SÖZCÜ "GÜNDEM" -29 Temmuz 2025-

Ayakları dışarıda araç kullanan kişi başsavcı çıktı

Gaziantep'te bir sürücünün ayaklarını camdan çıkartarak otomobil kullandığı görüntüler sosyal medyada gündem olmuştu. Tepki çeken görüntülerde çakarlı aracın sürücü koltuğunda oturan kişinin Gaziantep Bölge Adliye Cumhuriyet Başsavcısı M.B. olduğu öğrenildi.

Gaziantep çevre yolunda seyir eden bir çakarlı otomobilde sürücünün ayaklarını camdan sarkıttığı görüntülere sosyal medyada tepki gösterildi. (TRAFİĞİ TEHLİKEYE ATAN İSİM BAŞSAVCI ÇIKTI!) OdaTV'nin haberine göre, trafik ekipleri tarafından yapılan incelemelerde, hem kendi canını hem de trafik güvenliğini tehlikeye atan kişinin Gaziantep Bölge Adliye Cumhuriyet Başsavcısı M. B. olduğu anlaşıldı. Görüntülerin ardından başlatılan denetimlerde, tartışmalara konu aracın “geçiş üstünlüğüne sahip çakarlı araç” statüsünde olduğu öğrenildi.(CEZA YAZILAMADI, BAŞSAVCI UYARILDI ) İncelemede araç sahibinin de Gaziantep Bölge Adliye Cumhuriyet Başsavcısı olduğu belirlendi. Geçiş üstünlüğüne sahip korunan, çakarlı ve başsavcı aracına ceza yazılamadı.Görüntülerin sosyal medyada dolaşıma sokulmasının ardından olaya ilişkin rahatsızlık duyan üst makamlar, başsavcıya uyarıda bulundu. 

Toplantıda konuşulanlar bakanı kızdırdı: 'Bir daha bu adama randevu vermeyin'

Türkiye Kömür İşletmeleri'ne (TKİ) olan 18 milyar TL'lik borcunu ödemediği gerekçesiyle Soma Termik Santrali'nde üretimi durdurmak zorunda kalan Konya Şeker, geçtiğimiz haftalarda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ile toplantı gerçekleştirmişti. Bakan Bayraktar'ın toplantıdaki sözleri nedeniyle tartıştığı Konya Şeker Başkanı Erkoyuncu için 'Bu adama bir daha randevu vermeyin' dediği öne sürüldü.

2015 yılında yüksek getiri sağlamasına rağmen 685 milyon dolara özelleştirilen ve Torku gibi ünlü markaları da bünyesinde bulunduran Konya Şeker'e satılan Soma Termik Santrali'nde üretim tamamen durduruldu.  Santrali işleten Konya Şeker'in devlet iştiraki olan Türkiye Kömür İşletmeleri'ne 18 milyar TL'lik borcunu ödemediği öğrenilirken, mevcut borç ve santralin durdurulmasına ilişkin geçtiğimiz haftalarda Ankara'da yapılan toplantının da oldukça gergin geçtiği öne sürülmüştü.Bakan Bayraktar'ın, Konya Şeker Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Erkoyuncu'yu toplantıdan kovduğu iddiasını Erkoyuncu yalanlarken, görüşmelerin gergin ama samimi geçtiğini belirten Erkoyuncu, "Devlet beni idam eder ama kovmaz" ifadelerini kullandı. ('BU ADAMA BİR DAHA RANDEVU VERMEYİN') Öte yandan tarafların bu hafta içerisinde Ankara'da bir daha görüşme yapması beklense de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından Konya Şeker'e herhangi bir randevu verilmedi. Tarımdan Haber Genel Yayın Yönetmeni Sadettin İnan'ın haberine göre, gergin geçen toplantıda Erkoyuncu'nun santralin borçlarına ilişkin devleti suçlayıcı ifadeler kullanmasına sinirlenen Bakan Bayraktar, yanındaki bakan yardımcısına “Bir daha bu adamla toplantı ayarlamayın!” talimatı verdi. Gelinen noktada, bu hafta yapılacağı duyurulan kritik görüşmenin gerçekleşmemesi ve Enerji Bakanı’nın randevu vermemesi, Ankara’da devletin üst kademesinde Ramazan Erkoyuncu’ya karşı oluşan tepkiyi daha görünür hale getirdi.('SANTRALİ NE ZAMAN KAPATACAĞIMIZI BİZ SİZE SÖYLERİZ') İddiaya göre taraflar arasında yapılan son görüşmede Konya Şeker Yönetim Kurulu Başkanı Erkoyuncu, Bakan Bayraktar'a "Santralin anahtarını bırakıp gidiyoruz, işçileri çıkaracağız, kapıya kilidi vuracağız!” ifadelerini kullandı. Bakan Bayraktar'ın bu sözlere sinirlendiği ve “Ramazan Bey, santrali ne zaman kapatacağımızı biz size söyleriz!” diyerek sert bir cevap verdiği belirtildi.

20 yıllık uydu verileri ortaya çıkardı: Eşi benzeri görülmemiş kayıp!-Utku Can Yalçın-

Arizona Eyalet Üniversitesi liderliğinde yapılan yeni bir araştırma, 20 yıllık uydu verilerini kullanarak 2002’den bu yana Dünya’nın kıtalarında eşi görülmemiş düzeyde tatlı su kaybı yaşandığını ortaya koydu.

Science Advances dergisinde yayımlanan çalışma, bu kuraklığın temel sebepleri arasında iklim değişikliği, aşırı yeraltı suyu kullanımı ve şiddetli kuraklıkları gösteriyor.(20 YLLIK UYDU VERİLERİ İNCELENDİ) ABD-Almanya ortaklığıyla yürütülen GRACE ve GRACE-FO uydu misyonlarının 20 yılı aşkın verilerini inceleyen bilim insanları, kara yüzeyindeki kurak alanların her yıl yaklaşık iki Kaliforniya büyüklüğünde genişlediğini belirledi.  Araştırma, artık kurak alanların kurumasının, nemli bölgelerin ıslanma hızını geride bıraktığını ve bu durumun küresel hidrolojik döngüyü tersine çevirdiğini vurguluyor.(NÜFUSUN YÜZDE 75'İNİ ETKİLİYOR)  Çalışmada yer alan bilim insanlarına göre dünya nüfusunun yüzde 75’i, son 22 yılda tatlı su kaybı yaşayan 101 ülkede yaşıyor. Bu durum, hızla artan nüfusa paralel olarak tatlı su krizinin derinleşeceği anlamına geliyor. Daha da çarpıcı olan ise kıtadaki su kaybının yüzde 68’inin yalnızca yeraltı sularından kaynaklandığının tespit edilmesi. Bu oran, Grönland ve Antarktika’daki buzulların toplam erimesinden daha fazla deniz seviyesi artışına neden oluyor.('HERKESİN DAHİL OLMASI GEREKEN ACİL DURUM')  Araştırmanın başyazarı Jay Famiglietti, “Tatlı su kıtlığı, gıda ve su güvenliğini tehdit eden küresel bir kriz hâline geliyor. Bu, herkesin dahil olması gereken bir acil durum” ifadelerini kullandı. Yeraltı sularının sadece kriz zamanlarında kullanılması gerekirken, çoğu bölgede bu kaynakların düzenli şekilde tüketildiği ve ıslak yıllarda bile yenilenmediği belirtiliyor.

(KUZEY YARIMKÜRE DAHA FAZLA RİSK ALTINDA) Çalışmada dikkat çeken bir diğer unsur, 2014–2015 yıllarında yaşanan “mega El-Niño” döneminin ardından kuraklıkların hız kazanması. Aynı dönemde kuraklık bölgelerinin coğrafi dağılımında da kayda değer değişiklikler yaşandığı görülüyor. Özellikle Kuzey Yarımküre’deki orta enlemler, şiddetli kuraklıklar ve yeraltı suyu tükenmesi nedeniyle daha fazla risk altında.(DÖRT KITADA 'MEGA KURUMA') Bilim insanları, dört ana kıta ölçeğinde “mega-kuruma” bölgesi tespit etti: *Kuzey ve Orta Amerika: ABD'nin güneybatısı, Meksika ve büyük metropoller. *Alaska ve Kuzey Kanada: Buzulların erimesi ve tarımsal bölgelerdeki su kaybı dikkat çekiyor. *Kuzey Rusya: Kar ve permafrost erimeleri yaygın. *Orta Doğu-Kuzey Afrika ve Avrasya: Dubai, Kahire, Tahran gibi şehirlerin yanı sıra tarım bölgeleri ve Aral/Caspian Denizi çevresi de dahil.
(
YÖNETİM STRATEJİLERİ GELİŞTİRİLMEZSE KRİZ DERİNLEŞECEK)   Araştırmacılar, özellikle IPCC iklim modellerinin tahmin edemediği bu eğilimlerin, tropik bölgelerde bile yer yer değişkenlik gösterdiğini söylüyor.  Çalışma, sürdürülebilir su politikaları, uluslararası işbirliği ve veriye dayalı yönetim stratejileri olmadan tatlı su krizinin derinleşeceğini belirtiyor. Famiglietti, “İklim değişikliğiyle mücadelede zorlanıyor olabiliriz ama yeraltı suyu yönetiminde atacağımız adımlar, deniz seviyesi artışını yavaşlatabilir ve gelecek nesiller için tatlı suyu koruyabilir” dedi.

Erdoğan, avukatının vekaletine son verdi

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan sonra oğlu Bilal Erdoğan da avukat Mustafa Doğan İnal ile ilişkisini kesti. Vekaletini geri aldı... İnal, yıllardır Erdoğan ailesinin avukatıydı. Tartışmalı davalarla adı anılan İnal’la ilgili gelişme yargı camiasında gündem oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’ın tüm davalarında yıllardır avukatlığını üstlenen Mustafa Doğan İnal’ın, bu görevinden ayrıldığı ve müvekkil-avukat ilişkisinin bittiği öğrenildi. İddialara göre vekaletin sona erdirilmesini Erdoğan ailesi kararlaştırdı.(ANTEP’TE KONVOYA BASKIN) Avukat Ahmet Özel ve Avukat Mustafa Doğan İnal’ın birlikte görev yaptığı hukuk bürosu, uzun süredir Erdoğan ailesinin avukatlığını üstlenmişti. Bu büronun yargı çevrelerinde çok etkin bir konumu bulunuyor. Avukat Ahmet Özel’in son dönemde yurt dışında bir ev aldığı ve günlerinin bir bölümünü burada geçirdiği öğrenildi. İnal ile Erdoğan ailesi de hukuki ilişkisini bittirdiği belirtildi.Avukat Mustafa Doğan İnal’ın adı, 2022 yılında bir organize suç örgütü lideri ve adamlarının Gaziantep’teki resmi araç konvoyunun önünü kesip, baskın yapmasıyla gündeme gelmişti.(ALACAK-VERECEK) İddiaya göre, taziye ziyaretine giden ve içinde Avukat İnal’ın da bulunduğu konvoya alacak-verecek meselesi nedeniyle baskın düzenlendi. Konu daha sonra yargıya intikal etti. İfadelerde birçok önemli kişinin adı geçti. Ancak bu isimlerin büyük bölümü hakkında işlem yapılmadı. Vekalet ilişkisinin sona erdirilmesinde bu olayın ve iddiaların etkili olduğu öne sürüldü. (AÇTIĞI DAVALARLA ÇOK SIK GÜNDEME GELDİ)  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eski avukatı Mustafa Doğan İnal, müvekkillerinin önemi nedeniyle basına çok sık konu oldu. İnal’ın özellikle, kendisiyle ilgili haberler konusunda açtığı davalar dikkat çekti.  Örneğin İnal, BirGün Gazetesi’nde yayınlanan bir haber için hem yazan gazeteci İsmail Arı’ya hem de gazeteye ağır tazminat davaları açtı. İnal’ın adı aynı zamanda FETÖ borsası iddialarıyla da gündeme geldi. Gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan “Cendere” kitabında İnal’ın TEFAL’in kurtarılması aşamasında aracı olduğu geçiyordu. TİP Milletvekili Ahmet Şık, İnal ile iki yargı mensubu arasında davayı yönlendirme iddiasının olduğu ses kaydını yayımlamıştı. İnal, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden 15 milyon liralık avukatlık ücreti aldığı iddiasıyla da gündeme gelmişti.

Apo’nun sekreteryası Aktaş’ın kuzeni çıktı -Özgür Cebe-Öcalan’ın cezaevi arkadaşı PKK’lı Veysi Aktaş’ın, CHP’li başkanları tutuklattıran Aziz İhsan Aktaş ile amcaoğlu olduğu belirlendi. Aziz’in ailesi Veysi’ye ‘geçmiş olsun’a gitti.

Diyarbakır’da 1994’te Yılmaz Market isimli iş yerinin ateşe verilerek kurşunlanması eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle tutuklanan PKK’lı Veysi Aktaş, ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı. Geçtiğimiz günlerde cezasının infazını tamamladıktan sonra tahliyesine karar verildi. Diyarbakır’a döndü. Havaalanında kalabalık bir grup tarafından çiçek ve zılgıtlarla karşılanan Veysi Aktaş’ın akrabaları arasında dikkat çeken bir isim yer alıyordu.

(EVİNE ZİYARET) 

Öcalan’ın cezaevi arkadaşı Veysi Aktaş tahliye sonrası DEM Parti Diyarbakır il binasına gitti. DBP Eş Genel Başkanları Çiğdem Kılıçgün Uçar ve Keskin Bayındır ile görüştü. 

İmralı’da terör örgütü elebaşı Apo’nun sekreteryasında yer alan ve PKK’ya silah bırakma çağrısı yapılırken de Öcalan’ın yanında oturan Veysi Aktaş’ın, CHP’ye yönelik operasyonların başaktörü “Topal İhsan” lakaplı Aziz İhsan Aktaş’ın amcasının oğlu olduğu ortaya çıktı. Veysi’nin babası Abit ile Aziz İhsan’ın babası Nezir’in kardeş oldukları belirlendi. “Suç örgütü lideri” denilen, “itirafçı” olduktan sonra serbest bırakılan Aziz İhsan Aktaş’ın annesi Şerife ile babası Nezir Aktaş’ın da Veysi Aktaş’ın aile evine geçmiş olsun ziyaretinde bulundukları bildirildi.

(ÇAY KAHVEDEN SERVET) 

Aziz İhsan Aktaş, Diyarbakır’da Kredi Yurtlar Kurumu’nun kantin ihalesini aldı. Kafe işletmeye başladı. Dondurma, çay ve kahve satan Aktaş daha sonra Milli Eğitim Müdürlüğü’nün açtığı okul kantin ihaleleri ve devamında AKP’li belediyelerin açtığı ihalelerle bir anda servet sahibi oldu.

(ŞİKAYET VAR AMA...) 

                                                               Aziz İhsan Aktaş
Aktaş’ın, CHP’li belediyelerden aldığı ihalelerle ilgili soruşturma devam ederken, aynı tarihlerde AKP’li Elazığ Belediyesi’nden de 2 milyar liralık birden fazla ihale aldığı ortaya çıktı. Bu ihalelerle ilgili Kamu İhale Kurumu başta olmak üzere savcılık ve ilgili kurumlara rakip firmalarca yapılan şikayet ve suç duyurularına rağmen herhangi bir işlem yapılmadı.(Örgüt lideri ama özgür!) Suç örgütü kurmak iddiasıyla gözaltına alınan Aziz İhsan Aktaş, CHP’li belediyeleri ‘suçlayan’ ifadeleri sonrası serbest bırakıldı. Şimdi özgürce dolaşıyor. CHP’li belediye başkanları ise onun ifadeleri gerekçe gösterilerek hâlâ cezaevinde. Haklarında iddianame ise henüz yazılmadı.

(Kardeşleri ihaleye fesattan sanık) 

                                                                                   Melek Kara
Aziz İhsan Aktaş’ın kardeşleri Ramazan Murat Aktaş ile Tekin Aktaş AKP’li Diyarbakır Bağlar Belediyesi eski Başkanı Hüseyin Beyoğlu ile ihaleye fesat karıştırmak suçundan yargılanıyor. Avukat olan kız kardeşi Melek Kara da TEDAŞ’ı sahte evraklarla milyonlarca lira dolandırmakla suçlanıyor. Zimmetine para geçirdiği iddia edilen Kara’nın 20 yıl hapsi isteniyor. 

Erdoğan'ın marketinde işçi kıyımı

Çalışanlar zor şartlar altında çalışırken AKP’li bürokratlara görevler dağıtılan Tarım Kredi Kooperatifleri Marketleri’nde zarar büyüdü. Yılın ilk 6 ayında 2.5 milyar lira zarar eden kurum, 1.200 işçiyi işten çıkarıyor.

Ekonomik kriz her geçen gün daha da derinleşirken iktidarın varlığıyla övündüğü, reklamını yaptığı şirketlerin de zararı katlandı ve işçi çıkarma haberleri gelmeye başladı. Bu şirket, daha önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın alışveriş yaptığı ve ardından “Şube sayısını artırın” diye emir verdiği Tarım Kredi Kooperatifleri Marketleri.(ZARARI ÇİFTÇİ ÖDÜYOR)  Gıda enflasyonunu düşürmek için kurulan ancak zincir marketlerle aynı fiyata satış yapan, iktidarın zaman zaman ‘İndirim kampanyası’ diye reklamlarını yaptığı bu marketlerin zararı 2025’in ilk 6 ayında 2.5 milyar lirayı aştı. Tarımdan haber.com’un haberine göre, mağaza personeli ve iştiraklerde yaklaşık 1.200 çalışanın işten çıkarılacağı öğrenildi. Tarım Kredi’nin diğer iştiraklerinde de benzer bir ‘tasarruf operasyonu’ başlatıldığı iddia ediliyor.Bir yanda işçiler, işten çıkarılırken bir yandan da AKP’li bürokratlara yüksek maaşlarla görevler verilmesi tepkilere neden oluyor. Tarım Kredi Marketleri Genel Müdürlüğü’nde Varlık Fonu, Ziraat Bankası ve Turkcell gibi kamu kurumlarında görev yapmış Hüseyin Aydın yer alıyor. Tarım Kredi Kooperatifleri’nin üst kademesi; Adem Darımla, İsmail Can, Fikret Oy, Zeynep Müjde Sakar, Hasan Fehmi Kinay, Kazım Erten gibi eski AKP’li vekiller, vekil aday adayları ve AKP’de görevli isimlerle dolu. Bu isimlere ödenen maaşlar 100 bin TL’yi aşarken, huzur hakkı olarak da 70 bin TL veriliyor.En dikkat çeken nokta ise oluşan zararların Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği tarafından kapatılması. Yani çiftçinin üretimde kullanması gereken öz sermayesi, market zincirinin zararlarını finanse etmek için harcanıyor. Çiftçiye destek olması gereken kaynak, her geçen yıl daha da küçülüyor.(Çiftçiye kredi kapılarını kapattı) Tarım Kredi’nin kaynakları iştiraklere aktarılırken, çiftçi ortakların krediye ulaşımının da zorlaştırıldığı iddia edildi. 2020’de imza ve kefil ile 25 bin TL kredi alabilen çiftçi, 2025’te taşıt rehni verse bile 200 bin TL krediye ulaşamıyor. Enflasyon ve kuraklık vururken, kredi politikaları da çiftçinin elini kolunu bağlıyor.Çiftçiler ayrıca Tarım Kredi’den kullanılan kredilerin ilk 300 bin TL’sine uygulanan Hazine indiriminin 3 yıldır artırılmadığını hatırlatıyor. Enflasyon yüzde 100’leri aşarken, çiftçiye tanınan indirim yerinde sayıyor. Çiftçi, “Genel Müdür neden bu konuda bir adım atmıyor” diye soruyor.

SÖZCÜ


 

 

Cumhuriyet "Köşebaşı" -28/Temmuz/2025-

‘Süreç’ üzerine notlar -Ergin Yıldızoğlu-

Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Önce bir not: Liberal “yararlı salakları” yine nüksettiler, “ulusalcı” (Aksi ne acaba? Bunlar sosyalist olmadığına göre “enternasyonalizm” olamaz. Küreselleşmeci kimlik siyaseti olsa gerek.) saplantısıyla abuk sabuk konuşuyorlar. İlk seferinde, yaptıklarının anlamını “belki de” bilemiyorlardı. Yaptıklarının sonuçlarıyla karşılaşınca “ama biz aldatıldık” demeye başladılar. Bu kez “salaklar” kavramı uygun olmaz: Onlar, “Ne yaptıklarını biliyorlar, yapmaya devam ediyorlar”

Kürt hareketinin yakaladığını düşündüğü “fırsata” dönersek. Bu “fırsatın”, hareketin değil dışsal etkenlerin iradesi ile oluştuğunu, bu iradenin değişebileceğini düşünmek gerekir. Tartışmamız açısından, Kürt hareketinin jeopolitiğini “Suriye ve Türkiye” üzerinden düşünebiliriz.

Suriye ve BOP

Kürt hareketinin Suriye’deki başarısı, kazanımları (cesareti, fedakarlıkları asla küçümsemeden), bölge jeopolitiği içinde, ABD ve İsrail’in iradesine endekslidir.

BOP kapsamında, bölge ülkelerini yeniden yapılandırma projesi iflas edince, Pentagon, Churchill’in 1921’de, “sömürgeler bakanı” olduğu sırada Ortadoğu’yu kontrol etmek için önerdiği yönteme döndü: Düzen getirmeye gerek yok, aşiret ve cemaat yapıları dursun. Bir isyan olursa, iyi korunan bir kaç büyük üsten hareketle havadan imha yoluyla, karadan zırhlı araçlarla bastırırız (D. Fromkin, A peace to end all peace, sf. 500)

Böylece Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran devletleri parçalanmak üzere hedefe konuyordu (Gen. Wesley Clark, 2007). Aynı dönemde İsrail, iki devletli çözüm projesini terk ederek “Clean Break” yaklaşımı ile, bölgede İsrail’i tehdit edebilecek ulus devletleri parçalama amacını benimsiyordu.

İki nokta dikkate değer: 1) O listede Mısır, Tunus, Fas, Cezayir yoktu. 2) Yalnızca İran ayakta kalmaya devam ediyor. Bunların yıkılan devletlerden farklı ortak özellikleri, birer ulus devlet olmalarıdır. Bu gözlem rejimlerini onayladığım anlamına gelmez. Bu mercekten bakınca da Kürtlerin gelecekte bir ulus devlet inşa edebilmesi için en az iki ulus devletin parçalanmasının gerektiği görülür. Ancak bu iki ulus devlet parçalandığında bölgeyi şekillendiren irade yeni bir ulus devletin oluşmasına izin (!) vermeyebilir. Diğer taraftan, bir ulusal hareketin var olabilmek için emperyalizmin bölge politikasının aracı olmayı kabullenmesi, sosyalistler açısından onu, desteklenecek hareketler listesinden çıkarır.

Ve Türkiye

Kürt siyasi hatta askeri hareketinin Türkiye’de “yakaladığı fırsata” gelirsek. Bu da hareketin gücünün rejime, barışa yönelmekten başka bir çare bırakmamış olmasından kaynaklanmadı. Aksine rejim hiçbir engelle karşılaşmadan kayyum atıyordu. Hapishaneler Kürt siyasi hareketinin temsilcileriyle dolmuştu. Bu “fırsat”, ekonomik iflasın, CHP’nin yükselmesinin, halkın öfkesinin rejimin geleceğini tehdit etmeye başlamış olmasından kaynaklandı. Fırsat penceresi, rejim, “Kürt seçkinlerinin desteğini alabilirsem, seçmeninin de oyunu alabilir oy oranımı, seçim kazanabileceğim bir düzeye çıkarabilirim” diye düşünmeye başlayınca açıldı.

Burada da üç sorun var.

1) Bir Çin atasözü der ki: “Kaplanın sırtına binenler oradan inemezler.”

2) Bu rejimin, süreç olarak faşizmi ilerletmek için Kürt hareketinin desteğini almayı başardıktan sonra, Kürtlerin haklarının ve özgürlüklerinin gelişmesine izin verme olasılığı sıfırdan küçüktür. Küçüktür, çünkü Kürt seçkinleri ve entelijensiyası, kendi siyasi ekonomik çıkarlarını halkın özgürlükleri önüne koyarak, hatta bu talepleri bastırarak süreç olarak faşizme eklemlenebilir.

3) Süreç olarak faşizmle, onun ilerlemesine katkıda bulunacak biçimde işbirliği yapan bir siyaset, sosyalistler açısından desteklenecek ulusal hareketler listesinden düşer. Kürt hareketi bugün bir yol ayrımındadır, ya haklar ve özgürlükler mücadelesinin, faşizme, emperyalizme direnişin saflarında olacak ya da süreç olarak faşizmin ve emperyalist politikaların bir aracı.

Batı’da yükselen dalga Japonya’ya ulaştı -Ergin Yıldızoğlu-

Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor: Yaklaşık yetmiş yıldır iktidarın büyük kısmını elinde tutan Liberal Demokrat Parti (LDP) her iki mecliste de çoğunluğu kaybetti. Buna karşı faşist eğilimli partiler başarılı oldular. Avrupa’dan ABD’ye kadar yükselen faşist dalga Japonya kıyılarına ulaştı.

HEP AYNI ŞARKI

Sanseito (Japonca’da “Üç Ses Partisi”) seçimlerden büyük bir başarıyla çıktı. Kurucusu ve lideri Sohei Kamiya’nın “Japanese First” (Önce Japonca) sloganı, Donald Trump’ın “Make America Great Again” retoriğini anımsatıyordu. Gerçekten de Kamiya, Amerika’nın MAGA hareketini ve Trump’ı, İngiltere’deki Reform UK’yi, Almanya’daki AfD’yi ve Fransa’daki Ulusal Toparlanma (LePen) partilerini desteklediğini açıkça dile getiriyor. Sanseito’nun göçmen karşıtı söylemleri, turizmi hedef alan aşırı çıkışları, kültürel saflığı koruma söylemi, kadınların haklarının çok genişlediğine ilişkin iddiaları, küresel faşist hareketlerin programlarıyla örtüşüyor.

The Japan Times, seçim sonrası yayımladığı analizinde, Sanseito’nun 14 sandalye kazanarak Üst Meclis’teki en büyük dördüncü muhalefet partisi haline geldiğini yazdı. Parti, yalnızca iki yıl önce bir sandalye ile meclise girmişti. JT’ye göre Sanseito’nun bu performansı, ani bir patlamadan çok, yapısal bir rahatsızlığın siyasi ifadesiydi: 40 yaş altı erkek seçmenlerin yarısı, oylarını Sanseito’ya ve diğer faşist eğilimli parti Demokratik Halk Partisi’ne (DPP) verdiler. Bu seçmen grubu, 1990’lar ve 2000’lerin başında durgun bir ekonomide iş güvencesinden yoksun biçimde büyüdü, bugün de yüksek enflasyon, eriyen reel ücretler, artan hayat pahalılığı altında eziliyorlar. Sanseito ve DPP, bu kesimin öfkesini göçmenlere, küreselleşmeye ve yerleşik siyaset elitine yönlendiriyor.

Asahi Shimbun, pazartesi günü “Vox Populi” (halkın sesi) başlıklı bir köşe yazısında, seçimlerde yabancı düşmanlığının meşrulaştırıldığından yakınıyordu. Gazete, “Bir siyasi partinin lideri, televizyon ekranında siyahların ve Müslümanların gece içki içmesini korkutucu bulduğunu söyleyebiliyor ve bunu meşru bir tartışma olarak sunabiliyor. Bu, Japon demokrasisi açısından yeni bir eşiğin geçildiğini gösteriyor” diyerek seçim sonuçlarının sadece politik değil, etik düzlemde de bir kırılmaya işaret ettiğini vurguluyordu.

Bu tür söylemler, Japon kültürünün kronik ve yapısal bir özelliği ancak ilk kez bu kadar açık bir şekilde kitleselleşti. LDP uzun yıllar boyunca sağ popülist eğilimleri sistem içine alarak etkisizleştirebilmişti. LDP lideri, Shinzo Abe’nin 2022’de bir suikasta kurban gitmesi, sağın içinden yeni, radikal tiplerin yükselmesini kolaylaştırmış. Sanseito’nun lideri Kamiya da geçmişte LDP’de görev almış bir isim. Sanseito’nun “Önce Japonca” politikaları, göçmen sayısını sınırlandırma, kalıcı oturum ve vatandaşlık koşullarını ağırlaştırma, turistlerin bazı haklarını kısıtlama gibi vaatler içeriyor. Bu söylemleri “Japon kültürünün saflığını koruma” iddiasıyla savunuluyor. Asahi Shimbun 14 Temmuz tarihli başyazısında bu noktada uyarıyordu: “Göçmenler, bugün hedefte olabilir; yarın sıra kadınlara, yaşlılara, hasta bireylere ya da eşcinsellere gelebilir.”

LDP’nin yenilgisi sadece ideolojik değil, örgütsel bir çöküşe de işaret ediyor. Japonya’daki geleneksel oy toplama sistemleri (çiftçi birlikleri, meslek odaları, yaşlı seçmen ağları) artık etkili olamıyorlar; YouTube, TikTok ve Instagram, broşürlerden ve sokak mitinglerinden daha etkili.

Diğer taraftan, Japan Times’a göre, Sanseito ve benzeri militarist eğilimli, partilerin parlamentoda güç kazanması, Japonya’nın Çin ve Kore ile olan hassas ilişkilerini daha da gerilimli hale getirebilir. 1930’larda Japon faşizminin yükselişi de Batı’daki bunalım ortamı ve içerideki ekonomik huzursuzlukla paralel gitmişti. Bugün Japonya, yeniden benzer bir eşikte duruyor. “Ancak Japonya hâlâ bir hukuk devleti. LDP içindeki bazı isimlerin, toplumsal huzur için ırkçı ve ayrımcı politikaları sistem içine almama yönünde ses yükseltmesi bu açıdan önemli.” Fakat gerçek şu: Artık Japonya’da da seçim kazanmanın yolu, sadece büyüme vaat etmekten değil, kültür savaşlarından geçiyor.

Açılımın zayıf karnı -Mehmet Ali Güller-

Öncekinde, açılımın zayıf karnı “Suriye’nin kuzeyi”ydi. O açılımın kesintiye uğramasının nedenlerinin başında, Erdoğan ile Öcalan’ın bu konudaki restleşmesi geliyordu. Anımsayalım:

Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyordu Öcalan’a. Şöyle demişti Erdoğan o zamanki İmralı heyetine: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”

Sırrı Süreyya Önder bunu iletince, Öcalan da şu yanıtı veriyordu: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir.” (İmralı Notları, s.179).

PARALEL SÜREÇ İSTENİYOR

Bu konu şimdiki açılımın da zayıf karnı. Zira AKP-MHP tarafı ile PKK-DEM tarafının bu konuda farklı yaklaşımları var. ABD ise iki farklı yaklaşımı uzlaştırma arayışında. O nedenle ABD’nin stratejik düzlemde hedeflediği ile süreç ilerleyebilsin diye taktik düzlemde savunduğu şu aşamada tam örtüşmüyor.

Somutlayalım: PKK Türkiye’de zaten yoktu, Irak’taki varlığının da önemli bir kısmını geçen yıllar içerisinde Suriye’ye transfer etmişti. Tamam, Irak’taki PKK silah bırakıyor ama ya Suriye’deki PKK? Gerçi Ankara, memnuniyet açıkladığı 10 Mart tarihli HTŞ-SDG anlaşması nedeniyle “PKK’nin Suriye kolu PYD/ YPG/SDG”  tezinden bir oranda geri adım attı ancak o anlaşmanın hayata geçmesinin gecikmesi, Ankara açısından sıkıntıya dönüşüyor.

PKK’nin Türkiye’de siyasete entegrasyonu süreci ile SDG’nin Suriye’de devlete ve orduya entegrasyonu sürecinin paralel yürütülmesi isteniyor. AKP-MHP ittifakı, Türkiye’de ilerleme yaşanırken Suriye’de yaşanmamasını, bir taktik tuzak olarak görüyor.

ENTEGRASYONDAN KİM, NE ANLIYOR?

10 Mart anlaşmasının maddeleri, tıpkı Öcalan’ın 27 Şubat tarihli silah bırakma çağrısındaki gibi muğlaklık içeriyor. PKK silah bırakacak ve “demokratik entegrasyon” sağlanacak. Peki nedir demokratik entegrasyon? Belli değil.  Ankara’da “bireylerin Türkiye’yle bütünleşmesi” diye anlaşılıyor oysa örneğin PKK yöneticilerinden Helin Ümit’e göre “demokratik entegrasyon, kolektif hakların tanınması” anlamına geliyor.

Benzer durum Suriye’de de yaşanıyor. Ankara, SDG’nin bireyler halinde orduya entegrasyonunu savunuyor. SDG ise blok halinde, kendi bölgesinde orduya entegre olmayı, yani bir anlamda “Kürt tümeni” olarak Suriye ordusunun parçası olmayı istiyor.

Bu farklılık nedeniyle Suriye’deki süreç ilerlemiyor. ABD Büyükelçisi  Barrack’ın  “Şara hükümeti, azınlıkları iktidar yapısına entegre etme konusunda ‘daha hızlı ve daha kapsayıcı’ olmayı düşünmeli” uyarısı, işte bu çelişmeyi uzlaştırma amacını ortaya koyuyor.

‘SDG’YE 30 GÜN SÜRE’ İDDİASI

Tam bu süreçte dikkat çeken bir iddia ortaya atıldı. Middle East Eye haber sitesinden Ragıp Soylu’nun haberine göre; Türkiye ve ABD yetkilileri, geçen hafta Suriye’de yapılan bir toplantıda, SDG’ye Suriye ordusuna katılması için 30 gün süre verdi (middleeasteye.net, 21.7.2025).

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bölünme dışında ne talebiniz varsa yapın. Ama Suriye’yi bölmeye giderseniz müdahale ederiz” uyarısı, bu iddiayla uyumlu görünüyor (AA, 22.7.2025).

Diğer yandan Ragıp Soylu’nun haberinde ilginç bir konu daha var: “Şam hükümeti, SDG’nin tamamen kadınlardan oluşan silahlı alt gruplarından YPJ’yi ise kendi saflarına katmaya hevesli değil.”

Yeni rejimin kadınlara bakışı, acaba bu konuda taktik bir uzlaşma farsatı mı doğurdu? Kadınlardan oluşan YPJ’nin blok halinde Suriye’nin kuzeydoğusunda kalması ama erkeklerin Suriye ordusuna dağınık bir şekilde entegrasyonunda mı uzlaşılacak?

ÖCALAN’IN O SÖZLERİ

Evet, Suriye’nin kuzeydoğusu, açılımın zayıf karnı.

Şu haber bile bu konunun ne derece kritik olduğunu ortaya koyuyor: “Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, ağabeyinin ‘Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz’ dediğini söyledi. Mehmet Öcalan’ın konuşmasının ardından DEM Parti İmralı Heyeti, ‘İmralı Adası’nda yapılan tüm görüşmeler heyetimizin katılımıyla gerçekleşmiştir. Diğer tüm iddialar gerçeği yansıtmamaktadır’ açıklaması yaptı” (Cumhuriyet, 14.7.2025).

Not: 17. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali kapsamında düzenlenen “Toplumsal Barış” konulu panelde konuşmacıyım. Bu vesileyle birkaç gün Arguvan’daki köyümde olacağım için cumartesi ve pazartesi günleri yazım olmayacak. Anlayışınız için teşekkürler.

                                                                               /././

Cumhuriyet

Orman Genel Müdürlüğü kârını 'yangın söndürme uçağına' değil, faize yatırdı + İtfaiyecinin mesaisi 49 TL, şehitliği ise sözde -EVRENSEL-

Orman Genel Müdürlüğü kârını 'yangın söndürme uçağına' değil, faize yatırdı -Uğur Zengin-

Kâr hedefiyle hareket eden Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğü, yangın uçağı almak yerine kâr ve faiz geliri elde etmeyi tercih etti.

Karadan ve havadan yangına müdahalede yetersiz kalan Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğü, 2024 yılında kiraladığı 75 adet hava aracına 3.7 milyar TL bütçe ayırdı. Bu tutar Orman Genel Müdürlüğünün son 5 yılda elde ettiği 18.5 milyar TL kârın oldukça altında kaldı. Müdürlük ayrıca kemer sıkma programı kapsamında artan faizlerle birlikte bütçesinin bir kısmını faiz geliri elde etmek için kullandı. Müdürlüğün faiz geliri yıldan yıla arttı. 2020-2021 yıllarında 734.7 milyon TL faiz geliri elde eden Orman Genel Müdürlüğü, 2022, 2023 ve 2024 yıllarında toplam 5.5 milyar TL faiz kazancı elde etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Devleti şirket gibi yönetirsek netice alırız” sözlerinin ardından kamu kurumları kârı hedefledi.

Türkiye’de ormanlar ve orman yangınlarından başlıca sorumlu olan Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğü kâr hedefiyle hareket etti. 2021’de yaşanan büyük orman yangınlarında yangınlara hava aracı yetersizliği nedeniyle ‘havadan’ müdahale edemeyen kurum, 2025 yılında da orman yangınlarına gece saatlerinde havadan müdahale edemedi.

Orman Genel Müdürlüğü 2020 yılında 1 milyar 26 milyon TL, 2021 yılında 5 milyar 357 milyon TL, 2022 yılında 9 milyar 264 milyon TL, 2023 yılında 4 milyar 489 milyon TL kâr etti. Müdürlük 2024 yılında 1 milyar 601 milyon lira zarar etti. Buna göre Orman Müdürlüğü son 5 yılda 18 milyar 536 milyon TL kâr etti.

Kâr etti, faize yatırdı

Orman Genel Müdürlüğü ‘tasarruflarını’ ise faiz geliri elde etmek için kullandı. 2020 yılında 185.1 milyon TL faiz geliri elde eden kurumun bu kalemde elde ettiği gelir yıldan yıla arttı. 2021 yılında elde edilen faiz geliri önceki yıla göre yüzde 196 artışla 549.5 milyon TL’ye, 2022 yılında önceki yıla göre yüzde 123 artışla 1.2 milyar TL’ye, 2023 yılında önceki yıla göre yüzde 80.7 artışla 2.2 milyar TL’ye çıktı. 2024 yılının tamamında elde edilen faiz geliri ise 2 milyar TL’yi aştı. Orman Genel Müdürlüğü son 5 yılda 6.2 milyar TL faiz geliri elde etti.

Son 5 yılda 6.2 milyar TL faiz geliri elde eden Orman Genel Müdürlüğü 2024 yılında Jandarma Genel Komutanlığı ve Rusya Acil Durumlar Bakanlığı ile protokol imzalanarak toplam 75 adet hava aracı kiraladı. 3 yıllık kiralama projeleri kapsamında; 50 helikopter için 2.1 milyar TL, 14 uçak için 1.2 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığından kiralanan 10 helikopter için 251.7 milyon TL ve Rusya Acil Durumlar Başkanlığından kiralanan 1 uçak için 164.6 milyon TL ödeme yapıldı.

Buna göre toplam 75 uçak için üç yıllık kira tutarı 3.7 milyar TL oldu. Üç yıl için 75 uçağa yapılan harcama tutarı 2024 yılı parasal değerlerine göre son 5 yıllık faiz gelirinin yüzde 31.76’sı, son 5 yıllık toplam kârın ise yüzde 6.75’i kadar oldu. 2024 yılı uçak kiralamaları tutarının kâr ve faiz gelirine oranı ise sadece yüzde 5.57’si kadar gerçekleşti.


                                        ***

İtfaiyecinin mesaisi 49 TL, şehitliği ise sözde -Özlem Songül Abayoğlu-

Orman yangınlarının arttığı bu dönemde yangınlara müdahale eden itfaiyecilerin mesai ücreti 49 lira, şehitlik hakları yok, meslek tanımları olmadığı için maddi ve sosyal haklardan faydalanamıyorlar

Bursa’nın Gürsu ve Kestel ilçeleri arasındaki ormanlık alanda çıkan yangının Gürsu ilçesine doğru ilerlemesi üzerine, Karahıdır Mahallesi tedbiren boşaltıldı. Alevlerin yaklaşması nedeniyle İğdir Mahallesi ve yangının ilerlemesi üzerine Osmangazi ilçesine bağlı Avdancık Mahallesi de tahliye edildi. Üç mahalleden toplam 1765 kişinin tahliye edildiği öğrenildi.

Ayrıca yangın esnasında 1 itfaiye işçisi ise hayatını kaybetti. Kalp krizi nedeniyle hayatını kaybeden işçinin hizmet alım personeli olarak çalıştığı ve taşeron işçi olduğu öğrenildi. Hayatını kaybeden İtfaiye Eri Ramazan Şaşkın 37 yaşında ve iki çocuk babası. Bir hafta önce ayağından ameliyat olmuştu.

‘Aralıksız 72 saat çalışmamız gerekebilir’

Bursa’daki yangına müdahale eden itfaiye memuru yanan alanın zor bir alan olduğunu vurgulayarak, “Yoğun bir şekilde duman var. Diğer illerden gelen itfaiyeciler, Bursa İtfaiyesi ile soğutma çalışmaları yapıyoruz. Alan büyük olduğu için her yere ulaşamıyoruz, içeriye giremiyoruz. İçerideki ağaçlar yanmış, yol kenarındakiler duruyor. Yoğun duman olduğu için helikopter ve uçakla müdahale kısıtlı, gece de uçakla müdahale zor. Önemli olan havadan müdahale çünkü havadan müdahale ile soğutma yapmazsan yeniden parlayabilir” dedi. Bir önceki gece 12’den beri alanda olduklarını söyleyen itfaiye memuru, “Yola çıkma, hazırlık aşamasıyla yaklaşık 14-15 saattir görev başındayız. Böyle afet durumlarında 72 saat hiçbir destek beklemeden çalışıyoruz, kendi aramızda sırayla dinleniriz. Dinlenmeden müdahale etmemiz mümkün değil. 10 tane daire yangınına gitmek bir orman yangınına gitmekten daha kolay” diye konuştu.

‘Her ilin ekipman niteliği aynı değil’

2025 yılında çıkan yangınlarda İzmir Ödemiş’te 3, Eskişehir Seyitgazi’de 10, Bursa’da ise 1 kişi hayatını kaybetti. Yangına başlıca müdahale edenlerden itfaiye işçilerinin koşullarını Tüm Bel-Sen İstanbul 6 No’lu Şube Yöneticisi Serkan Dursun ile konuştuk.  Bursa’daki yangına İstanbul İtfaiyesinden 8 araç gönderildiğini söyleyen Dursun, “Yangına akşam helikopter müdahale edemiyor o nedenle kara müdahalesi yapıyoruz. Biz aslında kara itfaiyesiyiz, orman itfaiyesi ayrı oluyor. Ancak 2021’deki Antalya Manavgat yangınından sonra İstanbul itfaiyesi olarak dış görevlere de çıkmaya başladık” dedi. Bunun itfaiye işçilerine etkilerinden bahseden Dursun, “10 yıldan fazla çalışan ve memur kadrosunda olan itfaiye personelinin 30 gün izin süresi oluyor. Ancak personel yetersizliğinden dolayı 15 gün 15 gün olarak kullanıyoruz” dedi. İtfaiyeciliğin meslek olarak tanınmadığını vurgulayan Dursun, “Yönetmeliğe bağlıyız. Belediyelerin bünyesinde çalışıyoruz. Meslek olarak tanımlanmamak bizim hem ekonomik hem sosyal haklarımızı etkiliyor. Öncelikle bir meslek grubunda olmadığımız için her ilin ekipmanları aynı nitelikte değil. İstanbul İtfaiyesi ekipman konusunda iyi diyebiliriz ancak Bursa, Mersin Yozgat öyle olmayabiliyor. İtfaiyecinin giydiği kıyafet dertli. Aynı kıyafeti yazın da kışın da bina yangınında da orman yangınında da giyiyoruz. Bu kıyafet 10 dakika içinde çok fazla su kaybettiriyor ve hareketi kısıtlıyor. Normalde Avrupa standartlarında yazlık yangıncı kıyafeti ile kışlık yangıncı kıyafeti ayrı olur” ifadelerini kullandı.

‘Meslek tanımımız olmadığı için şehitlik hakkı da yok’

İtfaiyeciliğin bir meslek olarak görülmemesinin itfaiye emekçilerine nasıl yansıdığını anlatan Dursun, “İtfaiyeciler olarak belediyelerle Sosyal Denge Sözleşmesi (SDS) yapıyoruz. Bu sözleşme ile belediyeler ücret ödüyorlar. Bu ücret ise hükümetin belirlemiş olduğu sınırla brüt 12 bin net 10 bin olabiliyor en fazla. Bu da her ilde eşit değil. Ayrıca aynı işi yapan taşeron işçi, sözleşmeli işçi, memur işçi ve kadrolu işçi aynı maaşı almıyor. Kadrolu işçinin grev hakkı olduğu için en iyi maaşı kadrolu işçi alıyor. Ayda 10 gün mesaiye geliyoruz. 24 saat çalışıp 48 saat izin yapıyoruz. Ancak bu izin sırasında bir afet olduğunda ya da sana eğitim yazıldığında izinde kalamıyorsun. Ayrıca mesai ücreti saatlik 49 TL. Yasal olarak yıpranma hakkı verildi ancak 2008’den beri fili olarak uygulanmıyor. İşçi sağlığı güvenliği yangın yerini kapsamıyor. İtfaiye karargahını baz alıyor. İtfaiye emekçisi görev başında hayatını kaybediyor ancak şehitlik kapsamına alınmıyor. Çünkü meslek sınıfında değil. 60 bin lira alıyorsa emekli olduğunda 24 bin lira alıyor. 3600 ek gösterge itfaiye işçisine de verilmedi” şeklinde konuştu.

                                                          ***

EVRENSEL


Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...