Molnar’ın yeğeni İlonka Molnar “Serap” adıyla yıllarca Kuzey Kıbrıs’ta yaşadı. Sinemamızın iyi bilinen oyuncularındandı.
Bir kitabı bu kadar çok seveceksiniz, her fırsatta yeniden yeniden okuyacaksınız, çocuklarına okutsunlar diye arkadaşlarınıza önereceksiniz, günün birinde de yine bu kitapla bağlantılı çok ama çok hoş bir rastlantı gelip sizi bulacak. Bunu yaşadım ben.
Çok mutlu olduğum bu rastlantı beni Kuzey Kıbrıs’ta buldu. Hayranı olduğum Pal Sokağı Çocukları kitabının yazarıyla aramızda böylesine zayıf da olsa bir bağ bulunacağı hiç mi hiç aklıma gelmezdi. Sadece benim değil herhalde kimsenin aklına gelmezdi. Çünkü daha önce hiç duymamıştım bunu. Macarlarla Türklerin akraba uluslar olduğu iddialarını bilir, en tanınmış Macar şairi Attila Jozsef’in Türk olabileceği söylentilerini işitirdim. Ama çocuk klasikleri arasında bir başyapıt olarak değerlendirilen Pal Sokağı Çocukları’nın yazarı Ferench Molnar’la “evlilik yoluyla” akraba olabileceğimizi hiç tahmin etmezdim. Meğer Molnar’ın yeğeni Kuzey Kıbrıs’ta yaşıyormuş, hem de yıllardır.
Tatil için bulunduğum Kuzey Kıbrıs’ta, elimde satın aldığım kitaplarımla arkadaşımın görevli olduğu bir siyasi partinin merkezine gitmeseydim, orada basın bürosunda görevli olan gazeteci Oya Gürel ile tanışmasaydım, söz elimdeki kitaplardan açılmayacak, Pal Sokağı Çocukları’ndan da söz edilmeyecekti. Herkes gibi Oya’ya da beni en çok etkileyen kitabın bu kitap olduğunu söyledim. Oya, benim önce inanmadığım fakat kendisi için çok doğal olan bu akrabalık bağından söz ediverdi hemen: “Biliyor musunuz, annem Molnar’ın yeğenidir.” Henüz tanıştığım Oya’ya, elimde olmadan, kabaca “hadi canım” deyişim onun bu cümlelerinden hemen sonra çıktı ağzımdan. Tabii ki yaşamda bu tür rastlantılar var, bu da onlardan biri olabilirdi pekala. Eğer doğruysa, yakınlık derecesinin ne olduğu bir yana, karşımda Molnar’ın kanını taşıyan, belki huyunu da, yazarlık yeteneğini de ondan almış olabilme olasılığı bulunan biri duruyordu. Şaşırmam doğaldı. Oya, beni kabalığımdan utandıracak kadar sakin bir kibarlıkla “isterseniz annemle konuşabilirsiniz” dedi.
Kabalığımı gizleyememiştim ama sevincimi bastırabilmiştim. Sadece Molnar’ın yeğeni oluşuyla değil, anlattığı yaşam öyküsüyle de ilgimi, hayranlığımı çeken “Serap” Hanım’la, yani Molnar’ın yeğeniyle tanışmam böyle oldu benim.
Oya’nın annesi “Serap” Hanım’ın hafif aksanlı Türkçesiyle anlattıkları nedense Bedriye ile Todori’nin aşklarını anımsatmıştı bana. Osmanlı’nın son dönemlerinde Müslüman Bedriye ile Rum Todori’nin birbirlerine olan aşkı, yörede çalkantılara, çatışmalara yol açmıştır. Yüzlerce örneği vardır bunun elbette. Todori’nin talihsizliğini yaşamamıştır belki ama “Serap” Hanım da benzeri sıkıntıları çekmiş meğer. Büyük bir aşkla sevdiği Kıbrıslı Türk Cahit Bey’le tanıştığında İlonka Molnar’dır adı. Eşine yapılan “Macar gavuruyla mı evleneceksin?” tacizleri adını Serap’a çevirmesine yol açar. Öyle ki Oya ancak on sekiz yaşına geldiğinde öğrenebilir annesinin gerçek kimliğini, rastlantıyla hem de. Şöyle anlatmıştı Oya: “Bir gece televizyonda Bulgaristan’daki Noel kutlamaları gösteriliyordu, ne ilgisi varsa. Tırnova şehrinden de görüntüler sunuldu. O sırada annemin ağladığını farkettim. Ne olduğunu sorduğumda bir şey söylemedi. Yanımızda babam vardı, belki de o yüzden. O güne kadar yapmadığım bir şeyi yaptım. Annemin odasına koşup ne kadar belge, kimlik, pasaport varsa bulup çıkardım. Annemin gerçek kimliğini o zaman öğrenebildim. Arkadaşlarım küçükken ‘sen Macarmışsın’ dediklerinde kızardım. Çünkü annemin babasının adı Hidayet Çoşkun’du. Anneminki Serap. Oysa arkadaşlarım haklıymış. Dedem de adını değiştirmiş. Babama bağırıp çağırdım, neden annemin kimliğini bizlerden sakladın diye!”
Serap Hanım’ın babası Macar, annesi Bulgar. Annesiyle babasının birbirlerini tanıdıkları dönemi “Atatürk zamanında” diye tanımlıyordu. “Babam Bulgaristan’a geldi Macaristan’dan. Annem Bulgaristan’da öğretmenlik yapıyordu. Tanışıp evleniyorlar. Sonra da İstanbul’a gidiyorlar” diye anlatmıştı bana buluştuğumuzda.
Bulgarca, Rusçanın yanı sıra diğer Slav dillerini de konuşabiliyordu Serap Hanım. Anne gitar çalıyor, dayı Sofya Operası’nda sanatçı, akrabalardan biri İstanbul’da dönemin en ünlü kültür merkezlerinden biri olan Ses Tiyatrosu’nda çalışıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda okulu kapanınca Serap Hanım da kendisini sanat dünyasının içinde buluyor. “Meraklıydım” dediği dans, bale gösterilerini girdiği Ses Tiyatrosu’nda gerçekleştiriyor. Evleninceye kadar elbette. Bu arada filmlerde de rol alıyor: “Arakon kardeşlerin yapımcılığını üstlendikleri Ankara Ekspresi filminde casus rolündeydim. Başrolde Turan Seyfioğlu vardı. Ses’te Ali ve Celal Sururi kardeşlerle çalıştım. Dönemin en parlak yıldızlarından Nevin Aypar çok yakın arkadaşımdı, nikâhımda da bulundu” diye anlatmıştı bunu.
Bir kitabı bu kadar çok seveceksiniz, her fırsatta yeniden yeniden okuyacaksınız, çocuklarına okutsunlar diye arkadaşlarınıza önereceksiniz, günün birinde de yine bu kitapla bağlantılı çok ama çok hoş bir rastlantı gelip sizi bulacak. Bunu yaşadım ben.
Çok mutlu olduğum bu rastlantı beni Kuzey Kıbrıs’ta buldu. Hayranı olduğum Pal Sokağı Çocukları kitabının yazarıyla aramızda böylesine zayıf da olsa bir bağ bulunacağı hiç mi hiç aklıma gelmezdi. Sadece benim değil herhalde kimsenin aklına gelmezdi. Çünkü daha önce hiç duymamıştım bunu. Macarlarla Türklerin akraba uluslar olduğu iddialarını bilir, en tanınmış Macar şairi Attila Jozsef’in Türk olabileceği söylentilerini işitirdim. Ama çocuk klasikleri arasında bir başyapıt olarak değerlendirilen Pal Sokağı Çocukları’nın yazarı Ferench Molnar’la “evlilik yoluyla” akraba olabileceğimizi hiç tahmin etmezdim. Meğer Molnar’ın yeğeni Kuzey Kıbrıs’ta yaşıyormuş, hem de yıllardır.
Tatil için bulunduğum Kuzey Kıbrıs’ta, elimde satın aldığım kitaplarımla arkadaşımın görevli olduğu bir siyasi partinin merkezine gitmeseydim, orada basın bürosunda görevli olan gazeteci Oya Gürel ile tanışmasaydım, söz elimdeki kitaplardan açılmayacak, Pal Sokağı Çocukları’ndan da söz edilmeyecekti. Herkes gibi Oya’ya da beni en çok etkileyen kitabın bu kitap olduğunu söyledim. Oya, benim önce inanmadığım fakat kendisi için çok doğal olan bu akrabalık bağından söz ediverdi hemen: “Biliyor musunuz, annem Molnar’ın yeğenidir.” Henüz tanıştığım Oya’ya, elimde olmadan, kabaca “hadi canım” deyişim onun bu cümlelerinden hemen sonra çıktı ağzımdan. Tabii ki yaşamda bu tür rastlantılar var, bu da onlardan biri olabilirdi pekala. Eğer doğruysa, yakınlık derecesinin ne olduğu bir yana, karşımda Molnar’ın kanını taşıyan, belki huyunu da, yazarlık yeteneğini de ondan almış olabilme olasılığı bulunan biri duruyordu. Şaşırmam doğaldı. Oya, beni kabalığımdan utandıracak kadar sakin bir kibarlıkla “isterseniz annemle konuşabilirsiniz” dedi.
Kabalığımı gizleyememiştim ama sevincimi bastırabilmiştim. Sadece Molnar’ın yeğeni oluşuyla değil, anlattığı yaşam öyküsüyle de ilgimi, hayranlığımı çeken “Serap” Hanım’la, yani Molnar’ın yeğeniyle tanışmam böyle oldu benim.
Oya’nın annesi “Serap” Hanım’ın hafif aksanlı Türkçesiyle anlattıkları nedense Bedriye ile Todori’nin aşklarını anımsatmıştı bana. Osmanlı’nın son dönemlerinde Müslüman Bedriye ile Rum Todori’nin birbirlerine olan aşkı, yörede çalkantılara, çatışmalara yol açmıştır. Yüzlerce örneği vardır bunun elbette. Todori’nin talihsizliğini yaşamamıştır belki ama “Serap” Hanım da benzeri sıkıntıları çekmiş meğer. Büyük bir aşkla sevdiği Kıbrıslı Türk Cahit Bey’le tanıştığında İlonka Molnar’dır adı. Eşine yapılan “Macar gavuruyla mı evleneceksin?” tacizleri adını Serap’a çevirmesine yol açar. Öyle ki Oya ancak on sekiz yaşına geldiğinde öğrenebilir annesinin gerçek kimliğini, rastlantıyla hem de. Şöyle anlatmıştı Oya: “Bir gece televizyonda Bulgaristan’daki Noel kutlamaları gösteriliyordu, ne ilgisi varsa. Tırnova şehrinden de görüntüler sunuldu. O sırada annemin ağladığını farkettim. Ne olduğunu sorduğumda bir şey söylemedi. Yanımızda babam vardı, belki de o yüzden. O güne kadar yapmadığım bir şeyi yaptım. Annemin odasına koşup ne kadar belge, kimlik, pasaport varsa bulup çıkardım. Annemin gerçek kimliğini o zaman öğrenebildim. Arkadaşlarım küçükken ‘sen Macarmışsın’ dediklerinde kızardım. Çünkü annemin babasının adı Hidayet Çoşkun’du. Anneminki Serap. Oysa arkadaşlarım haklıymış. Dedem de adını değiştirmiş. Babama bağırıp çağırdım, neden annemin kimliğini bizlerden sakladın diye!”
Serap Hanım’ın babası Macar, annesi Bulgar. Annesiyle babasının birbirlerini tanıdıkları dönemi “Atatürk zamanında” diye tanımlıyordu. “Babam Bulgaristan’a geldi Macaristan’dan. Annem Bulgaristan’da öğretmenlik yapıyordu. Tanışıp evleniyorlar. Sonra da İstanbul’a gidiyorlar” diye anlatmıştı bana buluştuğumuzda.
Bulgarca, Rusçanın yanı sıra diğer Slav dillerini de konuşabiliyordu Serap Hanım. Anne gitar çalıyor, dayı Sofya Operası’nda sanatçı, akrabalardan biri İstanbul’da dönemin en ünlü kültür merkezlerinden biri olan Ses Tiyatrosu’nda çalışıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda okulu kapanınca Serap Hanım da kendisini sanat dünyasının içinde buluyor. “Meraklıydım” dediği dans, bale gösterilerini girdiği Ses Tiyatrosu’nda gerçekleştiriyor. Evleninceye kadar elbette. Bu arada filmlerde de rol alıyor: “Arakon kardeşlerin yapımcılığını üstlendikleri Ankara Ekspresi filminde casus rolündeydim. Başrolde Turan Seyfioğlu vardı. Ses’te Ali ve Celal Sururi kardeşlerle çalıştım. Dönemin en parlak yıldızlarından Nevin Aypar çok yakın arkadaşımdı, nikâhımda da bulundu” diye anlatmıştı bunu.
O zamanlar gencecik bir tıp öğrencisi olan Cahit Bey’le evleninceye değin, başka filmlerde de ufak tefek roller almaya devam etmiş Serap hanım.
Ferench Molnar’ın babasının amcası olduğuna ilişkin bilgileri annesinden duyan Serap Hanım, bunları annesine babasının söylediğini de belirtmişti, “Annemle biz pek inanmazdık” demeyi de ihmal etmeden: “Babam sonradan bana da anlatmaya başladı. Büyük amcam Molnar çapkın biriymiş.
Ferench Molnar’ın babasının amcası olduğuna ilişkin bilgileri annesinden duyan Serap Hanım, bunları annesine babasının söylediğini de belirtmişti, “Annemle biz pek inanmazdık” demeyi de ihmal etmeden: “Babam sonradan bana da anlatmaya başladı. Büyük amcam Molnar çapkın biriymiş.
Budapeşte’nin gece yaşamına çok düşkünmüş. Hatta bir müzikal yıldızıyla birlikte de olmuş. Dedim ya biz babama inanmaz, dinler geçerdik. 1952 yılında eşimle evlendiğim gün gazetelerde bir haber gördük. Molnar’ın ölüm haberiydi. Resim babama çok benziyordu. Sonradan iyice araştırdık, emin olduk. Molnar, dedemin küçük kardeşiymiş.”
Molnar’ın benim okuyabildiğim biyografilerinde yer almayan kimi bilgilere de sahipti Serap Hanım. Pal Sokağı Çocukları’nı 19 yaşında yazdığını, Birinci Dünya Savaşı’nda savaş muhabirliği yaptığını, hiç evlenmediğini ondan öğrendim. Macarca’da soyadların önden okunduğunu, bu nedenle büyük amcasının adının Ferench Molnar olarak değil, Molnar Ferench olarak yazılması gerektiğini, (Pal Sokağı Çocukları’nın babamın bana aldığı Macarca’dan çevrilmiş Türkçe baskısında Molnar Ferenc olarak yazılıydı gerçekten de), bu yüzden kendi babasının değiştirmeden önceki adını Molnar Yanoş olarak yazdığını da. Büyük yazarın dünyaca ünlü Waldorf Astoria’da hisseleri bulunduğunu da söylemişti Serap Hanım.
Bilmelerine, emin olmalarına karşın Molnar’ın akrabaları olduğunu kanıtlayamamış Serap Hanım’ın babası. Molnar ABD vatandaşı olduğu için ABD Büyükelçiliği’ne başvurmuşlar. Benzeri bir araştırmanın Macaristan’da da yapılması gerekmiş. Ancak Macaristan’a gitme olanakları hiç olmayınca yasal olarak Molnar’ın akrabası olduklarını onaylatma şansları olmamış.
Sadece döneminde değil, günümüzde de en çok okunan, çocukların dünyasında (bana göre) erişilmez bir yer edinen Ferench Molnar’ın bizimle böyle bir bağı bulunmasından mutlu olmuştum. Kişisel olarak zaten hiç uzağımda olmayan bu büyük yazarın, bu kadar “yakınımda” olmuş olmasından hâlâ mutluluk duyarım. Pal Sokağı Çocukları gerçekten bir başyapıttır.
Bilmelerine, emin olmalarına karşın Molnar’ın akrabaları olduğunu kanıtlayamamış Serap Hanım’ın babası. Molnar ABD vatandaşı olduğu için ABD Büyükelçiliği’ne başvurmuşlar. Benzeri bir araştırmanın Macaristan’da da yapılması gerekmiş. Ancak Macaristan’a gitme olanakları hiç olmayınca yasal olarak Molnar’ın akrabası olduklarını onaylatma şansları olmamış.
Sadece döneminde değil, günümüzde de en çok okunan, çocukların dünyasında (bana göre) erişilmez bir yer edinen Ferench Molnar’ın bizimle böyle bir bağı bulunmasından mutlu olmuştum. Kişisel olarak zaten hiç uzağımda olmayan bu büyük yazarın, bu kadar “yakınımda” olmuş olmasından hâlâ mutluluk duyarım. Pal Sokağı Çocukları gerçekten bir başyapıttır.
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder