Bu yıl İngiltere’nin AB’den çıkma kararı almasından sonra bir çatlak
daha belirdi. 4 Aralık Pazar günü İtalya’da yapılacak Anayasa
referandumu tahminlerin ötesinde bir kriz başlığına dönüştü.
Aslında Referandum İngiltere’de olduğu gibi doğrudan AB’den çıkışla ilişkili değil. Merkez sağın lideri, AB, Almanya ve Fransa yanlısı ve son dönem neo-liberal politikaların şampiyonu başbakan Matteo Renzi’nin marifeti olarak gözüküyor referandum.
Yeni Anayasa Taslağı bir çok maddeyi kapsamakla birlikte en çok İtalyan parlamenter sisteminde önerdiği değişiklikle dikkati çekiyor. Temsilciler Meclisi ve Senato olmak üzere iki parçadan oluşan parlamentonun yasama işlemini zorlaştırdığı ve senato üyelerinin masraflarının bir israfa yol açtığı iddia ediliyor. Anayasa Taslağı Senato’yu küçültüyor ve veto yetkisini kısıtlıyor. Böylece Renzi’ye Türkiye’de daha önce “Saldırı Yasaları” diye tanımladığımız işçi sınıfına karşı yasaları daha kolay geçirmesi ve elini güçlendirmesi için olanak yaratıyor.
Üstelik Renzi Referandumda “Hayır”ların kazanması durumunda istifa edeceğini açıklayarak referandumu bir güven oylamasına çevirdi.
Ancak beklenmeyen bir tepki ve eğilim doğdu. Yıllarca süren AB’ye bağlı politikaların altında ezilen, işsiz kalan, geçen yüzyılda kazandığı hakları elinden alınan emekçi sınıflar hızla “hayır”a doğru kaydılar.
Eğer işçi sınıfı siyaseti güçlü olsaydı ve bu eğilimi örgütleyebilseydi, çok farklı sonuçları olabilirdi. İtalyan Komünistleri son yıllarda toparlansalar ve geçmişteki liberal likidasyonu aşarak devrimci bir program altında partileşseler de henüz bu dalgayı kucaklayacak güçte değiller.
İktisadi kriz sonralarında eğer işçi sınıfının öncü siyaseti emekçi kitlelerinin öfkesini örgütleyip düzene karşı bir ayaklanmaya dönüştüremiyorsa genellikle bu tepki sağcı, milliyetçi ve faşizan siyasetlere yarar.
İtalya’da da böyle oldu. Beş Yıldız Hareketi ve çeşitli milliyetçi, faşizan eğilimler güçlendi ve “Hayır” yanıtını kuvvetli bir şekilde örgütlediler.
Bu pazar Renzi’nin referandumu kaybetmesi durumunda hükümetin düşmesi ve İtalya’nın AB’den ve Avro’dan çıkmasını savunan sermaye kesimlerinin ve onlarla ilişkili milliyetçi, faşizan eğilimlerin iktidara gelme olasılığı bulunuyor.
Ve bu eğilim sadece İtalya’nın bir iç meselesi olarak görülemez. Bütün dünyayı etkileyen emperyalist hegemonya krizinin içinde değerlendirilmelidir. Burjuva medyası bile Trump’ın seçilmesi, Breksit ve İtalya’daki işçi sınıfı tepkisinin milliyetçi bir bayrağın altında toplanması arasındaki ilişkiyi fark ediyor.
Eğer bu eğilim güçlenirse ki öyleye benziyor, AB’nin zayıflaması, Almanya’nın kendi çıkarları için daha sert adımlar atması ve bir emperyalist paylaşım savaşı öncesi ittifak ilişkilerinin yeniden harmanlanması beklenir.
Gerçekten AB ortak silah harcamaları ve askeri araştırmalar için ciddi bir fon ayırdığını geçen gün ilan etti.
2017’de İngiltere’nin AB’den çıkış işlemlerinin tamamlanması, Trump politikalarının uygulanmaya başlaması ve AB’deki parçalanma sürecinin varacağı yer, emperyalist sistemde yarım asırdır süren ABD-AB hiyerarşisine dayalı statükoyu dağıtacak gözüküyor.
Erhan Nalçacı/SOL
Aslında Referandum İngiltere’de olduğu gibi doğrudan AB’den çıkışla ilişkili değil. Merkez sağın lideri, AB, Almanya ve Fransa yanlısı ve son dönem neo-liberal politikaların şampiyonu başbakan Matteo Renzi’nin marifeti olarak gözüküyor referandum.
Yeni Anayasa Taslağı bir çok maddeyi kapsamakla birlikte en çok İtalyan parlamenter sisteminde önerdiği değişiklikle dikkati çekiyor. Temsilciler Meclisi ve Senato olmak üzere iki parçadan oluşan parlamentonun yasama işlemini zorlaştırdığı ve senato üyelerinin masraflarının bir israfa yol açtığı iddia ediliyor. Anayasa Taslağı Senato’yu küçültüyor ve veto yetkisini kısıtlıyor. Böylece Renzi’ye Türkiye’de daha önce “Saldırı Yasaları” diye tanımladığımız işçi sınıfına karşı yasaları daha kolay geçirmesi ve elini güçlendirmesi için olanak yaratıyor.
Üstelik Renzi Referandumda “Hayır”ların kazanması durumunda istifa edeceğini açıklayarak referandumu bir güven oylamasına çevirdi.
Ancak beklenmeyen bir tepki ve eğilim doğdu. Yıllarca süren AB’ye bağlı politikaların altında ezilen, işsiz kalan, geçen yüzyılda kazandığı hakları elinden alınan emekçi sınıflar hızla “hayır”a doğru kaydılar.
Eğer işçi sınıfı siyaseti güçlü olsaydı ve bu eğilimi örgütleyebilseydi, çok farklı sonuçları olabilirdi. İtalyan Komünistleri son yıllarda toparlansalar ve geçmişteki liberal likidasyonu aşarak devrimci bir program altında partileşseler de henüz bu dalgayı kucaklayacak güçte değiller.
İktisadi kriz sonralarında eğer işçi sınıfının öncü siyaseti emekçi kitlelerinin öfkesini örgütleyip düzene karşı bir ayaklanmaya dönüştüremiyorsa genellikle bu tepki sağcı, milliyetçi ve faşizan siyasetlere yarar.
İtalya’da da böyle oldu. Beş Yıldız Hareketi ve çeşitli milliyetçi, faşizan eğilimler güçlendi ve “Hayır” yanıtını kuvvetli bir şekilde örgütlediler.
Bu pazar Renzi’nin referandumu kaybetmesi durumunda hükümetin düşmesi ve İtalya’nın AB’den ve Avro’dan çıkmasını savunan sermaye kesimlerinin ve onlarla ilişkili milliyetçi, faşizan eğilimlerin iktidara gelme olasılığı bulunuyor.
Ve bu eğilim sadece İtalya’nın bir iç meselesi olarak görülemez. Bütün dünyayı etkileyen emperyalist hegemonya krizinin içinde değerlendirilmelidir. Burjuva medyası bile Trump’ın seçilmesi, Breksit ve İtalya’daki işçi sınıfı tepkisinin milliyetçi bir bayrağın altında toplanması arasındaki ilişkiyi fark ediyor.
Eğer bu eğilim güçlenirse ki öyleye benziyor, AB’nin zayıflaması, Almanya’nın kendi çıkarları için daha sert adımlar atması ve bir emperyalist paylaşım savaşı öncesi ittifak ilişkilerinin yeniden harmanlanması beklenir.
Gerçekten AB ortak silah harcamaları ve askeri araştırmalar için ciddi bir fon ayırdığını geçen gün ilan etti.
2017’de İngiltere’nin AB’den çıkış işlemlerinin tamamlanması, Trump politikalarının uygulanmaya başlaması ve AB’deki parçalanma sürecinin varacağı yer, emperyalist sistemde yarım asırdır süren ABD-AB hiyerarşisine dayalı statükoyu dağıtacak gözüküyor.
Erhan Nalçacı/SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder