Türkiye Kenarda mı Kaldı?-Serra Karaçam-
Dünya Gazze’yi ve Trump’ın sürecini izlerken, son gelişmeler bir değişimi ortaya koyuyor.
Bir zamanlar Ortadoğu barış sürecinde merkezi bir aktör olan Türkiye kenara itiliyor.
Beyaz Saray temsilcisi Steve Witkoff yarın Miami’de Katar, Mısır ve Türkiye yetkilileriyle görüşecek.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Cuma günü bu toplantıya katılacak.
Ankara diplomatik olarak hâlâ masada yer alırken, savaş sonrası Gazze’nin istikrar ve güvenlik planlamasından belirgin şekilde dışlanmış durumda.
Türkiye özellikle İsrail’in tek taraflı adımlarına ve sadece Arap merkezli çerçevelere karşı bir denge olarak Gazze’de siyasi ve güvenlik rolü üstlenmek istiyor.
Washington ve etkili Arap ve Müslüman ülkeler bir yapı kurdu ve Türkiye danışman gibi durmakta.
***
Suriye’deki durum da Türkiye’nin etkisini daraltma çabalarını daha net gösteriyor.
ABD ve Arap dünyasının yeni Şam ile teması, köklü bir değişim yarattı.
Kürt öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG), IŞİD kalıntılarına karşı güvenilir bir ABD ortağı.
Şam’daki Suriye hükümeti ile SDG güvenlik güçlerini entegre etme konusunda varılan yer tam Türkiye'nin çizdiği gibi değil.
SDG'ye bağlı üç tümenin Suriye ordusunun askeri yapısı içinde tutulmasını öngören ön bir anlaşmadan bahsediliyor.
Bu anlaşmayla askeri gruplarını koruyarak Fırat’ın doğusunda hâlâ kontrolü elinde tutuyorlar.
Kuzeydoğuya merkezin girmesini engelleyecek bir yapıdan bahsediliyor.
Peki bunlar nasıl Türkiye için olumlu?
Ankara için mesele kimin kontrol ettiği değil, kimin adına kontrol ettiği gibi görünüyor.
Birlikler resmen Suriye ordusuna bağlı olsa bile Türkiye bu fikirden pek memnun olmayacaktır. Ankara’nın bakış açısından yapının kendisinden çok, komutanları kimin kontrol ettiği önemli.
Eğer liderlik SDG bağlantılı kalır ve Şam fiilen Suriye’nin kuzeydoğusuna giremezse, bu tür bir entegrasyon gerçek olmaktan ziyade sembolik görünür.
Suriye devlet şemsiyesi altına alınması daha az kötü olarak tercih ediliyor.
Ki bu da daha onaylanmış değil.
Bu durum Türkiye’ye üç seçenek bırakıyor.
SDG’nin devamını kabul etmek, Washington ile gerilme riskini göze alarak askeri olarak müdahale etmek veya siyasi manevralar denemek.
Sabırlar zorlanıyor...
***
Kendi hava sahasında bile Türkiye, değişik işaretlerle karşı karşıya.
Ankara yakınlarında tespit edilen ve kimliği doğrulanmamış bir drone, ölçü olarak küçük olsa da mide bulandırdı.
Witkoff ve Jared Kushner’ın Ukrayna konusunda bir Rus temsilciyle yapmayı planladığı arka kapı görüşmeleri, kurumlar yerine anlaşma merkezli, kişisel kanallara dayalı bir yaklaşımı gösteriyor.
Kirill Dimitriev görüşmesi buna örnek.
Türkiye bu ilişkilerde ne durumda bilmiyoruz.
***
Bu arada olası bir üçüncü Trump dönemi belirsizliği devam ediyor Amerikada.
ABD Anayasası’nın 22. Değişikliği, hiçbir kişinin iki defadan fazla başkan seçilemeyeceğini belirtir.
“Üçüncü dönem” etrafında yapılan tartışmalar, yalnızca varsayımsal hukuki yorumlarla ilgili…
Trump’ın hukukçu Alan Dershowitz ile hukuki taslaklar üzerinden üçüncü dönem olasılığı hakkında yaptığı özel görüşmeler, yabancı hükümetler tarafından ciddi şekilde değerlendiriliyor.
Dershowitz bu alanın anayasal olarak net olmadığını ifade etmiş. Bunun nedeni de arka arkaya yapılmamış olması.
Ankara için bu durum, daha işlem odaklı ilişkiler, demokratik normlara daha az vurgu ve öngörülemez fakat müzakere edilebilir bir diplomasi anlamına geliyor.
ABD’de içeride dikkat Trump’ın siyasi geleceğine odaklanmışken, Türkiye’de de tartışmalar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve devamı etrafında dönüyor.
Erken seçim olasılığı veya liderliği oğluna devretme ihtimali popüler gündem.
Nasıl ki yabancı hükümetler Trump’ın olası devamını planlıyorsa, Türkiye’de de Erdoğan’ın bir sonraki adımı merak uyandırmakta.
***
Türkiye’nin Karadeniz güvenlik dinamiklerini şekillendirmedeki ve NATO ile Rusya ilişkilerini dengelemedeki önemli rolü sürmekte.
Ankara birbiri ile rekabet eden rekabet eden farklı güçlerin baskısını dengelemeye çalışıyor.
Ancak Türkiye artık bölgesel sonuçları şekillendiren değil, başkalarının tasarladığı çerçevelere uyum sağlamaya çalışan bir aktör konumunda.
Bölgesel diplomasi üzerindeki etkisi giderek bağlama bağlı hâle geldi.
Türkiye, hava sahasında aktif “gri bölge” tehditleriyle karşı karşıya ve bu durum, birden fazla bölgesel çatışma ortasında stratejik açıdan ne kadar savunmasız olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’nin hassas bölgeleri sürekli koruyacak katmanlı hava savunma sistemlerine ihtiyacı var.
Küçük veya düzensiz hava tehditlerine karşı yalnızca F-35’lere güvenmek yerine, sürekli hava sahası koruması sağlamak için daha uygun olan bu sistemler savunmada öncelikli rol oynamalıdır.
HİSAR-A/O ve KORKUT gibi sistemler, küçük dronlar için kısa menzilli tespit amaçlı uygun ancak sürekli radar kapsaması ve hızlı tepki katmanları (bataryalar) Türkiye’nin “gri bölge” tehditlerine karşı savunmasını güçlendirebilir.
***
Bu arada Trump, esrarın uyuşturucu sınıflandırmasını değiştiren bir başkanlık kararnamesi imzaladı.
Kararname, esrarı eroin ile aynı kategoride yer alan Birinci Sınıf uyuşturuculardan, ketamin ile aynı kategoride yer alan Üçüncü Sınıf uyuşturuculara taşıyor.
Ancak bazı eyaletlerin yaptığı gibi esrarı yasallaştırmıyor.
Kararnamenin, yetkililerin esrarla bağlantılı tutuklamalara yaklaşımını etkilemeyeceği iddia ediliyor.
Ayrıca, esrarın psikoaktif olmayan ve popüler bir bileşiği olan CBD ile üretilen ürünler için Medicare hastalarına geri ödeme yapılmasını sağlayacak bir pilot program da onaylandı.
/././
Küreselleşen intifada değil -Mustafa K. Erdemol-
“İntifada küreselleşti”. Fransız düşünür Bernard-Henri Lévy, İngiltere’de 100 yılı aşkın bir süredir yayınlanan The Jewish Chronicle’nin son sayısındaki başyazısında söylüyor bunu. (The intifada has been globalised - The Jewish Chronicle - The Jewish Chronicle)
Beş gün önce Avustralya'nın Sydney kentindeki Bondi Plajı'nda Hanuka bayramını kutlayan Yahudi cemaati üyelerinin hedef alındığı, 11 kişinin öldüğü saldırı sonrası kaleme almış yazısını. Elbette o saldırının savunulacak yanı yok. Sevgili Işın’la yaptığımız programda da söylemiştim: “Gazze’de İsrail devleti tarafından öldürülen siviller ne kadar masumsa, plajda katledilen Yahudiler de o kadar masumdur” diye.
Henry Levy, o korkunç plaj saldırısından yola çıkarak yeryüzünde neredeyse hiçbir yerin Yahudiler için güvenli olmadığını söylüyor özetle: “Sidney'de olanlar bir kaza değil, bir işarettir. Aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurma riski olduğu göz önüne alındığında, yarın New York, Londra, Roma, Madrid veya Paris'te de aynı şey olabilir. Aslında dünyanın herhangi bir şehrinde bu olay yaşanabilir” diyor. Haklı. Tüm bunlar, ne yazık ki olabilir. (Oldu da, şaşkın Henry Levi olmadığını sanıyor). Aklı başında hiç kimse de olacak olana onay vermez. İşte tüm bunlardan ötürü “İntifada’nın küreselleştiğini” iddia ediyor filozof.
Dünyadan haberi olmayanlar, gerçekten de adı geçen kentlerde Yahudilere yönelik saldırıların hiç yaşanmadığını, sadece “Filistinli teröristlerin” sözkonusu kentlerde Yahudileri katlettiğini sanabilir. Henry Levi, meseleyi saptırmada hayli başarılı gerçekten. O kentlerde, faili Filistinli ya da İslamcı olmayan yüzlerce saldırının gerçekleştiğini arama motorlarından bakarak bile bulabilir dileyen.
“Görmek istemeyenden daha körü yoktur” derler. Sadece Henri Levy için söylenmiş olsaydı bu vecize, yadırgamazdı kimse. Bir tehlikeye dikkat çekerken hedefe yine Filistinlileri koyuyor hiç sıkılmadan. İntifada diyerek sadece Filistinlilerle özdeşleşmiş bir olguyu yükselen tehlike olarak gösterme ayıbını sürdürüyor. Hiç vicdanı yok.
Eğer İsrail dışında Yahudileri hedef almak İntifada’nın “küreselleşmesi” ise, Filistin dışında Lübnan’da, Mısır’da, Tunus’ta, G.Afrika’da Filistinli öldürmek de İsrail devlet terörünün “küreselleşmesi”dir. İsrail’in, bölge sınırları dışında, hem de çok uzaklarda yüzlerce Filistinliyi yıllardır öldürdüğünden hiç söz etmiyor Henry Levi.
Birilerinin bu filozofa küreselleşenin İntifada değil, ne yazık ki antisemitizm olduğunu anlatmalı. İsrail devletiyle Yahudi halkını birbirinden ayıramayan aptallarla, Filistinlilere yaşatılanları hastalıklı düşünceleri için bahane yapan ırkçı/faşistlerle dolu dünya. Asıl tehlike burada.
Hem Sidney’de hem de Ekim ayında İngiltere’nin Manchester kentinde Yahudilere yönelik saldırıların failleri İslamcıydı, doğru. Ama Yahudi topluluklar için asıl tehlike sanıldığı gibi bu bir avuç İslamcı değil, aşırı sağcılardır.
Financial Times’ın konuyla ilgili bir analizinde Avustralya’da 2024 yılında Melbourne'daki bir sinagogun bombalanması da dahil olmak üzere, antisemitik saldırıların arttığından söz ediliyor. Analize göre Avustralya Yahudileri Yürütme Konseyi, 2025 yılının Eylül ayı sonuna kadar 1.654 antisemitik olay kaydetmiş. Bu sayı, Ekim 2023'ten önceki 10 yıllık ortalamanın beş katıymış üstelik.(bkz: Australia’s tragedy and the global rise of antisemitism) Bunların tümü aşırı sağ kaynaklı saldırılar.
İsrail devletinin yapıp ettikleriyle ilgisi olmayan masum Yahudi topluluklar için asıl tehlikenin Filistinliler ya da İslamcılar olduğunu söylemek ırkçıları/faşistleri görünmez hale getirir. Avrupa’nın neredeyse tüm kentlerinde Yahudi işyerlerine saldıran, Yahudi okullarını kundaklayan, Yahudi mezarlarını tahrip eden aşırı sağcıları görmüyor Henry Levi.
Maalesef hızla yükselen antisemitizmden en son 70 binden fazla, çoğu çocuk, Gazze’liyi öldüren İsrail devletinin sorumlu olduğundan da söz etmiyor.
Antisemitizm için haklı gerekçe elbette yoktur. Olmayacak da…
Ama İsrail’in de antisemitizmin yükselmesinden sorumlu olduğunu söylemek gerekir. Henry Levi bunu yapmıyor.
Çünkü o da “küreselleşen” körlükten muzdarip.
/././
Şaşalı hayatlar AKP’yi rahatsız etti -Mehmet Tezkan-
Son dönemde ünlü isimlere yönelik bir dizi operasyon yapılıyor. Operasyonun sebebi uyuşturucu kullanmaları, kiraladıkları villa veya rezidanslarda alem yapmaları…
Toplumun gözü önünde olan, dejenere hayat yaşadıkları iddia edilen kişiler gizli kapaklı değil, göstere göstere gözaltına alınıyor, kan ve saç örnekleri alınıyor, kimi anında serbest bırakılıyor kimi tutuklanıyor…
Uyuşturucu iddiasıyla gözaltına alınıp bırakılanların da tutuklananlarında isimleri çarşaf çarşaf yayınlanıyor…
İşin içinde hepimizi hayrete düşürecek isimler varmış! Sırası gelince onlarda sorguya çekilecekmiş!
Soru şu neden şimdi?
Neden bu kişilerin yaşadığı hayat iktidarı rahatsız etmeye başladı? Neden kendilerine çeki düzen vermeleri, göz önünde olmamaları, ortalıkta dolanmamaları için ‘gözaltıyla’ uyarılar yapılıyor?
Nedeni aşağı yukarı belli. Memleket yoksulluktan kırılırken, milyonlar derin yolsuzlukla başa çıkmaya çalışırken rant zengini veya kolay para sahibi dar kitlenin yaşamı toplumun sinir uçlarına dokunuyor…
Onlar nasıl rant zengini oldular?
İktidardaki parti sayesinde…
Özellikle 2021 yılından sonra uygulanan zenginin parasını korumaya yönelik ekonomik politika nedeniyle…
Yüzde 15 neden tatlı hayat yaşıyor da biz eve bir kilo kıyma zor götürüyoruz, makarnaya talim ediyoruz diyen yüzde 65’ in burasına geldi.
Geriye kalan yüzde 20 eski hayatlarından bazı tavizler verse de bazı harcama kalemlerini kıssa da suyun üzerinde kalmayı başardı…
Ama yüzde 65 çok öfkeli. Şaşalı hayatları gördükçe öfkesi katlanıyor.
AKP bu durumun farkına vardı. Muhafazakar kesimin lükse düşkünlüğü, har vurup harman savrulması, magazin programlarının bu hayatlarla; gezip tozmalarıyla, yiyip içmeleriyle, giyinip kuşanmalarıyla dolup taşması iktidarı rahatsız etmeye başladı…
Faturanın kendilerine çıkacağının farkına vardılar… 'Bizden önceki iktidarların mirası' diyecek halleri yok. Dile kolay 23 yıldır ülkeyi tek başlarına yönetiyorlar…
Şımarık zenginler onların eseri!...
Operasyonlara bir de bu gözle bakın derim…
/././
Gün geliyor krallar da kaybediyor -Ayşenur Arslan-
Yıllardır ilk kez bir diziyi, hem de Türk dizisini sonuna kadar izledim. Taylan Biraderler’in (Cem Toluay’ın eşlik ettiği) ustalık eseri, “KRAL KAYBEDERSE”..
Gülseren Budayıcıoğlu’nun, hastalarının ya da şimdilerde moda olan kibar ifadeyle danışanlarının hikayelerinden derlenmiş bir kurgu.
Ama yönetmenlerinin, senaristin ve asıl oyuncularının elinde (final hariç) bambaşka bir seviyeye yükselmiş.
Halit Ergenç zaten başlı başına bir fenomen. Oynuyor mu? Yoksa o hayatını yaşarken kameralar rastgele tanıklık mı ediyor? Bazen anlayamıyorsunuz. Hatta öyle sahneler var ki, işler sarpa sarmış da Halit Ergenç spontane durumu kurtarıvermiş hissine kapılıyorsunuz.
Ama ilginç olan şu: Halit Ergenç’in oyunculuğuna tüm rol arkadaşları eşlik etmiş.. Başta Merve Dizdar.. Sırıtan tek bir karakter yok.
Yan hikayeler.. Onların kahramanları.. Alıp götürüyor. Hele mekanlar, özellikle kadınların, her biri kendine özgü kıyafet, takı vs tasarımı..
Şölen gibi bir anlatımla KRAL’ın şaşaasını, sonra düşmeye başlamasını ve en sonunda kaybederken kazanmasını izliyorsunuz.
Dizi bittiğinde de kendi hayatınızın krallarını ve sonlarını düşünmeye başlıyorsunuz.
***
Aklıma üşüşen isimleri saklamadan yazacağım.
Ali Kırca mesela, katkısını kanalda herkesin bildiği haber bültenleri için verilen ödülleri almak üzere sahneye çıktığında tam bir kraldı. Ve tüm krallar gibi biz kullarından söz etmez, Türkiye’ye teşekkür ederdi. En son vali ve kaymakam ziyaretlerinden birkaç fotoğrafıyla gördüm.
Kenan Tekdağ sonra.. Bir kez karşılaştık. Fatih Altaylı’nın HaberTürk’te birlikte çalışmak için yaptığı teklifi konuşmak üzere üçümüz bir öğle yemeği yedik. Yemekte beni Fethullah Gülen konusunda “mülakata” aldı. Yanıtlarımdan hiç hoşlanmamış olacak ki, sonrasında ne teklif tazelendi.. Ne de ben, en azından bir süreliğine, Fatih’e ulaşabildim. HaberTürk’te çalışmış olan arkadaşlarımdan dinlediğim kadarıyla da kanalın KRALI Kenan Tekdağ’dan uzak olduğuma sevindim.
Mehmet Ali Birand ise tanıdığım en ilginç kraldı. Teknesini, Ali Koç’un teknesiyle mukayese edecek kadar özgüvenli.. “Sen gelişme hakında iki kelime söyle, gerisini bana bırak” deyip, bir kere bile gerisini getiremeyen, ama bunda bir tuhaflık görmeyecek kadar da durumuna yabancıydı. Bensiz de benle da yapamıyordu. Nedeni de Erdoğan ve Gülen’i kızdırmamak gibi “basit” bir sorundu!!
Ve elbette Erdoğan: Kendisini gerçekten KRAL zanneden… Geçmişteki tüm kral ve kraliçeler gibi bulunduğu yeri Tanrının iradesine bağlayan bir fani!
***
Erdoğan’a döneriz ama, burada İskoç Kraliçesi Mary’den örnek vermek istiyorum. İngiltere’nin güçlü kraliçesi Elizabeth ile giriştiği taht kavgasında önüne iki seçenek çıkar: Tacı ya da kellesi!
Mary her hükümdar gibi, tacın kendisine ilahi bir güç tarafından verildiğine inanmaktadır. Bu yüzden asla tacından vazgeçmez.
(Bu örnek birileri tarafından Erdoğan iması diye anlaşılmaz umarım. Ama Levent Gültekin’in gözaltına alınıp bırakılmasını ve Adliye çıkışı “Türkiye’deki hukuksuzluğu herkes bir gün tadacaktır” diye yorumladığını düşününce.. Tahtalara vurup dilimi ısırdım, merak etmeyin!)
***
Peki Erdoğan’dan Mary’ye nasıl geçtin diye sorarsanız.. Aslında Halit Ergenç’ten geçtiğimi söylerim.
Zira, dizinin bende bıraktığı düşünce şu oldu: Krallar gün gelir kaybedebilir. Önemli olan; nerede, ne zaman, neden kaybettiğini fark etmek ve gerekirse düşüşten önce kenara çekilmeyi bilmektir.
Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal olarak nereye geldiğini.. Çalışanların emeklerinin karşılığı için geldiği Meclis’in kapısına bile yaklaştırılmadığını görmüyor mu!
Saray kulisi olarak yazılıp konuşuldu. Erdoğan kurmaylarını en son EYT konusunda paylamış.
Meslektaşım Nuray Babacan, toplantıya katılan bir AKP’linin sözlerini Nefes’te aktardı:
“Sorumluluğu kime atıyoruz? Bunu biz yapmadık mı? 'Bizi zorladılar' gibi bir savunma yapamayız. EYT düzenlemesinin hata olacağını o dönem söyleyenlerin sözleri dikkate alınmadı. Bununla da kalmadı, Cumhurbaşkanını eksik ve yanlış bilgiler verildi. 'Bu düzenlemenin yıllık maliyeti 25 milyar lira' dendi. 300 milyar lira olduğu ortaya çıkınca Cumhurbaşkanı ‘beni kandırdınız’ diye kızdı. Maliyetin sürekli katlanarak artacağını ve devam edeceğini söyleyenler dikkate alınmadı…"
Erdoğan “BENİ KANDIRDINIZ” demiş ya.. Acaba bir gün oturup muhasebesini yapsa, 20 küsur yıl boyunca kaç kez kandırıldı.. Kimler kandırdı.. Bir baksa.
Sonra da dönüp İBB davasında nasıl kandırıldığını bir fark edip araştırsa!
En büyük iyiliği kendisine yapar.
Zira günü geldiğinde kimse küçük rollerdeki isimleri değil, sizi hatırlar.
Kral Kaybederse’nin Kenan Baran’ı son demlerinde yaptığı iyiliklerle dengeyi tutturmaya çalışıyordu.
Bunca karanlıkta kaybolmamak için kandırılmamak, dengeyi sağlamak ve kralların da kaybedeceğini hiç unutmamak lazım.
Bu yazıyı elbette okumayacaksınız. Çevrenizdekiler de söz bile etmeyecek.
Ama belki gecenin bir vakti gözaltına alınan Levent Gültekin’in Adliye çıkışı anlattıkları kulağınıza gelir. Savcılıkta ifadesi bile alınmadan, şöyle bir gerekçeyle hakimliğe sevk edildiğini görür de olan biteni anlarsınız:
“Şüphelinin söylemleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde şeriat düzenine geçildiği yönünde bir algı oluşturulmasına elverişli olduğu, toplumda korku ve endişe yaratabilecek nitelik taşıdığı, "medyaya operasyon yapılıyor, "önce Habertürk sonra diğerleri" şeklinde ifadelerle devletin yargı ve kolluk birimleri eliyle medya kuruluşuna yönelik hukuka aykırı işlemler yürütüldüğü algısı oluşturduğu, aynı zamanda bahse konu söylemlerin, medya kuruluşlarına yönelik işlemlerin yargısal denetime tabi olduğu gerçeğinin çarpıtıldığı, adli mercilerin bağımsız ve hukuka uygun işlem yaptığına dair toplumsal güvenin zedelenmesine elverişli olduğu, toplumda adli ve idari kurumların keyfi ve hukuka aykırı hareket ettiği, yine şüphelinin yargı organlarının talimat ile hareket ettiği, duruşmaların bilinçli şekilde uzatıldığı yönündeki söylemlerinin, yargı organlarının tarafsız ve bağımsız olmadığı algısını yaratmaya, devam eden bir yargılamayı toplum nezdinde gayrimeşru göstermeye, kamu düzeninin temel unsurlarından biri olan yargıya duyulan güveni zedelemeye elverişli olduğu..”
Gerekçe böyle akıp gidiyor..
Ne sadede geliniyor, ne de somut bir suçlama yöneltilebiliyor.
Levent’in sözlerinin “algı oluşturulmasına ELVERİŞLİ OLDUĞU” tespiti nedir ya!
Hukuki deseniz değil.. Akıl süzgecinden geçmiş deseniz hiç değil..
Bırakın otobüsü dolmuşu, taksiye binmeyi -tıpkı Ertuğrul Özkök gibi- kabullenemeyen Kenan Baran’ı dizinin sonunda otobüs durağında görseniz, anlarsınız: Krallar da kaybediyor. Maalesef çok BÜYÜK oldukları için onlar kaybederken ülke ve milyonlarca emekçi de kaybediyor.
Bilin yani!
halkTV




