılması ve geri dönüşüm, geri kazanım ile elde edilen ürünlerin zorunlu kullanım oranlarının belirlenmesine yönelik çalışmalar ilgili bakanlıklarla koordineli olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yapılacak ve buna dair destek mekanizmaları geliştirilecek.

İklim Değişikliği Başkanlığı, ulusal, sektörel ve tematik raporlar hazırlayacak; finansal kaynakları iklim değişikliği ile mücadele yatırımlarına yönlendirmeyi kolaylaştırmak üzere iklim değişikliği teşvik mekanizmaları geliştirecek, Türkiye Yeşil Taksonomisini kuracak ve yürütecek.

Türkiye Gümrük Bölgesinde ithal edilen malların gömülü sera gazı emisyonlarını ele almak için Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) kurulabilecek. SKDM'ye ilişkin raporlama, kapsam, içerik, usul ve esaslar ilgili bakanlıklarla koordineli olarak Ticaret Bakanlığı tarafından belirlenecek.

İlgili kurum ve kuruluşlarca hazırlanan planlama ve uygulama araçlarında teknolojik öz yeterlilik kapasitesinin artırılması öncelikli hedef olarak belirlenerek temiz teknolojilerin geliştirilmesi ve kullanımının yaygınlaştırılması esas olacak.

Başkanlık, karbon yakalama ve depolama teknolojileri, hidrojen teknolojisi gibi iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik yeni teknolojik gelişmelerin takibi ile bu alanlardaki projelerin geliştirilmesi için ilgili kurumlarla işbirliği yapmaya, kurumların bu alanlarda çalışmalar yapmasını yönlendirmeye ve ilgili kurumlarla koordinasyon yapmaya yetkili olacak.

Başkanlığa bağlı ilgili kurumlarla koordineli olarak enstitüler ile araştırma ve uygulama merkezleri kurulabilecek.

Kurum ve kuruluşlarca, kamuoyu farkındalığının artırılması ve toplumun iklim değişikliğinin etkileri konusunda duyarlı hale getirilmesi için eğitim, bilinçlendirme ve kapasite geliştirme faaliyetleri gerçekleştirilecek.

Tüm eğitim düzeylerinde müfredat ve öğretim programlarının güncellenmesi ve yeşil iş gücünün yetiştirilmesi için gerekli çalışmalar ilgili bakanlıklarla koordineli olarak Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunca yapılacak.

Uygulamaların usul ve esasları, Bakanlık görüşü alınarak Ulusal Katkı Beyanı, uzun dönemli iklim değişikliği politika belgeleri ve belirlenen net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda sorumlulukları dahilinde ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından belirlenecek.

                                                       ***

Orandan önce zam açıklandı: Açlığa yolculuk -Birgün-

TÜİK’in bugün açıklayacağı enflasyon oranıyla milyonlarca yurttaşın alacağı zam oranı da belirlenecek. Milyonlar enflasyon oranlarının açıklanmasını beklerken tüketim kalemlerine zam, maaşlardan önce geldi.

Başta kamu emekçileri ve emekliler olmak üzere milyonlarca yurttaşın gözü bugün açıklanacak enflasyon oranlarında.

Rakamlarla oynadığı nedeniyle sürekli eleştirilen Türkiye ve İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanacak olan enflasyon aynı zamanda kamu emekçileri ile emeklilerin alacağı zam konusunda da belirleyici olacak.

KESK ve Tüm Emeklilerin Sendikası bugün TÜİK’in açıklamasının hemen ardından konuya ilişkin açıklamalar gerçekleştirecek. KESK, bugün 10.30’da TÜİK önünde eylem yapacak.

Bugünün BirGün'ü

ZAMLAR ENFLASYON ORANINDAN DÜŞÜK

KESK MYK Üyesi Bahadır Bedricioğlu TÜİK’in şeffaf olmadığını ve düşük enflasyon oranı açıklayarak iktidar ile el ele halkı sefalete sürüklediğini belirtti. BirGün’e konuşan Bedricioğlu, şunları söyledi: “Yapılan zamlar, şu zamana kadar açıklanan enflasyon rakamlarının toplamından daha düşük bir puanda. Tüm maaşların enflasyon rakamına göre belirlendiği bir ülkede TÜİK de Türkiye’nin en büyük işverenlerinden biri konumunda. Ürün enflasyonunun toplandığı madde sepeti 2022 yılından beri halkla paylaşılmıyor. Halk, verilen enflasyon oranlarının neye göre hesaplandığını bilmiyor. Halktan gizli hesaplama yapılıyor. Hükümet ve İMF el ele rakamlarla toplumu yoksulluğa ve sefalete itiyor. Doğalgaz zammının geç açıklanmasından ötürü, yapılan zam TÜİK’in verilerinin bir parçası değil ve bu sayede Haziran enflasyonundan puan kırılıyor. Maaşlara yapılan zamlar, devletin vergileriyle ilgili olarak arttırdığı oranlarla uygun değil. Yapılan zamlar bütün toplumu ilgilendiriyor. TÜİK, her yıl kira zamlarını yüzde olarak maaş zamlarından fazla öneriyor. Büyükşehirlerde ortalama bir kira 27 bin lirayı bulmuşken halkın büyük bir kısmı yoksulluk ve açlık sınırı ile yaşama derdinde.”

Bedricioğlu taleplerinin şunlar olduğunu dile getirdi: İnsanca ücret, güvenli istihdam, yoksulluk sınırının herkes için en alt maaş sınırı olarak belirlenmesi, halktan yana kamu hizmeti, grev haklarının güvence altına alınması.

EMEKLİLERİN KURTULUŞU ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDE

Yurt genelinde eş zamanlı eylemler düzenleyecek olan Tüm Emekliler Sendikasının genel başkanı Zeynel Abidin Ergen ise emekli aylıklarının her geçen yıl eridiği bir ortamda, emeklilerin yaşadığı sorunların ancak örgütlü mücadele ile aşılabileceğinin altını çizdi. “Daha güçlü bir şekilde taleplerimizi seslendirebilmek, emeklilerin örgütlenmesini sağlayabilmek için 40’ı aşkın yerde, ülke genelinde sokak eylemleri yapacağız” diyen Ergen, şunları söyledi: “Enflasyon oranına göre yapılacak zammın yaşamlarımızda bir karşılığı yok. Özellikle gıda zamlarında bize yapılan zamlar enflasyon oranının altında kalıyor. Emekli maaşını insanca yaşama yetecek seviyeye getirmek, sendikal haklarımızın tanınması ve sağlığa kolay erişimin sağlanması öncelikli taleplerimiz. Aynı zamanda 30 yıl boyunca çalışmış bir emeklinin maaşının işe yeni girmiş, vasıfsız bir memur maaşına eşitlenmesini istiyoruz.

Seyyanen yapılacak zamların da emeklileri kapsaması şart.”

EMEKLİYE ADETA ÖL DİYORLAR!

CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba da emeklilerin Temmuz’da alacakları zamla ilgili açıklama yaptı. Ağbaba, “Yapılması beklenen zammın emeklilere ‘öl’ demekten farkı yok” diyerek şu ifadeleri kullandı: “Enflasyon farkıyla 2 bin 500 lira civarı bir zam olacağı ve en düşük emekli maaşını 17 bin lira olarak teklif edeceklerini öngörüyoruz. Ancak bu emekliye öl demekten başka bir anlama gelmiyor. Teklife sonuna kadar karşı çıkacağız. Emeklinin yıllar içindeki kaybının telafi edilerek, kök maaşlarının asgari ücrete eşitlenmesi gerekiyor.”

***

SEFALET ÜCRETİ BUGÜN TESCİLLENECEK

Art arda gelen zamlarla her kalem hızla pahalanırken yurttaşın omuzlarındaki yük her geçen gün biraz daha ağırlaşıyor. Üstelik zam takvimleri, yurttaşın geçim mücadelesinden önce TÜİK tablolarını düşünerek şekilleniyor. İktidar, enflasyon hesaplamasında baz alınacak 6 aylık döneme girmemesi için zamları temmuz başına öteleyerek adeta “takvim mühendisliği” yaptı. Böylece TÜFE’ye dahil olmayacak bu yeni fiyat artışları, kamu emekçisi ve emekli maaşlarına yansıyacak zam oranlarını baskılayacak. Fakat yurttaş aybaşıyla birlikte fatura ödemelerinde, markette yeni fiyatlarla karşılaşacak.

ÖTV YİNE VURDU

Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) artışı doğrudan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi’ndeki (Yİ-ÜFE) artıştan kaynaklanıyor. Mevcut sisteme göre her 6 ayda bir Yİ-ÜFE oranları üzerinden hesaplanan yeni ÖTV tutarları, akaryakıt ve tütün ürünlerinden alkollü içkilere kadar geniş bir listeyi kapsıyor. Ocak-Mayıs döneminde Yİ-ÜFE yüzde 12,92 olmuştu, haziran ayında da yüzde 1 ila 2 aralığında artması bekleniyor. Bu durumda akaryakıt, tütün ve alkol ürünlerine yüzde 14,61 oranında zam otomatik olarak yansıyacak. Beklenen zam oranı, benzinde 2,10 TL, motorinde 1,97 TL, LPG’de 1,61 TL fiyat artışı anlamına geliyor. Sigara paketlerinde de vergi yükü yaklaşık 8-10 TL artacak, maktu ve asgari vergiyle beraber bir paket sigaradaki toplam vergi 64,8 TL’yi bulacak. Rakıda ise ÖTV yaklaşık 200 TL artarak litrede 1565 TL’ye çıkacak. Böylece alkollü içkilerde verginin toplam fiyat içindeki payı daha da kabaracak.

SON ‘GAZ’ DEVAM

Ek zamlar dolaylı vergilerle sınırlı kalmadı. BOTAŞ’ın duyurusuna göre 2 Temmuz’dan itibaren konutlarda doğalgaz yüzde 24,6, sanayide yüzde 7,86 oranında zamlandı. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından zamma dair yapılan açıklamada doğalgaz toptan satış fiyatlarında “bütçe hedefleri” doğrultusunda değişikliğe gidildiği söylendi. Kış gelmeden yapılan doğalgaz zammı şimdiden endişe yarattı. CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, kararı, ‘1 ay önce ‘75 milyar metreküp doğalgaz bulduk’ dediler. Bulduğu gazı kullanmadan faturasını halka kesen iktidarın arsızlık yüzyılı son gaz devam" sözleriyle eleştirdi.

***

İSTANBUL’DA REKOR KİRAZDA

İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) Ücretliler Geçinme İndeksi’ndeki 336 üründen tam 180’inin fiyatı haziran ayında arttı. Kentte haziran ayında perakende fiyatı en fazla artan ürün yüzde 44,29 ile kiraz oldu. Onu yüzde 41,37 ile limon, yüzde 25,86 ile deniz-havuz kıyafetleri, yüzde 13,50 ile uçak bileti izledi. Gıda tarafında meyve suyu, soğuk çay, Antep fıstığı, elma ve patlıcan da çift haneli artış oranlarıyla dikkat çekti.

                                                             ***

Çanak çömlek patlıyor + Başımıza kumpas bombaları yağarken...-Ayşenur Aslan /halkTV-

Çanak çömlek patlıyor

Gazeteciliğimin ilk yıllarıydı. Yazmam için elime bir açıklama tutuşturuldu. Hac için Diyanet personel arıyordu. Koşullardan biri “yüzme” bilmesiydi. 

Tuhaf bulmuştum. “Acaba deniz yoluyla mı gidilecek..” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Neyse ki, kimseye sorup rezil olmadan yanıtı buldum: Kurbanlık hayvanı kestikten sonra derisini yüzmekten söz ediyorlardı.

Diyanet bugünlerde kurban kesecek kasap değil, daha “incelikli işler” yapacak eleman arıyor: Ütücü.. Çamaşırcı.. Aşçı.. Yemek servis elemanı.. VİP şoför.. VS..

Kolay değil elbette! Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın muhterem eşi Seher Erbaş’a kim hizmet edecek…
Kaldıkları Kabe manzaralı lüks otelin çalışanları mı dediniz?
Onlar da var ama Türkiye’den götürülen personel, Arafat’ta Erbaş çifti ve beraberlerindeki üç beş seçkin misafir için kurulan MERKEZ ÇADIR’da hizmet verecek-miş!
Bunlar, Cuma hutbesinde kamu işçilerine “iş yavaşlatmaya, eyleme kalkmayın cehennemlik olursunuz” diye parmak sallayanlar.
Bizim vergilerimizle 7 yıldızlı hayat yaşayıp fakirliği övenler.
Arapça bilmediği için eline yazdığı tercümeden kopya çekenler.
Aslında tek varlık nedenleri, Saray düzeni devam etsin diye dini kullanıp cehaletin malzemesi kılmak!
Öyle ya “Türkiye’nin Erdoğan ve Saray düzenine daha 6-8 yıl ihtiyacı varmış.”

***

Hesabı yapan, Süleyman Soylu.
Bir zamanlar adı Erdoğan sonrası için geçerken aniden yere çakıldı. Uzun bir aradan sonra da böyle bir hesap ve çağrıyla karşımıza çıktı.
Pek anlayamadık.
Türkiye’nin Erdoğan’a neden, hangi alanda ihtiyacı olabilirdi ki!
* Yüzde 35.4 enflasyon oranıyla dünya birincisiyiz.
* Faizde de birincilik kürsüsünü kaptırmıyoruz: Yüzde 46.
* Dünya yolsuzluk endeksinde Türkiye, 107. sırada.
* Türk-Iş’in hesabına göre memleketin yaklaşık yüzde 19’u “yoksulluk sınırı altında” yaşıyor.
* Asgari ücrete ya çok düşük ya da SIFIR ZAM iddiasını cebimize koyalım..
* Listeye bir de, konutlara yüzde 25 oranında doğalgaz zammını ekleyelim.

Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır ya!
23 yıllık bir iktidar sürecinde yapamadıklarını yapmak için mi ihtiyacımız varmış Erdoğan’a.
Daha konkordato artışlarından.. Çöle çevrilen tarım arazilerinden.. Hukuksuzluktan söz etmedik bile..

***

Ali Bey’in kıymetlisi Seher Hanım için vergilerimizden nasıl paralar saçıldığını anlattık ya.
Bir başka “kıymetli eşi” daha tanıtmadan geçemeyeceğim.
Sözcü’den Müslüm Evci’nin haberi:
“Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Semih Aktekin’in eşi Banu Aktekin 2022 yılında Güzel Sanatlar Fakültesi Cam ve Seramik Bölümü’ne başladı. Rektör Aktekin o dönemde Hacıbektaş ilçesinde bulunan seramik bölümünü eşinin daha rahat gidip gelebilmesi için Avanos ilçesine aldırdı. Eşinin mezun olmasının ardından cam ve seramik bölümü tekrar Hacıbektaş ilçesine alındı.”
Kıyamam ya!
Bu ne aşk böyle!!!!

***

Erdoğan, Saray ahalisi, Süleyman Soylu da memleketi böyle seviyor.
Ayrılamıyorlar. Bırakmak istemiyorlar.
Hatırlarsınız elbette.
Süleyman Soylu HaberTürk canlı yayınında aşkını şöyle itiraf etmişti:
“Hayatta en çok sevdiğim ses sigorta şirketimdeki poliçe basan yazıcıdan çıkan cırt cırt sesi..”
Erdoğan da “şiir yazmıyoruz belki ama şiir gibi yaşıyoruz” açıklamasıyla AKP dönemini en iyi anlatan çerçeveyi çizmişti.
İşte bütün bunlar aşk uğruna.
Erdoğan’a bunun için ihtiyacı var Türkiye’nin.
Levent Gültekin “Madem öyle, sandığa gidilsin ve kararı Türkiye versin..” diyor.
İlahi Levent! Olur mu öyle şey!
Aşk tutkudur. Bırakamazsın. Hatta “ya benimsin ya kara toprağın” dersin!!
Ama, Romeo Juliette ya da Leyla ile Mecnun’u hatırlayın. Aşkın sonsuz olması için aşıklar ölmeli ya da aşkın içinde yok olup gitmelidir ya..
Aksi takdirde aşk yok olup gider ya..
Ankara duyumlarına bakarsanız, Erdoğan'ın gerçeklik algısı iyiden iyiye bozulmuş.
İşaretler “yakında çanak çömlek patlayacak” diyor.
O zamana kadar dayanın.
İmamoğlu.. Özgür Özel.. Bu ülkenin iyi ve güzel insanları.. Birbirinizin elini bırakmayın. Dayanın!!!

***

2 TEMMUZ
32 yıl önceydi. Sivas’ta Madımak Oteli yaktıklarında.. Ne çok güzel insanı öldürdüler. Su olup akıp gidemedik. Kurtaramadık. Önceki akşam da Leman için sergilemeye kalktılar aynı provokasyonu. Neyse ki bu sefer yapabildikleri “ters kelepçe” ve Reisçilerin “iman tazeleme” paylaşımlarından öteye gidemedi.
Ateşe inat.. Madımak’ta yakılanlara selamlarımla.. Tanımaktan onur duyduğum Metin Altıok’tan bir şiir:
“Benim bu dünyada bir yerim olmadı,
Kuytu gövdemi saymazsak eğer.
Gövdem ki varla yok arası,
Hem varlığa, hem yokluğa değer.
Ama yüreğim hiç solmadı.”

                                                   /././

Başımıza kumpas bombaları yağarken...

“Yeni Şafak’ın düzenlediği 'Ticarette Türkiye Yüzyılı Zirvesi'ne, Ticaret Bakanlığı, Halkbank, Vakıfbank, Ziraat Bankası, Turkcell, THY ve Limak sponsor oldu.”

Faruk Bildirici medyayı didiklediği yazısının altına “birer cümle” ile dikkatini çeken notları sıralamış. Yeni Şafak notunu orada gördüm.

Nasıl bir programmış ki bu, memleketin tüm kamu bankaları katkı için koşmuş. Düzenli ilan katkılarının yanı sıra tabii. Yeter ki Saray’ın sesi, kalemi olsun.

Bunları görmeyen gözler, aslında İBB ile kurumsal bağı olmayan reklamcı Murat Kapki’nin tablo koleksiyonuna uçuyor. Azıcık paralanmış herkesin evinde rastlayacağınız.. Bütünlükten, dolayısıyla bana göre sanat gustosundan yoksun bir “koleksiyon” ile İBB davasını şişirmeye uğraşıyor.

Ben mi ne yapıyorum?
Gündemin en sıcak konusuna girmemek için arka kapıları deniyorum.
Leman vesilesiyle güç denemesine giren şeriatçı grupları tarif etmeden anlatmaya çalışıyorum.

***

Karikatürist gencin korkudan maskeye dönmüş yüz ifadesini.. Gözaltına alınırken filmlerdeki cinayete teşebbüs sahnelerini andıran ters kelepçe uygulamasını izlediniz mi?

İşte o sahneler.. Ardından dergi binasının basılması.. Madımak katliamının yıldönümünde korkudan felç eden sahneler..
Her şeyi gördük.. Belki de “özellikle gösterdiler”.
O kaos halinde bir tek karikatürü konuşamadık.
Zira ne dersek diyelim başımızın derde gireceğini, ama gözaltı ama fiili saldırı tehdidi altında olduğumuzu düşünüyorduk.
Fatih Altaylı bunun için Silivri’deydi. Osman Kavala tam 2 bin 800 gündür protestoyu aklımızdan bile geçirmeyelim diye betonların altındaydı..
Gele gele zihinlerimize konulan çelik bariyerlere gelip tosladık.
Artık kimsenin bize “şu konuyu görme, buna girme” demesine gerek kalmadı. O bariyerleri anında biz dikiyoruz beynimize.

Mesela..
Biri çıkıp da “ben o karikatürden aşağılama değil, Gazze’nin haline yanmayı çıkardım” dese..
Hatta “iki semavi din de çocukları paramparça eden bombalara karşı elele” sonucu çıkarsa..
Söyleyebilecek mi bunu?

Düşünün, meczubun biri çıkmış “ya onlar ölecek ya biz” diyor. Güvenlik güçlerinin yapabildiği, ancak, “hadi evine git kardeşim” oluyor.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Erdoğan üniversiteleri eline aldı.. Kimisinin ismini değiştirdi.. Kimisinde fakülte açtı ya da kapattı..
Bu arada Ankara Bilim Üniversitesi’nde “İSLAMOFOBİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ “ kurulmasına dair imza attı.

Ne yapacak Enstitü?
Elbette nelerin İslam karşıtlığı sayılacağını araştırıp katalog hazırlayacak.
Daha yeni yazdım: “ Anayasada CUMHURİYET yazıyor. Ama beyler Türkiye’yi DİN DEVLETİ gibi yönetiyor. Demokrasi, hukuk falan laftan öte gitmiyor.”
Şimdi bu fiili durumu, tıpkı başkanlık sistemine geçişte olduğu gibi Anayasal hale getirmeye çalışacaklar.

***

Bu yolda yürürken de an itibariyle Türkiye’nin birinci konumdaki partisi CHP’yi bitirecekler. Daha İstanbul iddianamesini yazamadılar. Gündeme İzmir iddialarını attılar. Aralarında eski başkan Tunç Soyer’in olduğu çok sayıda isim gözaltında. Malum troller anında fısıldamaya başladı:
* İzmir iddialarının arkasında mevcut başkan Cemil Tugay varmışmış!
Anında yalanladı Tugay. 

Duyan oldu mu bilmem.

Tam da İmamoğlu’nun tutukluluğunun 100. gününde..Mutlak butlan davasının hemen ertesinde… Ne tesadüf ne tesadüf değil mi!! Memleket, hayatlar acımasız bir gücün elinde un ufak olup gidiyor sanki.

***

Ama bakmayın yazının iç karartan akışına!
Evet zulüm gittikçe koyulaşıyor.
Evet o karanlıkta biz gazeteciler pek azaldık. Başta Halk TV büyük gözaltı halinde yaşıyor.
Ama bu memleketten başka gidecek yerimiz yok.
En önemlisi de artık yüzde 60’larla ifade edilen “Saray karşıtı” halkı gönderebilecekleri bir yer de yok.
Biz kıvançta tasada elele buradayız!

İngiliz zırhlısı Boğaz’dan demir alırken yaver Mustafa Kemal’in de padişahın maiyeti ile bindiğini tahayyül edin. Anadolu parça parça paylaşılırken de Nice’te gösterişli matmazellerle dans ettiğini..
Oysa Mustafa Kemal daha Atatürk bile olmadan yolunu çizmişti.
Gitmedi. Savaştı. Kazandı.
Sizi bilemem ama, benim Arabistan ya da bugünkü Afganistan’da değil de Atatürk Türkiye’sinde yaşamamın bir borcu var.
Özgür Özel’in bir mitingde okuduğu şiirdeki gibi;

“Bin kez budadılar körpe dallarımızı
Bin kez kırdılar
YİNE ÇİÇEKTEYİZ İŞTE!”

***
Hapisteki herkesi.. Adalet arayan özgürlük bekleyenleri kucaklıyorum..

Ayşenur Aslan /halkTV

                                                   /././

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -2 Temmuz 2025-

Seçimsizlik özlemi -Berkant Gültekin-

2 Temmuz 1993 günü Madımak Oteli’nde yobazlarca katledilen güzel insanlarımıza saygıyla…

AKP-MHP iktidarı, rejimin herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan varlığını sürdürebileceği muhalefetsiz bir Türkiye’yi tesis etmek için elinden geleni yapıyor. Eğer amaçlarına ulaşabilirlerse, kurumsal muhalefeti göstermelik ve kadük bir hale getirip seçimlerin anlamsızlaşacağı bir düzen inşa etmiş olacaklar. Böyle bir yapıda seçimlere katılım yüzde 60’lara gerileyecek belki ama kimin umurunda; teknik olarak seçimli bir siyasal sistem işleyecek ve “milletin yetki verdiği” iddiasıyla iktidar gücü garanti altına alınacak.

CHP’ye yönelik kuşatma harekâtı ve sınırsız baskı, iktidarın muhalefetsiz/seçimsiz Türkiye hedefinin mutlaka geçilmesi gereken, zorunlu bir aşaması. 2000’li yıllardaki ilk büyük sıçramasını 2019 yerel seçimlerinde yapan ve İstanbul ile Ankara’yı 25 yıl sonra kazanan CHP, ittifak kurduğu güçlerle Mayıs 2023’teki cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a üstün gelemese de Mart 2024 yerel seçimlerinde beklentilerin hayli üstünde bir performans sergileyerek AKP’yi ilk kez oy oranında geçmeyi başardı.

CHP’nin kabuğunu kırmasını sağlayan, Kasım 2023’te gerçekleştirdiği ve yönetimini değiştirdiği kurultayın ortaya çıkardığı dinamikler oldu. Parti Kılıçdaroğlu ile genişleyebileceği yere kadar genişlemişti, daha ötesi için bir “iç devrim” gerekiyordu. Özgür Özel’in Genel Başkan seçildiği kurultayda CHP bunu başararak kendini yenilemeyi bildi. AKP’nin sadece büyükşehirlerde değil “kale” kabul ettiği kentlerde de kaybettiğini gösteren 2024 yerel seçimlerinin tablosu, hem her alandaki kötü gidişat hem de anamuhalefetin toplum nazarında umuda dönüşebilmesinin ürünüydü.

İktidar bloku yerel seçimlerin ardından yaşadığı güven kaybının etkisiyle bir hareketsizlik döneminin içine girdi. Erdoğan, yerel seçim yenilgisini “Umduğumuz neticeyi alamadık” sözleriyle değerlendirdi. Yeni döneme ilişkin stratejisini belirlemeden önce yapması gereken ilk şeyin, muhalefetin hızını kesmek olduğuna karar verdi. CHP ile birlikte bir “normalleşme/yumuşama” sürecine başladı. Toplumsal muhalefetin içine sinmeyen ve CHP’de Özel yönetiminin ilk büyük tepkiyi aldığı bu süreç, çok geçmeden sona erdi ve iktidar, ihtiyaç duyduğu zamanı kazandıktan sonra bugüne kadar uzanan yıkıcı siyasetini devreye aldı.

Yerel seçim mağlubiyeti ve Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş gibi belediye başkanlarının Erdoğan karşısında artan toplumsal desteği, bir “değişim dinamiğine” işaret ediyordu. Kamuoyuna yansıyan anketler de Erdoğan’ın olası rakibine kaybettiğini ortaya koyuyordu. Erdoğan şundan emin oldu; artık biriken derin sorunları çözüp toplumdan rıza alarak demokratik seçimlerde CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olması beklenen Ekrem İmamoğlu’nu ekarte etmesi imkânsızdı. O nedenle “doğal akışa” müdahale etmesi, bir başka deyişle suyun yönünü değiştirmesi gerekiyordu.

Belediyelere yapılan operasyon, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının dün itibarıyla 100’üncü gününü dolduran tutuklulukları, iktidarın stratejisiyle uyumlu yargı müdahaleleri oldu. İktidar bu yolla, demokratik mücadelede önüne geçemeyeceğini anladığı CHP’yi durdurup parti içinde kaos yaratma ve İmamoğlu’nu fiilen siyasetin dışında tutma üzerine kurulu bir oyun kurdu.

Bu çift ayaklı bir strateji. Bir ayağını muhalefetin ivmesini kırmak için geniş kapsamlı saldırılar oluştururken diğer ayağını siyasetin bir rejim kurgusu etrafında yeniden dizaynı oluşturuyor. Muhalefeti baskıyla sindirmeye çalışan iktidar, ortaya attığı ve bir kolu “Terörsüz Türkiye” ile “yeni anayasa”ya uzanan “iç cephe” formülüyle kendi konumunun tartışmasızlığı üzerine kurulu bir “yeni nizam” şekillendirmek niyetinde.

İktidar demokratik değişim talebinin önünü, “güvenlik” endişesini harlayarak kesmeye ve kendi devamlılığını ideolojik meşruiyet üreterek sağlamaya uğraşıyor. Bu, parlamenter sistemden başkanlık rejimine geçen Türkiye’deki sistemsel dönüşümün, üst ulus kimliğinin inanç temelinde tanımlanması projesini de içeren kritik bir eşiği olarak değerlendirilebilir.

CHP’nin kurultayına açılan ve 8 Eylül’e ertelenen davanın mahiyeti de burada saklı. Halk yaşam savaşı verirken ülkede tartışılan konunun iktidar değişimi değil “CHP’nin buhranları” olması isteniyor ama mevzu bununla sınırlı değil. Özgür Özel’den istenen, İmamoğlu’nu hapiste unutması ve “iç cephe”ye teslim olması. Dün Bahçeli’nin açıklamaları da bu çağrının yansımasıydı.

İktidarın baskı ve “zorunlu rıza”ya dayalı siyasi programının önündeki en büyük engel, demokratik bir düzen talep eden halk kesimlerinin günden güne yükselen ve bir süredir çoğunluğa tekabül eden değişim enerjisi. 19 Mart operasyonundan sonra meydanları dolduran irade, bir yandan muhalefetin rejime mukavemet tarzını dönüştürürken diğer yandan da karşı cephede ülkenin sahibi olduğunu sanan siyasi aktörlere dönük sorgulamaları artırdı. Sessizliğin konforunu arayanlar, toplumu korkuyla sindirilebilmek için şimdi türlü türlü provokasyonlar denemeye başladı. Leman dergisinde yayınlanan karikatürün manipüle edilerek dinci bir gruba, muhaliflere kapatılan Taksim’in orta yerinde sunulan ve tehditlerin havada uçuştuğu şiddet sahnesi, tam da böylesi bir zihin dünyasının mahsulüydü.

Cumhuriyet ve beraberindeki devrimler tarihsel açıdan ilerici hamleler olsa da Türkiye hiçbir zaman demokrasi ve özgürlükler konusunda örnek alınabilecek bir ülke olmadı. Yürürlükteki mevcut anayasası da askeri darbe kalıntısı... Ancak bugün ülkeyi bütünüyle dönüştürmek isteyenlerin ideolojisi, var olanı geliştirmeyi değil, daha da geriletmeyi amaçlıyor. Buna karşı çıkan herkesin, demokratik bir düzeni kazanmak için en geniş demokrasi blokuna sadık kalmak gibi bir sorumluluğu var. Eğer aktüel tehlike atlatılamazsa, farklılıkların da bir anlamı kalmayacak.

                                                               /././

Demokratik zemin daralırsa ekonomi nefes alamaz -Güldem Atabay-

Türkiye’de siyaset sadece sandıkla yapılmıyor. CHP kurultayı davası 8 Eylül’e ertelendi ancak konu kapanmış değil. Türkiye’nin 100 yıllık ana muhalefet partisi CHP’nin varlığı çok partili rejimin, demokratik kontrol mekanizmasının temel unsurlarından. Bu nedenle konu artık yargının tarafsızlığı tartışmasından çıkarak siyasetin bütününe yönelmiş bir müdahale tartışması.

CHP’ye yönelik mutlak butlan “hamlesi” de Türkiye’nin siyasi dengesini bozan, hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve nihayetinde ekonomide en kırılgan kesimlere darbe vuracak bir gelişme. Hedeflenen CHP üzerinden Türkiye’nin siyasal dengelerini değiştirmek olunca CHP’nin başına örülen çorap ülkenin ekonomik kırılganlıklarına da doğrudan temas eder.

Hele ki yüksek faizle sıcak para çekmek kadar kırılgan bir istikrar çabası içindeyken siyasi krizin etki analizleri finansal piyasalarla sınırlı tutuluyor.  Halbuki iktidarın demokratik rekabet alanını daraltması, sadece muhalefeti değil, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomi kategorisindeki bir ülkede ekonomiyi de boğar. Zira yatırım kararı sadece ucuz işgücü ve altyapıya göre değil; aynı zamanda siyasi risk analizi, mülkiyet hakkı güvencesi ve bağımsız yargıya da bakarak alınır.

8 Eylül’de iç siyasi risk daha önce görülmemiş şekilde artarsa piyasalarda ilk tepki kur cephesinden gelir. Döviz yatırımcısı hızlı refleks gösterir. Zira Türkiye gibi dış finansmana bağımlı bir ekonomide, siyasi istikrar ve hukuki öngörülebilirlik, döviz kurundan faiz politikasına kadar birçok parametreyi belirler. Türkiye’ye "bir şans daha" verme eğilimindeki yatırımcıların güveni hızla zedelenir.

Faiz artırımı, dezenflasyon politikaları ve çoktan güdük hale gelen rasyonelleşme adımları bir anda yerini yüksek belirsizlik ve siyasi türbülans senaryolarına bırakır. Bu, sadece ekonomi yönetimi açısından değil, toplumun tümü için daha fazla bedel, daha fazla karmaşa anlamına gelir.

CHP gibi bir yapının hukuk eliyle zayıflatılması, daha doğru ifadeyle “iktidarın rejim müdahalesi” adımı, Türkiye’nin tepe taklak bambaşka bir ülkeler ligine düşmesi demektir.

Böyle bir "mutlak butlan" kararının gelir dağılımı ve fakirleşme üzerindeki etkisi, doğrudan görünmeyebilir ama dolaylı yollarla çok ciddi ve kalıcı sonuçlar doğurabilir. Çünkü siyasi istikrarın sarsılması ve hukuk devleti ilkesinin zayıflaması, doğrudan yoksul kesimleri ve çalışan sınıfları etkileyen ekonomik dalgalanmalara yol açar.

Siyasi belirsizlik, finansal piyasalarda zincirleme etki yaratır: döviz yükselir, enflasyon artar, yatırımcı beklemeye geçer. Bunun anlamı da emekli, asgari ücretli, küçük esnafın alım gücünün düşmesi, yaşam şartlarının daha da ağırlaşmasıdır. Enflasyonun vergi gibi işlediği Türkiye ekonomisinde, sabit gelirli vatandaş daha da fakirleşir.

Yabancı sermaye siyasi risk gördüğünde geri çekilir. İçerideki yatırımcı da üretimden çok faize veya güvenli limanlara yönelir. Sonuç yeni yaratılan işlerin azalması, mevcut işlerin de risk altına girmesi olur. Gençler, kadınlar ve düşük eğitimli bireyler başta olmak üzere kırılgan gruplar işsizlik kıskacına sıkışır.

Bu tür kriz dönemlerinde hükümetler genellikle bütçeyi dengelemek adına dolaylı vergilere yüklenir. KDV, ÖTV gibi tüketim vergileri zengini de yoksulu da aynı oranda etkiler. Ama zengin için gıdaya gelen zam lüksten eksiltmesine neden olurken, yoksul için günlük hayattan bir kalemin daha silinmesidir. Vergi yükü adaletsizleşir, gelir uçurumu büyür.

CHP gibi büyük bir muhalefet partisinin yargı kararıyla etkisizleştirilmesi, sadece kurumsal bir tartışma değil. Siyasi temsil zayıfladığında sosyal taleplerin sesinin kısılması ile doğrudan ilgili. Asgari ücretin artırılması, emekli maaşlarının iyileştirilmesi, sosyal yardımların adaletli hale getirilmesi gibi talepler gündeme bile gelemez.

Her siyasi kriz, yoksullar için bir kayıp döngüsü yaratıyor. Ekonomi daralır, devlet harcamaları seçim odaklı olur, gelir dağılımı bozulur, halkın talepleri bastırılır. CHP’ye “mutlak butlan” kararı almakla hukukun ayaklar altına alındığı bir ülkede, ortaya çıkan ekonomik sonuçlardan en çok etkilenecek olanlar ne yargı mensupları ne siyasi elitler olur.

Hukukla siyasetin iç içe geçtiği her dönemde olduğu gibi, bu krizin de faturasını ilk önce ve en çok yoksullar öder.

                                                           /././

Sivas, Madımak ve Kızılbaşlar -Şükrü Aslan-

Bugünkü ‘homojen’ görüntüsüne rağmen Sivas, yakın zamanlara kadar genellikle Kızılbaş kimliğiyle tanınan az sayıdaki şehirden birisiydi. Daha 1501’de Şah İsmail’in yönettiği Safevi devletinin Osmanlı ile aralarındaki sınır tam olarak bugünkü Suşehri ilçesinden geçiyordu ve bu yüzden Sivas Kızılbaş coğrafyası için çok kritik bir önem taşıyordu. 1863’de vilayet statüsü aldığı zaman Amasya, Çorum, Şebinkarahisar ve Tokat, bu vilayetin dört Sancağı olarak Osmanlı idari sisteminde yer almışlardı. 20 yüzyılın başına geldiğimizde dört Sancak, 26 Kaza, 257 Nahiye ve 4.761 köyü ile Sivas vilayetinin nüfusu 1.086.015’e ulaşmıştı.

Sadece Cumhuriyetin değil, Osmanlı’nın da bir tür periferik kimliği olarak özenle görünmez alanda tutulmalarına karşın, Kızılbaşlar, 20. yüzyılın başında Sivas demografisinin en güçlü damarlardan birini oluşturuyorlardı. Osmanlı devleti saklı alanda tutsa da Sivas’ın demografik dokusuna dair, detaylı nüfus bilgileri ve kimliklere göre dağılımı, Fransız Konsolosluğu’nun kendi hükümetine yazdığı raporlarda yer almıştı. 20. yüzyıl başında hazırlanan bir rapora göre Kızılbaş nüfus Sivas’ta en büyük ikinci demografik gruptu. Fransız Dışişleri Arşivindeki bu raporlardan Bayram Kodaman tarafından çıkarılan 31 Ağustos 1901 tarihli bir rapora göre nüfusun etnik gruplara göre dağılımı şöyle idi:

Osmanlı-Türk nüfusu: 506.000, Kızılbaşlar: 318.000, Ermeniler 142.000, Çerkezler ve diğer Kafkasyalılar: 87.000, Rumlar: 72.000, Kürtler: 67.000, Avşar-Tatar-Türkmenleri: 21.000, Şirvanlılar: 5.000, Çingeneler: 2.000, Yahudiler 250 nüfusa sahipti. Kızılbaş nüfusunun sancaklara dağılımı ise şu şekildeydi: Sivas: 171.500, Karahisar: 10.800, Tokat: 69.100, Amasya: 59.100. Kazalardaki Kızılbaş nüfusa dair veriler de bu raporlarda yer almıştı. Mesela Sivas merkezde 3.500, Divriği’de 5.000, Zile’de 2.500 Kızılbaş nüfus yaşıyordu.

Türlü engellemelere rağmen ilerleyen zamanlarda bu nüfus, şehir merkezlerine yönelmişti. Nitekim 1950’li yıllara gelindiğinde kırsal alandan gelen göçlerin etkisiyle, Sivas şehir merkezinde Alevilerin yoğun şekilde yerleştikleri mahalleler ortaya çıkmıştı. Mesela 1960’lı yıllarda Altıntabak, Alibaba ve Gökçebostan genellikle Alevi nüfusun yaşadığı üç büyük mahalleydi. Bunlardan Altıntabak, Sivas’ın en büyük mahallesiydi ve Alibaba da ikinci sırada yer alıyordu. Bunların yanısıra Çiçekli ve Çayırağzı Mahalleleri de genelde Alevi nüfusun yaşadığı yerlerdi. Kelime Ata’nın araştırmasına göre aynı yıllarda Devlet Demiryollarına ait fabrikalarda çalışan toplam 3.870 kişinin yüzde 50’si de Altıntabak Mahallesinde, yüzde 20’si Alibaba Mahallesinde ikamet ediyordu. Yani Sivas merkezinde en büyük üretim tesislerinde çalışanların çok büyük bölümü de Alevilerdi.

Fakat rejimin geleneksel politikası kamusal alanı olduğu gibi, sistemi de Alevilere kapatmıştı. Mesela 1950 genel seçimlerinde rejimi kuran CHP’nin 12 milletvekili adayından hiçbiri Alevi değildi. Demokrat Parti milletvekillerinin ise sadece ikisi Aleviydi. Belli ki Alevilerin temsil mekanizmalarında yer alması istenmemişti. Bununla birlikte 1969 seçimlerinde Birlik Partisi aracılığıyla şehrin Alevi kimliği daha belirgin hale gelmiş; BP hem iki milletvekili çıkarmış, hem de il genelinde % 16.7 oy alarak üçüncü parti olmuştu.

Bugün bu süreç geriye doğru okunduğunda Sivas’ın demografik yapısındaki Kızılbaş nüfusun adım adım tasfiye edilerek neredeyse yok edildiğini görmekteyiz. Gerçi 1978’de uğradıkları katliam girişimi bu nüfusun bir bölümünün şehri terketmesine yol açmıştı ama şehirden asıl çıkış 1993 Madımak kırımıyla gerçekleşti. Besbelli ki Madımak kırımını yapanların amacı hem Sivas’ta Pir Sultan Abdal’ın heykelini kurma girişimlerine sert yanıt vermek, hem de Kızılbaş’sız bir Sivas yaratmaktı. Nitekim Madımakla birlikte Kızılbaşlar şehrin demografik haritasından büyük ölçüde çıkarıldılar. Sadece çıkarılmadılar, Sivas coğrafyasına doğru geçici ziyaretleri bile genellikle endişe ve tedirginlik yüklü olmaya başladı. Nihayet bugünkü Sivas, kültürel köklerini ve referanslarını kesti. Sadece renklerini değil, seslerini de yitiren bu kadim coğrafya şimdi renksiz ve sessiz tuhaf bir yalnızlığı yaşıyor.

                                                                  /././

Evrensel "Köşebaşı + Gündem" -2 Temmuz 2025-

Turbunan, şalgamınan, kayyımınan olmadı butlanınan…-Koray R. Yılmaz-

Emmanuel Carrère’in The Moustache (Bıyık) adlı romanı 2005 yılında aynı isimle sinemaya uyarlanmıştı. Filmin çarpıcı yanı “fiilen var olmuşluğun reddi” temasını psikolojik, varoluşsal ve hatta politik bir düzlemde seyirciye sorgulatabiliyor olması. Kitabının filminden daha iyi olduğu söylense de sadece filmini görmüş biri olarak filmin de seyretmeye değer olduğunu söylemeliyim.

Film, çok uzun süredir bıyığı olan ana karakterin birden bıyığını kesmeye karar vermesiyle başlar. Ancak bu son derece sıradan eylemin (bıyık kesme) ardından hayatı da dramatik bir biçimde değişmeye başlayacaktır. İlk sarsıcı unsur, karakterin eşi dahil çevresindeki hiç kimsenin hiçbir şekilde onun bıyığını kestiğini fark etmemesidir. Sıradan olmayan bir tepki beklentisini örtük olarak içinde taşıyan ana karakterimize, bu konu kaçınılmaz olarak açıldığında şaşkınlıkla onun zaten hiçbir zaman bıyığı olmadığı söylenir. Eşi, "Senin zaten hiç bıyığın olmadı ki" der. Asıl yıkıcı unsur böylelikle karşımıza çıkar. Adam önce bunun bir şaka olduğunu düşünür ama çevresindeki herkes aynı şeyi söylemeye devam edince ana karakterimizin gerçeklik algısı çökmeye başlar. Karakter açısından kimliğinin bir parçası olan bu küçük ayrıntı (bıyık), herkes tarafından yok sayılınca, adam kendisini fiilen var olmamış biri gibi hissetmeye başlar. Film boyunca kimlik, hafıza, gerçeklik ve delilik arasındaki sınırların gittikçe silikleştiğini görürüz.

Mesele çok katmanlıdır. Filmin ana karakterine özgü olarak tercih edilen bıyık metaforu her birimizde farklılaşır. Şüphesiz her birimizin, kimliğimizi tanımlayan, varoluşumuzla hayata kattığımız ve filmdeki gibi en azından yakınlarımız için nispeten açık olduğunu düşündüğümüz özelliklerimiz vardır. Filmdeki karakter gibi bunlara aslında hiç sahip olmadığımızı duymak sanıyorum hepimizin kendi gerçekliğimizi algılayışımız açısından sarsıcı olacaktır. Diğer yandan katmanlar sadece bıyık gibi fiziksel ya da örneğin diğerkamlık gibi karaktere özgü şeyler bağlamında oluşmaz. “Fiilen var olmuşluğun reddi” bireysel olduğu kadar toplumsal boyutta da gerçeklik kaybını beraberinde getirebilir.

CHP’nin başındaki mutlak butlan meselesi de böyledir kanımca... Mutlak butlan, fiilen var olmuş bir şeyi yok saymaktır kabaca… Bıyık metaforu gibi… Nasıl ki filmde bıyığın var olmuşluğu reddediliyorsa, bugün var olmuşluğu reddedilmek istenen, butlan kılınmak istenen de Kılıçdaroğlu sonrasında, Özgür Özel liderliğinde alınan yolun, yürütülen muhalefetin, yapılan mitinglerin belirgin kıldığı görsel, işitsel ve sembolik izdir. Bıyık yoksa muhalefet de yoktur anlayacağınız…

Bıyık yoksa Özgür Özel yoktur mesela… bıyık yoksa mitingler yoktur… mitinglere katılan insanlar yoktur… atılan imzalar yoktur… bıyık yoksa İmamoğlu yoktur... hapiste bir cumhurbaşkanı adayı bile yoktur… hiç olmamıştır… mutlak yoktur…

Mutlak butlan siyasal iktidarın, "Bu hiç olmadı, hiç yaşanmadı" deme çabasıdır. Siyasal hafızanın silinme çabasıdır. Bir siyasal liderin fiilen var olmuşluğunu hatta bir toplumsal hareketin fiilen var olmuşluğunu hiç yaşanmamış ilan etme çabasıdır. Ne yaptıysanız ne söylediyseniz ne kadar oy aldıysanız başlangıçtan itibaren tüm bunları hükümsüz ilan etme çabasıdır. Rakibin sadece susturulması değil daha ötesi varlığının reddedilmesi çabasıdır. Dahası siyasal butlanın sadece kişisel değil, kitlesel bir deneyim haline gelmesidir. Var olmuşluğu reddedilmek istenen sadece bir genel başkan değil, Türkiye’de yükselen toplumsal muhalefet, toplumsal muhalefetin gerçeklik algısıdır.

Bir sabah uyandığımızda Gregor Samsa gibi kendimizi dev bir böcek olarak bulmak bile değil, uyanıp kendimizi bulamamak, aslında hiç olmadığımızı ya da hiç olduğumuzu kabul ettirmektir butlan. Turbunan, şalgamınan, kayyımınan olmadı butlanınan…

                                                              /././

Tam hukuksuzluk hali!..-Mustafa Yalçıner-

Daha yeni “mutlak butlan” sözcüğüyle tanışmıştık. Kesin hükümsüzlük anlamına geliyor. Özgür Özel’in genel başkanlığa geldiği son CHP Olağan Kurultayının tüm sonuçlarıyla birlikte geçersiz sayılmak istenmesi ve Kılıçdaroğlu’nun da hiç sıkılmadan genel başkanlığa dönüşüne teşne oluşu dolayısıyla öğrenmiştik.

Memlekette her şey doğruydu ama CHP’nin yönetimini değiştirdiği kurultayı eğriydi!

Tıpkı AKP’yle MHP’nin yolsuzluğa batmışlığı, devir-teslimlerinin ardından paçalarından dökülen belediyelerinin tümünün doğru ama muhalefete geçen belediyelerin eğri oluşuna inanmamız istendiğinde olduğu gibi! Melih Gökçek örneğin hiç yolsuzluk yapmamış, cemaate parsel parsel araziler vermemiştir, ama rüşvetleri alıp etrafına paraları dağıtanın İmamoğlu ve hapsedilen diğer muhalif belediye başkan ve yöneticileri olduğunu kabule zorlanmamız gibi.

Şimdi, Erdoğan “Sadece İstanbul olsa neyse…” dedikten sonra İzmir Eski Belediye Başkanı T. Soyer yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alındı.

Belediyeleri AKP’nin elinden alarak rekabette atak yapıp öne çıkan CHP hedefe konmuş, yargı sopasıyla terbiye edilmeye çalışılıyor. Bunu görmemek için kör olmak gerek. Zaten görünsün görünmesin, takılmıyor. Rakip devreden çıkarılmak isteniyor ve bunun için mübah olmayan şey yok! YSK denetiminden geçmiş kurultayın geçersiz sayılmasına çalışılması türünden hiçbir hukuk kitabında yeri olmayan garipliklerin zorlanmasından örneğin kaçınılmıyor! Özel’in açıkladığına göre açık da konuşuluyor ve “Ekrem’in arkasından çekil, makul muhalefet yap, dokunmayalım” deniyor!

AKP-MHP ortaklığına dayalı Saray iktidarı üst sınıflar arasındaki rekabette karşıtlarını olmadık gerekçelerle suçlayıp iktidarını sürdürmeye çalışırken alt sınıflar, işçi ve emekçiler karşısında adil mi peki, hukuka uygun mu davranıyor?

M. Şimşek’in bakanlığından bu yana 3.5 son bir yıldaysa 2.5 milyon işçi işten çıkarılarak aç biilaç işsizler ordusu saflarına katıldı. İşsizlik Fonunda biriken paralar sermayedarlara teşvik, vergi indirimi vb. yollarıyla dağıtıldığı için işsizlerin yüzde 80’inden çoğu işsizlik ödeneği alamadı. Şimdi 600 bin kamu işçisi toplu sözleşme sürecinde ve çerçeve protokolüyle kendilerine önerilen ücret zammı geçen hafta lütfen yüzde 16’dan 17’e çıkarıldı. En çok 18, 19’a çıkarılacaktır ve enflasyonun TÜİK’e göre 2 mislini fazlasıyla aştığı koşullarda İşçiyi “Allah yarattı” denmemektedir! Adalet diz boyudur!

Üstelik işçiye düşüğün düşüğü ücretleri reva görüp üç kuruş zam yapmaya yanaşmayarak binlerce işçiyi işten atarken kârları da havuduyla ceplerine indiren tekelci patronlar ödüllendirilmektedir de. İki gün önce Haliç Kongre Merkezinde Türkiye İhracatçılar Meclisinin “ihracat şampiyonları”nı ödüllendirmek için düzenlediği törende ödülleri Erdoğan dağıttı. Koç, M. Cengiz, Bayraktar ödülleri kapanlardandı. Tam bir “Tavşana kaç tazıya tut”!

Aç bırakana, yetinmeyip işten atana kadar gaddarcasına yoğun sömürenlerin ödüllendirilmesi bir yana… CHP’li, DEM’li belediye başkanları, “yeter” diyen üniversiteliler, hak aramaya çıkan istisnasız herkes yaka paça gözaltına alınıp hapse atılırken ne kadar saldırganlık yaparlarsa yapsınlar gösteri özgürlüğünden yararlananlar da var. İzmir’de kaçak yaptıkları tarikat binasını zorla savunanı mı ararsınız, arabasıyla insan ezen eski Kızılay başkanının kızının önce serbest bırakılıp zor zor göstermelik olarak İliç’te çöken madenin sahibi gibi yargılanacak denerek yargılanmayıp serbest dolaşmasını mı!

En son, bir güruh Beyoğlu’da terör estirip “Şeriat isteriz” sloganlarıyla Leman dergisine saldırdı. Karışan olmadı! “Güvenlik” güçleri muhalifler için görevde yalnızca! Muhaliflere saldırmak ise serbest! Üstelik bakanlar da görev başında: Aile bakanı dergide bir karikatürün yer almasını provokasyon ilan edip suç duyurusunda bulunuyor. Karikatürü çizen ve yayımlayan tüm sorumlular için anında gözaltı kararı veriliyor. İçişleri bakanıysa, karikatürün çizerinin yerlerde süründürülüp ters kelepçeye vurularak “Ele geçirilmesinin” videosunu paylaşıyor!

Memlekete bakılsın! Bu iktidar koşullarında egemenlik zaten halkın iradesinin ifadesi ya da milletin falan değil, dayanağı tekeller ve icracılarıyla tam hukuksuzluk hali!

                                                                /././

Sınav, kayyım, işgal biter mi? Neden, niçin, nasıl bitmez veya biter?-Adnan Gümüş-

Türkiye’de LGS ve YKS sınav süreçleri ile ABD’nin bizzat bombardıman uçaklarıyla katıldığı, İsrail’in pek çok yetkiliye cinayet ve saldırı yaptığı, İran’ın balistik füzeler fırlattığı İsrail-İran çatışması, Trump’ın adlandırmasıyla 12 gün savaşları aynı günlerde yaşandı. MEB’in imam hatip ve çıraklık dayatmaları, AKP’nin başlıca destekçilerinden MÜSİAD’ın “Zorunlu eğitim kısaltılsın, işçi bulamıyoruz” söylemi aynı günlerde yaşandı. Muhalif kim varsa zaten ağır baskı altında, tehditler gözaltılar TÜSİAD yöneticilerine kadar varmıştı, son örneklerinden biri Fatih Altaylı da “cumhurbaşkanını tehditten” tutuklandı. CHP Eski Başkanı Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasında sürtüşme devam ediyor. Eski başkan yeni kayyım olma iradesini beyan etmiş. NATO ülke liderleri Hollanda’da toplandı, silahlanma bütçelerini artırın diyor. Bunlar sadece günün, haftanın öne çıkanları.

Bu yaşananlar ne anlama geliyor, gönderimleri anlamları neler, sadece nedensel değil ereksel de olan, geçmişten öte geleceği şekillendirmeyi amaçlayan tüm bu olup bitenlerin sebepleri neler? ABD-İsrail saldırıları, İsrail-İran çatışması, Ukrayna-Rusya, Güney Kore-Kuzey-Kore, daha nicesi bitti mi, biter mi? Sınavlar, kayyımlar, işgaller ne olmazsa bitmez, ne olursa biter?

Bir sonraki sınav veya işgal ne zaman? 

LGS-YKS bitmeden yeni sınav takvimleri duyuruldu bile çoktan.

İnsanlar bu yaşananlar bitti mi diye sormaya bile fırsat bulamadan, ateşkes daha başlamadan işgal bitmedi dedi Netanyahu. Sınavlar, işgaller bitmedi, bitmez, bunu herkes biliyor.

ÖSYM’nin, üniversitelerin, MEB’in, YÖK’ün, okulların akademik takvimleri, sınav takvimleri var, tüm öğrenci ve tüm toplum bunları takip ediyor. Takip etmeyenler de ya zaten tümden havlu atmış ya da zaten bu süreçlerden geçmiş bulunuyor.

“Hayat sınav” diye kabul ediyor dini metinler. Anadolu’da da yaygın bir söylemdir “hayat sınav” diye. İdeali, güzeli sınavsız bir dünya ama yaşananı o değil, ölüm sonrası bile sayısı sınırı belli olmayan sınavlar olduğu iddia ediliyor.

Sınav takvimini okullar, kurumlar, MEB, YÖK, ÖSYM açıklıyor. NATO 2035 yılına kadar blok ülkelerine bütçenin yüzde 5’ini işgal sanayisine aktarın diye zaten açıktan bir takvim oluşturmuş.

Aktüel soru bitti mi değil, bu sınav, bu oturum, bu raunt yaşandı, diğer raunt, bir sonraki işgal saldırı ne zaman?

Adnan Yücel’in dizeleriyle “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” diye bir hedef koyulabilir, ancak neye aşık olunduğu ile açıkça yüzleşilmedikçe, bu mevcut istenenler veya aşık olunanlarla bu işgaller bu çatışmalar bu sınavlar bitmez.

Diğer raunt ne zaman aktüel sorusundan öte ana soru diğer sınav veya raunt ne zaman değil, bu sınavlar, işgaller, kötülükler neden sürüyor, neden bitmez sorusu, bu soruyla iç içe geçen bunlar nasıl bitirilebilir sorusu. Yani aşkın türü ve çeşidini sormamız gerekiyor.

Sınavların, işgallerin, iyiliğin kötülüğün sebepleri neler, neden niye bitmez?

Ateşkes başlamadan işgal bitmedi dedi Netanyahu. Trump “çok b..tan işler oluyor” dedi. Bitmez demişti zaten Hobbes, Marx ve Eisenhower. İnsan insanın kurdu oldukça, eşitsizlikler ve özgürlük sorunları oldukça, endüstriyel askeri sistem oldukça bitmez. Upanişadlar, Avesta, Tevrat, Kur’an her birinin ana sayıltıları arasında yer alan iyilik ve kötülük oldukça, iyiler ve kötüler oldukça, efendilik ve kölelik oldukça, toplumsal cinsiyet oldukça, haçlı seferleri veya cihat fetih oldukça bitmez. Cehaletten öte, adalet diye tanımlanmış olandan öte, insan, grup veya toplumlar kendi üretmediğini istedikçe, böyle bir istenç oldukça bu çatışmalar bitmez. İstenç eşitlikçi, özgürlükçü, doğa ve canlıya saygılı olmadıkça bitmez bu işgal ve yayılmacılıklar.

Yani kötülüğe de aşık olunabilir. Kötülük istencinin kaynağı nedir, öncelikle bunu sormak gerekiyor.

“Güç” veya yayılmacılık istenci “doğal bir istenç” mi, doğal bir tiki veya güdü mü? Bu sorunun kolay bir yanıtı yok ancak böyle bir güç istenci yönelimine girilirse, yayılma isteğinin sınırı yok, çünkü kendinde amaç, sınırsızca yayılmak istiyor, bu kadar açık. Kapitalizm/ emperyalizm/ imparatorluk/ cihatcılık arayışları kendine sınır koyamaz, bunlar kendileri için kendinde amaç haline gelmiş bulunuyor, bunların bitirilmesi, diğer bir deyişle sürdürülmesi dışında bir ölçü bunlarla çelişiyor. Otokratlığın tek ölçüsü meşruiyetini kendinden alması, kendi otoritesinin ölçüsü kendisi oldukça otoriter arayışlara kendi kapsamı içinde içten başka bir ölçütle sınır koyulamaz.

Bir kere sınav, mumerus clausus (sınırlı konum) ve buna yönelik bir talep başlamaya görsün, sanki çok faydalı bir şeymiş gibi ABD’den, Çin’den Almanya’ya her tarafa, sınırlı sayıdaki bölüme, programa veya konuma erişmek üzere sayısı ve sınırı belirsiz sınavlar koyuluyor, sınavlar azalmıyor daha da yayılıyor. Önce LGS bu hafta da YKS sınavları yapıldı. İki sınavda 3.5 milyondan fazla çocuk ve genç yarıştı. Kazananı kim, bundan toplumsal bir kazanç elde edilebiliyor mu, sosyal faydası nedir, bilemiyoruz. Maliyetini hesaplamak daha kolay. Ürünü çıktıyı hesaplamak ise çok daha zor, ortada bir ürün alınıp alınmadığı veya nasıl bir kazanım elde edildiği de açık değil. En başarılı olanın o kadar başarılı olamayana göre kendini konumlandırdığı, ölçünün diğeri olduğu, diğerini geçtiği için sevinç içinde olduğu, tüm alanlarda tam yanıt veren az sayıda çocuk ve genç dışında hemen tüm çocukların ve gençlerin önünde daha başarılı olanların durduğu, en başarılı olanların ardında hemen tüm arkadaşlarının kaldığı, kendi kendinin rasyonalitesini üretmiş ve sürdürmekte olan bir garip toplumsal sistemle, bir diğerini geride bırakmaktan haz aldığımız, bir diğeri bizi geçti diye ona düşmanlık ettiğimiz bir hal ile hemhal olmuşuz.

Ne yanımızdakinden ne arkada bıraktığımızdan ne önümüzde olandan başarılı değiliz. Hiç kimseden ve kendimizden mutlu değiliz.

İşgal ettikçe işgal ettiklerimizle doymuş değiliz, henüz işgal edemediklerimizden mutlu değiliz.

Adem verilenlerden mutlu olmadı, Havva ile de iyi mutlu olamadı. Habil Kabil mutlu olmadı.

İşgal ve savaş, saldırı ve savunma doğal biyofizyolojik bir olgu mu, genetik bir olgu mu, tinsel bir olgu mu, toplumsal bir olgu mu, doğuştan mı geldi, sonradan mı oluştu, genetik/informatik bir sorun mu, eşitsizlik sorunu mu, ön yargı sorunu mu… Bu veya öbürü bunun neden ve erekleri neler, mekanizmaları sistemi yapısı ne, bunların ayırdına varılmadıkça, bu yanıtlarda geçen olgular sorunlar aşılmadıkça, bunlara karşı tavır alınmadıkça ve bunlar aşılmadıkça işgal ve çatışmalar bugünkü insanlara ve ülkelere içkin bir olgu olmaya devam edecek.

Yani işimiz bu sınavla, Suriye ile, Gazze ile, İran ile bitmiyor maalesef, bu sınav veya Gazze daha çok bir sonuç ve sadece bir ayağı ve evresi.

Bir işgal bir diğer işgali olumsuzlamıyor maalesef.

Belediyeler muzdarip, yurttaş yoldan geçemiyor, esnaf kaldırımı işgal eylemiş. Yurttaş belediyelerden, hükmedilen hükümetlerden, yargılanan hüküm kuranlardan muzdarip, konumlar bizzat işgal konumları haline gelmiş. Bakan veya başkan bir konumu işgal ediyor.

Mirasçılar arasında miras kavgası bitmiyor. Nice Osmanlı padişahını, daha bebe yaşında hanedanlık mirasçısı olması yedi, mirastan vaz geçer misin diye sorma gereği bile duymadılar, mirasçı doğmuştu çünkü. Erdoğan Erbakan’ı yedi, Özel Kılıçdaroğlu’nu, Netanyahu Hamaney’i. Yeme süreci oldukça birileri birilerini yemeğe devam edecek. Birileri İmamoğlu’nu, Fatih Altaylı’yı yemeye kalkıyor, kim kimi yiyebilirse.

Yiyicilik oldukça bu yeme dünyası bitmez.

Emperyalizm oldukça işgaller bitmez.

Metafetişizm oldukça işgaller bitmez.

Miras oldukça miras kavgaları bitmez.

Zümreler, sınıflar, nüfuzlar oldukça, böyle konumlar oldukça sınavlar bitmez, hatta adaletin bir yolu bile sayılır, meşruiyet/ rıza üretme aracı sayılır, “piyasa” sayılır.

Öyle bitsin deyince de bunlar bitmiyor. Bilmek de yetmiyor, hatta mevcut asimetrik ilişkilerde böyle bir bilgi avantaj elde etmeye dönüştürülebiliyor. Mevcut iktidarlar okullardan üniversitelerden bu düzeni sürdürecek bilgi, eğitim, sınav istiyor.

Fikri neyse zikri, zikri neyse fikri odur. NATO saldırı bütçelerinizi artırın diyor.

Sınavların, kayyımların, işgallerin bitmesi için bilginin bilincin ötesinde toplumsal talep ve cesaret gerekiyor

Bu düzenin bitirilebilmesi için bizzat bitirme bilinci, talebi ve cesareti gerekiyor. Benim tüm dünyada gördüğüm, en azından asgari bir bilincin olduğudur. Bu da iyi bir şeydir ama yeterli değildir. Bilinç tek başına yetmez, hatta seçeneğini oluşturamazsa bizzat rahatsız olduğu sistemde tutunma arayışına dönüşür, kötülüğü beslemeye başlar. Yani bilincin olumsuz olandan bizzat çıkar sağlama değil olumsuz olanı bitirme talebi de olması gerekir. Talep de yetmez, bizzat buna cesareti de olması gerekir.

Toplumsal talep yoksa bireysel olarak ne kalır geriye denirse onurlu bir mücadele de yeter kişi olana. En azından kötüyü istememek de bir istençtir, bildiği kötülüğü yapmamak da bir kişisel onurdur, kişiliktir.

Onursuzluk gerçekliğin bir parçası olabilir ancak onurlu olmaya örnek teşkil etmez. Onurlu bir yaşam kişi olana yeter.

Yine de onurlu bir yaşam toplumsal bir talebe dönüşmedikçe, toplumsal güç ilişkilerini aşmaya yönelmedikçe, tek başına olanı daha mikro kalıyor.

Yeryüzü onurlu aşkların yüzü oluncaya dek mücadele etmek gerekiyor. İşgal değil birlikte yaşama toplumsal bir talep olduğunda, bunun şartlarını oluşturduğumuzda, mülkiyet ve sahip olma yerine yaşamı yaşamayı odak aldığımızda iyiye yönelik talebin şartlarını biraz daha oluşturmuş olacağız, iyiye güzele yönelik talepleri biraz daha toplumsallaştırmış olacağız.

Mevcut neye el koyabilirim, sahip olmanın miktarını nasıl artırırım değil de dünyayı daha fazla nasıl yaşanabilir kılabiliriz, dolayısıyla kendi yaşamımı da daha yaşanılır hale nasıl getirebilirim diye sormamız gerekiyor. Bunun için başka sokaklara göz dikmek değil kendi sokağımızı yaşanabilir kılmaktan, güzelleştirmekten başlamamız gerekiyor, herkese ve her canlıya yaşanılır bir dünya için uğraşmamız gerekiyor.

Böyle bir dünyada sınavlara, kayyımlara, işgallere yer yoktur. Bilgiyi olumlu yönelime/ iyi istence, iyi istenci yaşama geçirmeye yönelmek, böyle bir irade ve cesaret gerekiyor.

                                                              /././

EMEP Milletvekili Karaca: Canı pahasına çalışan orman işçilerine 53 TL veriliyor -Dilan Temiz-

Yangınların söndürülmesinde önemli rol üstlenen orman işçilerinin çalışma koşullarını Meclis gündemine getiren EMEP Milletvekili Sevda Karaca, "Canı pahasına çalışan işçilere 53 TL veriliyor" dedi.

Emek Partisi (EMEP) Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, orman yangınlarıyla mücadele eden orman işçilerinin çalışma koşullarını TBMM gündemine taşıdı. Önergesinde zorunlu fazla mesai, personel eksikliği ve düşük ücretleri konu eden Karaca, işçilerin hak ve taleplerine dair konuların kamu çerçeve protokolünde (KÇP) olup olmayacağını sordu.

Son günlerde orman yangınlarının artmasıyla yangınlara dair sorumluluklar bir kez daha tartışılıyor. EMEP Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’ya yazılı soru önergesi vererek, yangınların söndürülmesinde hayati rol üstlenen orman işçilerinin çalışma koşullarını ve ücretlerini gündeme getirdi.

24 saat kesintisiz çalışıyorlar

Orman işçilerinin, yangın dönemlerinde haftalarca evlerine gidemediği ve personel yetersizliği nedeniyle ülkenin her yerindeki yangınlara gitmek zorunda kaldığını ifade eden Karaca “Bu sebeple yangınlarda ya da ekip binalarında kanuna aykırı bir şekilde 24 saat kesintisiz çalıştırılan işçilerin izin kullanma hakları dahi ellerinden alınmaktadır. Bu kanunsuzluğa itiraz eden işçiler ise mobbingle karşı karşıya bırakılmaktadır" diyerek orman işçilerinin haftalık izin, yıllık izin ve fazla mesai hakları hangi düzenlemelere göre belirlendiğini sordu.

Araç var, personel yok

Bakan İbrahim Yumaklı'nın 5 Mayıs’ta yaptığı “Orman yangınlarıyla mücadelede bütün unsurların hazır hale geldi” açıklamasına atıf yapan Karaca, “Bakan orman yangınında yer ekiplerinin temel itfaiye aracı olan arazöz sayısını 1786 olarak belirtmiştir. Ancak araçlarda çalışacak personel bulunmamaktadır. Olağan koşullarda 5 ila 8 işçinin çalışmasının gerekli olduğu arazözlerde çoğu zaman 1 şoför 1 de hortumcu olmak üzere 2 işçi çalışmaktadır. Aralıksız çalışan işçilerin hayatlarını da riske atan bu durumda karşısında, yorgunlukla herhangi bir kaza yapılması durumunda kazanın masrafları da işçilerden kesilmektedir. Bütün bu ihtiyaca karşın yeteri kadar orman işçisi istihdam edilmemekte, mevsimlik işçilerle eksiklik giderilmeye çalışılmaktadır” sözleriyle işçilerin çalışma koşullarını aktardı.

25 yıllık işçiye 40 bin TL ücret

Bu koşullarda çalışan işçilerin fazla çalışma ücreti dahi alamadıklarını, aynı kurumda çalıştıkları kamu emekçilerine ödenen yangın tazminatının, doğrudan yangınla mücadele eden işçilere verilmediğini kaydeden Karaca, “İşçiler yalnızca günlük 87,11 TL gibi komik bir ücret verilmekte ve bu ücretten de vergi kesintisi yapılarak 53,39 TL’ye düşmektedir. Tüm bunlara karşılık 25 yıllık bir orman işçisinin aylık ortalama geliri ise 40 bin TL’dir. 600 binden fazla kamu işçisinin hayatı etkileyecek olan kamu çerçeve protokolünün görüşüldüğü şu günlerde orman işçilerinin hak ve taleplerinin de karşılanması gerekmektedir” dedi.

"Kaç araç, eksik personelle çalışıyor?"

EMEP Milletvekili Karaca, Bakan Yumaklı’dan şu soruların yanıtını istedi: 

  • Orman yangınlarıyla mücadelede görevli kadrolu ve mevsimlik orman işçisi sayısı kaçtır? Bu sayı, ülke genelindeki yangın müdahale kapasitesine yeterli midir? 
  • Orman yangınlarında kullanılan toplam 1786 adet arazöz aracında görevli personel sayısı kaçtır? Her bir araç için öngörülen asgari işçi sayısı kaçtır? Kaç araç, eksik personelle çalışmaktadır? 
  • Yangın müdahalesi sırasında işçiler günde kaç saat çalıştırılmaktadır? Orman işçilerinin haftalık izin, yıllık izin ve fazla mesai hakları hangi düzenlemelere göre belirlenmektedir? Çalıştırıldıkları sürenin ücretleri nasıl hesaplanmaktadır? 
  • Aynı kurumda çalışan diğer kamu personeline ödenen 'yangın tazminatı', doğrudan yangınla mücadele eden orman işçilerine neden ödenmemektedir? Bu konuda bir çalışmanız bulunmakta mıdır? 
  • Yangın sırasında yaşanan kazalarda işçilere ceza ve maddi sorumluluk yüklenmesi uygulaması doğru mudur? Bu konuda yürütülen bir soruşturma veya denetim süreci var mıdır? 
  • Günlük net 53,39 TL olan yangınla mücadele priminin arttırılmasına yönelik bir çalışmanız var mıdır? 
  • Orman işçilerinin özlük haklarının iyileştirilmesi ve yeterli personel istihdamı için kamu çerçeve protokolü kapsamında Bakanlığınızın bir talebi veya önerisi olmuş mudur?
                                                                        ***
Evrensel



Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -22 Ekim 2025-

  Aleviler dinsizdir, cinlerle birliktedir': İlkokul öğrencilerine ayrımcılık yargıya taşınacak -Aslı İnanmışık- "Mezhepsel ayrımcı...