Hayır, bu adam hiç uslanmayacak!
Ankara, İzmir ve Bursa’da açtığı üç sanat okulunun kapatılışından sonra, dersini almış olarak köşesine çekilip oturacak yerde, İstanbul’daki Müjdat
Gezen Sanat Merkezleri’nin üçüncüsünü açmış. Bu kez Bakırköy’de. Hem de yine elindekini avucundakini ortaya koyarak. Banka kredisi alıp “orantısız borç” altına girerek - yani, örneğin devlet desteği ile arsa ve arazi yağmuruna tutulan bir vakfın desteği ile falan değil.
Müjdat Gezen’den söz ediyorum. Yılların akışı içerisinde devleşmiş bir sanatçıdan. Ama o, biraz, hatta epey farklı bir sanatçı. Sanatındaki başarılarının güneşinde şöyle:“Ben neymişim be!” diyerek uzanıp yatmayı bir an bile düşünmemiş. On yıllardır çabalarını sanatta olduğu kadar eğitimde de odaklaştırmış. Aydınlanma ve aydınlatma, neredeyse en büyük tutkusu olmuş.
Hele şimdi, imam hatip okulları hegemonyasının bütün eğitim sistemi üzerine karabasan gibi çöktüğü, artık dış siyaseti bile tarikatların yörüngesine oturtulmuş bir ülkede aydınlanmaya ve aydınlatma çabalarına gönül vermek, gerçekten “yürek” ister!
Müjdat Gezen’in bir okul daha açtığını okuyunca, aklıma hemen Muhsin Ertuğrulgeldi. Rahmetli Beklan Algan Hoca’dan dinlemiştik. “Öbür gün öleceğinizi bilseydiniz, ne yapardınız?” diye sormuşlar. Muhsin Ertuğrul şu karşılığı vermiş:“Hemen yarın bir tiyatro daha açardım!”
Bir ömre sonsuzluğu sığdırabilmenin tanımı herhalde böyle bir şey olmalı. Ya da tek bir günü sonsuzluk kadar uzatabilmenin yolunun tanımı. Yine Angelopoulos’un ölümsüz eseri “Sonsuzluk ve Bir Gün”ü hatırlıyorum.Ölümcül hastalığından dolayı hastaneye yatmadan bir gün önce geçmiş hayatında bir gezintiye çıkan adam, yolda yıllar önce yitirdiği genç ve güzel karısı Anna’ya rastlar ve onunla bir kumsalda dans eder. Dans biter bitmez koşarak yanından uzaklaşan karısının arkasından, “Bir daha ne zaman görüşeceğiz?” diye seslenir. Ondan, “Yarın!” cevabını alınca, bir soru daha ekler: “Peki yarın, ne kadar?”
Karşılık, beş yüz yıl öncesinden, Shakespeare’den gelir: “Sonsuzluk ve bir gün kadar!”
Yani: İnsanoğlu isterse, tek bir günü, diyelim yarın’ı sonsuzluğa kadar uzatabilir - ya da tam tersine, yarınların hepsini bugün’de de tüketebilir. Aynı gerçeği Goethe de dile getirmemiş miydi: “Ey insanoğlu, sen çok büyüksün, çünkü istersen eğer, doğum ile ölüm arasına sonsuzluğu sığdırabilirsin!”
Müjdat Gezen, işte böylelerindenbiri. Üstelik tek bir hayata iki sonsuzluğu birden, yani hem sanatın hem de aydınlatmanın sonsuzluğunu sığdırabilmiş ender ölümlülerden!
Müjdat Gezen’lerimiz var oldukça hep çoğalacağımızı, aydınlanacağımızı ve karanlığın bizim iklimlerimizde hiçbir zaman kazanamayacağını bilmek, güzel şey!
AHMET CEMAL
Cumhuriyet
Ankara, İzmir ve Bursa’da açtığı üç sanat okulunun kapatılışından sonra, dersini almış olarak köşesine çekilip oturacak yerde, İstanbul’daki Müjdat
Gezen Sanat Merkezleri’nin üçüncüsünü açmış. Bu kez Bakırköy’de. Hem de yine elindekini avucundakini ortaya koyarak. Banka kredisi alıp “orantısız borç” altına girerek - yani, örneğin devlet desteği ile arsa ve arazi yağmuruna tutulan bir vakfın desteği ile falan değil.
Müjdat Gezen’den söz ediyorum. Yılların akışı içerisinde devleşmiş bir sanatçıdan. Ama o, biraz, hatta epey farklı bir sanatçı. Sanatındaki başarılarının güneşinde şöyle:“Ben neymişim be!” diyerek uzanıp yatmayı bir an bile düşünmemiş. On yıllardır çabalarını sanatta olduğu kadar eğitimde de odaklaştırmış. Aydınlanma ve aydınlatma, neredeyse en büyük tutkusu olmuş.
Hele şimdi, imam hatip okulları hegemonyasının bütün eğitim sistemi üzerine karabasan gibi çöktüğü, artık dış siyaseti bile tarikatların yörüngesine oturtulmuş bir ülkede aydınlanmaya ve aydınlatma çabalarına gönül vermek, gerçekten “yürek” ister!
Müjdat Gezen’in bir okul daha açtığını okuyunca, aklıma hemen Muhsin Ertuğrulgeldi. Rahmetli Beklan Algan Hoca’dan dinlemiştik. “Öbür gün öleceğinizi bilseydiniz, ne yapardınız?” diye sormuşlar. Muhsin Ertuğrul şu karşılığı vermiş:“Hemen yarın bir tiyatro daha açardım!”
Bir ömre sonsuzluğu sığdırabilmenin tanımı herhalde böyle bir şey olmalı. Ya da tek bir günü sonsuzluk kadar uzatabilmenin yolunun tanımı. Yine Angelopoulos’un ölümsüz eseri “Sonsuzluk ve Bir Gün”ü hatırlıyorum.Ölümcül hastalığından dolayı hastaneye yatmadan bir gün önce geçmiş hayatında bir gezintiye çıkan adam, yolda yıllar önce yitirdiği genç ve güzel karısı Anna’ya rastlar ve onunla bir kumsalda dans eder. Dans biter bitmez koşarak yanından uzaklaşan karısının arkasından, “Bir daha ne zaman görüşeceğiz?” diye seslenir. Ondan, “Yarın!” cevabını alınca, bir soru daha ekler: “Peki yarın, ne kadar?”
Karşılık, beş yüz yıl öncesinden, Shakespeare’den gelir: “Sonsuzluk ve bir gün kadar!”
Yani: İnsanoğlu isterse, tek bir günü, diyelim yarın’ı sonsuzluğa kadar uzatabilir - ya da tam tersine, yarınların hepsini bugün’de de tüketebilir. Aynı gerçeği Goethe de dile getirmemiş miydi: “Ey insanoğlu, sen çok büyüksün, çünkü istersen eğer, doğum ile ölüm arasına sonsuzluğu sığdırabilirsin!”
Müjdat Gezen, işte böylelerindenbiri. Üstelik tek bir hayata iki sonsuzluğu birden, yani hem sanatın hem de aydınlatmanın sonsuzluğunu sığdırabilmiş ender ölümlülerden!
Müjdat Gezen’lerimiz var oldukça hep çoğalacağımızı, aydınlanacağımızı ve karanlığın bizim iklimlerimizde hiçbir zaman kazanamayacağını bilmek, güzel şey!
AHMET CEMAL
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder