EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -30 Temmuz 2025- (‘Program’lı yangın -Evrensel Manşet)

 ‘Program’lı yangın

Erdoğan-Şimşek’in kemer sıkma programı, orman yangınıyla mücadeleyi zayıflattı. 2024’te emekli olan binlerce işçinin yerine tasarruf gerekçesiyle yenileri alınmadı.

                                                               Fotoğraf: Çiğdem Münibe Alyanak/AA 

İktidarın 2025 yılında emekli aylıklarını yüzde 30 oranında düşüreceğinin ortaya çıkması üzerine, Orman Genel Müdürlü- ğü bünyesinde çalışan çok sayıda tecrübeli işçi 2024 yılında emekli oldu. Kurumdan 1650 sürekli işçi, 410 memur ayrıldı. 2024’te Orman Genel Müdürlüğünden ayrılan emekçi sayısı toplam 2 bin 338 oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından hayata geçirilen tasarruf programı kapsamında geçtiğimiz yıl kamu kurumlarına işçi ve memur alımları azaltıldı. Orman Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz yıl kurumdan ayrılan işçi sayısının sadece yüzde 7.5’i kadar işçiyi (135 işçi) kuruma aldı. Memur alımlarında kadrolu istihdam yüzde 14’e (34 kişi) düştü; 209 sözleşmeli personel ile açık kapatılmaya çalışıldı. 2023-2024’te toplam personel 44 bin 28’den 42 bin 79’a geriledi. Seçim sonrası uygulanan kemer sıkma politikaları, orman yangınlarında riski büyüttü. Kurumun afete müdahale kapasitesi zayıfladı.

Saray-IMF programıyla yangın afete dönüştü

2024'te 2.338 personel (ağırlıklı deneyimli sürekli işçiler) 2025 yılında düşecek emekli aylıkları nedeniyle emekli oldu. Kadroların sadece %16'sı dolduruldu. Yangın müdahale kapasitesi zayıfladı.

Saray-IMF programıyla yangın afete dönüştü -Uğur Zengin-

2024'te 2.338 personel (ağırlıklı deneyimli sürekli işçiler) 2025 yılında düşecek emekli aylıkları nedeniyle emekli oldu. Kadroların sadece %16'sı dolduruldu. Yangın müdahale kapasitesi zayıfladı.

Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğünün personel sayısı, iktidarın ortaya koyduğu ‘Kemer sıkma’ programı nedeniyle 2024 yılında 2 bin kişi azaldı. İktidarın uyguladığı ekonomi programı yangınlara müdahale edecek işçi sayısını azalttı. Türkiye’de ormanlardan sorumlu kurum olan Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan işçi ve memur sayısı 2024 yılında bir önceki yıla göre geriledi.

2025 yılının ikinci yarısında emekli olacak işçilere 2024 yılında emekli olacaklara göre yaklaşık yüzde 30 oranında daha düşük bir emekli aylığı bağlanması ve bu aylık farkının gelecek yıllarda da devam etmesi nedeniyle kurumda uzun yıllar çalışmış orman işçileri emekli oldu.

Orman Genel Müdürlüğünden toplam 2 bin 61 kişi 2024 yılında emekli oldu. Söz konusu 2 bin 61 kişinin 1650’si sürekli işçi, biri geçici işçi ve 410’u memur statüsünde çalışıyordu. Vefat, istifa, göreve son ve haricen nakillerle birlikte kurumdan ayrılanların toplam sayısı 2 bin 338’i buldu.

Aynı yıl göreve başlatılan personel sayısı ise 389 ile sınırlı kaldı.  Buna göre boşalan kadronun yalnızca yüzde 16.63’ü dolduruldu.

2024’te görevden ayrılan 1651’i emekli olan ve toplam sayıları 1790’ü bulan işçilerin yerine ise sadece 135 kişi istihdam edildi. Buna göre kurumdan ayrılan her yüz işçi yerine 7.5 kişi alındı.

Kurumdan ayrılan 1651 işçinin 1650’si sürekli işçi kadrosunda çalışıyordu. Ancak aynı yıl kurumda çalışmaya başlayan yeni işçilerin sadece 76’sı sürekli işçi kadrosuna alındı. Kuruma alınan geçici işçi sayısı ise 59 oldu.

Kurumdan emekli olan memur sayısı 382 oldu. Kurumda göreve başlatılan memur sayısı ise toplam 243 oldu. Bu memur kadrolarının da 209’u sözleşmeli personel ile dolduruldu. Kadrolu istihdamla kurumda çalışmaya başlayan memur sayısı ise sadece 34 ile sınırlı kaldı. Buna göre bir yılda kadrolu memur sayısı 348 azaltıldı.

Tepki azaldı, seçim bitti, işçi ve memur sayısı azaldı

Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan memur ve işçi sayısının değişimi de dikkat çekti. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı müdürlük 2022 yılında çıkan büyük orman yangınlarına müdahalede yetersiz kaldı. Oluşan toplumsal tepki üzerine Eski Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, 2022 yılının haziran ayında yaptığı açıklamada, “4 Temmuz’da gece görüşlü 10 helikopteri envanterimize katmış olacağız” dedi.

Ancak geçen süre içinde gece görüşlü yangın söndürme uçağı alınmadı. 2021 yılında 38 bin 702 olan Orman Genel Müdürlüğü bünyesindeki personel sayısı 2022’de 44 bin 200’e çıkarıldı. Müdürlük bünyesine yaklaşık 4 bin geçici işçi alındı.

2023 yılında personel sayısı 44 bin 200’den 44 bin 28’e düşürüldü. 2024 yılına gelindiğinde ise Orman Genel Müdürlüğü personel sayısı 2 binden fazla düştü.

Sürekli işçi sayısı bir yılda 667, geçici işçi sayısı 988 kişi azaldı.

Tablo: Evrensel

Tasarruf genelgesi ile kamuda işçi sayısı azaltıldı

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek eliyle hayata geçirilen tasarruf programı kapsamında kamuda memur ve işçi alımları durdurulmuştu. Geçtiğimiz yıl yayımlanan tasarruf genelgesinin “personel giderleri” başlıklı bölümünün ilk paragrafında, “Mevcut personelin etkin ve verimli çalışmasını sağlamak üzere gerekli tedbirler alınacak, bu personel hizmet standartlarına uygun ve dengeli bir şekilde görevlendirilecek ve atıl personel oluşmasına izin verilmeyecektir. Kanundan doğan mecburi yükümlülüklerin yerine getirilmesi hariç olmak üzere bir önceki mali yılda kadro ve pozisyon sayılarında emeklilik, istifa ve ölüm gibi nedenlerle meydana gelen azalma kadar yeni kadro ve pozisyon ihdas ya da kullanım talebinde bulunulabilecektir. Mahalli idareler bakımından bu kapsamdaki uygulamalarda, ilgili mevzuatta yer alan norm kadro ilke ve standartları ile yıllık toplam personel giderleri hakkındaki oranlar esas alınacaktır” denilmişti.

Madagaskar’da IMF eliyle gerçekleşen sıtma felaketini hatırlattı

 Türkiye’de uygulanan örtülü IMF reçetesi ile uygulanan kemer sıkma programı ile ‘faiz dışı fazla’ verme hedefi orman yangınlarını ölümcül hale getirdi. Yaşananlar IMF programının uygulandığı Madagaskar’daki 10 bin cana mal olan sıtma felaketini hatırlattı.

Antropolog David Graeber Madagaskar’da yaşananlara ilişkin şunları yazmıştı: “Yaklaşık iki yıl, Madagaskar’ın yüksek bölgelerinde yaşadım. Ben oraya gitmeden kısa süre önce, bir sıtma salgını yaşanmıştı. Bu salgın özellikle çok şiddetli olmuştu, çünkü Madagaskar’ın yüksek bölgelerinde sıtma yıllar önce silinip atılmış, aradan birkaç nesil geçtikten sonra insanların çoğu bağışıklıklarını kaybetmişti. Problem, sivrisinek imha programını devam ettirmek için para gerekmesiydi. Çünkü sivrisineklerin yeniden üremeye başlamadığından emin olmak için periyodik testlerin yapılması, var oldukları ortaya çıktığında ilaçlama kampanyaları başlatılması gerekiyordu. Çok büyük bir para değildi. Ancak IMF’nin uygulattığı kemer sıkma politikalarından dolayı, hükümet izleme programını kesmek zorunda kalmıştı.

On bin insan öldü. Kaybettikleri çocuklarının yasını tutan genç anneler gördüm. Citibank, bilançosu için pek de önemli olmayan, sorumsuzca verilmiş bir krediyle ilgili zararlarını azaltmak zorunda kalmasın diye on bin insanın hayatını kaybetmesini mazur göstermenin zor olduğunu düşünebilirsiniz. Ama işte karşımızda son derece aklı başında bir kadın var -hem de bir yardım derneği yararına çalışan biri- ki bunu tartışılmaz bir gerçek gibi görüyor. Onlara göre, ‘Ne olursa olsun, o parayı borçlanmışlar, insan tabii borcunu ödemek zorundadır.’ Ancak gerçek bu değil.”

Doğal afet diye bir şey yoktur -Koray R. Yılmaz-

Son yıllarda çok büyük orman yangınlarına tanıklık ediyoruz. Avustralya’dan Sibirya’ya, Yunanistan’dan Bolivya’ya, Kanada’dan Türkiye’ye… Başlayan, bitmek bilmeyen, insanı, ağacı, börtü böceği, toprağı, suyu, evi barkı kül eden, duman eden yangınlar… Doğal afet deniyor bunlara… Deprem, heyelan, sıcak dalgası, erozyon, hortum, sel, kasırga vb. afetlerden biri de bu yangınlar … Bir şey doğalsa yapacak bir şey yok getirdiği götürdüğüyle baş üstüne demek lazım…    

Oysa “doğal afet diye bir şey yoktur” diyor Neil Smith Katrina Kasırgası bağlamında yazdığı kısa bir makalenin başlığında. Bu ifade uluslararası ölçekte de giderek yaygınlık kazanıyor. “Doğal afet” ifadesinin yanlış ve yanıltıcı olduğunun altı kuvvetli bir şekilde çiziliyor böylece. Buradaki amaç meydana gelen afetlerin neredeyse her zaman toplumsal ve politik nitelikli kararlar sonucu oluşmuş olduğunu öne çıkarmak. Terminolojik bağlamda “natural disaster/doğal afet” kavramı yerine “disaster/afet” kavramının kullanımı yönünde küresel ölçekte çalışmalar dahi yürütülüyor. Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in de bu zeminde raporları söz konusu. Bu bağlamda AFAD’ın da sitesini bir daha gözden geçirmesinde fayda var. 

Şüphesiz afetlerin doğallığının reddi, doğa olaylarının inkârı anlamına gelmiyor. Ama Smith’in örneğiyle Hindukuş dağlarında meydana gelen bir doğa olayı, büyük bir deprem hiçbir afete yol açmayabilirken, aynı büyüklükteki bir deprem Kaliforniya’da büyük bir afete dönüşebilir. Bu örnek, doğa olayı ile afet arasındaki farkı özlü bir şekilde anlatan kuvvetli bir örnektir. Şüphesiz bu fark afetlerin toplumsal, siyasal ve iktisadi boyutlarıdır.    

Smith bir afetin tüm yönleriyle- nedenleri, zarar verebilirliği, hazırlık düzeyi, sonuçları, müdahale biçimleri ve yeniden inşa- büyük ölçüde toplumsal denklemin bir ürünü olduğunu söylüyor. Kimin hayatta kalacağı da kimin öleceği de bu toplumsal denklemin bir parçasıdır. Afetlerin “doğal” diye etiketlenmesi sorumluluğun doğaya havale edilmesi, asıl sorumluların- siyaset, sermaye ve toplumsal eşitsizliklerin- gözden kaçırılması demektir. Orman yangınları bunun en çarpıcı örneklerinden biri gibi. Son derece doğal olan küçük bir kıvılcım sosyoekonomik nizam ve politik kararlar bağlamında devasa bir felakete dönüşebiliyor. Küresel düzeyde kapitalist üretim tarzının fosil yakıt kullanımına dayalı olarak gelişen iklim krizi, daha yerel düzeyde ama küresel ekonominin işleyişi ile sıkı ilişkili bir şekilde belirlenen ekonomik modellerin sonucu olarak karşımıza çıkan plansız yapılaşma, turizm baskısı, madencilik, tarım arazilerine müdahaleler, rant için kasıtlı çıkarılan yangınlar, doğanın, ağacın, toprağın, suyun kâr elde etmek için bir araç olarak görülmesi, orman ekosisteminin sürdürülebilirliği için gerekli düzenlemelerin yapılmaması ya da mülgası… bu sürecin arkasındaki sosyoekonomik ve politik dinamikler olarak görünüyor.  

Diğer yandan yangınlar herkesi eşit şekilde de yakmıyor. Neil Smith’in Katrina Kasırgası örneğinde gösterdiği gibi, afetler mevcut sınıf, ırk ve cinsiyete dayalı ayrımlara duyarlı ve onları daha da derinleştiriyor. Orman yangınlarında da durum farklı görünmüyor. Orman köylüleri, köylü kadınlar, küçük üreticiler, hayvancılıkla geçinen aileler vb. yangının ilk kurbanları. Geçim kaynakları, beka gereçleri kül oluyor. Zengin kesimler ise genelde daha güvenli bölgelerde yaşıyor, sigorta poliçeleri var ve yeniden inşa imkanlarına erişebiliyor. Oysa yoksullar çoğu zaman yangının derecesine göre elde avuçta ne varsa kaybediyor.

Yangına müdahale biçimi de toplumsal düzenin aynası gibi. Pek çok ülkede neoliberal politikalarla birlikte devletin ormancılık teşkilatı yıllar içinde küçültülmüş, yangınla mücadele taşeronlara devredilmiş, yangın uçakları yerini ihale tartışmalarına bırakmış. Hiç de yabancı olmadığımız üzere yangınla mücadelede halkın gönüllü katılımı öne çıkmış ama kurumsal hazırlık hep yetersiz. Sonuç, müdahale geciktikçe daha da büyüyen bir felaket... Eskişehir’de, Bursa’da olduğu gibi hayatını kaybeden koca yürekli insanlar. Zaten kahramanlık hikayeleri böyle değil midir? Bir hikâyede kahramanlar öne çıkıyorsa toplumsal düzen ve kurumsal işleyişte büyük sorunlar vardır.

Yangın bittiğinde de bitmez aslında. Geriye yanan alanlar kalır, peki ya sonra? İşte bir diğer mesele de burada ortaya çıkar: Yeniden inşa. Bu inşa kimin çıkarınadır? Birçok bölgede yanan ormanlar imara açılır, otel, villa, lüks site projeleri boy gösterir. Alanın ekolojik yenilenmesi değil, sermaye için yeni rant alanına dönüşmesi önceliklidir. Bazıları küle dönen köyüne dönemezken, bazıları o köyün yerine yeni bir tatil köyü, otel vb. inşa etme çabasındadır.

Orman yangınları doğanın değil, neoliberal politikaların ve eşitsiz toplumsal düzenin şekillendirdiği bir afettir; kim yanar, kim söndürür, kim rant elde eder, kim göç etmek zorunda kalır, tüm bunlar ekolojik dengenin değil, sosyoekonomik nizamın ve siyasal tercihin bir sonucudur.

Bugün ihtiyaç olan, yangına karşı yalnızca itfaiye uçakları değildir, doğayı ranttan koruyacak güçlü bir kamusal irade, yerel halkın söz ve hak sahibi olduğu kolektif bir ormancılık, fosil yakıt bağımlılığını azaltacak gerçekçi bir yoldur.

Bir kıvılcım doğaldır, evet. Ama felaket toplumsaldır. Ve onu önlemek de mümkündür.

‘Yeşil vatan’ ne yeşilidir? Ağaç mı, yoksa…-Hakkı Özdal-

Türkiye’de özellikle son yıllarda artan ve yaz aylarında yoğunlaşan orman yangınları, bu kez neredeyse yaz mevsiminden bile önce başladı. Doğu ve Güney Marmara, Trakya, Batı Karadeniz, İç ve Batı Anadolu, Ege ve Akdeniz’in neredeyse tamamı… Ülkenin önemli bir bölümü ardışık yangınlarla kavruluyor. 2021’deki büyük yangınlardan sonra bir kez daha ve bu kez daha çeşitli bir coğrafyada ormanlar kül oluyor.

Ormanları korumak ve bu tür yangın olaylarına zamanında ve etkili şekilde müdahale ederek hızlıca söndürmek için gerekli teçhizat ve donanımın olmadığı, öncekilerde olduğu gibi 2025 yangınlarında da ayan beyan görüldü. Bu eksiklik, bizzat can kayıplarına yol açarak acı şekilde ortaya çıkıyor. Eskişehir Seyitgazi’deki yangınla mücadele sırasında hayatını kaybeden 11 kişiye Bursa’daki büyük yangında yeni kayıplar eklendi. Toplam can kaybı 20’ye yaklaşıyor. Gerekli giysileri ve teknik cihazları olmayan, eğitimleri yetersiz görevliler ile yurduna karşı sorumluluk hissiyle yangın yerine koşan, ama bir ‘kılavuz’dan yoksun olarak rastgele davranmak zorunda kalan gönüllü yurttaşlar kendilerini alevlerin ve plansızlık yangınının ortasında buluyor.

Ama o ‘kılavuzluk’ göreviyle yükümlü (dolayısıyla ölümlerden sorumlu) başlıca kurumlardan Tarım ve Orman Bakanlığı, bu felaketler bizzat kendi sorumluluk alanında gerçekleşmiyormuş gibi, üstlerinde kısa kollu tişörtleri, açık başları ve çıplak elleriyle azgın alevlere müdahale etmeye çalışan biçare orman işçilerinin ve itfaiyecilerin görüntüleri üzerinden ‘kahramanlık’ hamaseti yapmakla meşgul oluyor. Bünyesindeki Orman Genel Müdürlüğü, elde ettiği yüksek karları, 2023 yazından itibaren yabancı sermaye lehine uygulanan Erdoğan-Şimşek programının yüksek faizine yatırıp bir rantiye sınıfı unsuru haline geliyor. Pazartesi günkü manşetimizde bunu ortaya serdik: Ormanları korumak ve büyütmekle görevli kurum, yüksek faiz gelirleriyle tüm toplumun üzerinde bir asalağa dönüşmüş durumda. İtfaiyecilere ise gecelerden sabahlara alevlerin ağzında geçirdikleri her bir saat için 49 lira reva görülüyor.

Yangının iki faili: Özelleştirme ve şirket-devlet

Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, neredeyse tüm İzmir taşrası, Bilecik, Eskişehir, Sakarya… Bir aydan kısa süre içinde onlarca kent ve kasabanın ciğerlerini söken yangınlarla, meclisten neredeyse ‘sopa marifetiyle’ geçirilen maden (talan) yasası arasındaki olası bağıntı zamanla ortaya çıkacaktır. Bu varsayım, kolaycı bir komplo teorisi olmaktan öte Türkiye’de sermaye ve devletin ‘büyüme’ alışkanlıkları açısından tanıdık bir yol olduğu için ilgi çekiyor. Yeni maden alanları için ormansızlaştırmanın yasal yolları zaten ardına kadar açılmışken; ormansızlaştırma işinin fiili yanı için de (faaliyet masraflarından ve köylü direnişi, toplum tepkisi gibi sosyal maliyetlerden kaçınacak şekilde) yangınlardan faydalanmak sermaye ve devletlerinin fıtratına uygundur.

Ama bu da bir yana, ülkenin orman varlığını dalga dalga yok eden felaketlerin de, son noktada yine iktisadi karar ve uygulamaların sonuçları olarak ortaya çıktığı görülüyor. Elektrik dağıtımındaki özelleştirmelerin, nakil hatlarından kaynaklı yangınları nasıl tetiklediği ve ne büyük yıkıma yol açtığı önceki yıllarda da bu yılki yangınlarda da feci şekilde ortaya çıkıyor. “Şirket gibi yönetilen” devlet kurumlarının asli işleri yerine faizle borsayla oynayarak para kazanmaya yönelmesinin sonuçları da…

‘Yeşil vatan’ ve savaş demagojisi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan hükümet yanlısı Hak-İş’e bağlı Öz Orman-İş Sendikasının Başkanı Settar Aslan’a dek iktidarın irili-ufaklı tüm rütbelerinden gelen “yeşil vatan” lafları da bu çıplak gerçekleri kapatmaya dönük bir ideolojik örtü görevinde. Erdoğan “Unutmayalım ki bu bir savaş, bir yeşil vatan müdafaası” diyor örneğin. E, savaş varsa niye ‘asker’ almıyorsun; yeşil vatanı savunacak orman işçilerini neden çoğaltmıyorsun?

Öz Orman-İş’in Settar Aslan’ı da reisinden sufleyi almış, “Ormanları korumak aynı zamanda bir savaş mantığı içerisinde yürütülür” diyor, sonra da 28 tane Sikorsky tipi helikopterin Orman Genel Müdürlüğü’ne tahsis edileceğini ‘müjdeliyor’. Ama 2028’de. Bu “biraz daha işimizi kolaylaştıracak” imiş. 2028’den sonra daha kolay söndürürüz diyor.

***

Bugünkü gazetemizde de Erdoğan-Şimşek programı uygulamalarının doğrudan ve dolaylı olarak bu orman yıkımındaki tetikleyici rolü yer alıyor. 2024’te yüksek enflasyonun yaratacağı kayıplardan kaçınmak için (pek çok başka sektörde de olduğu gibi) emekli olan binlerce orman işçisinin yerine, yenilerinin alınmadığı ortada. Yüksek enflasyon ‘daha fazla yoksullaşmamak’ için işçileri emekliliğe sevk ederken, kamuda tasarruf tedbirleri o işçilerin yerine yenilerinin alınmasını engelliyor. Erdoğan-Şimşek programının iki semptomu, ağaçların arasında iki kundakçı gibi geziyor!

Dört bir yan yangın yeri: İhmal mi?-Mustafa Yalçıner-

Türkiye’nin neredeyse her yanı cayır cayır yanıyor. Ağaçlarının yetişmesi onlarca yıl alan binlerce hektar alan şimdiden kül oldu. Yalnızca şu ya da bu bölge değil, ülkenin alevlere teslim olmayan yeri kalmadı. Orman bir yerde tutuştu mu günlerce sönmüyor.

Tamam, ormanlar sadece Türkiye’de yanmıyor. Balkanlarda da yangın var. Arnavutluk ve Kosova’da da orman yangınları var, Yunanistan’da da.

Tamam, “küresel ısınma” da denen iklim değişikliğinin bir sonucu da orman yangınları. Ve tamam, rekor kırarak artan sıcaklarda küçük bir cam kırığı bile ot ve ağaçları tutuşturabiliyor. Ama “doğal afet” deyip işin içinden çıkılacak yanı yok yaygın yangınların. Kimilerine, enerji şirketlerinin bakım harcamalarını kısması nedeniyle birbirine çarpan elektrik telleri yol açıyor.

Güçlü olasılık, ancak Bursa’da Gürsu’dan Kestel’e çok büyük bir ormanlık alanı yok eden yangının tahrip ettiği bu alanın maden aramaları için ruhsatlandırıldığı iddiasını bir yana bırakalım.

Yalnızca bu yıl değil, geçen ya da bir önceki yıl başlamadı bu büyük orman yangınları. Üstelik giderek yayılıp artıyor yangın alanları. Her şey bir yana hiç mi ders alınmaz?!

İhmal var mı diye tartışılıyor. “İhmal” sözcüğü kifayetsiz kalır. Deveye sormuşlar boynun neden eğri? Diye. Nerem doğru ki demiş. O misal!

Hükümetler yangın çıkartmıyor, yangın çıkartsınlar diye kurulmuyor kuşkusuz. Ancak önceki yıllarda koca koca ormanlık alanların yok olmasından ders ve sonuç çıkarıp tedbir almayan, kaynakları uygun şekilde dağıtmayan hükümetler yangınların neden olduğu tahribatın şüphesiz baş sorumlusudur.

Orman Genel Müdürlüğünün personel sayısı, yangınların miktar ve alan olarak arttığı son yıllarda bu artışa paralel artmadı, tersine azaldı. Şu anda bu genel müdürlüğün boş kadro sayısı 29 bin. Örneğin Diyanete binlerle fazladan kadro atanırken ormanlarda çalışan iş gücü, tıpkı eğitim iş kolunda olduğu gibi, azaltılıyor.

Sadece orman işçisi ve sair personel sayısı mı azaldı? Tabii ki hayır! Orman yangınlarını söndürmede kullanılabilir uçak ve helikopter sayısı da yetersiz mi yetersiz. Her orman yangınına karadan itfaiye arazözleriyle müdahale şansı yokken ve çoğu yerde parlayabilecek alevlere ancak havadan müdahale edilebilirken uçaklar Saray’ın emrinde toplandı. Erdoğan bir yurt dışı gezisine maiyetiyle birlikte 4 uçakla çıkıyor, ama orman yangınlarına müdahale için yeterli uçak bulunamıyor! Bu, kaynakların dağıtımıyla ilgili bir sorundur ve kaynakları dağıtan kimse sorumlu odur!

1 Ocak’tan 1 Temmuz’a 2025’in ilk 6 ayında ormanların korunması için kullanılmasına izin verilen para miktarı 12.5 milyar TL’dir. Ama Nas’a çok önem veren bu iktidar döneminde aynı sürede ödenen faiz tutarı 1 trilyon 111 milyar TL’dir. Tam bir mirasyedilikle 4 yıl önce 2021’deki 179.5 milyardan bu noktaya gelinmiştir. Yani faize karşı olduğunu iddia eden Saray iktidarı bu yılın ilk 6 ayında neredeyse ülkenin varını yoğunu faiz ödemesine yatırmış, ama ormanların korunması amacıyla eli cebine gitmemiş ve faiz harcamasının ancak yüzde 1 kadarını bu iş için ayırmıştır! Tercihtir. “Yanıyorsa yansın” der ve ona göre harcarsınız halktan topladığınız vergileri!

Vurdumduymazlık mıdır? Hayır, daha fazlasıdır! Üstelik yalnızca ormanlar yanmakla kalmıyor, ormanlar barındırdığı canlılarla birlikte, onların canhıraş çığlıklarıyla kül oluyor. Ve daha ötesi, insan kaybı da hiç az değil. Son bir ayda orman yangınlarında kaybettiğimiz can sayısı 16.

Orman işçisi sayısı azken, olanlar da masraftan kısılarak kısa kollu fanilalarla yangın içine sürülüyor. Oysa kasklar, tümü yanmaz ayakkabı, elbise, eldivenler ve gaz maskeleriyle çalışmaları gerekiyor yangında. Ama işçiler inşaatlarda nasıl emniyet kemersiz, kasksız çalıştırılıyorlarsa orman işçileri de korumasız gönderiliyor alevlere. Hem de üç kuruş ücret için. Eskişehir’deki yangında kaybettiğimiz bir işçinin ücret zammı için nasıl uğraşıp mücadele ettiğini biliyoruz.

Kaç kuruştur insan hayatının değeri? Türkiye’de başında M. Şimşek’in bulunduğu neoliberalizm yüceltisinde bu sorunun yanıtı bellidir? “Kısın kısabildiğiniz kadar maliyetleri!” “Sıkın kemerleri sıkabildiğiniz kadar!” Yangın mı- “Yansın yanabildiği kadar!”

                                                           /././

EVRENSEL


SÖZCÜ "GÜNDEM" -30 Temmuz 2025-

Koç ve Ülker arasında milyarlık anlaşma: O otellerin hepsini satın aldı -Mustafa Balcı-

Türkiye'nin en büyük şirketler topluluğu Koç Holding, Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı’nın 40 yıllık işletme hakkını 504 milyon dolarlık bir bedelle kazanmasının ardından denizcilik sektöründeki yatırımlarını sürdürüyor. Koç Holding'in yüzde 75'ine sahip olduğu Tek-Art Kalamış, Yıldız Holding ve Sağlam İnşaat’la 160 milyon dolar karşılığında anlaşmaya vararak Göcek’teki Village Port ve Exclusive Port marinaları ve bağlı otellerin işletim hakkını devralmak için sözleşme imzaladı.(https://www.sozcu.com.tr/koc-ve-ulker-arasinda-milyarlik-anlasma-o-otellerin-hepsini-satin-aldi-p200857)

Engelsiz Cengiz yıktı geçti -Yaşar Anter-

Otel inşaatına başlayan Cengiz Holding ağaç bırakmadı, cenneti betona gömdü. Tarihi eserleri dümdüz etti. Kimsenin ‘dur’ demediği Cengiz hızını alamadı, şimdi de Cennet Koyu’na marina için denizi dolduruyor.(
https://www.sozcu.com.tr/engelsiz-cengiz-yikti-gecti-p200886)

İşçiler yangında ölürken Orman İş Sendikasından gazetecilere sus payı! SÖZCÜ TV'den tepki -Sözcü-

HAK İŞ'e bağlı Öz Orman İş Sendikası'nın gazetecilere hediye olarak gönderdiği çantadan 5 Bin liralık hediye kartı çıktı. (https://www.dailymotion.com/video/x9nt5gq) 

SÖZCÜ TV bu kartı iade ederken, SÖZCÜ TV Programcısı İpek Özbey canlı yayında tepki gösterdi. HAK İŞ'e bağlı Öz Orman İş Sendikası'nın gazetecilere hediye olarak gönderdiği çantadan 5 Bin liralık hediye kartı çıktı. Basın toplantısının ardından katılan gazetecilere hediye çantalar verildi. Çantaların içindeki kitapların arasında 5 Bin liralık hediye kartı çıktı.Hadisenin ortaya çıkmasıyla beraber tepkiler de yaşandı. SÖZCÜ TV ekipleri 5 Bin TL'lik kartı iade ederken, SÖZCÜ TV programcısı İpek Özbey, hediye kartına tepki gösterdi.('ORMAN İŞÇİLERİNE KIYAFET ALACAĞINIZA RÜŞVET Mİ VERİYORSUNUZ?') "Bakın sayın seyirciler HAK İŞ'e bağlı Öz Orman İş Sendikası bugün gazetecilere 5 Bin liralık hediye çeki gönderiyor. Bize de geliyor bunlar fakat biz iade ediyoruz bunları. Yani gerçekten daha önce de saat dağıtmış bu sendika. Ormancılar yandı bu ülkede yangınları söndürürken ve üzerlerinde koruyucu kıyafetleri bile yoktu. Siz Orman İş Sendikası olarak onların üzerine koruyucu kıyafet alacağınıza gazetecilere bu rüşveti mi veriyorsunuz?"('SÖZCÜ TV İADE ETTİ') "Sayın Seyirciler SÖZCÜ TV bunu iade etti ve kabul etmedi. Şu çürümüşlüğü göstermek için izin istedim. Ben bir gazeteci olarak artık öfkeleniyorum. Rüşveti falan geçtik artık yani çok ayıp zaten bir gazeteciye bunu yollamak. Daha bir kaç gün önce 10 insanımızı kaybettik biz. Yandılar, ormanları kurtarmak için savaşırken. Bu sus payı ise eğer susacak olan var, susmayacak olan var. Burası susacak adres değil."

Orman müdürlüğü ormanı katlediyor -Evren Demirdaş

Elazığ Orman Müdürlüğü lojman için kentin nadir yeşil alanlarından birini seçti. Yüzlerce ağacı katletti. Yangınlara karşı ormanları koruması gereken Elazığ Orman Bölge Müdürlüğü’nün lojman için seçtiği yer herkesi şaşırttı. 
Orman Bölge Müdürlüğü, lojman için yüzlerce ağacı kesti. Elazığ kent merkezindeki az sayıdaki yeşil alanlardan birinin tahrip edilmesi, çevreciler ve vatandaşlar tarafından “kamu eliyle doğa katliamı” olarak yorumlandı. Yurttaşlar, yangınlarla yok olan ormanları yeniden canlandırmaya çalıştığımız bu günlerde, devletin ilgili kurumlarının böyle bir tutum sergilemesini “akıl almaz” olarak nitelendiriyor.CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol, “Ormanı koruması gereken kurumun, kent merkezindeki nadir yeşil alanlardan birini katletmesine sessiz kalmak mümkün değildir. ‘Yeşili koruyacak kurum, doğayı katlediyor’ eleştirisini yapan hemşehrilerimiz haklıdır. Böyle bir adım atılması akıl dışı” ifadelerini kullandı.

AKP’li başkan bu isimleri 20 milyona konuşturacak -Deniz Ayhan-

25 Haziran’daki ihale ile AKP milletvekilleri ile partinin yakın gördüğü gazeteciler, psikolog ve yazarlar, söyleşilerde konuşup para alacaklar. CHP’li belediyelerin harcamaları 365 gün mercek altına alınırken, AKP’li belediyeler bol keseden harcamaya devam ediyor. Konya Büyükşehir Belediyesi 6 farklı söyleşi için sözleşme imzaladı. (https://www.sozcu.com.tr/akp-li-baskan-bu-isimleri-20-milyona-konusturacak-p200895)

Memleket yanarken çılgın maskeli balo

Türkiye’nin ciğerlerini yakan orman yangınlarıyla mücadele devam ederken ve ülke şehitlerine ağlarken, Muğla Menteşe Devlet Hastanesi Başhekimi Şadi Ballı, hastane çalışanlarıyla birlikte maskeli balo düzenledi. Maskeli balo konseptiyle
“Geleneksel Moral ve Motivasyon Gecesi” adı altında sağlık çalışanlarının toplandığı gecede, Başhekim Opr. Dr. Şadi Ballı konuşma yaptı. Ballı, “Bir araya gelmek bir başlangıçtır, bir arada kalabilmek ilerlemedir, birlikte çalışmak ise başarının anahtarıdır” dedi.(BALO LÜKS MEKANDA...)Hastane çalışanlarının maskeli balosu lüks bir mekanda gerçekleşti. Profesyonel video çekimi ve klibin de hazırlandığı gecede müzik grubu sahne aldı. Menteşe Devlet Hastanesi Başhekimi Şadi Ballı maskeli balonun görüntüleri sosyal medya hesabından yayınladı. Görüntülerin ardından Muğlalılar “Devlet hastanesinin maskeli lüks balosunun parasını kim ödüyor?” diye sordu.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkan yardımcısı görevden alındı -Hüseyin Şuekinci-

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İletişim Başkanı Fahrettin Altun'u görevden almasının ardından bu kez Altun'un yardımcısı Çağatay Özdemir'i de görevden aldı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkan yardımcılıklarına, Türkiye Çevre Ajansı (TÜÇA) Başkanı Prof. Dr. Ferhat Pirinççi ve İlhami Giray Şahin atandı.

Resmi Gazete'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla yayımlanan kararnameye göre, İletişim Başkan Yardımcısı Çağatay Özdemir görevden alındı. Başkan yardımcılıklarına, TÜÇA Başkanı Prof. Dr. Pirinççi ve İlhami Giray Şahin atandı. Söz konusu atamalar, 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 2, 3 ve 4'üncü maddeleri gereğince yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Temmuz'da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un yerine, Dışişleri Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Burhanettin Duran’ı getirmiş, görevden alınan Altun, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurum (TİHEK) Başkanlığına atanmıştı.(Ferhat Pirinççi'nin özgeçmişi) Bursa'da 1979'da doğan Prof. Dr. Pirinççi, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu, yüksek lisans ve doktorasını yine aynı üniversitede tamamladı. Pirinççi, akademisyenliğin yanı sıra 2012-2014 yıllarında Dışişleri Bakanlığı, Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde (SAM) danışman, 2014-2015 yıllarında Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde (ORSAM) akademik koordinatör ve danışman, 2016-2018 yıllarında Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde Dekan Yardımcılığı ve 2018-2019 yıllarında Uludağ Üniversitesi İnegöl İşletme Fakültesi'nde Dekanlık görevlerini yürüttü. Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'nda (SETA) 2020'de kıdemli araştırmacı olarak görev yapmaya başlayan Pirinççi, 2021-2022 yıllarında da Kriter Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği üstlendi. Ayrıca 2023-2024 yıllarında SETA Akademi Direktörlüğü vazifesini yürüten Pirinççi, ulusal televizyon kanallarında yorumculuk, ulusal ve uluslararası düzeyde çok sayıda projede yöneticilik, araştırmacılık ve koordinatörlük yaptı. TÜÇA Başkanlığı görevini Temmuz 2024'ten beri sürdüren Pirinççi, 10 Nisan itibarıyla Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyesi olarak atandı.(İlhami Giray Şahin'in özgeçmişi) Ankara'da 1982'de doğan Şahin, Çankaya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İngilizce İktisat Bölümü'nden mezun oldu. Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi'nde Ekonomi ve Hukuk Fakültesi'nde İşletme (MBA) yüksek lisansını yapan Şahin, sırasıyla Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Bankacılık ve Finans Eğitimi ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Beşeri ve İktisadi Coğrafya yüksek lisans programlarında öğrenim gördü. Geçmişte TBMM AK Parti Grup Başkanlığı'nda Ekonomi Müşaviri ve TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkan Yardımcılığı görevlerini üstlenen Şahin, son olarak Yeni Dünya Vakfı Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyeliği yapıyordu.

                                                       ***
Sözcü

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -29 Temmuz 2025-

MİT ajanları nasıl deşifre oldu?-Tolga Şardan-

Ankara Adliyesi'nde kişisel verilerin usulsüz ele geçirilmesiyle ilgili devam eden yargılamanın, 17 mağdur kurum ve kuruluşuna karşın tek “müşteki”si var: Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı! İddianamede dikkat çeken ve çarpıcı bir tespit bulunuyor, “dijital materyallere yönelik yapılan incelemelerde, MİT lojmanlarına ait adres bilgileri ile bu lojmanlarda ikamet eden MİT personelinin listesinin, MİT logosu bulunan illegal sorgu sistemine ait fotoğrafların, kolluk kuvvetlerinin sahte kimliklerinin, ‘gizli’ gizlilik derecesine sahip bazı belgelerin yer aldığı tespit edilmiştir” ifadeleri yer alıyor

mit

Kurumsal bir devlet yapısı içinde, o ülkenin istihbarat servisinden daha gizli bir yapı olabilir mi?

Ya da soruyu şöyle sorayım; bir ülkenin gizli servisinin personelinin, yani ajanlarının isimleri deşifre olursa o ülkeyi kurumsal yapı içinde değerlendirmek mümkün mü?

Soruya yanıt vermeden evvel, nefes aldığımız coğrafyada sıradanlaşan/sıradanlaştırılan olaylardan birisinin “kişisel verilerin güvenliği” konusu olduğunu hatırlatayım.

Öyle ki genç-yaşlı, kadın-erkek, zengin-yoksul ayırmaksızın ülkede yaşayan hemen herkesin kişisel verileri -sahiplerinin iradesi dışında- ortalıkta elden ele dolaşıyor.

İçişleri Bakanlığı’ndan kişisel verilerin korunmasına muhalefet ettikleri, yani ülkenin ölmüş veya yaşayan yurttaşlarının kişisel bilgilerini yasa dışı biçimde ele geçiren suç örgütlerine yönelik operasyon yapıldığı açıklamaları sık sık kamuoyu ile paylaşılıyor.

Peş peşe yürütülen adli soruşturmalara, tespitlere rağmen kişisel veri çalma işlerinin nasıl ve neden engellemediği de ayrı konu elbette.

Böylesi bir vahim tabloyla yaşıyoruz ülkede.

Ankara’da başlayan yargılamadaki korkutucu bilgi

Yazının girişindeki iki sorunun yanıtlarına gelince, yanıtları elimdeki bir iddianameden alıntılarla verdiğimde, “bu kadarı olmaz” diyeceksiniz haklı olarak.

Ankara Adliyesi’nde devam eden bir davaya esas olan ve yakın zamanda soruşturma savcısınca kaleme alınan bir iddianameyi inceledim hafta sonunda.

İddianame 49 sayfadan oluşuyor. Dosyanın konusu; “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının başta E-Devlet, Mernis, Tapu ve Kadastro, TCKN numarası üzerinden yapılan GSM abonelikleri, öğrenci okul bilgileri gibi kamuya ait sistemlerde yer alan kişisel bilgilerinin, sistemlere aykırı biçimde girerek oluşturulan yasa dışı sorgu sistemleri (paneller) aracılığıyla 3. kişilerin erişimine para karşılığında açılarak paylaşılması.”

İddianameye göre, şikayetlerle başlayan soruşturmada savcılık, yeni tespitlerde bulundu. 

Delillerin toplanmasıyla, şüphelilerin suç faaliyetini süreklilik içeren bir koordinasyon ve iş bölümüyle hiyerarşik bir düzen içerisinde kamu kurumlarına yönelik siber saldırılar veya sistem açıklarından yararlanarak, kurumlardan ele geçirdikleri kişisel verileri paneller arasında paylaşarak, panel yapılarının içindeki veri miktarını artırıp zenginleştirdikleri ve paneller arası veri değiş tokuşu yoluyla, her bir panel üzerinden faaliyetlerini devam ettirdikleri belirlendi.

Ayrıca savcılık, iddianamede, “bu şekilde kurulan çalışma düzeniyle faaliyet alanlarının genişletildiği de anlaşılmakla, söz konusu sistemin tesadüfi olmadığı ve şüphelilerin eylemlerinin bir bütün halinde değerlendirildiğinde, belirli bir sistematik içerisinde organize bir suç şebekesi şeklinde olduğu, bu haliyle de şüphelilerin örgütsel bir yapı içinde yer aldıkları anlaşılmaktadır” tespitine yer verdi.

Mağdurlar ve müşteki

Dosyanın 17 ayrı mağduru var:

“Adana Yüreğir Belediyesi, Altınbaş Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Gelir İdaresi Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Dumlupınar Üniversitesi, İzmir Tınaztepe Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı, Nişantaşı Üniversitesi Rektörlüğü, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, On Dokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Rektörlüğü, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Çevre Otoyolu İşletmesi.”

Görüldüğü gibi, devletin epeyce önemli kurum ve kuruluşu dosyanın mağduru. Yani siber korsanlar söz konusu kurumların bilişim sistemlerine girip istedikleri kişisel verileri elde etmeyi başarmışlar.

Sıra geldi, dosyadaki en önemli noktaya. “Bomba” demek de mümkün.

Dosyanın 17 mağdur kurum ve kuruluşuna karşın tek “müşteki”si var:

Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı!

Yeri gelmişken küçük detay vereyim.

Yürürlükteki hukuk sistemine göre, “müşteki” suça konu olayı şikâyet eden kişi/kurum. Aynı zamanda “şikayetçi” anlamına gelmekte.

“Mağdur” ise, suça konu olayda zarar gören kişi/kurum.

Müşteki, aynı zamanda mağdur olmak zorunda değil.

Devam ediyorum.

Sistem kurulmuş, verilere ulaşılmış

İddianamede yer aldığı şekliyle, bilişim sistemlerinde yapılan detaylı araştırmalarda, “hackerdede” kod ismini kullanan M.E.’nin MİT ve Milli Savunma Bakanlığı personelinin kimlik bilgilerinin deşifre edildiği “Privex” adlı yasa dışı sisteminin kurucusu ve yöneticisi olduğu belirlendi.

Ayrıca yine aynı panelin kurucusu ve yönetici M.E.’nin MİT’e ait lojmanların adres bilgilerini “kanakan/temizadam1” kod adını kullanan E.S.’den sağladığı ve çalışmalar sonucunda MİT personeline ait detaylı bilgileri ele geçirdiği, MİT’e ait lojmanlara ait bilgileri Privex’e ekleyip kullandığı tespit edildi.

İddianameye göre, Privex’e veri sağlama işleminin E.S ile sınırlı kalmadığı görülüyor ne yazık ki.

Tıpkı iki siber korsan gibi bilişim sistemlerine yasa dışı sızarak faaliyette bulunan “Codesloji” kod adlı B.B.’nin de hem Privex’e sunucu veya alan adı gibi teknik alt yapı hizmeti verdiği, hem de “Xainn” kod adını kullanan F.Z.I. ile birlikte kurumlara yönelik siber saldırı çalışmalarında yer aldığı anlaşıldı.

Yanı sıra “soulfly” kod adlı M.F.K., “Fur die Familia” kod adını kullanan S.M.D.’nın, “Cyber rate” kod adını kullanan M.B., “Hoster” kod adını kullanan Ö.K.’nın ve “Y3ELLOW / Kesh” kod adını kullanan S.S.’nin Privex’e diğer şüpheliler gibi MİT Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı verileri sağladığı ortaya çıktı.

Yargılanan şüphelilerden “hydrad” kod adını kullanan H.M.’nin ise, Privex’in web sitesi tasarımını yaptığı belirlendi.

Savcılığın dikkat çeken tespiti

İddianamede, “dijital materyallere yönelik yapılan incelemelerde, Milli İstihbarat Teşkilatı lojmanlarına ait adres bilgileri ile bu lojmanlarda ikamet eden MİT personelinin listesinin, MİT logosu bulunan illegal sorgu sistemine ait fotoğrafların, internet tarayıcı geçmişinde MİT tesislerinin adreslerine yönelik keşif çalışmalarının, askeri tesislere ilişkin muhtelif bilgilerin, MİT, polis, asker gibi kolluk kuvvetlerinin sahte kimliklerinin, ‘gizli’ gizlilik derecesine sahip bazı belgelerin yer aldığı tespit edilmiştir” ifadeleri yer alıyor. Dikkati çeken, çarpıcı bir tespit.

* * *

Doğrusunu söylemek gerekirse, dosyanın içinde MİT ve Milli Savunma Bakanlığı dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri olması nedeniyle daha fazla detay vermek istemedim.

Ancak okuduğunuz bilgiler bile yaşananların ne kadar vahim olduğunun açık ve net göstergesi.

Tabii iddianameyi okuyunca insan düşünmeden edemiyor.

Ülke ve toplum olarak “suçlular yakalandı” diyerek sevinmeli miyiz, yoksa “eyvah, devlet ele geçirilmişse yurttaş ne yapsın” üzüntüsüne mi kapılmalıyız?

Bu satırların yazarı olarak ikincisinin dikkate alınmasından yanayım.

Son olarak devlet, kurumlarının verilerini korumakta zorlanıyorsa ya da başarısız oluyorsa yurttaşın kişisel verilerini korumanın üstesinden nasıl gelecek, bu da ayrı bir soru elbette.

İBB’ye yeni dalga operasyon: İETT Genel Müdürü ve bazı yöneticiler gözaltına alındı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “Aziz İhsan Aktaş suç örgütü”ne yönelik yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yeni bir gözaltı dalgası gerçekleştirildi. İhaleye fesat karıştırdığı iddiasıyla 25 kişi hakkında gözaltı kararı verildi, bunlardan 20’si gözaltına alındı, 5’ini arama çalışmaları sürüyor. Gözaltına alınanlar arasında İETT Genel Müdürü İrfan Demet’in de olduğu öğrenildi. İstanbul, Antalya, Çanakkale, Trabzon, Bursa ve Giresun’da arama, el koyma işlemleri başlatıldı.

Soruşturma kapsamında 25 şüpheliye “İSFALT ve İETT'den alınan ihalelere fesat karıştırdıpı” suçlaması yöneltiliyor.

Söz konusu ihalelerin komisyonlarında yer alan kişiler ile ihale yetkililerinden oluşan şüphelilerin yakalanmasına yönelik İstanbul, Antalya, Çanakkale, Trabzon, Bursa ve Giresun'da operasyon düzenlendi. Operasyonda 20 şüpheli gözaltına alındı. Diğer 5 şüphelinin yakalanması için çalışmalar devam ediyor.

Konuya ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan açıklama şöyle:

"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımızca Aziz İhsan Aktaş suç örgütüne yönelik yürütülen 2024/236201 sayılı soruşturma dosyasında suç örgütünün İSFALT ve İETT’den aldığı fesat karıştırdığı tespit edilen ihalelerin komisyonlarında yer alan kişiler ile ihale yetkililerinden oluşan toplamda 25 şüphelinin İstanbul, Antalya, Çanakkale, Trabzon, Bursa ve Giresun’da bulunan adreslerinde arama, el koyma işlemleri yapılarak şüphelilerin gözaltına alınmalarına karar verilmiştir."

Hakkında gözaltı kararı çıkartılan bazı isimler şöyle:

İETT

-İrfan Demet -Genel Müdür, -Kazım Taylan Sever-Araç Bakım Onarım Daire Başkanı, -Halil İbrahim Kaya- İkitelli Garaj Müdürü, -Ali Haydar Topçu: Muhabese Müdürü, -Şeymus Oral: Mali İşler Daire Başkanı, -Cevdet Akarsu- Vekaleten Satın Alma Daire Başkanı, -Taşkın Ilıca - Emekli Satın Alma Daire Başkanı, -Ülkü Kaya - Planlama şefi/ İhale bakım onarım, -Samet Alptuğ Arıkan - Kağıthane Garaj müdürü

İSFALT

-Rana Uysal - Satınalma Müdürü, -Sencer Hacıoğlu - Avrupa Yakası Uygulama Müdürü - Uygulama Planlama ve Hakediş GMY Vekili, -Murathan Altınışık - İdari İşler Müdürü, -Göktunç Şentürk - Destek Hizmetleri Şefi, -Zafer Sola, -Burak Sırali, -Oktay Aktaş, -Erenay Delipınar, -Ahmet Savaş, -Murat Delice, -Halil yanmaz

Orman yangınları (I): Sadece sabotaj mı, asıl şüpheli kim?-Mustafa Durmuş-

Türkiye’deki sermaye, kâr ve rant çıkarım alanı olarak gördüğü doğaya ait ne varsa talana varırcasına onu tahrip etmekte sakınca görmüyor. Özelleştirmeler adı altında bu talan meşrulaştırılıyor. Halka, kamuya ait ne varsa adım adım adeta yeni bir çitleme hareketiyle büyük sermayeye devrediliyor

orman yangını

Eskişehir’deki yangına müdahale etmeye çalışan 10 emekçi hayatını kaybetti. Bu yangının ardından Bursa, Bilecek, Karabük, Ankara ve Kahramanmaraş’ta da yangınlar çıktı. Bu yangınlarda insani kaybın olmaması bir teselli olabilirse de ortaya çıkan ekolojik kayıp (orman hayvanı ve bitki zayiatı) çok büyük.

Diğer yandan, resmî açıklamaya göre, yılbaşından bu yana ormanlık alanlarda 1,728 yangın çıktı, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da 4-22 Temmuz tarihleri arasında çıkan 61 orman yangınıyla ilgili 23 şüphelinin gözaltına alındığını ve bunlardan dördünün tutuklandığını duyurdu. (1)

Yangınlara zamanında ve etkin müdahale edilememesi, ekiplerin yangın söndürme ekipmanlarından yoksun olması ve yeterli uçak ve helikopterin bulunmaması bu yangınlarla mücadele konusunda siyasal iktidarın, en iyi niyetli söylemle, başarısız kaldığını gösteriyor.

Ormanlarımız neden yanıyor?

Bu konuda birçok neden gösterilebilir. Örnek olarak; yanlış orman işletmeciliği, ormanlık alanların bilinçsizce kullanımı, bilinçsiz bir biçimde anız yakılması ya da piknik yapanların ormanlık alanlarda bilinçsizce ateş yakması en çok dillendirilen nedenlerdir. Nitekim yanlış orman işletmeciliğinin sonucunda ormanlardaki çıra ve hızlı tutuşabilir kuru odun parçaları artabiliyor, iklim değişikliği sonucunda artan yüzey sıcaklığı da bu odunların tutuşarak yangınların çıkmasını kolaylaştırıyor.

Bu nedenlere, yangın sonrasında açılan arazilere lüks otellerin ya da lüks villaların yapılması dahil edilebilir. Nitekim yanan birçok ormanlık alanda daha sonraları mantar gibi lüks inşaatların yapılması bunun bir kanıtı. Keza yangın sonrasında geriye kalan ağaçların haraç mezat tüccarlara satılması gibi faktörler de bu nedenlere eklenebilir.

Özelleştirmeler yangın sebebi

Bir başka neden kuşkusuz yapılan özelleştirmeler sonucunda ormanlık alanların alınıp satılabilen ticari bir mala dönüştürülmesi. Nitekim 22 yıllık AKP iktidarları döneminde siyasal iktidarın ve onun desteklediği sermayenin hem emek hem de doğa ile kurduğu ilişki onları sonsuz bir kâr hırsı için tahrip etme yönünde oldu. Bu gelişme aslında, özellikle de düzenlemelerin, denetimlerin neredeyse tamamen ortadan kaldırılıp sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması anlamında tam serbestlik demek olan neo liberal kapitalizmin tipik bir özelliği.

Türkiye’deki sermaye, kâr ve rant çıkarım alanı olarak gördüğü doğaya ait ne varsa talana varırcasına onu tahrip etmekte sakınca görmüyor. Özelleştirmeler adı altında bu talan meşrulaştırılıyor. Halka, kamuya ait ne varsa adım adım adeta yeni bir çitleme hareketiyle büyük sermayeye devrediliyor. Bunun özellikle de 20 Temmuz 2016’dan sonra ilan edilen OHAL altında ve sonrasında kurumlaşmış bir otoriter rejim altında daha da hızlanarak yapılması ise tesadüf değil.

Ormanlar imara açıldı

Böyle bir “çitleme” ya da çağdaş ilkel sermaye birikimine izin veren bir kanun 2018 yılının Nisan ayında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu kanun ile orman alanları Hazine’ye takas yoluyla devredilip her türlü imara açıldı. Böylece ormanlar lüks villalarla ve malikânelere doldu taştı.

Oysa, bilim insanları yıllardır, bir bölgenin, bir kentin akciğerleri demek olan ormanların metalaştırmaya ve ticarileştirmeye konu edilmesinin ya da özelleştirilmesinin iklim değişikliklerine, aşırı ısınmaya ve ardından gelebilecek ekolojik felaketlere neden olduğunu ileri sürüyorlar.

Ayrıca tüm topluma ve bu ormanların içinde yaşayan hayvanlara ait olması gereken bu müşterek kullanım alanlarının sermayenin kâr hırsına terk edilmesi ve bunlar üzerinden bir haksız servet birikimi kabul edilebilir bir şey değil.

Orman ile köylünün kurduğu doğal ilişki bozuldu

Binlerce yıldır insanların ilk üretim ve dönüştürme faaliyeti; doğa ile kurduğu ücretsiz ilişki (karşılıksız olarak doğadan alma faaliyeti) üzerinde temelleniyor. Bu da onlara su kaynaklarını, toprağı, ormanları ve daha birçok yer altı ve yer üstü varlığını ücret ödemeden kullanmak gibi geleneksel bir hak veriyor. Aslında bu hak doğadaki diğer canlılar için de söz konusu olmalıdır.

Bu kanun ile ormanlar özelleştirilerek ve binlerce yıldır gelenek haline gelen kullanma hakları yok edilerek, insanların doğa ile kurdukları doğal ilişkisi yok edildi. Yani köylüler artık ormanın içindeki kuru odun, çalı çırpı, kuru yaprak ya da meyve toplanması gibi geleneksel olarak yüzlerce yıldır sahip oldukları haklarından faydalanamıyorlar. Köylülerin orman ile ilişkisi artık orman işçisi olmakla sınırlandırıldı. Eskişehir’de yaşandığı gibi, yeterince fiziki donanıma sahip olmadan adeta  ilkel koşullarda yangına sürülen orman işçileri liyakatsiz kadrolarca yapılan orman işletmeciliği altında büyük orman yangınlarında can verdiler.

Küresel ısınma

Ormanlar yanmaya başladığında, başta siyasal iktidar ve iktidar medyası olmak üzere bazı çevreler bu yangınların sabotajlar sonucunda ortaya çıktığı algısını yaymaya çalıştılar. Ancak (bu durum kısmen doğru olabilirse de) bu yangınların gerçek faillerini gizlemeye yarıyor.

Resmin büyüğünde “küresel ısınma” ya da “aşırı hava koşulları” gibi gezegenin ikliminde meydana gelen bazı önemli değişikliklerin bu felaketlere neden olduğu gerçeği var. Bunlar da birer semptom oldukları için işin arkasında aslında kapitalizmin kendisi var.

Bir başka anlatımla, orman yangınlarının daha da kötüleşmesinin bir nedeni iklim değişikliğidir. Örneğin orman yangını mevsimi 30 yıl öncesine göre, günümüzde 40-80 gün daha uzadı. Her yıl görülen kuraklıklar artık daha sık görülüyor. Bu da ormanda yüzeydeki yanıcı kuru maddelerin daha da kurumasına ve ateş alıp hızlıca yayılmasına neden oluyor. Bu yanıcı kuru maddeler, şimşekler ve kuvvetli rüzgarlarla kendini gösteren aşırı hava koşulları yangının büyümesine katkı veriyor. (2)

Orman yangınları ve su döngüleri

Dünyanın ikliminin karmaşık (hatta kaotik) ve dinamik olduğu biliniyor. Çünkü iklim; toprak, atmosfer ve okyanus arasında enerji akımlarını ve karşılıklı etkileşimleri içeriyor. Bu nedenle örneğin sellerin tek başına aşırı yağışlardan ya da orman yangınlarının kuru odunların tutuşmasından oluştuğunu düşünmek çok doğru değil. Öyle ki yaşanan kuraklıklar aynı zamanda orman yangınlarının nedeni olabiliyor.

Bir başka anlatımla, küresel ısınmanın sonucunda ortaya çıkan aşırı sıcak hava giderek daha fazla suyun buharlaşmasına, bu da susuzluk, kuraklık ve aynı zamanda da ciddi orman yangınlarına neden oluyor. İklim krizi yüzünden Gezegen ısındıkça su döngüsü de giderek yoğunlaşıyor

Su döngüsü atmosfer, okyanuslar, kara ve donmuş su rezervleri arasında oluşan bir döngü. Buharlaşmanın ardından gelen yağış şeklinde bir döngü oluşuyor ki son yıllarda her ikisinin gerçekleşme sıklığı bir hayli artmış durumda. Aşırı hava hem aşırı yağışlar hem de aşırı kuru hava ya da kuraklık biçiminde kendini gösteriyor. Bu da orman yangınlarına neden oluyor. (3)

Okyanusların ısınması

Ayrıca artan okyanus suyu sıcaklıklarının çevre üzerinde uzun vadeli etkileri var. Buna okyanusun karbondioksit tutma kabiliyetindeki azalma da dahil. Sıcak su, en önemli sera gazı olan karbondioksit de dahil olmak üzere soğuk suya göre daha az gaz tutar. Dolayısıyla, okyanus ısındıkça havadan daha az ısı tutucu gaz uzaklaştırılır ve daha fazlası atmosferde kalır. Bu bir kısır döngüdür: okyanus ısındıkça, daha az karbondioksit emilir ve daha fazlası havada kalır, bu da gezegenin daha da ısınmasına neden olur.

Küresel ısınmanın boyutları

Uluslararası basında yer alan bir habere göre, dünyanın önde gelen yüzlerce iklim bilimcisi, küresel sıcaklıkların bu yüzyılda sanayi öncesi seviyelerin en az 2,5 °C üzerine çıkmasını, uluslararası kabul görmüş hedefleri aşmasını ve insanlık ve gezegen için yıkıcı sonuçlara yol açmasını bekliyor. Tamamı yetkili Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinden (IPCC) olan katılımcıların neredeyse yüzde 80’i en az 2,5 °C küresel ısınma öngörürken, neredeyse yarısı en az 3,0 °C öngörüyor. Sadece yüzde 6'sı uluslararası düzeyde kabul edilen 1,5 °C sınırına ulaşılacağını düşünüyor. (4)

Özetle, bilim insanlarının birçoğu, sıcak hava dalgaları, orman yangınları, seller ve halihazırda yaşananların çok ötesinde yoğunluk ve sıklıktaki fırtınaların yol açtığı kıtlıklar, çatışmalar ve kitlesel göçlerle dolu "yarı distopik" bir gelecek öngörüyor.

Ocak ayı en sıcak ay

Bu yılın ocak ayı kayıtlara geçen en sıcak ocak ayı oldu (sanayileşme öncesi seviyelerin 1,7°C üzerinde). Birçok iklim gözlemcisi, doğal “La Niña” olgusu sayesinde dünyanın bu yıl biraz soğumasını beklese de bu beklenti gerçekleşmedi. Çünkü endüstriyel faaliyetler havaya sera gazları püskürtmeye devam ederken, partikül kirliliğinden arındırılmış hava daha fazla güneş ışığının yere ulaşmasına neden oldu, bu artan ısıtma etkisi doğal dalgalanmaları bastırmaya başladı ve dengeyi rekor sıcaklığa ve kötüleşen sıcak, kuru ve yağışlı aşırılıklara doğru kaydırdı. (5)

Haziran 2025: Cehennem sıcaklarının fragmanı

Küresel olarak, son 12 aylık dönemde görülen hava sıcaklıklarının (Temmuz 2024- Haziran 2025) yıllık ortalaması; 1991-2020 ortalamasının 0,67°C üzerinde ve sanayi öncesi seviyeyi tanımlamak için kullanılan tahmini 1850-1900 ortalamasının 1,55°C üzerinde seyrediyor.  Yani 2015/16 ve 2019/20 dönemlerinde ulaşılan 1991-2020 döneminin 0,46°C üzerindeki önceki en yüksek 12 aylık ortalamalardan çok daha yüksek. (6)

                                                                 (Kaynak, 27 July 2025)

Ülke olarak bizim de içinde yer aldığımız Avrupa coğrafyasında durum daha da kötü. Aşağıdaki tablo ve görselde her haziran ayı, tüm aylar ve 1979'dan 2025'e kadar 12 aylık ortalamalar için Avrupa toprakları üzerinde ortalaması alınan 1991-2020'ye göre, Avrupa-ortalama yüzey hava sıcaklığı anomalileri gösteriliyor.

Avrupa ortalama sıcaklık anomalilerinin genellikle küresel anomalilerden daha büyük ve daha değişken olduğu görülüyor. Haziran 2025 için Avrupa ortalama sıcaklığı:1991-2020 ortalamasının 1,10°C üzerinde; haziran ayı kayıtlara geçen en sıcak beşinci ay. Son 12 ay boyunca (Temmuz 2024- Haziran 2025) Avrupa'daki ortalama sıcaklık 1991-2020 yıllık ortalamasından 1,29°C daha yüksek.

Haziran 2025’te Batı ve Orta Avrupa’nın büyük bölümünde hava sıcaklıkları ortalamanın üzerinde seyretti. Avusturya, Fransa, Almanya, İtalya, Portekiz, İspanya, İsviçre ve Birleşik Krallık dahil olmak üzere birçok ülkede sıcak hava dalgası yaşandı, Portekiz ve İspanya'da bazı yerlerde sıcaklık 40°C'nin üzerine çıktı. Bu durum haziran ayı aylık ortalamasına da yansıdı ve Fransa en sıcak ikinci haziran ayını, İspanya son 64 yılın en sıcak haziran ayını ve İngiltere ise 1884 yılından bu yana en sıcak haziran ayını yaşadı. Güneydoğu Avrupa da ortalamanın üzerindeki sıcaklıklardan etkilendi. (7)

Devam edecek: Aşırı sıcaklardan ölümler, sırada kimler var?

Dip notlar:

https://www.bbc.com/turkce (25Temmuz 2025).

https://theconversation.com/how-years-of-fighting-every-wildfire-helped-fuel-the-western-megafires-of-today (July 2021).

https://theconversation.com/the-water-cycle-is-intensifying-as-the-climate-warms-ipcc-report-warns-that-means-more-intense-storms-and-flooding (9 August 2021).

https://www.theguardian.com/environment/article/world-scientists-climate-failure-survey-global-temperature (8 May 2024).

https://theconversation.com/record-january-heat-suggests-la-nina-may-be-losing-its-ability-to-keep-global-warming-in-check (7 February 2025).

https://climate.copernicus.eu/surface-air-temperature-june-2025 (27 Temmuz 2025).

Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...