AKP’nin 2002 yılında iktidara geldiği zaman ilan ettiği hedefi şuydu:
İslam ile kapitalizmi bağdaştırarak, ülkede bölgede ve dünyada kapitalizmin ve onun son aşaması küreselleşmenin genel gidişine eklemlenmek, bu amacın gerektirdiği piyasanın güvenini sağlayacak denetim mekanizmalarını koruyarak, Türkiye’yi İslam inancı ile kapitalizmi uzlaştırmış egemen dünya düzeninin gerekleri doğrultusunda davranır yola sokmak.
Formülü CIA’nın laboratuvarlarında geliştirilmiş olan model, ılımlı İslam olarak yazılıyor, uyumlu İslam olarak okunuyordu.
Model yalnız Türkiye’ye özgü olmayıp evrenseldi ve Türkiye’deki aygıtının başındaki kişi de başlangıçta bu evrensel misyonun gerekli kıldığı ağırlıkla siyasal çekicilik gücüne sahip görünüyordu.
AKP’nin 2002’de iktidara geldiği zaman, açıkça ilan etmediği bir amacı daha vardı.
O da laik Cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmak, Türkiye’yi mezheplerin tarikatların egemenliğinde, laiklik karşıtı, yalnız rejime ve onun egemenlerine biat edenlerin yaşama, çalışma, kazanma, her türlü denetimden azade olarak ceplerini doldurma özgürlüğüne sahip oldukları yeni bir yönetimin sultası altına sokmak.
Gizli gündem, AKP’nin liderine İslam dünyasının önderi olarak içte ve dışta destek sağlayarak, güçlendirmeyi de öngörürken, aynı zamanda amacın gerçekleşmesine elverişli yeni dengeleri de zorunlu kılmaktaydı.
Başlangıçta, açık gündem ile gizli gündeme yönelik dengelerin oluşturulması uyum içinde yürütüldüyse de, zaman içinde gizli gündem doğrultusunda atılan adımlar, istenen yürüyüşle uygun adımı sağlayamamaya başlamıştı.
Ama bu arada dengeler, laik Cumhuriyetin kazanımları ve dolayısıyla Atatürk ile hesaplaşma doğrultusunda iktidara büyük olanaklar sağlayacak şekilde değişmişti.
Dengelerin değişmesinde, emperyalizmin, Fethullah Gülen grubunun, çeşitli gerekçelerle Kemalizmin tasfiyesini “yetmez ama evet” diye destekleyen kendini garip bir biçimde sol olarak ifade eden grubun da etkisi olmuştu.
15 yıllık iktidar döneminde, AKP yurttaşın yaşamının her yönünü, beşikten mezara her anını denetleyerek, Milli Eğitim’i, üniversiteleri, basını, yasamayı, yargıyı bütünüyle sultası altına almasıyla, muhaliflerini, bulundukları yerden orası velev ki parlamento olsun, çıkarıp hapse tıkmasına karşın, ilan edilmiş amacında da, gizli gündeminde de başarı kazanamadı.
Dış dayanaklar, sağladıkları desteğin kendi amaçları dışında kullanılmasını kabullenmediler, ılımlı İslamın yapısı gereği yeterince uyumlu olamayacağını gördüler, evrensel model çöktü.
İçeride laik Cumhuriyetin kurum ve kazanımlarına karşı girişilen amansız savaşta Atatürk’ü silme yolundaki girişimler bir türlü istenen sonucu vermedi. Toplumun tepkisi arttı.
Bunun üzerine şu kurnaz formül geliştirildi:
- Atatürk’ü ne yapsak silemiyoruz, bari kendimize uyduralım.
Yöntem yeni değildi. Daha önce Washington’ın “bizim çocuklar” olarak niteledikleri 12 Eylül generalleri tarafından uygulanmış, her türlü zulüm ve baskı İslamcılıkla birlikte, yüksek milliyetçilik sosuna bandırılmış bir Kemalizm olarak kamuoyuna yutturulmaya çalışılmıştı.
12 Eylül zulmünün gerçek sorumlularıyla, laik Cumhuriyetin kurum ve kazanımlarının toplumun belirli bir kesimi tarafından birbirine karıştırılmasının, siyasal ekolojik dengesi bozulan ülkeyi getirdiği nokta da göz önünde bulundurulduğunda, yöntemin amacına ulaştığı söylenebilir.
Ancak aynı suda iki defa yıkanılmayacağı gibi aynı yöntemin bu kez de başarı ile uygulanamayacağı görülüyor.
Bir türlü silemedikleri Atatürk’ü kendilerine benzetme girişimlerine payanda olan tabanını yitirmiş Devlet Bahçeli’nin şaşkın haline bakarak da bu gerçeği kestirmek mümkün.
Ali Sirmen/CUMHURİYET
İslam ile kapitalizmi bağdaştırarak, ülkede bölgede ve dünyada kapitalizmin ve onun son aşaması küreselleşmenin genel gidişine eklemlenmek, bu amacın gerektirdiği piyasanın güvenini sağlayacak denetim mekanizmalarını koruyarak, Türkiye’yi İslam inancı ile kapitalizmi uzlaştırmış egemen dünya düzeninin gerekleri doğrultusunda davranır yola sokmak.
Formülü CIA’nın laboratuvarlarında geliştirilmiş olan model, ılımlı İslam olarak yazılıyor, uyumlu İslam olarak okunuyordu.
Model yalnız Türkiye’ye özgü olmayıp evrenseldi ve Türkiye’deki aygıtının başındaki kişi de başlangıçta bu evrensel misyonun gerekli kıldığı ağırlıkla siyasal çekicilik gücüne sahip görünüyordu.
AKP’nin 2002’de iktidara geldiği zaman, açıkça ilan etmediği bir amacı daha vardı.
O da laik Cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmak, Türkiye’yi mezheplerin tarikatların egemenliğinde, laiklik karşıtı, yalnız rejime ve onun egemenlerine biat edenlerin yaşama, çalışma, kazanma, her türlü denetimden azade olarak ceplerini doldurma özgürlüğüne sahip oldukları yeni bir yönetimin sultası altına sokmak.
***
Laik Cumhuriyet karşıtlığı, onun kurucusu ve simgesi olan Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığını da kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyordu. Gizli gündem, AKP’nin liderine İslam dünyasının önderi olarak içte ve dışta destek sağlayarak, güçlendirmeyi de öngörürken, aynı zamanda amacın gerçekleşmesine elverişli yeni dengeleri de zorunlu kılmaktaydı.
Başlangıçta, açık gündem ile gizli gündeme yönelik dengelerin oluşturulması uyum içinde yürütüldüyse de, zaman içinde gizli gündem doğrultusunda atılan adımlar, istenen yürüyüşle uygun adımı sağlayamamaya başlamıştı.
Ama bu arada dengeler, laik Cumhuriyetin kazanımları ve dolayısıyla Atatürk ile hesaplaşma doğrultusunda iktidara büyük olanaklar sağlayacak şekilde değişmişti.
Dengelerin değişmesinde, emperyalizmin, Fethullah Gülen grubunun, çeşitli gerekçelerle Kemalizmin tasfiyesini “yetmez ama evet” diye destekleyen kendini garip bir biçimde sol olarak ifade eden grubun da etkisi olmuştu.
15 yıllık iktidar döneminde, AKP yurttaşın yaşamının her yönünü, beşikten mezara her anını denetleyerek, Milli Eğitim’i, üniversiteleri, basını, yasamayı, yargıyı bütünüyle sultası altına almasıyla, muhaliflerini, bulundukları yerden orası velev ki parlamento olsun, çıkarıp hapse tıkmasına karşın, ilan edilmiş amacında da, gizli gündeminde de başarı kazanamadı.
Dış dayanaklar, sağladıkları desteğin kendi amaçları dışında kullanılmasını kabullenmediler, ılımlı İslamın yapısı gereği yeterince uyumlu olamayacağını gördüler, evrensel model çöktü.
İçeride laik Cumhuriyetin kurum ve kazanımlarına karşı girişilen amansız savaşta Atatürk’ü silme yolundaki girişimler bir türlü istenen sonucu vermedi. Toplumun tepkisi arttı.
Bunun üzerine şu kurnaz formül geliştirildi:
- Atatürk’ü ne yapsak silemiyoruz, bari kendimize uyduralım.
Yöntem yeni değildi. Daha önce Washington’ın “bizim çocuklar” olarak niteledikleri 12 Eylül generalleri tarafından uygulanmış, her türlü zulüm ve baskı İslamcılıkla birlikte, yüksek milliyetçilik sosuna bandırılmış bir Kemalizm olarak kamuoyuna yutturulmaya çalışılmıştı.
12 Eylül zulmünün gerçek sorumlularıyla, laik Cumhuriyetin kurum ve kazanımlarının toplumun belirli bir kesimi tarafından birbirine karıştırılmasının, siyasal ekolojik dengesi bozulan ülkeyi getirdiği nokta da göz önünde bulundurulduğunda, yöntemin amacına ulaştığı söylenebilir.
Ancak aynı suda iki defa yıkanılmayacağı gibi aynı yöntemin bu kez de başarı ile uygulanamayacağı görülüyor.
Bir türlü silemedikleri Atatürk’ü kendilerine benzetme girişimlerine payanda olan tabanını yitirmiş Devlet Bahçeli’nin şaşkın haline bakarak da bu gerçeği kestirmek mümkün.
Ali Sirmen/CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder