13 Haziran 2018 Çarşamba

Kürtler ve Türkler ve istekler - MİNE SÖĞÜT


Üç kadının bir koltukta yan yana çekilmiş fotoğrafına uzun uzun bakın.
Onların kim olduklarını ve şu anda bu ülke için neyi temsil ettiklerini tekrar ve tekrar düşünün. 
Barıştan bahsetmenin... Barıştan bahsetmenin aciliyetinin...
Barıştan bahsetmenin aciliyetinin öneminin ne olduğunu düşünün. 

Bir koltukta üç kadın beyazlar ve siyahlar giymişler; objektife gülümsemişler. 
Kürtler ve Türkler arasındaki savaşın uzun süreli olağan gerilimine ve kanlı tarihine kafa tutan bir fotoğrafa girmişler. 
Parlayıp parlayıp sönen bir barış umudunun resmini varlıklarıyla ve duruşlarıyla ve kararlılıklarıyla bir an için olsun yeniden çizmişler. 
Dün olanlardan ve yarın olacaklardan bağımsız bir hikâyenin şimdiki zaman kahramanları...
Ülkenin akil üç kadını, kıyafetleri ve oturuşları ve varlıkları dışında akıllarından geçenlerle ve kalplerinde olup bitenlerle ezeli bir düşmanlığın kan hesabı üzerine kurduğu tahtı bir tekmede devirebilecek güçte bir fotoğraf vermişler. 
Akıllarında kim bilir hangi kaygılar, endişeler yine de soylu bir umutla objektife gülümsemişler. 
O fotoğrafın bir imkânsızı işaret ettiğini düşünen Kürtler ve Türkler mutlaka vardır. 
Devlete ya da CHP’ye güvenmeyenler... 
Kürtlerin ve HDP’nin barış isteğinde samimi olabileceğine hiç olasılık vermeyenler... 
Meseleyi gerçekten bir ırk çatışması olarak belleyenler... 
Kürtlere sırtını dönmeyen Türkler ve Türklere sırtını dönmeyen Kürtler... 
Bir kan davasının lezzetiyle beyni ve kalbi nicedir zehirlenenler... 
O zehrin tadını anne sütü gibi sevenler... 
Sonsuz bir savaşın hararetinden beslenenler... 
Ve nihayetinde savaşı kendilerinin kazanacağını iddia ederek askere ve dağa ve askere ve dağa ve askere ve dağa çocukların sırtlarını sıvazlayarak gönderenler... 
O fotoğrafa baktıklarında ne düşünürlerse düşünsünler; 
Siz başka bir şey düşünün. 
Haziran seçimleri öncesinde de Kürt meselesi sanki bir mesele olmaktan nasıl da çıkıyor gibiydi, onu düşünün. 
O zamanlar meseleyi çözmekte olduğunu iddia eden iktidarın siyasi dili ve tavrı nasıl da uzlaştırıcı ve gelecek vaat ediciydi, onu düşünün. 
Kürtlerle Türkler nasıl da tarihi bir başarıya imza atmış gibi, gerçekten barışmış gibiydiler, onu düşünün. 
Sahnelere nasıl çıkıldığını, nasıl el ele tutuşulduğunu, nasıl iki dilde barış şarkıları haykırıldığını düşünün. 
Kürt hareketini temsil edecek partinin, her kesimden insanın gönlünü fethedebilen bir liderle nasıl da parladığını düşünün. 
En radikal ulusalcıların bile Kürt meselesine bambaşka bir açıdan bakmaya hemen nasıl ikna olduklarını düşünün. 
Ülkede nasıl güçlü bir barış rüzgârı estiğini düşünün. 
Ve o rüzgârın nasıl olup da bir anda tersine döndüğünü düşünün. 
Sanki o dil hiç kurulmamış gibi, silahlar bırakılmamış, adalet sağlanacak diye gözler parlamamış gibi, birlikte huzur içinde yaşamak bir yalanmış gibi, savaş kadermiş gibi, her şey bir kâbusmuş gibi... 
Tüm umutların nasıl tepetaklak olduğunu düşünün. 
Bu tepetaklak oluşun suçunu Kürtlerde bulanlarla Türklerde bulanların yeni savaşları ateşleyen kinini ve nefretini ve kinini ve nefretini ve kinini ve nefretini düşünün. 
Sonra o fotoğrafa tekrar bakın. 
Üç kadın. 
Bunca olumsuz tecrübeye ve çıkmaza girmiş hikâyeye rağmen o koltukta yine, hâlâ, ille nasıl da yan yanalar ve hangi dile, hangi tehdide, hangi tehlikelere kafa tutmaktalar? 
O üç kadın... 
Üçü de beyaz ve siyah ve beyaz ve siyah ve beyaz ve siyah kıyafetlerin içinde o gülen yüzleriyle, hem bize hem de kendilerine inatla ne anlatmaktalar?

***
Barışın da savaşın da şartları aynıdır. 
İstersiniz olur ve istemezsiniz olmaz. 
Başınıza ne gelirse gelsin, siz ne isterseniz o olur. 
O yüzden isteklerin gücünden ve inadından hem korkun; hâlâ korkun. 
Hem de isteklerinizin ve inadınızın gücüne inanın; hep inanın.

Mine Söğüt / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder