Kendi kafasına göre terör diye tanımlayabileceği
tüm hak ve özgürlük taleplerini bizzat terör yaratarak engelleyeceğini
ilan eden iktidarın tehditkâr cüreti, son kararnamelerle burnumuzun
dibine kadar geldi.
Evlerimizde saklansak, kendi işimize baksak, etliye sütlüye karışmasak bile cesaretinin boyutlarını kolayca tahmin edebileceğimiz paramiliter güçlerin saldırılardan kurtulamayacağımız zamanlar hızla yaklaşıyor.
Tam bu korkunç siyasi iklimle yüzleştiğimiz gün Çağlayan Adliyesi’nde adalet bir darbe daha yedi.
Cumhuriyet davası Ahmet’in savunmasının engellenmesiyle tam bir kaosa dönüştü ve iyice zorlu bir yola girdi.
Bunda iktidarın zorbalığı kadar, o zorbalık karşısında korkutulmayı ve sindirilmeyi sineye çeken... Sessizleştikçe sessizleşen... Her şeyi uzaktan seyreden... Evinden çıkmayan, çıkamayan... Mahkeme salonlarının kapısına bir türlü dayanamayan...
İktidarın dayattığı şiddete pasif ama kalabalık bir direnişle karşı durmanın ne kadar büyük bir güç olabileceğini hesaplayamayan binlerce insanın da payı var.
Olan biteni sosyal medyadan izlemekle ve oralardan meseleye iki laf etmekle yetinen gazeteciler ve siyasiler...
Sustukça sıranın kendilerine geleceğinden artık hiç şüphesi kalmadığı halde...
Hâlâ susan... Susan... Susan...
Ve başkalarına olduğu kadar kendisine de yapılan tüm adaletsizlikleri sindirilmiş bir öfkeyle uzaktan seyreden kalabalıklar;
Şimdiye kadar sokağa çıkmayanlar, itirazlarını yüksek sesle yapmayanlar;
Adaleti ayaklar altına alan mahkemelerin kapılarına hâlâ dayanmayanlar...
Faşizmin çıkarılan her yeni kararnameyle bir kat daha güçlendiğini ve üzerimize çöreklendiğini anlamayanlar;
Başımıza ve başlarına gelenleri, içine kaçtıkları ve her nasılsa güvenli sandıkları kabuklarından seyredenler için...
Son Cumhuriyet duruşmasından adaletsizlik manzaraları şöyleydi:
O gün...
İktidar her geçen günden daha çok hırçınlaşmıştı.
Saraydaki daha hırçındı.
Kürsüdeki daha hırçındı.
Tehlike en tepeden çağlaya çağlaya üzerimize akıyordu.
Ve herkesin aklından bundan sonra sokak ortasında yapılabilecek yargısız infazlar geçiyordu.
Tutuklu halleriyle özgür olanların ve iktidarın kanatları altında esir olanların gergin karşılaşmasında...
Arkadaşlarımız yine boşuna kürek çekiyordu.
Hâkim boş gözlerle ve kim bilir hangi düşüncelerle bir önündeki kâğıtlara baktı, bir sanıklara...
Kelimeler yüzünden korkak, cümlelerden tedirgin... Anladı.
Karşısında yenik gibi duran ama aslında her koşulda galip olan...
İktidardan korkmayan, aksine iktidarı korkutan insanlar vardı.
Kim ne derse desin, o salonda gözü dönmüş bir diktanın kötücül istekleri, mahkûm ettiği gazetecileri yargılarken yine kendini yargılayacaktı.
Ahmet duruşma salonunda “tamamen zalimliğe adanmış ve kötülüğünü şiddetle besleyen bir dikta rejiminden” bahsederken...
Gözlerinin bağı çözülmüş, saçlarından sürüklenerek yerlere düşürülmüş bir Themis taş kesilmiş, bina boşluğunda boşu boşuna duracaktı.
Ahmet’i susturdular ve zorla salondan çıkarttılar.
Arkadaşları çığlık attılar.
“Ahmet çıkacak, yine yazacak!”
O an sanki hâkim bile anladı.
O gün gerçekten gelecek ve gerçek suçlular gerçek bir mahkemede gerçek hukukla yargılanacak.
Gidişata bakılırsa o zamana kadar bu ülkede çok daha korkunç şeyler olacak.
O gün evinden çıkıp da Silivri’ye gitmeyen, gidemeyen, gitmeyi akıl edemeyen...
Mahkeme kapısında hukuksuzluklara meydan okuyarak bir arada durmanın;
Birbiriyle dayanışmanın mutlak gücünü hatırlamayan kalabalıklar...
Her zamanki gibi davranırlarsa bir kez daha hayatlarının en büyük hatasını yapacaklar.
Evet, Ahmet de, Emre de, Akın da, Murat da ve tüm diğer gazeteciler de bir gün hapisten çıkacaklar... ve yeniden yazacaklar.
Peki biz ne yapacağız?
Kendi hapislerimizden, sindirilmiş hallerimizden ne zaman çıkacağız?
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Evlerimizde saklansak, kendi işimize baksak, etliye sütlüye karışmasak bile cesaretinin boyutlarını kolayca tahmin edebileceğimiz paramiliter güçlerin saldırılardan kurtulamayacağımız zamanlar hızla yaklaşıyor.
Tam bu korkunç siyasi iklimle yüzleştiğimiz gün Çağlayan Adliyesi’nde adalet bir darbe daha yedi.
Cumhuriyet davası Ahmet’in savunmasının engellenmesiyle tam bir kaosa dönüştü ve iyice zorlu bir yola girdi.
Bunda iktidarın zorbalığı kadar, o zorbalık karşısında korkutulmayı ve sindirilmeyi sineye çeken... Sessizleştikçe sessizleşen... Her şeyi uzaktan seyreden... Evinden çıkmayan, çıkamayan... Mahkeme salonlarının kapısına bir türlü dayanamayan...
İktidarın dayattığı şiddete pasif ama kalabalık bir direnişle karşı durmanın ne kadar büyük bir güç olabileceğini hesaplayamayan binlerce insanın da payı var.
Olan biteni sosyal medyadan izlemekle ve oralardan meseleye iki laf etmekle yetinen gazeteciler ve siyasiler...
Sustukça sıranın kendilerine geleceğinden artık hiç şüphesi kalmadığı halde...
Hâlâ susan... Susan... Susan...
Ve başkalarına olduğu kadar kendisine de yapılan tüm adaletsizlikleri sindirilmiş bir öfkeyle uzaktan seyreden kalabalıklar;
Şimdiye kadar sokağa çıkmayanlar, itirazlarını yüksek sesle yapmayanlar;
Adaleti ayaklar altına alan mahkemelerin kapılarına hâlâ dayanmayanlar...
Faşizmin çıkarılan her yeni kararnameyle bir kat daha güçlendiğini ve üzerimize çöreklendiğini anlamayanlar;
Başımıza ve başlarına gelenleri, içine kaçtıkları ve her nasılsa güvenli sandıkları kabuklarından seyredenler için...
Son Cumhuriyet duruşmasından adaletsizlik manzaraları şöyleydi:
O gün...
İktidar her geçen günden daha çok hırçınlaşmıştı.
Saraydaki daha hırçındı.
Kürsüdeki daha hırçındı.
Tehlike en tepeden çağlaya çağlaya üzerimize akıyordu.
Ve herkesin aklından bundan sonra sokak ortasında yapılabilecek yargısız infazlar geçiyordu.
Tutuklu halleriyle özgür olanların ve iktidarın kanatları altında esir olanların gergin karşılaşmasında...
Arkadaşlarımız yine boşuna kürek çekiyordu.
Hâkim boş gözlerle ve kim bilir hangi düşüncelerle bir önündeki kâğıtlara baktı, bir sanıklara...
Kelimeler yüzünden korkak, cümlelerden tedirgin... Anladı.
Karşısında yenik gibi duran ama aslında her koşulda galip olan...
İktidardan korkmayan, aksine iktidarı korkutan insanlar vardı.
Kim ne derse desin, o salonda gözü dönmüş bir diktanın kötücül istekleri, mahkûm ettiği gazetecileri yargılarken yine kendini yargılayacaktı.
Ahmet duruşma salonunda “tamamen zalimliğe adanmış ve kötülüğünü şiddetle besleyen bir dikta rejiminden” bahsederken...
Gözlerinin bağı çözülmüş, saçlarından sürüklenerek yerlere düşürülmüş bir Themis taş kesilmiş, bina boşluğunda boşu boşuna duracaktı.
Ahmet’i susturdular ve zorla salondan çıkarttılar.
Arkadaşları çığlık attılar.
“Ahmet çıkacak, yine yazacak!”
O an sanki hâkim bile anladı.
O gün gerçekten gelecek ve gerçek suçlular gerçek bir mahkemede gerçek hukukla yargılanacak.
***
Bir dahaki duruşma 9 Mart’ta, Silivri’de... Gidişata bakılırsa o zamana kadar bu ülkede çok daha korkunç şeyler olacak.
O gün evinden çıkıp da Silivri’ye gitmeyen, gidemeyen, gitmeyi akıl edemeyen...
Mahkeme kapısında hukuksuzluklara meydan okuyarak bir arada durmanın;
Birbiriyle dayanışmanın mutlak gücünü hatırlamayan kalabalıklar...
Her zamanki gibi davranırlarsa bir kez daha hayatlarının en büyük hatasını yapacaklar.
Evet, Ahmet de, Emre de, Akın da, Murat da ve tüm diğer gazeteciler de bir gün hapisten çıkacaklar... ve yeniden yazacaklar.
Peki biz ne yapacağız?
Kendi hapislerimizden, sindirilmiş hallerimizden ne zaman çıkacağız?
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder