Zulme uğrayan etnik veya dinsel grupların tarihinde garip bir olguyla karşılaşırız. Kurbanlar, zulüm gördükleri sürecin belli bir anında zalimlerin görüşlerini benimseme eğilimi gösterirler. Ve bu nedenle kendilerini hor görmeye, kendilerinden nefret etmeye başlarlar.
Kendinden nefret etme duygusu özellikle binlerce yıldan beri ayrımcılık ve karalama kampanyalarının hedefi olan Yahudiler örneğinde araştırılır. Ama benzer ve aynı derecede trajik olaylar yerlerinden yurtlarından edilen, köleleştirilen ve zulme uğrayıp kimlikleri ellerinden alınan siyahların tarihinde de cereyan eder. Aslında kendileri olağanüstü güzel olan siyah kadınlar, derilerinin beyaz olmamasının veya en azından daha açık bir renge sahip olmasının özlemini duymaya ve hayalini görmeye başlarlar. Kurbanların kendilerine zulmedenlerin değerlerini benimsemeleri bu denli ileri gidebiliyor.
BAŞLANGIÇTA ‘BEN DE DESTEKLEDİM’ PSİKOLOJİSİ
Kendinden nefret etme olgusu sadece etnik ve dinsel gruplarla sınırlı kalmamakta, ağır bir yenilgiye uğramış olan sosyal sınıflarda ve siyasi partilerde/örgütlerde de ortaya çıkabiliyor.
Restorasyon döneminin ortasında, 1818 yılında Fransız Devrimi’nin başarısızlığa uğramış göründüğü anda, 1789’da başlamış olan süreci başlangıçta desteklemiş olanlar bile araya mesafe koymaya başlarlar. Onlar için muazzam bir yanlış anlama veya daha da kötüsü, yüce ideallere utanç verici bir biçimde ihanet söz konusuydu.
1990’ların başında Sovyetler Birliği dağıldığında, çoğu komünist için geride kalan “reel sosyalizm” tarihi, utanç duyulması gereken bir geçmiş olarak görüldü.
Bu çarpıcı pasajlar ve uzun alıntılar Domenico Losurdo’nun Tarihten Kaçış kitabından. “Komünistler tarihlerinden utanmak zorunda mı?” gibi kışkırtıcı bir soruyla kitaba giriş yapan Losurdo’ya göre sol, sosyalist, komünist hareketin savaşmak zorunda kaldığı sorunlar arasında kendinden nefret etme problemi önemli bir yere sahip.
KOMÜNİST PARTİLİ AMA…
Bunun için bir zamanlar Avrupa’nın en etkili sol hareketlerinden olan İtalyan Komünist Partisi’nin eski liderlerinden ve uzantılarından örnekler verir. 90’lı yılların başlarında SSCB’nin yıkılmasının da verdiği moral bozukluğuyla partiyi lağveden bu liderler, zaman zaman geçmişte bu partinin üyesi olduklarını ama asla komünist olmadıklarını vurgularlar.
Öyle ki yeniden başkan seçilmesi dolayısıyla dünyaya Amerikalı olarak gelmesine izin veren tanrıya teşekkür eden Clinton’a hayranlıkla bakarlar. Hatta imrenirler. Eski İtalyan komünistler yalnız değil bu konuda.
Bugün dünyaya Anglosakson ve liberal olarak gelmediği, gerçek kültürün kutsal kalbinden çok uzaklarda doğduğu için hazin kaderinden dolayı ağlayan “eski solcular”ı bir kenara bırakalım.
MUKTEDİRİ SEVME TRAVMASI
Evet, kurbanlar, zulüm gördükleri sürecin belli bir anında zalimlerin görüşlerini benimseme eğilimi gösterirler. Buna sağımızda, solumuzda, yanı başımızda çok çarpıcı şekilde tanıklık ediyoruz.
Ne yazık ki kendinden nefret etme hastalığı bütün ezilenlerde, ötekilerde, kendilerini hâlâ solda görenlerin saflarında sıklıkla görülmeye devam ediyor. ABD emperyalizminin müdahaleciliğini, darbelerini çeşitli argümanlarla savunmak, kendi “yerli-milli zorbalar”ını desteklemek gibi.
Saray kapılarında sıraya girenler, “uzlaşma”, “diyalog” adı altında muktedirlerin önünde el pençe divan duranlar, “aslında o kadar da kötü değiller” diyerek her türlü kötülüklerini temize çekenler kendinden nefret etme olgusunun somut örnekleri.
Bütün bunlar rastlantı olmadığı gibi, bu durumun kendinden nefret etme olgusuyla direkt bağlantısı var.
Kitabın serüveni “Komünistler tarihlerinden utanmak zorunda mı?”sorusuna verilen, “Hayır!” cevabında saklı. Losurdo, kendinden nefret etme salgınına karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiğini de kitapta uzun uzun anlatıyor. En iyisi bir an önce Yordam Kitap’tan çıkan “Tarihten Kaçış, Günümüzde Rus ve Çin Devrimleri” kitabını edinmeli.
İbrahim Varlı / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder