Türkiye, terörün yeryüzündeki en önde gelen hedeflerinden biri.
Yurdun dört bir yanında terör saldırıları birbirini izliyor. Daha Dolmabahçe saldırısının şokunu atlatmadan, Kayseri olayıyla karşılaşıyoruz, onun tartışması bitmeden yeni yılın ilk saatlerine İstanbul Ortaköy’de Reina saldırısı gerçekleşiyor.
Bütün sath-ı vatan artık terörün savaş alanıdır.
Kendine özgü bir tür olan terör savaşında cephe gerisi yoktur. Kışlalar kadar hastaneler, karakollar kadar okullar, ibadethaneler kadar gece kulüpleri de terörün hedefleridirler.
Kör terör hepsini, aynı kin ve nefretle vurur.
Zaten terörün amacı masumu vurmak, toplumu sindirmek veya birbirine düşürerek toplumsal istikrarsızlık, kargaşa yaratmak olduğundan, kurbanın masum olduğunu vurgulamanın da, masum kurbanın darbeyi yediği anla yok olduğu an arasındaki o çok kısa süre içinde zihninde şimşek gibi çakan “neden ben” sorusunun da bir anlamı yoktur.
Ölenlerin çoğunluğunun yabancı uyruklu olmasının, turizmi zaten büyük darbeler yemiş olan Türkiye’nin gidilmeyecek ülkeler arasındaki pozisyonunun pekişmesini sağlayacak bir etken olduğu da sanırım hedef seçilirken düşünülmüştür.
Son eylemden sonra bir kez daha istihbarat ve güvenlik zafiyeti olup olmadığı tartışması gündeme gelmiştir.
Her ne kadar, olayın hemen ardından, terörden darbe üzerine darbe yemiş bir ülkenin başbakanı olan Binali Yıldırım’ın yaptığı “Terör bizi korkutamaz, biz terörü korkuturuz” açıklamasını, durumun ciddiyetiyle bağdaşmayan bir hafiflikte bulsam da, istihbarat ve güvenlik zaafı konularında eleştiri getirirken, yine de insaflı davranmak gerektiğini düşünüyorum.
Üstelik, sanıyorum ki üzerinde durulması gereken asıl önemli konu, toplumun terör üretip üretmediğidir.
2016 yılında, 15 -29 yaş geçleri arasında işsizlik oranında yüzde 30 ile OECD ülkeleri arasında birinci olan Türkiye hakkında, bu konuda 61 ülkede jenerasyonlar konusunda inceleme yapan kuşak araştırmacısı Evrim Kuran, Ayşe Arman ile yaptığı söyleşide bakın neler söylüyor:
“...Bir ülkede genç işsizliği bu kadar yüksek olursa ne olur? Kabloları bağlar, canlı bomba olur, illegal organizasyonlara, örgütlere katılır... Genç işsizliği her yerde tartışmasız bir biçimde bize artan suç oranları ve illegal eğilimler olarak geri dönüyor.”
Hele hele bunlar, Milli Eğitimi’yle dindar ve KİNDAR kuşaklar yetiştirmeyi amaçlamış bir ülkenin gençleri olurlarsa.
Günümüz Türkiye’si ne yazık ki, terör örgütlerine ihtiyaç olmadan kin ve nefret üreten, nefret söylemleriyle gerilmiş, patlamaya hazır bir toplum haline gelmiştir.
Bu, iktidar ve azgın yandaşları tarafından ısmarlanmış bir nefrettir.
En tepeden ısmarlanan nefret olmayıp öfke bile olsa, bu, tabana doğru cehalet katsayısı ile çarpılarak büyüyüp mayalanmakta ve denetlenmesi güç, hatta imkânsız bir nefrete dönüşmektedir.
Nitekim, Reina saldırısı olmadan önce de toplum, kin ve nefret söylemleri, şiddet çağrılarıyla bezenmiş bir yılbaşı kutlaması tartışmasına boğazına kadar batmış durumdaydı.
Yılbaşı dışında da İstanbul’un ya da yurdun çeşitli yerlerinde, şimdilik öldürmeye varmamış olan, yaşam tarzına müdahalelere tanık olmadık mı?
Türkiye, terörü doğuran etkenleri bağrında barındırmakta, terör üreten ülke olmaya doğru hızla kaymakta.
En tehlikeli olan da işte bu.
Ali Sirmen
CUMHURİYET
Yurdun dört bir yanında terör saldırıları birbirini izliyor. Daha Dolmabahçe saldırısının şokunu atlatmadan, Kayseri olayıyla karşılaşıyoruz, onun tartışması bitmeden yeni yılın ilk saatlerine İstanbul Ortaköy’de Reina saldırısı gerçekleşiyor.
Bütün sath-ı vatan artık terörün savaş alanıdır.
Kendine özgü bir tür olan terör savaşında cephe gerisi yoktur. Kışlalar kadar hastaneler, karakollar kadar okullar, ibadethaneler kadar gece kulüpleri de terörün hedefleridirler.
Kör terör hepsini, aynı kin ve nefretle vurur.
Zaten terörün amacı masumu vurmak, toplumu sindirmek veya birbirine düşürerek toplumsal istikrarsızlık, kargaşa yaratmak olduğundan, kurbanın masum olduğunu vurgulamanın da, masum kurbanın darbeyi yediği anla yok olduğu an arasındaki o çok kısa süre içinde zihninde şimşek gibi çakan “neden ben” sorusunun da bir anlamı yoktur.
***
Son saldırının hedefi saptanırken, bir taşla
birkaç kuş vurulması amaçlanmıştır. Saldırının yılbaşına rastlaması, hem
belirli bir yaşam biçimine hoşgörü gösterilmeyeceğinin ilanı, hem de
her an, her yerde vurmaya hazır olduğunun hatırlatılmasıdır. Ölenlerin çoğunluğunun yabancı uyruklu olmasının, turizmi zaten büyük darbeler yemiş olan Türkiye’nin gidilmeyecek ülkeler arasındaki pozisyonunun pekişmesini sağlayacak bir etken olduğu da sanırım hedef seçilirken düşünülmüştür.
Son eylemden sonra bir kez daha istihbarat ve güvenlik zafiyeti olup olmadığı tartışması gündeme gelmiştir.
Her ne kadar, olayın hemen ardından, terörden darbe üzerine darbe yemiş bir ülkenin başbakanı olan Binali Yıldırım’ın yaptığı “Terör bizi korkutamaz, biz terörü korkuturuz” açıklamasını, durumun ciddiyetiyle bağdaşmayan bir hafiflikte bulsam da, istihbarat ve güvenlik zaafı konularında eleştiri getirirken, yine de insaflı davranmak gerektiğini düşünüyorum.
Üstelik, sanıyorum ki üzerinde durulması gereken asıl önemli konu, toplumun terör üretip üretmediğidir.
***
Ne yazık ki bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün değil. 2016 yılında, 15 -29 yaş geçleri arasında işsizlik oranında yüzde 30 ile OECD ülkeleri arasında birinci olan Türkiye hakkında, bu konuda 61 ülkede jenerasyonlar konusunda inceleme yapan kuşak araştırmacısı Evrim Kuran, Ayşe Arman ile yaptığı söyleşide bakın neler söylüyor:
“...Bir ülkede genç işsizliği bu kadar yüksek olursa ne olur? Kabloları bağlar, canlı bomba olur, illegal organizasyonlara, örgütlere katılır... Genç işsizliği her yerde tartışmasız bir biçimde bize artan suç oranları ve illegal eğilimler olarak geri dönüyor.”
Hele hele bunlar, Milli Eğitimi’yle dindar ve KİNDAR kuşaklar yetiştirmeyi amaçlamış bir ülkenin gençleri olurlarsa.
Günümüz Türkiye’si ne yazık ki, terör örgütlerine ihtiyaç olmadan kin ve nefret üreten, nefret söylemleriyle gerilmiş, patlamaya hazır bir toplum haline gelmiştir.
Bu, iktidar ve azgın yandaşları tarafından ısmarlanmış bir nefrettir.
En tepeden ısmarlanan nefret olmayıp öfke bile olsa, bu, tabana doğru cehalet katsayısı ile çarpılarak büyüyüp mayalanmakta ve denetlenmesi güç, hatta imkânsız bir nefrete dönüşmektedir.
Nitekim, Reina saldırısı olmadan önce de toplum, kin ve nefret söylemleri, şiddet çağrılarıyla bezenmiş bir yılbaşı kutlaması tartışmasına boğazına kadar batmış durumdaydı.
Yılbaşı dışında da İstanbul’un ya da yurdun çeşitli yerlerinde, şimdilik öldürmeye varmamış olan, yaşam tarzına müdahalelere tanık olmadık mı?
Türkiye, terörü doğuran etkenleri bağrında barındırmakta, terör üreten ülke olmaya doğru hızla kaymakta.
En tehlikeli olan da işte bu.
Ali Sirmen
CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder