Siyasal İslam hakkında 100 yıldan fazla zamandır ne söylenmişse çöp
oldu. Ortada bir siyasal hareket değil bir ahlaksız organize çete olduğu
ortaya çıktı çünkü. Komünizmle Mücadele Dernekleri'nde devlet ile
Nakşi-Nurcu tarikatı arasında kurulan illegal koalisyondan beri böyle
bu. Kanlı Pazar var geçmişlerinde, sol ve komünizm korkusu var, halk
düşmanlığı var, kin var, kan var, cehalet var. Ortaçağ artığı
ideolojileri ile devlete kapılandılar. Oradan devletin sopası olmayı
başardılar. Zulmün iktidarını kurdular.
Öyle bir hal ki, şimdi dönüp bunlara bakan faşist Kenan Evren’in dönemine rahmet okuyor. DGM’lerde yargılandım birkaç kez. Haklarını teslim edelim, bunların mahkemelerini görünce o mahkemelerin mahkeme olduğunu, hukuka uygun davrandıklarını anladım. Ben siyasal İslamcılardan önce YSK ile ilgili bir tartışma yapıldığını hatırlamıyorum. Oy çalma düşünülmezdi, şimdi vaka-ı adiyeden sayılıyor. 12 Eylül karanlığında bile haksızlığa hukuksuzluğa başkaldıran, boyun eğmeyen yargıçlar, savcılar vardı. Şimdi yok. Bütün okulları bitirdiler, bütün üniversiteleri imam hatibe çevirdiler. Ordunun başına badem bıyık bir tosuncuğu general atadılar ki bakıp bakıp gülüyorum hala. “Şanlı Türk Ordusu” İngilizlere silah teslim ederken bile böyle sefil görünmüyordu. Teslim aldılar ülkeyi. Bakın, görüp görebileceğiniz safi bir ohal’dir. Sopaya dayanarak geldiler, dümdüz, ölçüsüz bir sopaya dönüştüler.
***
Kanıtı ohal koşullarında sopa tehdidi altında yaptığımız referandum. Devleti bir tuhaf AKP militanına dönüştürdüler. Dağ taş “evet”e boyandı. Sadece “evet” mitingleri yapıldı, sadece “evet” pankartları açıldı, sadece “evet” konuştu, sadece “evet” dinlendi. Sonuç: “Evet” kaybetti. Hazırlıklıydılar, gidip çaldılar. “Hayır” önde çıktı ama “evet” kazandı. Hırsızlığı YSK ve AYM onayladı, çünkü onlar da İslamcıların elindeydi. Adlarında adalet var, adaleti sildiler. Adlarında kalkınma var, ülkeyi muz cumhuriyetine çevirdiler. Adlarında parti var, çeteye dönüştüler.
Ama işte deniz bitiyor. Ellerinde kaldı İç Anadolu ve Karadeniz. Onlar da gitti gidiyor!
***
Karadenizliyim, bilirim; Mal varlığı fındık ve çaydan ibarettir. Bu “monokültür” uzun yıllar Karadeniz köylüsünü bir yoksulluk cenderesinde tuttu. Göçtüler ama toprakla bağları da sürüyor hala. Fındık az emek isteyen bir bitki. Neredeyse üzerinde meyve kendi kendine yetişiyor. Köyüne yılda bir ay uğrayan “köylü”ye de gidip o meyveyi yağmalamak düşüyor. Çayda da durum böyle. Bir de AKP ülkeye sıcak para aktığı dönemde köylüyü bir tür maaşa bağlamış çeşitli teşviklerle. Toprağı olana, toprağa uğramasa da uzun vadeli krediler vermiş, borç para dağıtmış. Böylece köylü üzerinde bir tür patronaj mekanizması kurmuş. Bunun karşılığında da oyunu hep kendisine vermesini istiyor. AKP Karadeniz’de bir tür zalim ağa haline gelmiştir. Bölgenin “faşo ağa”sıdır AKP.
Yoksulluk almış başını yürümüş. Nüfusun yarısı artık AKP ile sınırı silikleşmiş devletten yardım alarak geçiniyor. Nevzuhur Karadeniz gericiliğinin kaynağı işte bu tuhaf tepetaklak âlem. Yarı köylülük hâkim bölgede. O yarı köylülüğün üzerinde lümpen dinci bir ruh hali yeşeriyor. İkisi de bayağı bir yozlaşmanın tezahürleri. AKP de aslında bundan ibaret. Yarı köylü, lümpen ve dinci bir parti AKP. Buna “milletin dilinden anlamak” diyorlar!
Bu nevzuhur oluşumun mekâna yansıması ise bir fecaat. Dışarıdan baktığınızda her yer yeşillik, dereler yerli yerinde. Kıyı boyunca uzanan otobandan pek az kıyı şeridi kurtulmuş ama ona bile zamanla alışıyor insan. Yer kazanmak için ha bire denizi doldurup duruyorlar. Denizle bir türlü barışamamış bir halk Karadeniz halkı. Elinden gelse denizi büsbütün dolduracak, yaşadığı yerle bağını kesecek. Çünkü yüz yıl öncesine kadar denize kıyısı olan şehirlerde yaşayanlar göçüp gitmiş. Dağ köylüleri inmiş boşalan yerlere. Eski evleri yıkmışlar, yerlerine bugünkü şehirlere görünümünü veren biçimsiz “lazgotik” binaları yapmışlar.
Denizle barışık değil de doğayla arası iyi mi? Geçerken şöyle bir dönüp o azametli dağlara doğru dikkatlice bakın. Dere yataklarına ve deniz kıyılarına, mühendislik uygulamalarına uymayan müdahaleler, kontrolsüz bir şekilde sürüyor. Doğayı, dere yataklarını, deniz kıyılarını, suları kirletiyorlar. Su fakiri bir bölge Karadeniz sanılanın tersine. Giresun köylerinde yazın yağmurlar kesildi mi içecek suyu zor bulursunuz. Çöpleri kaldırıp derelere denizlere fırlatıyorlar. Dereler taştı mı Karadenizlinin ayıbını dereler boyu taşıyıp denize serpiştiriyor. O gördüğünüz yeşillikte ormanı yok edip yerine dikilen çay ve fındık bitkilerinin yeşilliği. Koyun üzerine milliyetçilik ve yobazlığı, Karadeniz’deki gericiliğin kaynaklarına ulaşmış olursunuz. Pazar günkü referandumda sadece iki şehirden “hayır” çıktı haliyle. Biri sanayi şehri Zonguldak, diğeri ise ilerici geleneğini her şeye rağmen korumayı başaran Artvin. Başka nasıl olabilir ki?
***
İç Anadolu’nun gericiliğin kökenleri Karadeniz’dekinden daha derin. Bu gericiliği anlamak için Balkan Harbi boyunca Balkanlardan göçüp bu bölgeye yerleşen yığılan kitlelerin ruh hallerini anlamak lazım. Gayrı Müslimlerden kaçıp geldiler. Geldikleri yerlerde de hâkim unsur olarak gayrimüslimleri gördüler. Onları kovaladılar, mallarına, mülklerine el koydular. Müslümanlık onlar için tek ve en belirgin kimlikti. Bütün diğer inançları bir tür düşman olarak algıladılar ve durumları ile ilgili her tartışmayı düşmanca karşıladılar. Selanik’in, Yanya’nın, Manastır’ın Kavala’nın kırsalından kopup geldiler. Geldikleri yerde Selanik’i, Yanya’yı, Manastır’ı, Kavala’yı, çağdaş, modern, laik kentlerin aydınlığını hatırlatan ne varsa düşman oldular. Bu kendi üzerine kapanmış Anadolu gericiliğidir.
Bizim cumhuriyetimiz bir Rumeli ürünüdür. İstanbul’daki gerici ayaklanmayı bastıran hareket Ordusu ile gelmiştir, o kadrolarla inşa edilmiştir. O yüzden Anadolu gericiliği ona bir tepki olarak gelişti ve bu esintiyi taşıyan her harekete düşman oldu. Hala öyle.
Ama denize yaklaştıkça ve kentleşme yolunu açtıkça Anadolu gericiliği için de alan daralıyor. Siyasal İslamcı hareketin en çok destek bulduğu kentler, örnek Kayseri ve Konya, kızlı erkekli öğrencilerin kafelerde yan yana oturduğu modern kentler aslında. Ama sağ siyasi örgütlerle bu kentler arasında da bir patronaj ilişkisi var. Anadolu’nun geleneksel gericiliği çıkar birliği üzerine kurulu modern piyasacı bir gericiliğe dönüşmüş, yerleşmiş. Bu da hızla çözülecektir.
Çaldılar ve iktidar kaldılar. Ancak bu iktidar olma durumunun en “hayır”lı hali siyasal İslamcılığın gerici milliyetçiliği de arkasından sürükleyerek uçuruma yuvarlanmasıdır.
Pazar günkü referandumda oluşan tabloya dönüp bir daha bakın. Ortada gericiliğin kaynağı İç Anadolu var. Yalnız bu kez Eskişehir ve Ankara gibi önemli kentler düştü. Bu bölge Ege, Akdeniz ve Güneydoğu tarafından kuşatıldı. Ama buna karşın Karadeniz’de umulmadık bir müttefik buldu. AKP’yi kalan iç Anadolu ve Karadeniz’dir. İlki çoraktır, ikincisi de çoraklaşmanın en büyük adayıdır. Türkiye büyük bir hızla kentlere yığılıyor. Bir süre sonra sağ siyaset için o bölgeden çıkmanın da imkânı kalmayacaktır.
***
Türkiye’de ilk kez saflar bu kadar netleşiyor. Artık kavga kır ile kent arasında, gericilik ile ilericilik arasında, cehaletle bilgi arasında, karanlıkla aydınlık arasında, zorbalıkla direniş arasında, yobazizmle hoşgörü arasında, ortaçağla çağdaşlık arasında, gaddarlıkla şefkat arasında, aptallıkla akıl arasındadır. Emin olun biz kazanacağız. Tek şartı ve yolu var artık. Örgütleneceğiz. Hep söylüyorum: Ya bir yol bulacağız ya bir yol olacağız! Başka imkânımız var mı?
Orhan Gökdemir / SOL
Öyle bir hal ki, şimdi dönüp bunlara bakan faşist Kenan Evren’in dönemine rahmet okuyor. DGM’lerde yargılandım birkaç kez. Haklarını teslim edelim, bunların mahkemelerini görünce o mahkemelerin mahkeme olduğunu, hukuka uygun davrandıklarını anladım. Ben siyasal İslamcılardan önce YSK ile ilgili bir tartışma yapıldığını hatırlamıyorum. Oy çalma düşünülmezdi, şimdi vaka-ı adiyeden sayılıyor. 12 Eylül karanlığında bile haksızlığa hukuksuzluğa başkaldıran, boyun eğmeyen yargıçlar, savcılar vardı. Şimdi yok. Bütün okulları bitirdiler, bütün üniversiteleri imam hatibe çevirdiler. Ordunun başına badem bıyık bir tosuncuğu general atadılar ki bakıp bakıp gülüyorum hala. “Şanlı Türk Ordusu” İngilizlere silah teslim ederken bile böyle sefil görünmüyordu. Teslim aldılar ülkeyi. Bakın, görüp görebileceğiniz safi bir ohal’dir. Sopaya dayanarak geldiler, dümdüz, ölçüsüz bir sopaya dönüştüler.
***
Kanıtı ohal koşullarında sopa tehdidi altında yaptığımız referandum. Devleti bir tuhaf AKP militanına dönüştürdüler. Dağ taş “evet”e boyandı. Sadece “evet” mitingleri yapıldı, sadece “evet” pankartları açıldı, sadece “evet” konuştu, sadece “evet” dinlendi. Sonuç: “Evet” kaybetti. Hazırlıklıydılar, gidip çaldılar. “Hayır” önde çıktı ama “evet” kazandı. Hırsızlığı YSK ve AYM onayladı, çünkü onlar da İslamcıların elindeydi. Adlarında adalet var, adaleti sildiler. Adlarında kalkınma var, ülkeyi muz cumhuriyetine çevirdiler. Adlarında parti var, çeteye dönüştüler.
Ama işte deniz bitiyor. Ellerinde kaldı İç Anadolu ve Karadeniz. Onlar da gitti gidiyor!
***
Karadenizliyim, bilirim; Mal varlığı fındık ve çaydan ibarettir. Bu “monokültür” uzun yıllar Karadeniz köylüsünü bir yoksulluk cenderesinde tuttu. Göçtüler ama toprakla bağları da sürüyor hala. Fındık az emek isteyen bir bitki. Neredeyse üzerinde meyve kendi kendine yetişiyor. Köyüne yılda bir ay uğrayan “köylü”ye de gidip o meyveyi yağmalamak düşüyor. Çayda da durum böyle. Bir de AKP ülkeye sıcak para aktığı dönemde köylüyü bir tür maaşa bağlamış çeşitli teşviklerle. Toprağı olana, toprağa uğramasa da uzun vadeli krediler vermiş, borç para dağıtmış. Böylece köylü üzerinde bir tür patronaj mekanizması kurmuş. Bunun karşılığında da oyunu hep kendisine vermesini istiyor. AKP Karadeniz’de bir tür zalim ağa haline gelmiştir. Bölgenin “faşo ağa”sıdır AKP.
Yoksulluk almış başını yürümüş. Nüfusun yarısı artık AKP ile sınırı silikleşmiş devletten yardım alarak geçiniyor. Nevzuhur Karadeniz gericiliğinin kaynağı işte bu tuhaf tepetaklak âlem. Yarı köylülük hâkim bölgede. O yarı köylülüğün üzerinde lümpen dinci bir ruh hali yeşeriyor. İkisi de bayağı bir yozlaşmanın tezahürleri. AKP de aslında bundan ibaret. Yarı köylü, lümpen ve dinci bir parti AKP. Buna “milletin dilinden anlamak” diyorlar!
Bu nevzuhur oluşumun mekâna yansıması ise bir fecaat. Dışarıdan baktığınızda her yer yeşillik, dereler yerli yerinde. Kıyı boyunca uzanan otobandan pek az kıyı şeridi kurtulmuş ama ona bile zamanla alışıyor insan. Yer kazanmak için ha bire denizi doldurup duruyorlar. Denizle bir türlü barışamamış bir halk Karadeniz halkı. Elinden gelse denizi büsbütün dolduracak, yaşadığı yerle bağını kesecek. Çünkü yüz yıl öncesine kadar denize kıyısı olan şehirlerde yaşayanlar göçüp gitmiş. Dağ köylüleri inmiş boşalan yerlere. Eski evleri yıkmışlar, yerlerine bugünkü şehirlere görünümünü veren biçimsiz “lazgotik” binaları yapmışlar.
Denizle barışık değil de doğayla arası iyi mi? Geçerken şöyle bir dönüp o azametli dağlara doğru dikkatlice bakın. Dere yataklarına ve deniz kıyılarına, mühendislik uygulamalarına uymayan müdahaleler, kontrolsüz bir şekilde sürüyor. Doğayı, dere yataklarını, deniz kıyılarını, suları kirletiyorlar. Su fakiri bir bölge Karadeniz sanılanın tersine. Giresun köylerinde yazın yağmurlar kesildi mi içecek suyu zor bulursunuz. Çöpleri kaldırıp derelere denizlere fırlatıyorlar. Dereler taştı mı Karadenizlinin ayıbını dereler boyu taşıyıp denize serpiştiriyor. O gördüğünüz yeşillikte ormanı yok edip yerine dikilen çay ve fındık bitkilerinin yeşilliği. Koyun üzerine milliyetçilik ve yobazlığı, Karadeniz’deki gericiliğin kaynaklarına ulaşmış olursunuz. Pazar günkü referandumda sadece iki şehirden “hayır” çıktı haliyle. Biri sanayi şehri Zonguldak, diğeri ise ilerici geleneğini her şeye rağmen korumayı başaran Artvin. Başka nasıl olabilir ki?
***
İç Anadolu’nun gericiliğin kökenleri Karadeniz’dekinden daha derin. Bu gericiliği anlamak için Balkan Harbi boyunca Balkanlardan göçüp bu bölgeye yerleşen yığılan kitlelerin ruh hallerini anlamak lazım. Gayrı Müslimlerden kaçıp geldiler. Geldikleri yerlerde de hâkim unsur olarak gayrimüslimleri gördüler. Onları kovaladılar, mallarına, mülklerine el koydular. Müslümanlık onlar için tek ve en belirgin kimlikti. Bütün diğer inançları bir tür düşman olarak algıladılar ve durumları ile ilgili her tartışmayı düşmanca karşıladılar. Selanik’in, Yanya’nın, Manastır’ın Kavala’nın kırsalından kopup geldiler. Geldikleri yerde Selanik’i, Yanya’yı, Manastır’ı, Kavala’yı, çağdaş, modern, laik kentlerin aydınlığını hatırlatan ne varsa düşman oldular. Bu kendi üzerine kapanmış Anadolu gericiliğidir.
Bizim cumhuriyetimiz bir Rumeli ürünüdür. İstanbul’daki gerici ayaklanmayı bastıran hareket Ordusu ile gelmiştir, o kadrolarla inşa edilmiştir. O yüzden Anadolu gericiliği ona bir tepki olarak gelişti ve bu esintiyi taşıyan her harekete düşman oldu. Hala öyle.
Ama denize yaklaştıkça ve kentleşme yolunu açtıkça Anadolu gericiliği için de alan daralıyor. Siyasal İslamcı hareketin en çok destek bulduğu kentler, örnek Kayseri ve Konya, kızlı erkekli öğrencilerin kafelerde yan yana oturduğu modern kentler aslında. Ama sağ siyasi örgütlerle bu kentler arasında da bir patronaj ilişkisi var. Anadolu’nun geleneksel gericiliği çıkar birliği üzerine kurulu modern piyasacı bir gericiliğe dönüşmüş, yerleşmiş. Bu da hızla çözülecektir.
Çaldılar ve iktidar kaldılar. Ancak bu iktidar olma durumunun en “hayır”lı hali siyasal İslamcılığın gerici milliyetçiliği de arkasından sürükleyerek uçuruma yuvarlanmasıdır.
Pazar günkü referandumda oluşan tabloya dönüp bir daha bakın. Ortada gericiliğin kaynağı İç Anadolu var. Yalnız bu kez Eskişehir ve Ankara gibi önemli kentler düştü. Bu bölge Ege, Akdeniz ve Güneydoğu tarafından kuşatıldı. Ama buna karşın Karadeniz’de umulmadık bir müttefik buldu. AKP’yi kalan iç Anadolu ve Karadeniz’dir. İlki çoraktır, ikincisi de çoraklaşmanın en büyük adayıdır. Türkiye büyük bir hızla kentlere yığılıyor. Bir süre sonra sağ siyaset için o bölgeden çıkmanın da imkânı kalmayacaktır.
***
Türkiye’de ilk kez saflar bu kadar netleşiyor. Artık kavga kır ile kent arasında, gericilik ile ilericilik arasında, cehaletle bilgi arasında, karanlıkla aydınlık arasında, zorbalıkla direniş arasında, yobazizmle hoşgörü arasında, ortaçağla çağdaşlık arasında, gaddarlıkla şefkat arasında, aptallıkla akıl arasındadır. Emin olun biz kazanacağız. Tek şartı ve yolu var artık. Örgütleneceğiz. Hep söylüyorum: Ya bir yol bulacağız ya bir yol olacağız! Başka imkânımız var mı?
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder