Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) bu yıl kuruluşunun 70. yılını kutluyor. Tarihin gördüğü en kanlı ve acımasız boğazlaşma olan İkinci Dünya Savaşı sona erdikten üç yıl sonra, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) bünyesinde, tiyatro ve dans sanatlarından önemli isimlerin, uzmanların bir araya gelmesiyle kurulan ITI’nin en önemli amaçları, insanlık ailesinde uzlaşma ve barışı öne çıkarmak; her türlü kültürel ifadenin güneşin altında yerini korumasına yardım etmektir.
Bu amaçları ve tiyatronun kültürler arası konumunu 70. yılında bir kez daha vurgulamak isteyen ITI, bu yılki uluslararası bildirinin bir tek sanatçı tarafından değil, beş farklı UNESCO bölgesinden birer temsilci tarafından kaleme alınmasına karar verdi. Sonuçta, Asya Pasifik Bölgesi’ni temsilen Hindistan’dan yönetmen, oyuncu, akademisyen Ram Gopal Bajaj; Arap ülkelerini temsilen Lübnan’dan yönetmen, oyuncu, yazar Maya Zbib; Avrupa’yı temsilen İngiltere’den oyuncu, yazar Simon Mc Burney; Amerika kıtalarını temsilen Meksika’dan oyun yazarı, gazeteci Sabina Berman ve Afrika’yı temsilen Fildişi Sahili’nden yazar, yönetmen, oyuncu, ressam Were Were Liking tarafından yazılmış beş uluslararası bildiri ortaya çıktı.
ITI Türkiye Merkezi’nin Ulusal Bildirisi’ni ise bu yıl değerli yazar, eleştirmen ve akademisyen Zehra İpşiroğlu kaleme aldı.
Kaygı, umut ve güven
Tiyatronun ve genelde sanatın insanlığı bölen sınırları tanımayan, farklılıkları ise bir zenginlik olarak yaşayan birleştirici soluğuna çok uygun düşen bu bildirilere göz atıldığında, dünyanın çok farklı köşelerinden sanatçılarda üç ortak duygunun öne çıktığı görülüyor: Kaygı, umut ve sanatın, tiyatronun gücüne duyulan güven.
Sanatçılar gezegenimizin karşı karşıya olduğu çok yönlü tehditlerin; savaşın, ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın, doğanın telafisi imkânsız bir biçimde tahrip edilmesinin, sanatı söyleyeceği sözden uzaklaştıran tüketim zihniyetinin karşısında kaygı duyuyorlar.
Sanatçılar gezegenimizin karşı karşıya olduğu çok yönlü tehditlerin; savaşın, ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın, doğanın telafisi imkânsız bir biçimde tahrip edilmesinin, sanatı söyleyeceği sözden uzaklaştıran tüketim zihniyetinin karşısında kaygı duyuyorlar.
Lübnan’dan Maya Zbib soruyor: “Geleceğimizi nasıl yeniden tahayyül edebiliriz? Güvenlik ve konfor hâkim söylemlerin başlıca kaygı ve önceliğini oluştururken, yine de rahatsız edici sohbetlere girebilir miyiz? Ayrıcalıklarımızı yitirmekten korkmadan tehlikeli bölgelere uzanabilir miyiz?”
İngiltere’den Simon Mc Burney, “Duyarsızlığın geçer akçe, umudun kaçak kargo haline geldiği acımasız bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Ve bu zorbalığın bir bölümü de sadece mekânı değil, zamanı da kontrol etmeyi kapsıyor. İçinde yaşadığımız zaman, şimdiden kaçınıyor” diyor. Ama umudu da yitirmiyorlar; çünkü insan,
Fildişi Sahili’nden Were Were Liking’in dediği gibi, “Kendi düşünceleriyle kurabileceği, kendi elleriyle şekillendirebileceği daha iyi bir var oluş, daha iyi bir dünya özlemi”nden vazgeçmiyor, vazgeçmemeli...
Meksika’dan Sabina Berman’ın deyimiyle, “şimdinin içinde olmanın sanatı” olan tiyatro ise, bugünün dağılmış, bölünmüş, araya duvarlar çekilmiş dünyasında korkuları aşmayı, insanları hemen şimdi ve burada bir araya getirmeyi mümkün kılacak, bir “sığınak” olarak betimleniyor.
Hindistan’dan Ram Gopal Bajaj tiyatronun pedagojik önemine vurgu yaparken, “Oyunculuk sanatının ve (canlı) gösteri sanatlarının ilköğretim içinde çocuklara sunulması”nı öneriyor: “Böyle yetişecek bir kuşağın, yaşamın ve doğanın doğrularına daha duyarlı olacağına inanıyorum.”
Ve Arthur Miller’ın 1963’te kaleme aldığı Dünya Tiyatro Günü Bildirisi’nden şu satırlarla bitirelim: “Diplomasi ve politikanın son derece kısa ve güçsüz kollara sahip olduğu bir dönemde, sanatın o hassas ama bazen fazlasıyla uzaklara ulaşabilen kolları, insan topluluğunu bir arada tutma sorumluluğunu yüklenmelidir.”
27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun; daha çok sanat, daha çok özgürlük, daha çok barış...
Ayşe Emel Mesci / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder