T-24 "Köşebaşı + Gündem" -11 Temmuz 2025 -

 

Özgür Özel: Anketlerde yüzde 25'i görüyorlar bu yüzden Fahrettin Altun gitti, TRT'yi de değiştirecek, Anadolu Ajansı'nı değiştirecek!

özgür özel

CHP lideri Özgür Özel, tutuklunan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar için Adana'da yapılan 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitinginde son yapılan atamalara göndermede bulundu. Özel,  "Anketlerde yüzde yirmi beşi bilemedin yüzde otuzu ona yüzde yetmişi bize inanıyor. Bu yüzden İletişim Başkanını değiştirdiler. Eğer bir siyasi yapıda işler kötüye gidiyorsa faturayı iletişimcilere keserler, Fahrettin Altun gitti. TRT'yi değiştirecek. Anadolu Ajansı'nı değiştirecek. RTÜK'ü değiştirecek. Çünkü diyorlar ki bütün TV'ler bizde, gazeteler bizde, gece yarısı elde çubuk bizim ekranlarda iftira atanlar bizde. Yine de millet onlara inanıyor" dedi.

CHP lideri Özel, AKP Ankara Milletvekili ve eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in oğlu Osman Gökçek'e tepki gösterdi. Osman Gökçek'in 'baklava' üzerinden gönderme yapmasına, "Gitmiş baklava kutusu yaptırmış millete ahlak dağıtıyor. Senin partinin Başbakan yardımcısı, Meclis Başkanı Bülent Arınç, FETÖ'ye Ankara'yı pazarladın demiş, senin kursağından geçen her lokmada şaibe var utanmadan millete laf ediyor, bozuk tohum!" ifadelerini kullandı.

Yargılanmaların TRT'den yapılması için kanun önerisi verdiklerini hatırlatan Özel, "TRT'den ama öyle oyun yapmak yok. Savcıyı dinleyip belgesele geçmek yok. Tamamını, iddiayı da cevabını da satır satır TRT'nin yayınlamasını, isteyen her kanalın canlı vermesini istiyoruz. İftiradan bıktık. Namusumuza yapılan bu saldırıyı geri püskürteceğiz hodri meydan!" dedi.

Uğur Mumcu Meydanı’nda toplanan Adanalılar, tutuklanan ve görevden alınan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar başta olmak üzere tutuklu belediye başkanlarına destek vermek üzere bir araya geldi. 


CHP'nin 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitinglerinin bugünkü durağı, tutuklanan ve görevden uzaklaştırılan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar için Adana oldu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in katılımıyla gerçekleşecek miting alanına Adanalılar, “Hükümet istifa”, sloganları ve “Adana’dan esen halkın rüzgarı Zeydan Karalar yıkar duvarı” pankartlarıyla giriş yaptı.

Özgür Özel, mitingte konuştu.

Özgür Özel'in konuşmlarından satır başları şu şekilde:

"Ülkenin bir sonraki Cumhurbaşkanına darbeye kalktılar"

"Dün bu büyük haksızlık yaşandığında miting kararı verdik. Dediler ki o miting alanı bir günde dolmaz. O meydan bu haliyle Ferdi Tayfur'un tarihi konserinde doldu. Görüyor musun Zeydan Başkan, 250 bin hemşehrilerin sana sahip çıkıyor bu meydanda. Bu darbe öyle bir darbeydi ki hem İstanbul'un 16 milyonun seçtiğine hem de ülkenin bir sonraki Cumhurbaşkanına darbeye kalktılar.

Birileri Cumhurbaşkanını kandırmış, 3 tane sağlam savcım var, 3 tane hakimim, 3 tane de yalancı yalancı şahidim, iftiracı gizli tanığım var. TV'lerde iftirayı basarız seçimleri alırız. ama iş öyle değil Adana'nın iradesi öyle değil. Ben görünce boğazım düğümlendi. Kooperatifler karar almış, bütün minibüslerin üzerinde şu yazıyor: 'Zeydan Başkan pandemide sen vardın yanımızda, depremde sen vardın yanımızda, bu akşam kim gelecekse senin yanına bedava!' Kim istediyse nikahını kıydı, 1 gecede 11 nikah kıyardı. Şimdi nikahını kıydıkları gelmiş. Ey Erdoğan, bir adamın arkasında 20 bin çift varsa sen onu yenemezsin!

"Senin kursağından geçen her lokmada şaibe var utanmadan millete laf ediyor, bozuk tohum!"

Zeydan Başkan 11 yıl önceki ihalenin AKP'nin verdiği ihalenin parasını veriyor. O ihaleyi yapan AKP'liye ne verilmiş bilmiyoruz. Paralarını ödemiş, bir daha çalışmamış onlarla. O Zeydan Başkan 11 yıl boyunca bir çöp bulamadıkları, Zeydan Başkan'ın eşi Nuray hanım 32 yıldır devlet okulunda öğretmen. Bu kadının kocası mı yapmış yolsuzluk? Orada Melih Gökçek var. Oğlunu biliyor musunuz? Bozuk tohum! Gitmiş baklava kutusu yaptırmış millete ahlak dağıtıyor. Senin partinin Başbakan yardımcısı, Meclis Başkanı Bülent Arınç, FETÖ'ye Ankara'yı pazarladın demiş, senin kursağından geçen her lokmada şaibe var utanmadan millete laf ediyor, bozuk tohum!

Adana'yı baştan başa, içme suyunu, kanalizasyonu tamamlayan, kadın kooperatifleriyle kadınların yüzünü güldüren, göreve geldiğinde belediyenin borcu alacağının 4 katı olan yerde şimdi belediyenin borcu alacağının 4'te biri. Ve 321 iş makinesi almış, eskiden AKP'nin ihaleyle yaptığı işleri belediyenin çalışanlarına yaptırıyor, istihdam sağlıyor, güneş enerjisiyle bile belediyenin elektrik faturalarını neredeyse sıfırlamış. Böyle çalışan birine utanmadan attılar iftira, bizde geldik Zeydan Başkan'a sahip çıkmaya! 

"Fahrettin Altun gitti, TRT'yi de değiştirecek, Anadolu Ajansı'nı da değiştirecek"

Seyhan'da ilk kadın Belediye Başkanı Oya Tekin, bir iftiracının söyledikleriyle tutukladılar. Oysa mesele çöp ihalesi ama o iftiracıyla ilişki şantaj ve tehdit ilişkisi. O iftiracı geliyor bana ihaleyi vermezsen şunu yaparım bunu yaparım diyor. Oya Başkan kaymakama gidiyor şikayet ediyor, valiye gidiyor şikayet ediyor. Tehditlerden yılmıyor ama iftiracılar sen misin beni şikayet eden diyor, İstanbul'dan Oya Başkan'ın ismini veriyor. Dün dedi, beni aldılar, eşimi aldılar, 15 yaşında oğlum var ev hapsi verin onun yanında olayım diyor.

Kadir Haydar görevini yaparken onu da iftiralarla görevden aldılar. Ceyhan'ın kaderi, Ceyhan'ın Kadir'idir. Ona sahip çıkacağız. Karşımızda bir organize suç yapısı, acımasızca saldırıyorlar. 30 Ekim'de Ahmet Özer Başkanımızı aldıklarından beri saldırıyorlar. Anketlerde yüzde yirmi beşi bilemedin yüzde otuzu ona yüzde yetmişi bize inanıyor. Bu yüzden İletişim Başkanını değiştirdiler. Eğer bir siyasi yapıda işler kötüye gidiyorsa faturayı iletişimcilere keserler, Fahrettin Altun gitti. TRT'yi değiştirecek. Anadolu Ajansı'nı değiştirecek. RTÜK'ü değiştirecek. Çünkü diyorlar ki bütün TV'ler bizde, gazeteler bizde, gece yarısı elde çubuk bizim ekranlarda iftira atanlar bizde. Onların altında bir otobüs bir de iki buçuk kanal biri kapalı biri açık. Yine de millet onlara inanıyor.

Size söz veriyoruz. Ekrem Başkan'ın helal diplamasını geri alacağız. Bu diplomasızı da evine yollayacağız! 

"Biz 3 T'nin arkasındayız"

Meclis'te kanun teklimiz var. Meclis kapanmadan kanunu çıkaralım. TRT'den ama öyle oyun yapmak yok. Savcıyı dinleyip belgesele geçmek yok. Tamamını, iddiayı da cevabını da satır satır TRT'nin yayınlamasını, isteyen her kanalın canlı vermesini istiyoruz. İftiradan bıktık. Namusumuza yapılan bu saldırıyı geri püskürteceğiz hodri meydan! Biz 3 T'nin arkadasındayız, terörsüz ve demokratik Türkiye, tutuksuz yargılanma, TRT'den canlı yargılanma."

                                                               ***

Arnavutluk Başbakanı Rama, Meloni'yi yine diz çökerek selamladı!

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Roma’da Ukrayna için düzenlenen zirvede bir kez daha İtalya Başbakanı Giorgia Meloni'nin önünde diz çöktü. Rama daha önce de Arnavutluk başkenti Tiran’da düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu’nun (AST) 6. zirvesinde Meloni’yi diz çökerek karşılamıştı.

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, "Ukrayna İyileşme Konferansı" kapsamında Roma'yı ziyaret etti. Konferansın açılışında Rama ile İtalya Başbakanı Meloni arasındaki selamlaşma gündeme oturdu. 

Rama, Meloni'yi karşılamak için herkesin gözü önünde diz çöktü. Karşısında diz çöken Rama’yı başta fark etmeyen Meloni ise daha sonra gülümseyerek karşılık verdi.

Daha önce de önünde diz çökmüştü

İki liderin Arnavutluk'taki AST Zirvesi'nde de benzer şekilde selamlaşmıştı. 

Daha önce Arnavutluk başkenti Tiran’da düzenlenen Avrupa Siyasi Topluluğu’nun (AST) 6. zirvesinde de Rama, Meloni’yi yine diz çökerek karşılamıştı.

                                                      ***

Srebrenitsa: 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'daki en büyük toplu katliam

Srebrenitsa: 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'daki en büyük toplu katliam

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından soykırım olarak kabul edilen Srebrenitsa katliamının üzerinden 30 yıl geçti.

Katliam Bosna Savaşı (1992-1995) sırasında düzenlendi.

Eski Yugoslavya'nın dağılması sonrası ülkede Sırplar, Müslümanlar (Boşnaklar) ve Hırvatlar savaşıyordu.

Bosnalı Sırplar, 11-22 Temmuz 1995'te iki haftadan kısa süre içinde BM koruması altındaki Srebrenitsa kasabasında 8 binden fazla Boşnağı sistematik şekilde katletti. 

Yaklaşık 1000 kişinin ya cesetleri hâlâ kayıp ya da kimlikleri tespit edilememiş halde. 

BM geçen yıl katliamın başladığı gün olan 11 Temmuz'u "Katliam Kurbanlarını Anma Günü" ilan etti.

Srebenitsa'da ne oldu?

Bosna Savaşı, 1990'ların başında Yugoslavya'nın dağılmasının ardından patlak verdi.

Altı cumhuriyetten oluşan bir federasyon olan Yugoslavya, Cumhurbaşkanı Josip Broz Tito'nun liderliğindeki nispeten gevşek bir komünist rejim altında Sırpları, Hırvatları, Bosnalı Müslümanları, Arnavutları, Slovenleri ve diğerlerini bir araya getirmişti.

Tito'nun 1980'de ölümünden sonra, Yugoslavya içinde daha fazla özerklik için yapılan çağrılar bağımsızlık ilanlarına yol açtı.

Dağılmanın ardından ortaya çıkan ülkelerden biri olan Bosna'da üç toplum çatışma halindeydi: Sırbistan tarafından desteklenen Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar.

O dönemde Srebrenitsa kasabasında yaklaşık 40 bin Boşnak Müslüman yaşıyordu.

Müslümanların birçoğu, Bosna Savaşı sırasında Bosnalı Sırpların etnik temizliğinden kaçmak zorunda kalarak ülkenin diğer bölgelerinden gelmişti.

Srebrenitsa, 1993 yılında BM tarafından güvenli bölge ilan edildi ve küçük bir grup uluslararası barış gücü askeri kasabayı herhangi bir saldırıya karşı korumakla görevlendirildi.

11 Temmuz 1995'te General Ratko Mladiç liderliğindeki Bosnalı Sırplar kasabaya saldırarak, bölgede barınan sivilleri koruyamayan BM barış gücü askerlerine üstünlük kurdu.

Bosna Sırp ordusu harekete geçtiğinde çoğu kadın, çocuk ve hastalardan oluşan yaklaşık 20 bin Müslüman, Potocari yakınlarındaki Hollandalı barış gücü askerlerinin kontrolündeki BM yerleşkesine sığındı.

Şiddetin tırmanması üzerine BM barış gücü askerleri teslim oldu.

Boşnak kadınlar ve kızlar otobüslere bindirilerek güvenli bir yere götürüldü.

Ama erkekler ve erkek çocuklar alıkonuldu.

Bazıları toplu halde öldürülürken bazıları da Srebrenitsa çevresindeki ormanlık tepelerden kaçmaya çalışırken katledildi.

Sırp güçleri 8 binden fazla Boşnağı sistematik şekilde öldürdü.

BM'nin "güvenli bölge" ilan ettiği yerde bulunan hafif silahlı barış gücü askerleri, etraflarındaki şiddet devam ederken hiçbir şey yapmadı. 

Mahkemeden ne karar çıktı?

Lahey'deki Birleşmiş Milletler Mahkemesi, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY), aralarında Mladiç ve Bosnalı Sırp lider Radovan Karadziç'in de bulunduğu yaklaşık 50 Bosnalı Sırbı, Srebrenitsa'da işledikleri savaş suçları nedeniyle mahkum etti.

Mladiç ve Karadziç'e soykırım suçundan müebbet hapis cezası verildi. Duruşmada katliamın önemli ölçüde planlandığına dair kanıtlar sunuldu.

ICTY Başkanı Yargıç Alphons Orie, 2017 yılında Mladiç'i ömür boyu hapis cezasına çarptırmadan önce "İşlenen suçlar insanlığın bildiği en iğrenç suçlar arasında yer alıyor" dedi.

Mahkeme, hayatta kalan tanıkların ve öldürülenlerin yakınlarının dehşet verici ifadelerini dinledi.

Bazı erkeklerin diri diri gömüldüğü, bazı yetişkinlerin çocuklarının öldürülmesini izlemek zorunda bırakıldığı anlatıldı.

Srebrenitsa katliamının pek çok kurbanı yakındaki Potocari Mezarlığı'na gömüldü.

Mezarlıkta binlerce sade beyaz mezar taşı, bir tepenin yamacında, ormanla çevrili bir alanda sıralı duruyor.

Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan, "Srebrenitsa trajedisi BM tarihinde sonsuza dek unutulmayacak" demişti.

'Suç ama soykırım değil'

Ancak çoğu Bosnalı Sırp ve Sırbistan'daki birçok kişi, 1995 yılında Srebrenitsa'da yaşananların soykırım olduğunu defalarca reddetti.

2024 yılında Bosnalı Sırp milletvekilleri, Bosna savaşı sırasında Srebrenitsa'da 8 bin Müslümanın öldürülmesinin soykırım olduğunu reddeden bir rapor kabul ettiler.

Liderleri Milorad Dodik, Bosna Sırp ordusunun Srebrenitsa'daki operasyonunun "büyük bir hata" olduğunu söyledi.

Dodik, "Bu bir suçtu ama soykırım değildi" dedi.

Bosnalı Sırplar, 2 bin kişinin çoğunun savaş kurbanları olduğunu, Bosnalı Müslüman askerlerin savaşta öldürüldüğünü iddia ediyor. Bir diğer iddiaları da, bu cinayetlerin "Srebrenitsa çevresindeki köylerde öldürülen tüm Sırpların intikamı" olması.

11 Temmuz'u Srebrenitsa Soykırımı'nı Anma ve Düşünme Günü olarak belirleyen BM aldığı karar ile katliamın inkarını ve savaş suçlularını yüceltmeyi kınadı.

Bölgenin demografisi nasıl değişti?

1990'lardaki savaştan önce Srebrenitsa büyük ölçüde bir Boşnak Müslüman kasabasıydı.

Şimdi nüfusun çoğu Sırp.

Savaşın ardından Bosna-Hersek, Sırp Cumhuriyeti ve Bosna-Hersek Federasyonu olmak üzere ikiye bölündü.

Srebrenitsa, Sırp Cumhuriyeti'nde.

Savaştan sonraki yıllarda Srebrenitsa'da Boşnak nüfus azaldı, Sırp nüfus arttı.

Sırp Cumhuriyeti'nde çoğunlukla Sırplar yaşıyor. Bosna-Hersek Federasyonu'nda Boşnaklar çoğunlukta.

BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi'ndeki oylamalarda neler oldu?

BM Genel Kurulu'nun kabul ettiği kararda, üye ülkeler, soykırımın inkarı, çarpıtılması ve gelecekte benzer olayların yaşanmasını önlemek için, bu konuyu eğitim sistemlerinde ders olarak işlemeye çağrılıyor.

BM Güvenlik Konseyi, 2015 yılında Srebrenitsa'da yaşanan olayları "soykırım" olarak kabul edilen bir karar tasarısını gündeme aldı.

Ancak daimi üye Rusya'nın vetosuyla bu karar, Konsey'de kabul edilmedi.

Almanya ve ABD başta olmak üzere birçok Batılı ülke, Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgale başlaması sonrası, Srebrenitsa'da yaşanan katliam ve Batı Balkanlar'da 1990'larda yaşanan savaş suçlarını yeniden gündeme taşıdı.

Veto tehdidi bulunmadığı ve basit çoğunluğun oyları yeterli olduğu için karar tasarısı 2024'te BM Genel Kurulu'nda ele alındı.

Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa, 11 Temmuz'un "Srebrenitsa Soykırımını Anma Günü" ilan edilmesi yönünde oy kullandı.

Sırbistan, Rusya, Çin ve Macaristan'ın da aralarında bulunduğu 19 ülke, öneriye ret oyu verdi.

Slovakya ve Yunanistan da dahil 68 ülke çekimser kalırken, 22 ülke de BM Genel Kurulu'ndaki oylamaya katılmadı.

193 üyeli genel kurulda 84 üye ülkenin oyuyla karar kabul edildi.

                                                        ***

Grok (yapay zekâ)... Yaccarino... Musk...-Füsun Sarp Nebil-

X.com üzerinde dosdoğru mesajlar atan insanların yanında, bol miktarda saçmalayanlar ve tabii ki botlar da var. Yani bir yapay zekâ, bu ortamdan besleniyor ve eğitiliyorsa, ne demesini bekliyorsunuz?

Grok (yapay zekâ)... Yaccarino... Musk...

9 Temmuz’un birbiriyle ilişkili iki olay meydana geldi. Ülkemizde Grok'un engellenmesi, dünyada ise Linda Yaccarino'nun istifası vardı.

Yaccarino'nun istifasına 2 neden gösterildi. Birisi antisemitik soslu Grok krizi, diğeri ise reklam gelirlerinin hâlâ istenen seviyeye çıkamamış olması. Ama Yaccarino’nun Musk’ın yaklaşımlarından artık son derece rahatsız olduğu da konuşuluyor.

Tabii ki "Linda Yaccarino da kimmiş?" diye soranlar olacaktır. Kadıncağız, Elon Musk'ın gölgesinde kaldığı için öne çıkamadı ama 2023’ten bu yana X.com'un CEO'su. Adını önce göreve geldiğinde duyduk, bir de şimdi ayrılırken duyuyoruz. Arada ufak tefek bir şeyler oldu ama biz X.com deyince Musk'ı biliyoruz.

Oysa Yaccarino önemli bir yöneticiydi. X.com öncesinde, 11 yılı aşkın bir süredir NBCUniversalda reklam yöneticisiydi. Bundan önce, o sırada CNNin de dahil olduğu Turner Broadcastingde reklam satışları, pazarlama ve satın almalardan sorumlu başkan yardımcısı/COO idi. Şirket profiline göre NBCUniversalda 2.000 çalışanlı küresel bir ekibi yönetiyordu.

Yaccarino, reklamları toparlaması için göreve getirildi

Yaccarino'nun X.com'a CEO oluşunun temel gerekçesi, reklam alanındaki tecrübesiydi. Çünkü o günkü adıyla Twitter'ın gelirleri aniden düşmüştü. Toparlanması için Musk'ın davranışları ile çekilen reklamlarını geri alması gerekiyordu.

Elon Musk'ın Twitter'ı teslim alışındaki hoyratlık, yani hem o dönemde sosyal medyada, engellenen aşırı sağ görüşlere (aşı karşıtlığı gibi) özgürlük vereceği ifadeleri, hem de işten çıkarmaları çok kaba bir şekilde yapmış olması, herkesi rahatsız etmiş ve reklamların çoğu kesilmişti. Genellikle, Musevi kuruculu firmaların reklamları çektiğini gördük. Çünkü bu ifade özgürlüğü başlığı altında antisemitik ifadelere yol verilmiş olmasından rahatsızlık duydular. Musk'ın kendisi de bu tür mesajlaşmalara katıldı, arkasından İsrail'e davet edildi vs. vs. Sonuç, X.com reklamları hâlâ Musk öncesine dönemedi. Bugün 2025'de hala 2021 seviyesinin altında kalmış durumda.

Kurban da anlaşılan Yaccarino oldu. 

X.com'un eğittiği yapay zekâ düzgün cevap verebilir mi?  

Diğer yandan 9 Temmuz’da Ankara Sulh Ceza Mahkemesi’nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve bazı dini değerleri doğrudan hedef alan ifadeler içerdiği gerekçesiyle Grok’un belirli içeriklerini engelleme kararı aldı ve soruşturma açıldı. Biz bunu "yapay zekâ gözaltına alındı" vs gibi ifadelerle istihza ile karşıladık ama Grok'un gerçekten bir sorunu var. O da zaten çoktandır küresel olarak "tuhaf içerikleri" nedeniyle şikâyet konusu olması.

Grok, X.com'un yapay zekâ şirketi olan xAI tarafından eğitilen büyük dil (LLM) modelidir ve temelde açık kaynaklı verilerden beslenerek geliştirilmiştir. Herkese açık kaynaklardan bahsederken, web sayfaları, elektronik kitaplar ama bilhassa X paylaşımlarından toplanan büyük veri kümeleriyle eğitildiğini söylüyoruz.

Ağ tabanlı büyük öneğitimden sonra, model, İnsan denetmenler (AI trainers) tarafından inceleyip etiketlenmiş ve belirli davranış/değer hedeflerine göre takviyeli-öğrenme (reinforcement learning) teknikleriyle ince ayardan geçirilmiş. Ancak Haziran 2025’te yapılan eğitim prompt değişiklikleri (system prompt tweaks), bazı kullanıcı isteklerine bağlı olarak Grok’un aşırı provokatif ve nefret içerikli cevaplar üretmesine yol açtı. Şikâyet konusu içeriklerin başında Hitler'i güzelleyen ve antisemitik mesajlar var.

Düşünün ki X.com üzerinde dosdoğru mesajlar atan insanların yanında, bol miktarda saçmalayanlar ve tabii ki botlar da var. Yani bir yapay zekâ, bu ortamdan besleniyor ve eğitiliyorsa, ne demesini bekliyorsunuz?

Sonuç mu? Kabak Yaccarino'nun başına patladı. Grok'u eğiten Musk olduğu halde, Yaccarino istifa etti.

Yapay zekânın talebe uygun cevap vermesi sağlanıyor

Yapay zekânın (Meta'nın Trump sonrası yaptığı ayar gibi), talebe uygun cevaplar vermesini, mesela sol ya da sağ görüşlü olmasını sağlayabildiklerini (at sahibine göre kişner atasözü gibi) daha önce yazdık. Yani LLM'leri kim eğitiyorsa, nasıl eğitiyorsa, hangi kaynağı kullanıyorsa, yapay zekâ da öyle cevap verir. Bunu DeepSeek ile ChatGPT'nin aynı soruya verdiği cevapları karşılaştırarak da görebilirsiniz. Birisi ABD, diğeri Çin bakış açısını yansıtacaktır.

Özeti, yapay zekâya başvurabilirsiniz ama söylediklerini her zaman süzgeçten geçirmek gerekiyor. Çünkü sağ ya da sol görüşlü olmasını sadece sahibi değil, bazı bot gruplar amaçlı olarak da (bilgi aldığı platforma girecekleri çok sayıda benzer içerik ile) sağlayabilirler.

Bu hikâyenin iki özü var. Birisi "yapay zekânın verdiği cevaplara her zaman güvenmeyin, mutlaka kontrol edin" şeklinde. İkincisi ise, "Elon Musk için acaba çanlar mı çalıyor?" şeklinde. Bugün Yaccarino gitti. Ama yarın Musk'a neler olacak acaba? Bu nedenle bir sonraki yazımızda Musk'ın partisinin şansını yorumlayacağız.

                                                            /././

soL "Köşebaşı + Gündem" -11 Temmuz 2025-

Milli Eğitim Akademisi!-Rıfat Okçabol-

Bu akademi 10 Ekim 2024’te yürürlüğe giren Öğretmenlik Mesleği Kanunu ile kurulmuştu. Oysa akademiyle ilgili pek çok belirsizlikler yaşanıyor.

Bilindiği gibi bu akademi 10 Ekim 2024’te yürürlüğe giren 7528 sayılı Öğretmenlik Mesleği Kanunu ile kurulmuştu. Bu akademi 10 bin öğretmen adayı alacağını açıkladığına göre yargının, var olan eğitim fakültelerinin yaptığı işi iktidar adına yapacak bu gereksiz kurumla ilgili yasa maddesini iptal etmediği anlaşılıyor.

Oysa bu akademiyle ilgili pek çok belirsizlikler yaşanıyor.

Örneğin, bakanlık 17 Mart 2025’te "Milli Eğitim Bakanlığı Giriş Sınavı (MEA-AGS) Detayları"nı açıklamış ve 19 Mart 2025’te de "Milli Eğitim Akademisi Başkanlığı (MEAB) Yönetmeliği" yayımlanmış. 7528 sayılı yasa ile "Milli Eğitim Akademisi" olan kurum, bu yönetmelikle başkanlık olmuş! 10 Nisan 2025’te de Cevdet Vural1 bu akademiye başkan olarak atanmış. 

Başkanı bile belli olmayan bu akademiyle ilgili 17 Mart açıklaması ile 19 Mart yönetmeliğini kimin/kimlerin hazırladığı ve bu akademiye neden başkanlık dendiği bilinmiyor! Ancak bu akademi başkanlık olunca, bu kurumun akademik değil siyasal bir kurum olacağı belli oluyor.

MEAB Yönetmeliğine göre bu akademi, “Başkanlık; Başkan, Kurul ve birimlerden” oluşuyor (m.5). Yönetmelikte bunların görevleri ayrıntılı bir şekilde belirtilse de, bu görevlere getirileceklerde aranacak niteliklere yer vermiyor. Yönetmeliğe göre akademide şu hizmet birimleri bulunuyor (m.11):

  • Araştırma, İzleme ve Politika Geliştirme Daire Başkanlığı.
  • Mesleki Gelişim Daire Başkanlığı.
  • Hazırlık Eğitimi Daire Başkanlığı.
  • Eğitim Yönetimi, Denetim ve Rehberlik Eğitimi Daire Başkanlığı.
  • Mesleki Yeterlikler ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı.
  • Dijital İçerikler ve Yayınlar Daire Başkanlığı.
  • Bütçe ve Mali Hizmetler Daire Başkanlığı.
  • Yönetim Hizmetleri Daire Başkanlığı.
  • Maarif Arşivi ve Müzeler Daire Başkanlığı.

Yönetmeliğin 21. maddesine göre, “verilen görevleri mevzuat doğrultusunda koordine ederek etkin ve verimli bir şekilde yerine getirmek üzere Başkan tarafından görevlendirilen yeterli sayıda personelden oluşan ‘Özel Büro’” oluşturuluyor! Yönetmeliğin,  23. maddesinde "Millî eğitim uzmanı ve millî eğitim uzman yardımcılarının görevleri" ve 26-29. maddelerinde de "Eğitim ve Uygulama Merkezleri" hakkında bilgiler yer alıyor!

Görüldüğü gibi akademi devasa bir birim olarak kurulup yeni bir istihdam (kadrolaşma) alanı yaratıyor. Yönetmelikte, akademideki birimlerde görevlendirilecek kişilerin niteliği hakkında bir bilgi verilmemesi, öncelikle iktidara bu akademiyi bir çiftlik gibi kullanma kolaylığı veriyor. Bu yönetmeliğe göre, örneğin bir bahçıvan ya da herhangi biri akademiye başkan atanabilecek. Bu nedenle Danıştay’ın bu yönetmeliği iptal etmesi gerekse de, böylesi bir iptal kararının çıkmayacağını öngörmek de zor olmuyor.  

Yönetmeliğin bu esnekliğinden yararlanarak, profesör ya da doçent değil yüksek lisanslı Cevdet Vural’ın akademiye başkan yapıldığı anlaşılıyor. Her halde profesörlerin ve doçentlerin görevlendirileceği bu akademinin başkanlığına, ne denli deneyimli olsa da, yüksek lisansı olan bir bürokratın atanması, pek ‘akademik’ olmuyor. Akademiyle ilgili diğer birimlere de, başkan atanmasında olduğu gibi ağırlıklı olarak bürokratların atanacağı ve bu kuruluşun AKP’nin akademisine/siyasal aygıtına dönüşeceği şimdiden belli oluyor.                        

İki gün sonra giriş sınavları yapılacak akademinin web sayfasında, yönetmelikte belirtilen birimlerin işlevsel hale gelip gelmediğinin bilgisi de bulunmuyor. Öğretmen adaylarının gireceği sınavlardan birine neden MEB-AGS -"sınav" ve ötekine de "Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi" (ÖABT)-"test" dendiği de bilinmiyor.

Akademide başkan dışında kimlerin çalıştığı bilinmediğine göre, MEB-AGS’de ve ÖABT’de hangi konularda kaçar soru sorulacağına kimlerin karar verdiği de bilinmiyor. Bu arada örneğin ÖABT’nin alt testi olan "tarih" alanında, neden Osmanlıca Türkçesi konusunda soru sorulacağı da, bu alt testte Osmanlı tarihine %18’lik ağırlık verilirken neden Türkiye Cumhuriyeti tarihine yüzde 14 ağırlık verileceği de, bunlara kimlerin karar verdiği de bilinmiyor.  

Bakanlık açıklamasına göre bu akademi, bakanlığa bağlı olan hizmetiçi-eğitim merkezlerinde faaliyet gösterecek. Ancak bakanlık sayfasında şu anda öğrencisi bulunmayan akademiye aitmiş gibi gösterilen öğrencilerle dolu bir sınıf fotoğrafı yer alsa da, alınacak 10 bin aday öğretmenin nerelerde okuyacağı belirtilmiyor.  

Bu bilinmezliklerin yanında, akademinin web sayfasında ‘Öğretmen Akademilerinin Önemi’ başlığı altında bazı açıklamaların ne anlama geldiği ise biliniyor.  Örneğin bu bölümde akademinin kilit rol oynayacağı vurgulanıp “Çağın gereksinimlerini karşılayacak, yenilikçi ve sürdürülebilir eğitim çözümleri üzerinde çalışırken, eğitimde adalet ve eşitlik ilkelerini de merkezine alır” deniyor. Ancak AKP’nin 23 yıllık iktidarında hiçbir zaman “eğitimde adalet ve eşitlik ilkelerini” önem verilmediğinden bu açıklamanın toplumu kandırmaya yönelik olduğu biliniyor.

Bu bölümde yer alan, “Eğitim, her toplumun temel taşıdır ve bir ülkenin ileriye dönük vizyonunu şekillendirir” ifadesi de toplumu kandırıcı bir ifade oluyor. Çünkü AKP’nin tüm geçmiş uygulamaları, AKP’lilerin söylemleri, Diyanetin fetvaları, daha geçen Nisan’da yenilenen "Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu" üyelerinin savunduğu değerler, sınavda Osmanlı tarihine Cumhuriyet tarihinden daha fazla önem verilmesi, … gibi gerçekler göz önüne alındığında, bu açıklamadaki vizyonun “ileriye dönük” değil, geriye dönük-piyasacı ve gerici- içerikte olacağı belli oluyor.  

Toplumun, AKP iktidarda olduğu sürece bu akademiden laik ve bilimsel anlayış sahibi öğretmen yetişmesinin neredeyse olanaksız olduğunu görüp seçimlerde oyunu ona göre kullanması gerekiyor.

----- 

1Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi’nden lisans ve yüksek lisans diploması almış. Öğretmenlik ve okul müdürlüğü yapmış, bakanlıkta şube müdürü, Personel Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanı, 24 Eylül 2018 - 6 Mayıs 2019 tarihleri arasında Ortaöğretim Genel Müdürü ve 2021’den sonra da Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü olarak görev yapmış. Bu özgeçmiş, bir AKP bürokratı olan Sayın Vural’ın büyük olasılıkla Eğitim-Bir-Sen üyesi olduğunu ya da bu sendikaya sıcak baktığını gösteriyor. 

                                                                                      /././

Emekliye ‘sosyal atık’ muamelesi -Atilla Özsever-

16 bin 881 liraya çıkarılan en düşük emekli aylığı, 26 bin liralık açlık sınırının çok altında. Emekliye “öl” deniyor. Öte yandan Türkiye, dolar milyoneri artışında dünya birincisi. Emeklilerin güçlü bir şekilde örgütlenip diğer emekçilerle birlikte mücadele vermesi gerekiyor…

TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) sahte enflasyon oranlarına göre temmuz ayı itibariyle SSK ve Bağ-Kur emekli aylıkları yüzde 16,67, memur ve memur emeklisi aylıkları ise yüzde 15,57 oranında artırıldı.

14 bin 469 lira olan en düşük emekli aylığı da, yüzde 16,67’lik artışla 16 bin 881 liraya yükseltildi. En düşük emekli memur aylığı ise, 22 bin 617 lira oldu. Çalışan memurlara verilen seyyanen zam, memur emeklilerine yansıtılmadığı için aylıkları düşük kalıyor.

Görüldüğü gibi en düşük işçi, Bağ-Kur ve memur emekli aylıkları, 26 bin 115 liralık açlık sınırının altında bulunuyor.

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in açıklamasına göre, en düşük emekli aylığı alanların sayısı 4 milyon 11 bin oldu. En düşük emekli aylığı alan emekli sayısı, geçen yıla göre yaklaşık 300 bin kişi arttı. “Sefalet maaşı” alan emekli sayısı giderek yükseliyor.

'Devlet beni terk etti'

BirGün gazetesinin haberine göre, en düşük emekli aylığı ile sefalet düzeyinde bir yaşam sürdüren 75 yaşındaki Nejla teyze, İstanbul Avcılar semtinde bin bir zorlukla yaşıyor.

Nejla teyze, temmuz zammı öncesindeki 14 bin liralık maaşının 10 bin lirasını kiraya verdikten sonra geri kalan 4 bin liralık parasını da elektrik, su gibi faturalarına yatırıyormuş. Komşularının yardımı olmasa geçinmesi mümkün değilmiş.

Nejla teyze, sosyal yardım için başvurduğunda “paran yetmiyorsa git merdiven sil” demişler. Sonuç itibariyle Nejla teyze, “devlet beni terk etmiş” diyor (BirGün, 5 Temmuz 2025, Ebru Çelik’in röportajı). 

65 yaş üstü perişan

TÜİK 2024 verilerine göre, 65 yaş üstü nüfus son beş yılda yüzde 20,7 artarak 2024 yılında 9 milyon 112 bin 298 kişiye ulaştı. Yine aynı verilere göre, ülkemizde 1 milyon 750 bin 900 yaşlı tek başına yaşamını sürdürüyor. Bu yaşlıların yüzde 23,3’ü yoksulluk ya da sosyal dışlanma ile baş başa bırakılmış bir durumda.

Öte yandan sosyal güvencesi olmayan 65 yaş üstü ihtiyaç sahiplerinin aylığı, yeni zamla birlikte 4 bin 664 TL’den 5.390 TL’ye yükseldi. Ancak, bu yardımdan yararlanacak kişilerin 65 yaşın üzerinde üstü olması, emekli aylığı girmeyen bir hanede, net asgari ücretin üçte biri yani 7 bin 368 liradan az gelire sahip olması gerekiyor. 5 bin 390 liralık yardım için 7 bin 368 liradan az gelir şartı aranıyor.

'Sosyal atık'

Yukarıdaki verilerden de anlaşıldığı üzere AKP Hükümeti, hak sahipleriyle birlikte 16 milyon emeklinin büyük bir bölümünün “sefalet maaşı” düzeyinde yaşamasını önemsemiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bir vesile emekliyi “bütçeye yük” olarak görmesi de bunun başka bir itirafı şeklindedir.

Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında ailesiyle birlikte hayatını kaybeden değerli vergi uzmanı Nedim Türkmen’in daha önceki bir ifadesiyle “Hükümet, emekliyi sosyal atık olarak görüyor”.

AKP Hükümeti, gerçek enflasyon oranının çok altındaki bir ücret artışını asgari ücretliye, işçiye, memura ve emeklilere reva görürken bütçeden sermaye kesimine yapılan aktarmalar fazlasıyla kabarıktır.

Keza gelir vergisinin yüzde 62’sini ücretliler öderken yine işçinin, emeklinin, dar gelirlinin ödediği dolaylı vergi oranı da yüzde 68’dir. AKP iktidarı açık bir biçimde sermayeden yana emek karşıtı bir iktidardır.

TKP’nin tepkisi

Türkiye Komünist Partisi (TKP), emeklilere yapılan “sefalet zammı” ile ilgili açıklamasında, şu görüşleri dile getirdi:

“Açlık sınırının 26 bin 155 lira olduğu, yoksulluk sınırının ise 85 bin 56 lira olarak açıklandığı ülkemizde bu zam oranları emeklileri ölüm sınırına itmek, milyonlarca emekçiyi de yoksulluğa hapsetmek demektir.

TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı, tüm patron örgütleri kâr rekorları ilan ederken emekçilerle alay eden bu veriler ve zam oranları halka yönelik açık bir meydan okumadır. Onların servetleri katlansın diye emekçilere kölelik koşullarını dayatan bu düzenden soracak bir hesabımız var.”

Türkiye’nin dolar milyonerleri

Ülkemizde ücretliler ve emekliler sefalet koşullarına mahkum iken varlıklı kesim daha da zenginleşiyor. Türkiye, UBS isimli İsviçre Bankası’nın 2024 Küresel Servet Raporu’na göre dolar milyoneri sayısındaki artışta dünya lideri oldu.

Rapora göre geçen yıl dünyada milyoner sayısının artış hızı ortalama yüzde 1,2 iken Türkiye’de bu oranın yüzde 8,4 olması dikkat çekti.

Dünyadaki dolar milyoneri sayısı, 684 bin kişi. Türkiye’deki dolar milyoneri sayısı ise, 68 bine yaklaştı. Dolar milyonerlerinin artış hızına göre ülkelerin değerlendirildiği listede, Türkiye’yi yüzde 5,8’lik artışla Birleşik Arap Emirlikleri izledi. Ardından da Rusya geldi.

ABD, 24 milyona yakın dolar milyoneriyle dünyada ilk sırada yer aldı. İkinci sırada gelen Çin’de 6,3 milyon, üçüncü olan Fransa’da da yaklaşık 3 milyon dolar milyoneri bulunuyor.

Bu arada dünyaca ünlü ekonomi dergilerinden Forbes’in 2025 yılı küresel dolar milyarderlerinin listesinde de, toplam serveti 79,4 milyar dolar olan 35 Türk yer alıyor.

Gelir eşitsizliği

Öte yandan Türkiye,  servetin en eşitsiz dağıldığı ülkeler arasında yer alıyor. Gelir eşitsizliğini ölçen Gini katsayısına göre,  servetin en eşitsiz olduğu ülke Brezilya (0,82) olurken, onu Rusya (0,82)  ve Güney Afrika (0,81) izledi. Türkiye (0,73) listede 9. ülke olarak yer aldı.

Gelişmiş ülkeler arasında yer alan Almanya’nın Gini katsayısı 0.68, Japonya’nın ise 0.54 oldu. İsviçre gibi serveti yüksek ama dağılımı görece dengeli ülkelerde ise, bu oran 0.67 civarında gerçekleşti. Slovenya ve Belçika ise servetin en adil dağıtıldığı iki ülke olarak dikkat çekiyor.

Emekliye sendika yasak

Gelir adaletsizliğin yoğun olduğu ülkemizde emekliler de ileri yaşlarına rağmen sokaklara çıkıp haklarını arıyorlar. Türkiye’de emeklilerin ekonomik, sosyal ve sendikal hakları için mücadele eden çok sayıda dernek, federasyon, sendika ve platform bulunuyor.

Ülkemizdeki yasal mevzuata dayanarak emeklilerin sendikal örgütlenmesine izin verilmiyor. Oysa ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve diğer uluslararası sözleşmeler bağlamında Anayasa’nın 90. maddesine göre emekliler için de sendikal hakların mümkün olması gerekir.

Birleşik emekli örgütü

İşçilerden sonra ülkemizdeki en büyük toplumsal grup olan emeklilerin daha etkili bir mücadele verebilmesi için birleşik bir örgütlenmeye ihtiyacı olduğu gözüküyor. Örneğin Avrupa’daki emekli örgütlenmesine baktığımız zaman şöyle bir oluşum söz konusudur:

Avrupa’da emekliler, kendi ülkelerindeki sendikalara olan üyeliği emekliliğinde de devam ettiği gibi farklı emekli sendikası ya da örgütü kurabiliyorlar. Bununla birlikte kıta çapındaki emekli sendika ve örgütlerinin bir federasyon çatısı altında örgütlendiği de söz konusudur. Bu örgütün ismi, Avrupa Emekliler ve Yaşlılar Federasyonu (FERPA)’dır.

FERPA, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ile birlikte emeklilerin yoksullaşmasına ve düşük aylık almasına karşı mücadeleyi ortaklaştırmaya çalışıyor. Bu çerçevede, özellikle emeklilerin gelir, sağlık, barınma, enerji ve temel hizmetlerden yararlanma konusuna ağırlık veriliyor.

Türkiye’de de bir yandan emeklilerin sendikal hakları için mücadele verilirken diğer yandan mevcut emekli örgütlerinin bağımsızlıklarını koruyarak federasyon ya da konfederasyon adı altında bir çatı örgütü oluşturmaları mümkün olabilir.

Böyle konfederal bir emekli örgütlenmesi, diğer işçi ve memur konfederasyonlarıyla birlikte de ekonomik, sosyal ve sendikal hak mücadelesini daha etkili olarak sürdürebilir…

                                                             /././

Savunmanın böylesi -Mesut Odman-

“Yabancı yatırımcı” denilerek pek sevimli bir hayırsever konumuna yükseltilenler, emperyalizm aşamasının başlıca göstergelerinden sermaye ihracının özneleri olan çokuluslu ya da ulusötesi şirketlerdir.

Kimi zaman herhangi bir kişiyi, düşünceyi, eylemi savunurken yerin dibine batırmak mümkündür. Sahip çıkma, destekleme, yardımcı olma amacıyla, kısacası, iyi niyetlerle  başlatılan savunma çabası, birden yörüngesinden çıkıp nerdeyse tam ters yönde bir çizgide gelişerek olmadık bir noktaya savrulabilir. Burada asıl önemli olan bu durumun birdenbire ortaya çıkması değildir. Asıl önemlisi, daha seyrek görülen birdenbire ortaya çıkma özelliğinden çok, bu savrulmanın belli bir olgunlaşma sürecinin sonunda, geliyorum dercesine gerçeğe dönüşmesidir.    

Böyle bir giriş, benim biraz sonra değineceğim konu düşünülerek yazılmış olmakla birlikte, başka birçok konuya da uygun düşer kanısındayım; bir cümle ile yetinmeyip birkaç cümleye uzatmamın nedeni bu. Okuyanlar ileride o uygunluğu taşıyan konularla karşılaştıklarında, bugünkü yazıyı ve bu girişi hatırlayabilsinler. Bu günlerde kimilerinin bile isteye kimilerinin farkında olmadan yaptıkları yanlışın benzerleri kolayca yapılmasın, yapanlar çıkarsa da engellemek isteyenlere küçük bir yardım olabilsin.

Şimdiki günlere ve bu yazının konusuna gelince…

Oldukça uzun zamandır, ülkemizde demokrasi ile bağdaşmadığı ileri sürülen uygulamaların çoğalmasını eleştirirken, bunların yalnız hak ve özgürlükleri kısıtlamakla kalmadığını, ekonomik güçlükleri içinden çıkılmaz duruma getirerek halkımızın yaşam koşullarını da çok ağırlaştırdığını yineleyip duran geniş muhalif kesimler var. Bu kesimler, birbirleriyle aşağı yukarı ortaklaşmış biçimde, ekonomik sorunların çözümünün, böylece halkın git gide artan yoksulluktan kurtarılmasının yabancı sermayenin ülkemize yapacağı yatırımların artarak devamına bağlı olduğunu da eklemeden geçmiyorlar. Buradaki “ekleme” sözcüğü pek zayıf kaldı; onun yerine “vurgulamayı hiç ihmal etmiyorlar” demek doğru olur. 

Yazının daha ikinci cümlesinde değinildiği gibi burada iyi niyetli bir yaklaşım olduğunu varsaymak, en azından, herhangi bir kötü niyetin apaçık görülmediğini düşünmek mümkün. Öyle ya, halkın ağır koşullar altında yaşadığına, bunun süreğenleşmiş ekonomik güçlüklerden kaynaklandığına ilişkin saptamalar yapılıyor. Bunlarda nesnel gerçekliğe aykırı bir yan yok. Hatta, yatırımların artırılması ile bu sorunların çözülebileceğine ilişkin öneri de, içindeki yabancı sermaye saplantısı görmezden gelinirse, hiç değilse öneri sahiplerinin bir bölümü için naif bir yaklaşımın ürünü sayılabilir. 

Ama işte oraya kadar! 

Oraya kadar; çünkü, hemen ardından, demokrasinin, hukuk devletinin, insan haklarının ve buna benzer şeylerin yokluğunda o çok önemli yabancı yatırımların da gelmeyeceği, ayrıca sözü edilmesi gerekmeyecek kadar besbelli çaresizlikler olarak dile getiriliyor. Sanırsınız, bu yabancı yatırımcı diye anılan kişiler, ortaklıklar, şirketler, sözün kısası, kurtarıcılar ortalığa düşmüşler, demokrasisi düzgün, hukuk devleti yerli yerinde, insan hakları neyim öyle böyle olmayan ülkeler ararlar ki, gidip deste deste dövizlerini yatırsınlar, acından ölmekte olan yurttaşlarımızı çalıştırıp karınlarını doyuracakları fabrikaları kursunlar, işyerlerini açıversinler. Yatırımlarını yapacaklar, kuracaklar, açacaklar da ah şu bizdeki demokrasinin eksikleri, zaafları, ayıpları olmasa! Bakın, ağız alışkanlığıyla, hâlâ demokrasi diyorum; oysa artık ona otokrasi diyorlar.  İyi ediyorlar elbette, bu kadar ayıplı olanına demokrasi denir mi? Diyen çıkarsa da sessiz kalınır mı? Kalınmaz ve hemen yakışanı bulunup söylenir. Hem kafiyeye düşkün halkımızın da hoşuna gider, aklında kalır. “Demokrasi değil, otokrasi bu, düpedüz otokrasi!” Böyle haykırılabilir örneğin. Lakin, önceden biraz alıştırma yapmak gerekir. Yoksa, kalabalıklar karşısında söylev çekerken coşmuş gürleyen konuşmacıların dilleri dolaşabilir; bu da hiç hoş olmaz.

“Biraz ciddiyet!” uyarılarının yükselmeye başladığının farkındayım. Uyarılar haklı olsa da, ne kadar yerine getirebileceğimi kestiremiyorum; çünkü, ciddiyetsizlik ile azgınlaşmış bir hoyratlığın birlikte kol gezdiği ortamlarda yaşamak zorunda bırakılmış durumdayız. Gırgır ile ciddiyeti bir biçimde harmanlamadan olmuyor; harmanlama işi ise kantarın topuzunu kaçırmadan yapılamıyor, ne yana kaçırılırsa artık… 

Ciddiyete çağıranların varlığından kuşku duymadığıma göre onlara hiç kulak vermeden devam etmek olmayacak.

Epeydir her boydan, her soydan düzen içi muhalefetin dilinden düşmeyen bir takıntı var. Bu sözcüğü ruhbilimdeki anlamıyla kullanmıyorum, o başka tartışmalara yol açabilir, yazının öyle bir amacı yok. Her günkü dilde kullandığımız anlamda buradaki sözcük. Takmışlar kafalarına “demokrasi yoksa böyle olur işte” deyip gidiyorlar. Demokrasi dedikleriyse, hukuk devletiydi, haklar ve özgürlüklerdi, her anlamda adaletti, ne kadar güzellik varsa hepsini içeriyor. İktidardakilerin yetersizliğinden, yeni moda edilmiş bir eleştiri olarak liyakatsizliğin yaygınlığından tutun da geniş yığınların zorbalık ve yoksulluğu kader belleyerek sürünüp gitmelerine kadar her kötülüğün temeli anlamında kullanılan “demokrasi yoksunluğu” ile halkı canından bezdiren sorunların çözümünde büyük katkısı olacak yabancı yatırımlar arasında çok güçlü bir ilişki kuruluyor. İlki geçerli ise, açıkça yazalım, demokrasiden eser yoksa ya da oraya doğru bir gerileme yaşanıyorsa,  halkın sorunlarını çözmekte ve buna yardımcı olacak yatırımları çekmekte güçlükler ve yetersizlikler ortaya çıkar; ilki söz konusu değilse, demokrasi tıkır tıkır işliyorsa halkın sorunlarını çözmeyi kolaylaştıracak yatırımları çekmek mümkün olur. Bu kadar basit.

Oysa, hiç de basit değil, burada çok sık yinelendiği için doğru sanılan birçok yanlış bulunuyor. Bunların birkaçına değinmekle yetinelim.

Bir kez, deyiş uygunsa, “demokrasi taşıyan burjuvazi” emperyalist aşamanın öncesinde kalmıştır. Ne kadar var idiyse… 

İkincisi, “yabancı yatırımcı” denilerek pek sevimli bir hayırsever konumuna yükseltilenler, emperyalizm aşamasının başlıca göstergelerinden sermaye ihracının özneleri olan çokuluslu ya da ulusötesi şirketlerdir. Dolayısıyla, onların hayırseverlikleri için “İstemez, kendilerinin olsun” demek, en doğrusudur. Kendilerine çok güvenenler için, “Biz gereken önlemleri alıp onlardan da yararlanmayı biliriz!” demek de mümkün müdür? Diyenler ve dediklerini yapanlar çıkabilir, ama aşırı özgüvenin nelere mal olduğunun örnekleri az değildir.

Üçüncüsü, ister yabancı yatırımcı diyelim ister sermaye ihracını gerçekleştiren ulusötesi tekeller, gidecekleri ülkedeki demokrasi yahut halkın elindeki hak ve özgürlükler konusunda bir kalite kontrolü falan yapmazlar. Bunun tam bir saçmalık olduğunu ve kendileriyle bir ilgisinin bulunmadığını bilirler. Onun yerine şu tür sorulara yanıt ararlar:

Bu ülkede yapacağı yatırımlarla ilgili çeşitli kolaylıklar sağlanıyor mu? 

Ekonomik-siyasal kararlarda sık sık ve öngörülemez değişiklikler ortaya çıkıyor mu?

Hükümetlerin ekonomik etkinliklerle bağlantılı konularda kısıtlayıcı düzenlemeler yapma eğilimi var mı? Yakın geçmişte bu tür eğilimlerin etkili olduğuna ve görünür gelecekte yeniden doğabileceğine ilişkin belirtiler saptanabiliyor mu?

Biraz daha uzatırsak, kendimizi dev tekellerin özel olarak geliştirilmiş politika oluşturucu organlarının gösterişli odalarında, beyin fırtınası yapıyor sanabiliriz. Bu kadarla bıraksak iyi olacak!

                                                            /././

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -11 Temmuz 2025-

Bir kahkahanın anatomisi -Melisa Ay-

Halkın gerçekliğinden kopuk Saray ve çevresi Meclis’te bir skandala daha imza attı. Emekli aylıkları görüşülürken Genel Kurul’dan utanç verici sesler yükseldi. DEVA’lı Esen’in “Emekli aylıkları 35 bin TL olmalı” sözlerinin üzerine AKP sıraları adeta kahkahalara boğuldu. AKP’liler, yurttaşı getirdikleri hale kahkaha atıyor.

İktidarları boyunca halktan kopan, sokağın taleplerine kulaklarını tıkayan ve gerçeklikten uzaklaşan AKP’liler, geçim mücadelesi ile alay ettiklerini artık saklamaya gerek dahi duymuyor.

Meclis sıraları, AKP’lilerin emeklilerle alay eden kahkahaları ile uğultuya boğuluyor. En düşük emekli aylıklarına zam yapılmasına ilişkin Torba Kanun’da yer alan madde, önceki gün Meclis Genel Kurulu’nda oylanarak kabul edildi, en düşük emekli aylığı 16 bin 881 TL oldu.

Genel Kurul’da konuşan DEVA/ Yeni Yol Partisi İstanbul Milletvekili Elif Esen, en düşük emekli aylığına ilişkin konuştuğu sırada Meclis’te skandal sesler yükseldi. AKP sıraları, Esen’in "En düşük emekli maaşı 35 bin lira olmalıdır" sözlerinin ardından kahkahalara boğuldu.

Rezalet anları tutanağa “AK PARTİ sıralarından uğultular, kahkaha sesleri” ifadeleriyle girdi.

Yurttaşın yaşamından kopuk, artık bir avuç azınlık olarak kalmış AKP’liler, ayrıcalıklarını adeta geçim mücadelesi veren milyonlarla alay ederek gösterdi. Halktan destek bulamayan, sokakta karşılığı kalmayan ve gerçeklikle bağı kalmayan rejim, uygulayıcıları ile bunu bir kez daha gösterdi.

Emeklilerin “Ölene kadar çalış, çalışırken öl” düzeninde emeklilik çağında dahi çalışmaya zorlandığı; işçilerin, kamu emekçilerinin, emeğiyle geçinenlerin açlık seviyesinde yaşamaya mecbur bırakıldığı, yoksulluk seviyelerinin dahi hayal olduğu, enflasyonun faturasını ödemek zorunda bıraktığı milyonlarla alay edildi. Tek adam rejiminde işlevi yok edilen, AKP’lilerin kendilerine ezberletileni uyguladığı bir tiyatroya dönüşen Meclis Genel Kurulu’nda sefalet aylıkları ile alay edildi.

ÜLKENİN ÜSTÜNE ÇÖKTÜLER

İnsan onuruna yaraşır bir yaşam için sokakları, meydanları dolduran emekliler, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençlerin sesinin ulaşmadığı “Saray halkı”, ülkede her şeyin yolunda olduğu algısını yaratmaya çalışsa da gerçekler bundan çok uzak. Muhalefetin yargı sopasıyla baskılanmaya çalışıldığı, önlemsizliklerin atölyede, fabrikada, tatilde ölüm getirdiği, hak arayanın bastırıldığı, ihmallerin ‘fıtrat’ diye adlandırıldığı, iktidarın kendi yarattığı enflasyonun faturasını emeğin üstüne basarak kestiği ülkede; AKP’liler onurlu yaşam mücadelesi verenlerle bir kez daha ‘eğlendi’. Yararlandırdıkları kamu ihaleleri ve kendilerine aktardıkları ülke kaynaklarının, kendi servetleri olduğu illüzyonuna kapılan AKP’liler, kendilerini zengin yurttaşı “sefalete mahkûm” gördüklerini kahkahalarla itiraf etti.

∗∗∗

MUHALEFETE DÜŞMANLIK

Kaybettiği halk desteğini fark ederek iktidarını yargı sopası ve baskılarla yeniden inşa etmeye çalışan rejim, karşısında duran herkese düşman hukuku uyguluyor. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıktan birinci parti olarak çıkan CHP’ye yönelik baskılar her geçen gün artıyor. Tek adam rejimi, varlığına tehdit olarak gördüğü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nu yargı operasyonuyla tutsak etti. 19 Mart ile başlayan ve son olarak Adana, Antalya, Adıyaman belediyeleri ile devam eden operasyonlar dün de Şile Belediyesi’ne uzandı.

Rejim, kendisine isyan eden genç, yaşlı, kadın, erkek her kesimden yurttaşın karşısına kolluk ve yargı ile dikildi. İktidarın halkı demokratikleşme, ekonomik refah, yargı bağımsızlığı gibi herhangi bir konuda ikna edecek tek bir argümanı kalmadı. Toplumsal muhalefetin yükselmesinden tedirgin olan rejim AKP’lileri de suni zırhlarla korumaya aldı. Halkın yaşadığı sefalete gülebilme cüretini gösteren AKP’liler, kendilerini yargıdan, şeffaflıktan, hesap vermekten azade tutuyor. Muhalefete ve eleştirel seslere saldırabilme gücünü ise el konulan devlet mekanizmalarından alıyor. Saray ve çevresinin elinde tuttuğu yargı, yandaşa farklı, muhalefete farklı işliyor.

Rejim, baskıyla sindirmek istediklerini tutsak ederken hayati tehlikeleri dahi kendi çıkarları için görmezden geliyor. İBB soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, düşman hukuku uygulamasının son örneği oldu. Çalık, yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle dün yeniden hastaneye kaldırıldı. Geçmişte iki kez kanser tedavisi gören Çalık, tutuklandığı 23 Mart'tan bu yana 18 kilo kaybetti. Lösemi riski ve kalp krizi tehlikesi heyet raporu ile sabit olan Çalık için tutuksuz yargılama talepleri ise reddedildi.

∗∗∗

KRİZİN FATURASI YOKSULA

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın her fırsatta "Enflasyona ezdirmedik" dediği yurttaşlar, enflasyondan en çok ezilenler oldu. 2023 genel seçimlerinde bir kez daha kendi bozdukları ekonomiyi iyileştirme vaatleri savuran iktidar, bu argümanının da altını dolduramadı.  Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in geçtiğimiz hafta enflasyon verilerini değerlendirirken kullandığı "Vatandaşlarımız müsterih olsun. Gıda ve dayanıklı tüketim ürünlerinden eğitime, ulaştırmadan diğer birçok sektöre kadar enflasyonda belirgin bir yavaşlama başladı ve bu eğilim devam edecek" ifadeleri tepki çekti.

TÜİK'in gerçekten uzak enflasyon verilerini dahi yanlı yorumlayan Şimşek'in iyiye gittiğini iddia ettiği sektörlerde veriler aksini gösterdi. Bakan'ın sıraladıkları arasında zam şampiyonları da yer aldı. Haziranda en çok artış gösteren harcama gruplarında eğitim de yer aldı. Yurttaş, dünyanın en yüksek gıda enflasyonuyla, OECD'nin en yüksek enflasyonuyla yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakıldı. Barınmadan sağlığa, eğitimden faturalar grubuna her harcamada sepet günden güne daraldı.

Kamu ihaleleri ve ülke kaynaklarıyla zengin edilenlerin aksine, AKP'lilerin 'kahkahalarla' güldüğü yurttaşlar gerçek enflasyon yüzünden alım gücü düşenler oldu.

∗∗∗

HAKKINI İSTEYEN EMEKÇİYE YASAK VE BASKI

Sadece emekliler değil, bir avuç azınlığın aksine emeğiyle geçinen tüm yurttaşlar hem Şimşek politikalarına hem de sermayeye ezdirildi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in IMF’siz IMF reçetesi ile 2023’ten bu yana asgari ücrete ara zam yapılmadı. Ülkede ortalama ücret haline gelen asgari ücret, yalnızca gıda ihtiyaçlarını dahi ayda 20 gün ancak karşılayabiliyor. İktidar, geçen yılın ardından bu sene de asgari ücrete yıl ortasında ara zam yapılmasının önünü kapasa da emekçi ücretlerine yansıtılmayan resmi enflasyon oranları, her tüketim kaleminde fiyatların güncellenmesine sebep oldu. Halihazırda açlık sınırın dahi altında olan asgari ücret, bu yıl ortasında da güncellenmeyecek. İktidarın emek düşmanlığına karşı ses yükselten, sermayeye ezdirilmeyi reddeden işçiler için ise AKP’nin ‘çözümü’ grev yasaklamaları oldu. 23 yıllık AKP iktidarında tam 21 grev yasaklandı. Prof. Dr. Aziz Çelik’in hesaplamasına göre, döneminde 11 grevi yasaklayan Turgut Özal’ı geçen AKP’nin grev yasaklamaları, tek adam rejimi ile keyfileşti.

Direnen, grevle üretimden gelen gücünü kullanan işçiler rejim tarafından baskıya maruz bırakıldı. Kamu işçileri için zam oranlarını belirleyecek Kamu Çerçeve Protokolü’nde görüşmeler sürerken yapılan yüzde 17’lik sefalet teklifi işçilerin tepkisini çekti. İşçiler, hem AKP hem de eylem kararı almaktan geri duran konfederasyonlar ile mücadele ediyor. AKP’nin 600 bini aşkın işçiyi sefalete mahkûm etme hedefine tepki gösteren T. Harb-İş sendikası üyeleri ile Başkent’e yürüyüş başlattı. Önceki gün İstanbul’dan başlayan yürüyüşün bugün Ankara’ya ulaşması bekleniyor.

Fotoğraf: BirGün

∗∗∗

AÇ BIRAKILAN EMEKLİLER ÖLENE KADAR ÇALIŞIYOR

6 aylık resmi enflasyon farkına göre hesaplanarak yüzde 16,67 olarak belirlendi. Gerçek enflasyonu telafi etmekten uzak zam oranı ile SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin en düşük aylığı 16 bin 881 TL oldu. AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in itirafına göre 4 milyon 11 bin kişi, haziran ayının açlık sınırı olan 26 bin 115 TL’nin yüzde 65’ini bile karşılayamadı. Yeni ‘zam’ ile emekliler yaşamak için temel ihtiyaçlar olan barınma harcamalarından vazgeçse dahi 1 aylık gıda masrafını karşılayamayacak.

Türk-İş araştırmasına göre aynı ayda yoksulluk sınırı 85 bin TL oldu. Emekli aylığı yoksulluk sınırının yüzde 19,86’sında kaldı. Hanenin yoksulluk sınırına ulaşabilmesi için 5 emeklinin bir araya gelmesi gerekiyor.

AKP’nin her seferinde “Bütçeye yük” gördüğü, çalışma çağında emekle ödenen primlerin karşılığını ‘lütuf’ gibi sunduğu emekliler için yeni plana ölene dek çalıştırma oldu. Uzun süredir emeklilik yaşını ileri çekmeyi hedefleyen iktidar, düşük ücretlerle fiili olarak çalışma süresini uzattı. Emekli yurttaşlar, çalışırken alınmayan önlemler nedeniyle iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Emeklilik çağındaki yurttaşlar inşaatlarda, bekçi kulübelerinde, atölyelerde ölesiye çalışmaya mecbur bırakıldı. Sadece yılın ilk yarısında iş cinayetinde yaşamını yitiren 65 yaş ve üzeri emekçi sayısı en az 56 olarak hesaplandı.

Emekli aylığının en az 35 bin lira olması gerektiği hesaplaması, AKP döneminde değişen mevzuatları baz alıyor. Emekli maaşları hesaplanırken, aylık bağlama oranları esas alınıyor. Hesaplamaya esas 3 ayrı dönem bulunuyor. AKP döneminde yapılan mevzuat değişiklikleri sebebiyle 2000 yılı ve öncesi ayrı, 2000-2008 yılları ayrı, 2008 yılı ve sonrası ayrı hesaplanıyor. Emeklinin her dönemi ayrı ayrı hesaplanırken aylık bağlama oranları da yıllara göre düşüyor. Başka bir deyişle, emekçi çalıştıkça emekli aylığı düşüyor. 2008 yılında prim hesaplama yöntemleri değişmeseydi, bugün en düşük emekli maaşı 35 bin lira seviyesinde olacaktı.

AKP iktidarının başladığı 2022’de 228 lira olan en düşük emekli aylığı, asgari ücretin neredeyse iki katıydı. 2003 yılında da en düşük emekli maaşı, asgari ücretten yüzde 47 daha fazlaydı. Bugün ise en düşük aylıkların, ara zam dahi yapılmayan asgari ücrete oranı 1,3 seviyesinde kaldı.

UTANÇ VERİCİ

Tüm Emeklilerin Sendikası, AKP sıralarından yükselen kahkahaları “utanç verici” olarak tanımladı. Sendikadan yapılan yazılı açıklamada, “Emeklinin açlığına, yoksulluğuna, sefalete karşı kahkaha atan bir iktidarla karşı karşıyayız! Bugün Türkiye’de en düşük emekli aylığı 16.881 TL. Elektrik, doğalgaz, kira, gıda, ilaç, ulaşım... Her şey zamlı, her şey ateş pahası! Bu maaşla geçinmek bir yana, yaşamak bile mümkün değil! Bu kahkahalar; emeklilere, torununa harçlık veremeyen dedeye, pazardan çürük sebze toplayan teyzeye, ilaç kuyruğunda bekleyen insanımıza atılmış bir tokattır. Ama biz bu kahkahayı geri göndermeye geliyoruz! Çünkü biz çaresiz değiliz!”

∗∗∗

GERÇEK ACILARLA DAHİ ALAY EDEBİLİYORLAR

AKP'li azınlık dışında kimsenin yaşam güvencesi kalmadı. Saray çevresi kendini gerçek acılardan uzağa konumlandırdı. Bolu Kartalkaya'daki Grand Kartal Otel'de 36'sı çocuk 78 kişinin hayatını kaybettiği yangın ile ilgili tek bir yetkili soruşturulmadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine soruşturma izni dahi verilmedi. Bolu Valisi Abdulaziz Aydın, yangında 2 çocuğunu kaybeden Anne Duygu Can Sarıtaş'a "Vali çok üzülüyor burada ağlama" dendi.

Çorlu’daki tren katliamında 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i kaybeden Mısra Öz hakkında ikinci kez açılan “kamu görevlisine hakaret” iddiasındaki davanın duruşmasında karar çıkmadı. Oğuz Arda için adalet isteyen Öz hakkındaki iddianamede; daha önce de aynı suçlamayla yargılandığı duruşma sonrası kendisini kameraya alan polise, “Çek çekinme, Saray’ın soytarısı hepsi. Hepsi üç maymunu oynuyor. Bu hâkimler beni sanık yaptı; onlara üç maymunu oynuyorlar dediğim için. Katilleri aklıyorlar. Bir kişiyi bile tutuklayamıyorlar. Evladım öldü benim, evladım” diyerek tepki göstermesi nedeniyle suçlandı.

Yurttaşla alay etme gücünü gerçek acılardan dahi kopuk kimliklerinden alan AKP'liler adeta yargıdan bağımsız tutuldu. AKP'li eski Kızılay Başkanı Kerem Kınık'ın, 16 yaşındaki çocuk Batın Barlas Çeki'nin ölümüne neden olan kızı Fatma Zehra Kınık'a ödül gibi ceza verildi.

Yalnızca 1 gününü tutuklu geçiren Kınık cezaevinde hiç kalmadı.

                                                                  ***

Ülkede tüm taşlar yerinden oynadı, sarsıntı büyük: Finali gören Saray korkuyor -Yaşar Aydın-

Erdoğan ve Bahçeli rejimi değiştirip yenisini inşa etmeye kalktı. Ufukları ve güçleri buna yetmedi. Kurdukları ucube ayaklarına dolandı. Başlattıkları ‘değişim’ rüzgârı iktidarlarını devirmek üzere.

Ülkede bir iki temel direk değil aynı anda tüm taşlar yerinden oynadı. Hiç kuşku yok ki bunun en önemli nedeni 16 Nisan sonrası kurulan rejimin varlığını sürdürme inadı. Bahçeli ve Erdoğan birlikteliği esas alınarak dikilen rejim Türkiye'ye çok dar geldi. Cumhur İttifakı durumu kavradığı andan itibaren ülkeyi sağından solundan çekiştirerek taşların yerine oturtabileceğini düşündü. İkilinin her müdahelesi daha çok sarsıntıya yol açtı. Ve sonuçta 100 yılı geride bırakan Cumhuriyet'te ayakta kalan hasarsız tek kolon kalmadı.

Bu sarsıntı sadece Cumhuriyet'in kurumlarıyla sınırlı kalmadı. Siyaseti de baştan aşağıya etkiledi.

AKP, slogan düzeyinde kalan kuru bir İslamcılıkla tüm ezberlerinden vaz geçti. Milli Görüşten gelen Filistin, Gazze, Kıbrıs, İslam İşbirliği, ağır sanayi hamlesi gibi kavramlar çok geride kaldı. Varsa yoksa rant ve Trump.

MHP'nin durumu daha da ilginç. Neredeyse 50 yıldır ipine sarıldığı Kürt karşıtlığı meselesinde yeni bir noktaya geldi ki parti tabanı hala kendine gelmiş durumda değil. Bahçeli'nin Öcalan'dan “PKK'nin kurucu lideri” diye bahsettiği her konuşma 50 yıllık öğrenilmiş ezberi yerle bir ediyor.

Bahçeli ve Erdoğan'ın Terörsüz Türkiye adını verdiği ve Öcalan'la ilerlettikleri süreç sadece iktidar cenahını etkilemiyor. Uzun yılladır Kürt siyasetinin şemsiyesi altında siyaset yapmaya alışan bazı sosyalist yapılar için de bir anlamda 'yol ayrımı' noktasına gelindiği söylenebilir.

Taşları yerinden oynatan rejim değişikliği hiç kuşku yok ki en çok CHP'yi etkiledi. Kurucusu olduğu ve bir anlamda bugüne kadar onu dokunulmaz yapan Cumhuriyet artık yok. Kurulan ve kalıcı olarak inşa edilmeye çalışılan rejim, CHP'yi yok edilmesi gereken düşman olarak kodladı. CHP'ye “ya teslim ol ya yok ol” dışında farklı bir seçenek sunulmaması partinin politik hattında önemli değişikliğe yol açtı. Sistemi koruyan, muhafaza etmeye alışan bir partinden, varolmak için mücadele etmek zorunda olan kalan partiye dönüştü.

HALK VAZGEÇTİ

Rejimin ekonomik ve siyasal tercihleri toplumsal dengeleri de alt üst etti. Erdoğan'ın en büyük destekçisi konumunda olan, oy deposu olarak gördüğü emekliler ve üreticiler son 10 yılda hızla yoksullaştı. Yardım almadan yaşayamaz hale geldi. Emekliler toplumun en dibinde. Milyonlarcası 20 bin liranın altında yaşamaya çalışıyor. Gıda, ulaşım ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda.

Üreticiler de benzer süreç yaşıyor. Maliyetleri karşılamakta zorlanarak üretiyorlar ve sürekli borçlanıyorlar. Emekliler ve üreticiler yaşadıklarının geçici bir durum olmadığının farkında. Bu yüzden artık statükonun değil arayışın tarafına doğru meyil ediyorlar.

Kadınlar ve gençlerin durumu ise çok daha başka. Büyük çoğunluğu rejimin uygulamalarını yaşamlarına direkt bir tehdit olarak görüyorlar. Bu nedenle de mücadelenin en önüne onlar geçmiş durumda.

DEĞİŞİM BAŞLAYINCA...

Erdoğan ve Bahçeli ortaklığıyla kurulan rejimle Cumhuriyet'in son kalıntılarını da ortadan kaldırmayı kendi deyimleriyle parantezi kapatmayı hedeflediler. Topyekun değişim için düğmeye basıldı.

Yeni rejimin ilk siyasal çıktısı Meclis'in devre dışı kalması oldu. Halk ile Saray arasında aşılamaz duvarlar inşa edildi. Yargı iktidarın elinde bir aparattan silaha dönüştü. Her şey tüm kaynaklar ve zenginlik Saray'a sıkıştı. Bu duruma geniş halk kesimi için buhrana dönüşen ekonomik kriz de eklenince yönetilmesi imkansız bir “değişim” süreci yaşanmaya başladı.

Halkın değişim isteği ve iradesi televizyon kumandası değildir. İstediğinizde başlatıp istediğinizde durduramazsın. İşte tam da burada iktidarı büyük bir korku aldı. Çünkü başlattığı göstermelik değişim süreci gerçek taleplerle buluşunca Saray düzeni için tehdit olmaya başladı.

SOKAK TEDİRGİNLİĞİ

Türkiye'nin 19 Mart sonrası girdiği süreç halkın uzun süredir ısrar ettiği değişim talebinden bağımsız düşünülürse eksik kalır. Halkın sert tepkisinin arkasında iktidar dair, sandıkla gerçekleşecek bir değişime darbe yaptı algısının güçlü bir şekilde var olması yatıyor. Bu yüzdendir ki İmamoğlu ve İBB'ye yönelik operasyon demokrasiye yönelik darbe muamelesi gördü, görmeye devam ediyor.

Aradan geçen yaklaşık dört aylık süreç bu kanaati güçlendirip, itirazı kalıcı hale getiren bir dizi gelişmeyi beraberinde getirdi. İktidar blokunun 10 yıl öncesinden böbürlenerek başlattığı “sözde değişim” süreci bumerang gibi kendine yönelince panikledi.

Halk bu rejime karşı sonsuz bir öfke duyuyor. Değiştirilmesi, hayatından ilk çıkarılması gerekenler listesinde açık ara ilk sırada.

Evet iktidar kendi koltuğunu sağlamlaştırmak için tüm taşları yerinden oynatmaya kalktı. Ama öyle bir noktaya geldi ki her hamleleri kendi elleriyle kurdukları müesses nizamı tehdit eden sarsıntılara yol açıyor.

Bu yüzden eylemli ve örgütlü bir muhalefet hattına dönüşme ihtimali giderek güçlenen itirazlardan ödü kopuyor. Bugün için toplumun büyük kesiminin arkasına dizildiği “seni istemiyoruz” cephesinin yeni bir Türkiye kurma iradesine dönüşmesi kabusları olmuş durumda.

O yüzden elleri Kürt hareketi ve CHP dahil sürekli muhalefetin içinde.

Tüm bu toz bulutunun içine dikkatli bakınca iktidarın bu hamlesi için geç kaldığını söylemek mümkün. Halkın yüzde 70'inin kulağı sadece “bu düzen değişsin” diyenleri duyuyor. Diğerlerine bütünüyle kapandı.

İktidar istemeden de olsa 'Değişim Cin'ini şişeden çıkardı. İlk değişecek olan da onların iktidarı olacak gibi duruyor.

                                                                       /././

Kıbrıslı gazeteciye Türkiye’de hapis cezası -Gözde Bedeloğlu-

Hükümetin, gözaltı ve yasaklarla gazeteciler üzerindeki baskıcı ve sansürcü tutumu Kuzey Kıbrıs’a sıçradı. Son birkaç yıldır, iktidarın politikalarını eleştiren Kıbrıslı gazeteciler, sanatçılar, eski bürokrat ve bazı siyasi parti yöneticilerinin Türkiye’ye girişlerine izin verilmediği biliniyor. Gerekçe olarak sunulan G-82 tehdit kodu, milli güvenliğe karşı faaliyette bulunan veya bulunduğu şüphesi taşıyan kişilerin Türkiye’ye girişinin engellenmesini kapsıyor. N-82 tehdit kodu ise, yabancının ülkeye girişini ön izin şartına bağlıyor. 2020 yılında, G-82 koduyla ülkeye alınmayan ilk kişi, eski KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın iletişim koordinatörü Ali Bizden olmuş ve kendisine ‘beş yıllık giriş yasağı’ konduğu bilgisi verilmişti. Akıncı, 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını geri çekmesi için Türkiye makamlarınca tehdit edildiğini açıklamış ve TC Lefkoşa Büyükelçiliği Akıncı’nın bu iddiasının ‘gerçek dışı’ olduğunu söylemişti. İçinde kimi Kıbrıslı Türklerin yer aldığı bir ‘yasaklı listesi’ olup olmadığı TC ve KKTC meclislerinde ana muhalefet partileri tarafından gündeme getirildi ancak soruna ilişkin bugüne kadar kayda değer bir yol alınamadı.

TC ELÇİSİNİ ELEŞTİREN AKIN’A SORUŞTURMA

Bu süreçte haklarında Türkiye’de dava açılan Kıbrıslı gazeteciler de oldu. Onlardan biri Bugün Kıbrıs Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden AkınGazeteci Akın’a 2021 yılında TC Dışişleri Bakanlığı’nın suç duyurusu ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçim döneminde, TC Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri’yi Ersin Tatar lehine çalıştığı ve büyükelçiliği adeta bir seçim karargâhına çevirdiği için eleştiren Akın’a, Türkiye devletine ve temsilcisine hakaret ile halkı kışkırtma suçları yöneltildi. Akın, Türkiye’deki savcılık makamının talebiyle Kuzey Kıbrıs polisine ifade vermeye çağırıldı. Ayşemden Akın bu yılın nisan ayında Hollanda’ya giderek, silahlı saldırı sonucu öldürülen Halil Falyalı’nın ‘kasası’ olarak bilinen Cemil Önal ile konuşmuş ve üç bölüm halinde yayınladığı röportaj büyük ses getirmişti. Kıbrıs’tan Türkiye, Dubai ve diğer pek çok ülkeye uzanan yasadışı bahis ve kara para organizasyonunu, rüşvet çarkını, bürokrasi ve yargıdan isimler vererek anlatan Önal, röportajdan kısa bir süre sonra, uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Haberiyle, Kıbrıs’ta kurulan yasadışı düzenin Falyalı sonrası da aynı hızda devam ettiğini ortaya koyan Ayşemden Akın, Önal’ın ifşalarını yayınladığı için ölümle tehdit edildi.

TC YARGISINDAN LEVENT’E HAPİS CEZASI

Türkiye’de hakkında dava açılan bir diğer Kıbrıslı gazeteci Şener Levent. Avrupa Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Levent’in Türkiye’de gıyabında yargılandığı davalardan ikisi 1’er yıl, biri de 6 ay hapis cezasıyla sonuçlandı. TC ve KKTC arasında imzalanan adli yardımlaşma sözleşmesine dayanarak, Şener Levent’e Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tebligat gönderildi ve kendisinden on gün içinde teslim olması istendi; aksi halde yakalanarak Ankara’ya gönderileceği bildirildi. 2017 yılında, TC Lefkoşa Büyükelçiliği, Afrika (Avrupa) Gazetesi’nde yayımlanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili bir karikatürü kınayarak, suç duyurusunda bulunmuştu. Gazete, 2018 yılında da Türkiye’nin Afrin’e yönelik gerçekleştirdiği ‘Zeytin Dalı’ harekatını ‘işgal’ benzetmesiyle eleştirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan Bursa mitinginde konuya değinmiş ve Kuzey Kıbrıs’ta bu ‘edepsizliğe’ tepki gösterilmesi gerektiğini söylemişti. KKTC Ülkü Ocakları öncülüğünde Afrika (Avrupa) Gazetesi önünde toplanan bir grup, ellerinde bayraklarla gazeteye taş ve sopalarla saldırarak linç girişiminde bulunmuştu.

“KKTC VATANDAŞLARI TC’YE İADE EDİLEMEZ”

Kullanılan görselin Erdoğan’a hakaret içerdiği gerekçesiyle Afrika (Avrupa) Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şener Levent ve Gazete Direktörü Ali Osman Tabak hakkında açılan ve Lefkoşa Kaza Mahkemesi’nde görülen karikatür davası beraatle sonuçlandı. Söz konusu görselin ve iki ayrı yayının Erdoğan’a hakaret içermediği ve iki ülke arasında ilişkileri bozmadığı belirtildi. AİHM kararlarına atıfta bulunularak politikacıların eleştirilere karşı hoşgörülü olması gerektiği hatırlatıldı. Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da ‘Türkiye’yi küçük düşürmek’, 'Türkiye’ye hareket etmek’, ‘fesat yayın yapmak’ suçlamasıyla dava açtı. Gazeteciler Levent ve Tabak Kıbrıs’ta beraat ettikleri davanın aynı şekilde Türkiye’de de açılması üzerine savunma vermeyi reddetti. Dönemin Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik, Türkiye’de açılan davanın, oradaki mevzuata tabi olduğunu, herhangi bir ceza alınması halinde KKTC vatandaşlarının iade edilmesinin söz konusu olmadığını ifade etti. Bu durumda gazetecilerin iadesi, kendi istekleri ile Türkiye’ye gitmedikleri sürece, mümkün değildi.

ŞENER LEVENT HAKKINDA YAKALAMA KARARI

2022’de, Ankara’da açılan ceza davası sonuçlandı ve Şener Levent TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse mahkum edildi. Hukukta bir kişinin aynı suçtan iki kere yargılanmasına yer olmadığını ve Türkiye yargısının verdiği kararı tanımadığını söyleyen Şener Levent, 2023 yılında bir yazısından dolayı yine ‘TC Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve kararı bir kez daha reddetti. Ancak TC yargısı, Levent’in kararı tanımamasıyla ilgilenmedi ve verilen ceza kesinleşti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen tebligata göre eğer on gün içinde teslim olmazsa yakalanarak Ankara’ya sevk edileceği bildirildi. Siyasi parti lider ve yöneticileri, basın meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları Şener Levent’e destek mesajları yayınladı. Eski KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı yaptığı açıklamada, Kıbrıslı Türk sivil toplum örgütlerine, kendi yazarına çizerine ve kendi toplumsal geleceğine sahip çıkmak için her zamankinden çok görev düştüğünü söyleyerek uyarılarda bulundu;

TC’NİN VİLAYETLEŞTİRME POLTİKASI

Şener Levent’in Kıbrıs’tan alınıp Türkiye’de hapsedilmek istenmesiyle ilgili olarak Akıncı: “bizim hukuk mevzuatımız buna engeldir. Ancak unutmayalım, kendi Anayasasını bile çiğneyen bir rejim söz konusudur ve bize bakış açısı da şöyledir: Türkiye’nin herhangi bir yerinde rejime karşı ağzını açan, iki satır eleştiri yazan içeri sokulduğu gibi ‘Kıbrıs vilayetinde' de aynısı olacaktır. Burası ayrı devletmiş, ayrı kurumları varmış, hem de iki devletli çözüm isteniyormuş vs. Hepsi hikaye. Daha önce de bir çok defa ifade ettiğim gibi gerçekte yürürlükte olan bir vilayetleştirme politikası. Bu da son örneklerden biri. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Tufan Erhürman “Bir KKTC vatandaşının suç sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne veya başka bir ülkeye verilmesi söz konusu değildir” dedi. Levent’in avukatı Tacan Reynar da, hiçbir devletin vatandaşını kendi ülkesinde beraat ettiği ithamlardan dolayı ikinci kez yargılayan başka bir devlete iade edemeyeceğini söyledi. Ankara’nın Kuzey Kıbrıs yargısını hiçe saydığına dikkat çeken Reynar, KKTC Dış İşleri ve İç İşleri Bakanlarını bu hukuk dışı talebi engellemeye çağırdı; “İstendiği kadar devletler arası anlaşma olsun, bu o devletin kendi vatandaşına dair sorumluluğudur.”

EGEMEN DEVLET VE YURTTAŞLIK HAKKI

Şüphesiz bu, TC ve KKTC hükümetlerinin Kuzey Kıbrıs’ta eşit, egemen ve bağımsız bir devlet olduğu iddiasını çürütebilecek önemli bir durum. Yasalar açık olsa da, akıllara modacı Barbaros Şansal’a yaşatılanlar geliyor. Sosyal medya hesabından paylaştığı bir video sonrası hedef gösterilmişti. Türkiye’ye hakaret ettiği öne sürülerek Kuzey Kıbrıs’tan sınır dışı edilmiş ve hapse atılmak üzere getirildiği İstanbul’da, uçaktan indirilirken, apronda bir grubun saldırısına uğramıştı. Türkiye’ye

iade kararı da Bakanlık tarafından onaylanmıştı. Şansal’ın KKTC’ye dava açmasıyla ‘sınır dışı’ kararının hukuksuz olduğuna hükmedildi. Şener Levent’in Türkiye’ye iadesi için aynı şekilde Bakanlar Kurulu’nun karar alabileceği konuşuluyor. Kuzey Kıbrıs’ta yurttaşının hakkını ne ölçüde savunabilecek ‘egemen’ bir devlet varmış göreceğiz. Hukuksuzluğun her şeyi olası kıldığı yerlerde yurttaşlara da birbirine sahip çıkmak düşüyor.

                                                            /././

Yönettiği bankadan 265 milyon kredi aldı+Demirören’den 7 yılda 890 milyon dolar tahsil etti-SÖZCÜ

Yönettiği bankadan 265 milyon kredi aldı -Deniz Ayhan-

‘Kuvva Gıda’ adlı şirketin sahibi olan AKP’li Veysi Kaynak yöneticisi olduğu Ziraat Bankası’ndan kendi şirketine 265 milyon lira kredi, devletten de 840 milyon lira teşvik aldı.(https://www.sozcu.com.tr/yonettigi-bankadan-265-milyon-kredi-aldi-p193904)

                                                          ***

Demirören’den 7 yılda 890 milyon dolar tahsil etti -Veli Toprak-

Demirören Grubu’nun 2018’de aldığı kredi Meclis Komisyonu’nda görüşüldü. Krediyi veren Ziraat Bankası’nın Genel Müdürü vekilleri bilgilendirdi. 1 milyar doları aşan borçtan bugüne kadar 890 milyon dolar tahsilat yapıldığını belirtti.(https://www.sozcu.com.tr/demiroren-den-7-yilda-890-milyon-dolar-tahsil-etti-p193903)

SÖZCÜ


Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...