Yıl 1984. 82 Anayasası denilen metin halktan yüzde 92 ile onay almış, o karışıklıkta Diktatör Paşa Kenan da kendini cumhurbaşkanı seçtirmişti. Anayasaya konulan “geçici” maddelerle cunta ve darbesi anayasal koruma altına alınmış görünüyordu. Darbenin “sivil” kanadından Küçük Turgut Paşa başbakan olmuştu. Ülke sıkıyönetimle yönetiliyordu, sol bastırılmış, patronlar zulüm ile abat olmuştu. 12 Eylül darbesinin dördüncü yılındaydık, karanlıktaydık. Aydınlar Dilekçesi işte böyle karanlığa sıkılmış parlak bir ışık demetiydi.
1260 kişi imzalamıştı dilekçeyi. İmzacılar arasında Aziz Nesin, Yalçın Küçük, Hüsnü Göksel, Bahri Savcı, Korkut Boratav, Uğur Mumcu gibi ülkenin değerli aydınları vardı. Ama Öztürk Serengil gibi ünlüler de… İmzacıları temsilen bazı aydınlarımız dilekçeyi cumhurbaşkanlığına bıraktılar. O gün kıyamet koptu. Diktatör Paşa Kenan devletin televizyonundan “ne yapayım ben böyle aydını” diye kükredi. Kükremeyi emir telakki eden yargı hemen dava açtı. Böylece büyük bir hesaplaşma başladı.
Zoru görünce ilk dökülenlerden biriydi imzacı “sanatçı” Öztürk Serengil. Tanımayan en yeni nesil için bir parça anlatayım. Çok film adamdı, hepsinde aynı karakteri canlandırdığı yüzlerce filmde oynamıştı. Ağzını burnunu yamultarak, kelimeleri eğip bükerek konuşan, sulu sepken bir komik âdemdi işte. “Yeşşeeee, kelaj, mangıraj, şepkemin altındayım, hötöröf, abidik gubidik” gibi değerli sözcükleri icat etmiş ve tabiri caizse dilimize “sokmuş”tu. Böyle bir bozucunun öyle bir dilekçeye imza atmasında belli ki bir yanlışlık vardı.
Mahkemeye çıkarıldı. Kustu, inkâr etti imzasını; “Orada beni katakulliye getirdiler. Biz kahvede oyun oynuyoruz. Kemal diye bir adam var. Kendisi yayıncıdır ve sol görüşlü olmasına rağmen itibar ettiğim biridir. Çok enteresan, benim en iyi arkadaşlarım hep solcudur. Film piyasasından benden başka sağ görüşlü hıyar yoktur. Kemal bana dedi ki: ‘Evsiz barksız sanatçılar için bakanlık nezdinde girişimde bulunacağız. İmza topluyoruz, sen de at...' Okumadan şak diye imzayı patlattım. Meğer içinde işkence görenler falan varmış. Ben öyle şeye imza atar mıyım?” dedi.
Bu, sanatta Öztürk Serengil modelidir ve 12 Eylül karanlığında icat edilmiştir. Esası bozuculuğa ve çıkarcılığa dayanır. Çıkar ise iktidara biattedir her zaman. Dışarıda haktan görünmek esastır ama. Yoksa “sanatçı” saymazlar insanı. Esasta tek siyasi etkinliğin kahvede pişpirik oynamak ve kıyak konut dilekçelerine imza atmaktan ibaret olmalıdır. Modeldir.
***
Zaman değişti, modelde de ufak tefek düzeltmeler yapmak gerekti haliyle. Zamanımızın Öztürk Serengil’i kim? Havuz Bingöl. Övünmek gibi olmasın bu “havuz”un telif hakkı bana aittir. Yıllar önce âdem teklemeye başladığında bulmuştum bunu. Sonra muhatabına yapıştı kaldı.
Bu havuz canlısının serüveni de Öztürk Serengil gibi imza attığı bir bildiriden imtina etmesiyle başladı. Ufuk Uras ve Zeynep Tanbay’ın dolduruşuna gelip soykırım nedeniyle Ermenilerden özür dileyen bir bildiriye imza atmıştı. Modaydı o günler böyle işler. Fakat hava çabuk döndü. Zoru gören Havuz hemen çark etti. Ermenilerden karşılık gelmezse imzasını geri çekeceğini açıkladı. Zaten bildiriyi okumadan imzalamıştı. O gün bugündür dönüp duruyor. Hatta işi Berkin’e ve annesine edilen küfürleri savunmaya kadar götürdü. Karşılığı nakit. O dönüşlerin ardından TRT dizilerinde oyunculuk kaptı. Konserlerinin sponsorları arasında Star TV, İBB, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Akşam Gazetesi, 24 TV, Medical Park ve Al Baraka gibi nadide kuruluşlar katıldı. Sonu Öztürk Serengil’inkine benzemedi, işleri tıkırında.
Ama ne olursa olsun bu yolun piri o değil Öztürk Serengil’dir. Havuz olsa olsa bu yolun “mangıraj” kısmına katkı yapmış olabilir.
***
Havuz değil sadece, Serengil’in izinden gidenler sayılmayacak kadar çok. Orhan Gencebay var mesela. Freni öyle bir patlattı ki işi yakın arkadaşı Arif Sağ’a ihanete kadar vardırdı. Malum, yancılarıyla birlikte püskürtülüp atıldılar MESAM’dan. Alev Alatlı türü derin görünümlü düşünürleri bile oldu. Yakınlarda Bülent Ortaçgil de katıldı aralarına. Dediği de öyle önemli bir şey değil. Adam seçildi, kabul edin, onlar da muhalefete saygı göstersin falan minvalinde bir şeyler geveledi. Kızacak bir şey yok yani. Kurtarıcımız, efendimiz Muharrem İnce seçim gecesi “adam kazandı” deyip ortalıktan sıvışmadı mı? Muhalefet de artık içi boşaltılmış meclise koşmadı mı yeni rolünü oynamak için. Onu diyor işte, uslu uslu oturun, çıkıntılık yapıp keyfimizi kaçırmayın diyor.
Bu popüler tiplere bakıp öfkelenmek kolay. Bunların ikinci çemberinde olanlar sevgi, saygı görüyor hâlâ. Misal, Komiser Nevzat nam Ahmet Ümit beyefendi. Seçimden sonra havuz “peypırı” Sabah’a uzun bir söyleşi verdi. Dediği şu: “İktidarın eksik bulunan uygulamalarına karşı eleştiri yapılmalı ama doğru yaptığı icraatlar da desteklenmeli.” Var mı Bülent Ortaç’tan bir eksiği? Yok. Hatta fazlalığı var. Bunu gidip iktidarın peypırında söylüyor.
Bu saygın muhalif yazarınız sosyal medyada “Baş komiser Nevzat” “nikini” kullanıyor. Vallahi bizim kuşak için polis polistir, Baş Komiser Nevzat’ı, Behzat Ç.’si falan olmaz. İşkencede ayak tabanımıza inen sopanın ucundaki eldir hepsi nihayetinde. Bunları yazanlar ise tıpkı Öztürk Serengil gibi birer Eylül bozucusudur.
Sunay Akın var: Şair ama asıl işi oyuncakçılık. Zaten nasıl şair olabilir ki? Ramazan ayında havuz kanallarında ücreti mukabili iftar programı yapan şair olur mu? Bundan daha derin bozulma olmaz, hayal bile edemezsiniz.
Kanser teşhisi konulan aynı kuşaktan diğer şair Küçük İskender, son kitabı için verdiği söyleşisini “Gücü yetenler şiire iltica etsin. Hele imkânı olanlar tez zamanda… Son sözüm de bu olsun” diyerek bitirdi mesela. Bilmem, belki Sunay Akın’dan daha şairdir. Acil şifalar diliyoruz da hangi şiire sığınacağız? Sunay Akın-Küçük İskender şiirine mi mesela? Hadi teşebbüs ettik diyelim, neresine sığınacağız. Kıçı açıkta şiirinizin, bizi nasıl saklasın?
O nedenle ayıklıyoruz mecburen. Şiir yazarı şairle konut dilekçesi yazarını ayrı ayrı tasnif ediyoruz. Şener Şen var, Yılmaz Güney var! Havuz Bingöl var, Ruhi Su var! Sunay Akın var, Enver Gökçe var! Söyleyin, ne alakası var?
***
Bunlar hep olur. Solun yükseliş döneminde sola meyletmişlerdi, İslamcıların yükseliş döneminde İslamcıya yanaşıyorlar. Yani onlar değil devir değişti. Kalıcı olan “mangıraj” meselesidir nihayetinde. Karşılığında bozarlar ve çürütürler. Bakın yaratılarına, önemsiz olduklarını fark edeceksiniz.
Gelelim sadede: Bülent Ortaç saraya selam yollamış. Üzülecek bir şey yok. Sayın ki havuza bir dengesiz daha düştü!
“Peki ya sanat” mı dediniz?
Ne sanatı?
Abidik gubidik işte!
Orhan Gökdemir / SOL