İktidarın muhalefetteki bir partiyi seçime sokmama üzerine kurulmuş seçim stratejisi, YSK’ye çekilen fırçaya bakılırsa pek de beklemediklerini düşünebileceğimiz bir hamleyle boşa düşürüldü, iyidir. Öte yandan, bu hamlenin başka bir boyutunda hem CHP’nin Kılıçdaroğlu yönetiminde giderek sağcılaşmasının ve sağa alan açma arzusunun hem de CHP tabanının CHP’nin adayından çok, başka bir partinin, üstelik de sağcı bir partinin adayından heyecanlanmasının ve ancak onun başarılı olabileceğine inanmasının izdüşümünü görmemek mümkün değildir.
Asıl üzerine düşünülmesi gereken de budur:
Türkiye’deki düzen siyasetinin bütün aktörleri hızla sağa çekmekte, toplumu da sağcılaştırmakta ve sağın alternatifinin yine sağ olduğu bir siyasal iklimi güçlendirmektedirler.
Ancak mesele basitçe, Akşener’e ve partisine alan açılması değildir; esas mesele, günlerdir Gül’ün CHP’nin adayı ya da muhalefetin ortak adayı olabileceğine ilişkin iddialar gündeme getirilmesidir ki, üzerine uzun uzun konuşulması gereken de budur. O halde konuşalım.
Belki bu yazı yayımlandığında CHP adayını açıklayacak ve bu isim Gül olmayacaktır, bilemiyoruz; ancak bildiğimiz bir şey var: Son üç dört gündür, CHP yönetiminin daha önce “Adaylığı hiçbir şekilde gündemimizde değildir” tarzı bir açıklama yapmaması nedeniyle Gül ismi etrafında bir spekülasyon yürütülmektedir.
Üstelik bu spekülasyonlar, temelsiz, kişisel, sırf manipülasyon yapmış olmak adına yapılan şeyler değildir, gayet planlı ve programlı bir şekilde yürütülmektedir. Cumhuriyet gazetesindeki liberaller, bu liberallerin gazeteye transfer edildiği haber sitesi, o haber sitesinin “yetmez ama evetçi” yazarları, petrol şeyhlikleri tarafından finanse edilen haber siteleri ve o sitelerdeki kiralık Cemaat kalemleri Gül adına yoğun bir propaganda yürütmekte, “Gül lobisi” adına hareket etmektedirler.
Arkada ise ABD vardır, İngiltere vardır, Suudi Arabistan vardır, TÜSİAD çevreleri vardır, Cemaat vardır. Hepsi kendi gündemleriyle bir “Gül restorasyonu”nun peşinde koşmaktadırlar. ABD için artık öngörülemeyen bir figür ve partner haline gelen Erdoğan’ı tasfiye ve belki İran saldırısı, İngiltere için has adamıyla çalışma, Suud için, Suud-Katar çekişmesinde kayıtsız şartsız yanında olacak bir isim, TÜSİAD için “eski güzel günler”e dönme özlemi, Cemaat için yeniden devlet aygıtının ve iktidar blokunun bir parçası olma imkânı…
Tüm bunların gerisinde ise elbette ki küresel sermayenin kendi esas gündemi: Giderek borç batağına sürüklenen ve hızla çöküşe ilerleyen Türkiye ekonomisiyle birlikte, Türkiye’ye borç karşılığı yeni bir IMF anlaşması dayatmak, bu anlaşma üzerinden uygulanacak yeni bir programla birlikte, neo-liberalizmin hâkimiyetini derinleştirme ve Türkiye’yi yirmi yıl daha ipotek altına alma hedefi…
Yanlış anlaşılmasın, buradan kimilerinin yaptığı gibi mevcut iktidara, anti-emperyalizm, yerlilik, millilik falan atfedecek değiliz; bilakis, bizzat bu iktidar da seçim sonrası emperyalizmle ve Batı’yla yeni bir pazarlık düzleminde buluşmanın, küresel sermayesinin gönlünü kazanmanın, halka bir kez daha o “acı ilacı” içirmenin hesaplarını yapıyor. Yapmaya çalıştığımız şey, Türkiye toplumunun önüne yarın “kırk katır mı kırk satır mı” denilerek Gül konulursa buna daha şimdiden itiraz etmek, iktidarla arasında özsel bir fark olmadığını, Batı tarafından sadece “daha güvenilir bir ortak” olarak değerlendirildiğini göstermek.
Bunun ötesinde, Gül’ün iktidar partisinin kurucularından olduğunu, bu iktidarın ilk cumhurbaşkanı olarak görev yaptığını, Türkiye’nin o cumhurbaşkanıyken dönüştürüldüğünü, görevi esnasında noterlikten başka bir tutum sergilemediğini, İslamcılığını, Cemaatle bir problemi bulunmadığını, geçmişten bugüne Cumhuriyet düşmanlığının ana odağı olan bir siyasi akımın has mensuplarından biri olageldiğini hatırlatmaya gerek bile yok.
Bu süreçte Gül aday yapılır mı yapılmaz mı, onu birkaç güne görürüz ama tartışılıyor olması bile durumu ortaya koymaya yetiyor ve hiç de şaşırtıcı değil, neden şaşırtıcı olmadığını bu köşede 17 Eylül 2017 tarihinde yayımlanan “Kanlı mı kansız mı” adlı yazıdaki şu satırları hatırlatarak yanıtlayalım ve öyle bitirmiş olalım:
“Milli Görüş gömleğini çıkaranların iktidara gelişi kansız oldu, gidişlerinin nasıl olacağını ise henüz bilemiyoruz. Eğer yeniden giyilen bu gömleğe karşı, bu sefer de AKP’nin içinden emperyalist merkezlerin desteğini almış bir ‘yenilikçi’ grup (Gül-Davutoğlu ekibi) çıkar ve inisiyatif alırsa daha az şiddet yüklü bir süreç söz konusu olabilir, diğer seçeneklerde ise kendisinin kaderi ile Türkiye’nin kaderini ortaklaştıran kişiselleşmiş iktidarın gidişi öyle kolay olmayacak ve ‘benden sonra tufan’ denilerek iktidarda kalmak için her türlü seçenek gözü kararmış bir şekilde denenecektir.”
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Asıl üzerine düşünülmesi gereken de budur:
Türkiye’deki düzen siyasetinin bütün aktörleri hızla sağa çekmekte, toplumu da sağcılaştırmakta ve sağın alternatifinin yine sağ olduğu bir siyasal iklimi güçlendirmektedirler.
Ancak mesele basitçe, Akşener’e ve partisine alan açılması değildir; esas mesele, günlerdir Gül’ün CHP’nin adayı ya da muhalefetin ortak adayı olabileceğine ilişkin iddialar gündeme getirilmesidir ki, üzerine uzun uzun konuşulması gereken de budur. O halde konuşalım.
Belki bu yazı yayımlandığında CHP adayını açıklayacak ve bu isim Gül olmayacaktır, bilemiyoruz; ancak bildiğimiz bir şey var: Son üç dört gündür, CHP yönetiminin daha önce “Adaylığı hiçbir şekilde gündemimizde değildir” tarzı bir açıklama yapmaması nedeniyle Gül ismi etrafında bir spekülasyon yürütülmektedir.
Üstelik bu spekülasyonlar, temelsiz, kişisel, sırf manipülasyon yapmış olmak adına yapılan şeyler değildir, gayet planlı ve programlı bir şekilde yürütülmektedir. Cumhuriyet gazetesindeki liberaller, bu liberallerin gazeteye transfer edildiği haber sitesi, o haber sitesinin “yetmez ama evetçi” yazarları, petrol şeyhlikleri tarafından finanse edilen haber siteleri ve o sitelerdeki kiralık Cemaat kalemleri Gül adına yoğun bir propaganda yürütmekte, “Gül lobisi” adına hareket etmektedirler.
Arkada ise ABD vardır, İngiltere vardır, Suudi Arabistan vardır, TÜSİAD çevreleri vardır, Cemaat vardır. Hepsi kendi gündemleriyle bir “Gül restorasyonu”nun peşinde koşmaktadırlar. ABD için artık öngörülemeyen bir figür ve partner haline gelen Erdoğan’ı tasfiye ve belki İran saldırısı, İngiltere için has adamıyla çalışma, Suud için, Suud-Katar çekişmesinde kayıtsız şartsız yanında olacak bir isim, TÜSİAD için “eski güzel günler”e dönme özlemi, Cemaat için yeniden devlet aygıtının ve iktidar blokunun bir parçası olma imkânı…
Tüm bunların gerisinde ise elbette ki küresel sermayenin kendi esas gündemi: Giderek borç batağına sürüklenen ve hızla çöküşe ilerleyen Türkiye ekonomisiyle birlikte, Türkiye’ye borç karşılığı yeni bir IMF anlaşması dayatmak, bu anlaşma üzerinden uygulanacak yeni bir programla birlikte, neo-liberalizmin hâkimiyetini derinleştirme ve Türkiye’yi yirmi yıl daha ipotek altına alma hedefi…
Yanlış anlaşılmasın, buradan kimilerinin yaptığı gibi mevcut iktidara, anti-emperyalizm, yerlilik, millilik falan atfedecek değiliz; bilakis, bizzat bu iktidar da seçim sonrası emperyalizmle ve Batı’yla yeni bir pazarlık düzleminde buluşmanın, küresel sermayesinin gönlünü kazanmanın, halka bir kez daha o “acı ilacı” içirmenin hesaplarını yapıyor. Yapmaya çalıştığımız şey, Türkiye toplumunun önüne yarın “kırk katır mı kırk satır mı” denilerek Gül konulursa buna daha şimdiden itiraz etmek, iktidarla arasında özsel bir fark olmadığını, Batı tarafından sadece “daha güvenilir bir ortak” olarak değerlendirildiğini göstermek.
Bunun ötesinde, Gül’ün iktidar partisinin kurucularından olduğunu, bu iktidarın ilk cumhurbaşkanı olarak görev yaptığını, Türkiye’nin o cumhurbaşkanıyken dönüştürüldüğünü, görevi esnasında noterlikten başka bir tutum sergilemediğini, İslamcılığını, Cemaatle bir problemi bulunmadığını, geçmişten bugüne Cumhuriyet düşmanlığının ana odağı olan bir siyasi akımın has mensuplarından biri olageldiğini hatırlatmaya gerek bile yok.
Bu süreçte Gül aday yapılır mı yapılmaz mı, onu birkaç güne görürüz ama tartışılıyor olması bile durumu ortaya koymaya yetiyor ve hiç de şaşırtıcı değil, neden şaşırtıcı olmadığını bu köşede 17 Eylül 2017 tarihinde yayımlanan “Kanlı mı kansız mı” adlı yazıdaki şu satırları hatırlatarak yanıtlayalım ve öyle bitirmiş olalım:
“Milli Görüş gömleğini çıkaranların iktidara gelişi kansız oldu, gidişlerinin nasıl olacağını ise henüz bilemiyoruz. Eğer yeniden giyilen bu gömleğe karşı, bu sefer de AKP’nin içinden emperyalist merkezlerin desteğini almış bir ‘yenilikçi’ grup (Gül-Davutoğlu ekibi) çıkar ve inisiyatif alırsa daha az şiddet yüklü bir süreç söz konusu olabilir, diğer seçeneklerde ise kendisinin kaderi ile Türkiye’nin kaderini ortaklaştıran kişiselleşmiş iktidarın gidişi öyle kolay olmayacak ve ‘benden sonra tufan’ denilerek iktidarda kalmak için her türlü seçenek gözü kararmış bir şekilde denenecektir.”
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder