Son günlerde, Atatürk heykellerine
saldırılar yine arttı. 30 Temmuz’da Şanlıurfa Siverek’te, ardından
ağustos ayında Zonguldak’taki Atatürk heykelleri saldırıya uğradı.
Zonguldak’ta heykele saldıran kişinin hâlâ bulunmamış olmasına karşın, Siverek’teki heykele elinde keski ve çekiçle saldıran Mehmet Malbora eylem halinde yakalanmış, ardından da çıkarıldığı mahkeme tarafından, Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı ve 31 Temmuz 1951 tarihli yasa gereğince tutuklanmıştır.
Yakın geçmişe şöyle bir göz attığımızda görürüz ki, Atatürk heykellerine saldırı çok partili rejim ile birlikte toplumsal yaşamımıza girmiştir.
1950 yılında iktidara gelir gelmez ilk girişimlerden biri olarak Arapça ezan yasağını kaldırarak, Türkçe ezan uygulamasına son veren DP’nin icraatından cesaret alan Pilavoğlu önderliğindeki “Ticani”ler, Atatürk büst ve heykellerine saldırmaya başlamışlardı. Bu eylemlerin ilki 27 Şubat 1951 yılı Kırşehir’de olmuş, oradaki Atatürk büstünün parçalanmasının ardından da bunu 20 yeni girişim izlemişti.
Bu olay o sıralarda bir zamanlar Atatürk’ün başbakanı olduğunu henüz unutmamış olan Celal Bayar’ı çok rahatsız etmiş ve Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen ünlü 5 maddelik 5816 sayılı kanun çıkarılmıştır.
Bu tür girişimlerden içten içe pek memnun olanlar, Prof. Hirsh’ten mütalaa alınmasını fırsat bilerek “bir Yahudi tarafından hazırlandığı”nı ileri sürdükleri bu yasaya çok kızmaktadırlar.
Doğrusu, çok garip olan bu yasanın kaldırılması gerektiğini ben de düşünüyorum.
Aslında Atatürk’ün heykellerine saldıranlar, onun simgesi olduğu laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmayı amaçlayan Cumhuriyet’in düşmanlarıdırlar ve asıl hedef de heykeller değil laik Cumhuriyet’tir.
Laik demokrasiyi korumak için ise başta anayasa olmak üzere yasalar ve kurullar ile kurumlar da var.
Onlar aracılığıyla demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve laikliği korumak varken, onları görmezden gelip, aklını heykelle bozmuş mürtecinin şapşalına saldırmak, son zamanlarda laiklik karşıtı kesimlerde de moda olan deyimiyle trajikomik bir durum oluyor.
Çünkü her şeyden önce, elinde keski ve çekiçle heykel kırarak laikliği yıkmaya kalkışan adamın hali komiktir. Bu komikliği ciddiye alarak, laikliğe devletin bütün olanaklarıyla donatılmış olarak damardan saldıranları görmezden gelirken, heykel yıkıcılarla uğraşmak da aynı derecede komiktir.
Sırtı pek mürtecinin onartacağı yalanıyla, kamusal olduğunu ileri sürdüğü yetkiyi kullanarak, hiçbir yaptırımla karşılaşmaksızın, tümüyle kaldırma olanağına sahip olduğu bir heykele çekiç ve keskiyle saldırıp zarar verdiği için mürtecinin şapşalının 1 ila 5 yıl hapis yatması adalet duygusu açısından trajiktir de aynı zamanda.
Eskiler “Davacının şaşkını derdini mübaşire anlatırmış” derlerdi, onun gibi, mürtecinin şapşalı da öfkesini heykelden çıkartmaya çalışır.
Ve 5816 sayılı yasa gereğince de kamu, mürtecinin şapşalının yakasına yapışır.
Oysa o sırada, o heykellerin simgelediği laik Cumhuriyet’in bütün kurul ve kurumları mürtecinin kurnazının yönettiği topyekün saldırının hedefi olmakta, bunları savunmaktan başka günahları olmayanlar hapislerde çürütülmekte, laik Cumhuriyet’in bütün kalelerine girilmiş, bütün kurumları işgal edilmiş bulunmaktadır.
Bundan daha trajikomik bir şey olabilir mi?
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Zonguldak’ta heykele saldıran kişinin hâlâ bulunmamış olmasına karşın, Siverek’teki heykele elinde keski ve çekiçle saldıran Mehmet Malbora eylem halinde yakalanmış, ardından da çıkarıldığı mahkeme tarafından, Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı ve 31 Temmuz 1951 tarihli yasa gereğince tutuklanmıştır.
Yakın geçmişe şöyle bir göz attığımızda görürüz ki, Atatürk heykellerine saldırı çok partili rejim ile birlikte toplumsal yaşamımıza girmiştir.
1950 yılında iktidara gelir gelmez ilk girişimlerden biri olarak Arapça ezan yasağını kaldırarak, Türkçe ezan uygulamasına son veren DP’nin icraatından cesaret alan Pilavoğlu önderliğindeki “Ticani”ler, Atatürk büst ve heykellerine saldırmaya başlamışlardı. Bu eylemlerin ilki 27 Şubat 1951 yılı Kırşehir’de olmuş, oradaki Atatürk büstünün parçalanmasının ardından da bunu 20 yeni girişim izlemişti.
Bu olay o sıralarda bir zamanlar Atatürk’ün başbakanı olduğunu henüz unutmamış olan Celal Bayar’ı çok rahatsız etmiş ve Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen ünlü 5 maddelik 5816 sayılı kanun çıkarılmıştır.
***
Evet, kimilerinin sandığının aksine Atatürk’ü
Koruma Kanunu CHP iktidarı sırasında değil, DP döneminde Celal Bayar’ın
girişimiyle çıkarılmıştır. Neden böyle olduğu da açıktır. Çünkü
Atatürk’e ve heykellerine saldırı, icraatıyla, heveslilerinde artık
böyle girişimlerin zamanının geldiği kanısı uyanmasına yol açan DP
döneminde olmuştur da ondan. Bu tür girişimlerden içten içe pek memnun olanlar, Prof. Hirsh’ten mütalaa alınmasını fırsat bilerek “bir Yahudi tarafından hazırlandığı”nı ileri sürdükleri bu yasaya çok kızmaktadırlar.
Doğrusu, çok garip olan bu yasanın kaldırılması gerektiğini ben de düşünüyorum.
Aslında Atatürk’ün heykellerine saldıranlar, onun simgesi olduğu laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmayı amaçlayan Cumhuriyet’in düşmanlarıdırlar ve asıl hedef de heykeller değil laik Cumhuriyet’tir.
Laik demokrasiyi korumak için ise başta anayasa olmak üzere yasalar ve kurullar ile kurumlar da var.
Onlar aracılığıyla demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve laikliği korumak varken, onları görmezden gelip, aklını heykelle bozmuş mürtecinin şapşalına saldırmak, son zamanlarda laiklik karşıtı kesimlerde de moda olan deyimiyle trajikomik bir durum oluyor.
Çünkü her şeyden önce, elinde keski ve çekiçle heykel kırarak laikliği yıkmaya kalkışan adamın hali komiktir. Bu komikliği ciddiye alarak, laikliğe devletin bütün olanaklarıyla donatılmış olarak damardan saldıranları görmezden gelirken, heykel yıkıcılarla uğraşmak da aynı derecede komiktir.
Sırtı pek mürtecinin onartacağı yalanıyla, kamusal olduğunu ileri sürdüğü yetkiyi kullanarak, hiçbir yaptırımla karşılaşmaksızın, tümüyle kaldırma olanağına sahip olduğu bir heykele çekiç ve keskiyle saldırıp zarar verdiği için mürtecinin şapşalının 1 ila 5 yıl hapis yatması adalet duygusu açısından trajiktir de aynı zamanda.
Eskiler “Davacının şaşkını derdini mübaşire anlatırmış” derlerdi, onun gibi, mürtecinin şapşalı da öfkesini heykelden çıkartmaya çalışır.
Ve 5816 sayılı yasa gereğince de kamu, mürtecinin şapşalının yakasına yapışır.
Oysa o sırada, o heykellerin simgelediği laik Cumhuriyet’in bütün kurul ve kurumları mürtecinin kurnazının yönettiği topyekün saldırının hedefi olmakta, bunları savunmaktan başka günahları olmayanlar hapislerde çürütülmekte, laik Cumhuriyet’in bütün kalelerine girilmiş, bütün kurumları işgal edilmiş bulunmaktadır.
Bundan daha trajikomik bir şey olabilir mi?
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder