“Vurun Kahpeye” bir Cumhuriyet romanı. 1923’te Cumhuriyetin ilan edildiği yılda Akşam gazetesinde tefrika edilmiş. Adına aldanmayın, bugünün havuz gazetesiyle hiçbir ilişkisi yok. O yıl, bir ülkenin topyekûn ayakta olduğu yıl. Gazetesi gazete, toprağı toprak, yazarı yazar, tefrikası tefrika. Başka türlüsü mümkün olabilir mi? Düşman sarmış dört bir tarafı. Dişe diş, kora kor bir mücadele. İçeride kompradorlar yol gösteriyor işgalcilere. Düşman neyse, içerdeki hainler fena yaralar insanı.
Üç yıl sonra 1926’da kitap olarak basılmış tefrika. Romanın arka planında milli mücadele yılları, açlık, yoksulluk, sefalet. Aydınlanmacı öğretmen İstanbullu Aliye olmayacak bir işi göze alıp Anadolu’da bir kasabanın yolunu tutuyor. Haliyle Milli Mücadele taraftarı Aliye, “Kuvayı Milliye”ci. Lakin halk Aliye kadar acık görüşlü değil olup biten karşısında, mütereddit, eski çürümüş düzenden umudunu kesmemiş hâlâ. Yobazlık ve bağnazlık da bizzat bu tereddütten besleniyor, karşılaştığı her yerde aydınlığa sallıyor kılıcını. Tek yol var geriye kalan; bir eğitim neferi olarak karanlığın ormanına yalın kılıç dalmak. Cehalete, ondan beslenen yobazlığa karşı savaş açmak.
Aliye yapıyor bunu, göze alıyor, savaş açıyor karanlığa. Kolay iş değil. Bedelini işgalcilerle işbirliği yapan yobazlarca taşlanıp öldürülerek ödüyor. Taşlanan, öldürülen Aliye değil aydınlanmadır.
Aliye’nin düşmanı kim? Hacı Fettah. İmam, işbirlikçi, hain... Kisvesini çıkardığında kişisel çıkarının peşinde bir üçkâğıtçıdan ibarettir aslında. Gerekirse işgalcilerle işbirliği yapar, sokağa hâkimdir, kışkırtır, karanlıktan beslenir. Haliyle Aliyelerin düşmanıdır. Aliye’yi pundunu bulup düşürmek için elinden geleni yapar. Düşürür de. Halkı da sürükler arkasından, Aliye’yi birlikte taşlarlar. Ama fırtına yaklaşmaktadır, ortalık yatıştığında kazandığını zanneden kaybedecektir.
***
Yazarı Halide Edip’tir. Eğitimci, öğretmen, romancı, yazar, mütefekkir, direnişçi, hemşire, Milli Mücadele’de nefer, sekreter, çevirmen, Hilal-i Ahmer gönüllüsü, onbaşı, çavuş, profesör, milletvekili ve elbette kadın… Ama 1908’den sonra ortaya çıkan devrimci kadınlardandır. Sıra dışı, asi, gözü kara, savaşçı.
1901’de Amerikan Koleji’ni bitiren ilk Türk kızıdır. Hürriyet Devrimi’ni 1908’de Burgaz’da haber alır, karanlığın dağıldığını görür. Tevfik Fikret’in başyazarı olduğu Tanin gazetesinde yazmaya başlamıştır. Yeni rejimin kadınları özgürleştirme tavrının yılmaz savunucusudur. Fakat 1909’de gericilik tekrar ayaklanır, 31 Mart sabahı İstanbullular silah sesleriyle uyanır. Halide kaçar, saklanır. Mısır’a sığınır, sonra İngiltere yollarına düşer.
Birinci Dünya Savaşında cephededir. Savaşın bitimine yakın Adnan Adıvar ile evlenir. İstanbul’a döndükten sonra bir süre İstanbul Üniversitesinde “Batı edebiyatı” dersleri verir. 1919’da İzmir’in işgaline tanık olur. Sindiremez. Haziran 1919’da Sultanahmet Mitinginde konuşmacıdır. O konuşmadan sonra bir efsaneye dönüşür.
1920’de İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’ya geçer. Milli Mücadele’nin en ateşli zamanlarıdır, silah kullanmayı ve ata binmeyi öğrenir. Cepheye gider, üzerine düşen her türlü görevi tereddütsüz kabul eder. Yara sarar, yara açar. İzmir’e giren Milli Mücadele kuvvetleri arasında o da vardır. Gördüklerinden dehşete kapılır, duyduğu sadece yanık insan kokusudur.
Cumhuriyet’in ilanından sonra “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”nın çekim alanındadır. Fakat genç cumhuriyet ayaklarının altındaki topraktan emin değildir. Mustafa Kemal’e suikast iddiasıyla açılan davalar büyük bir tasfiyenin vesilesi yapılacaktır. İstiklal Mahkemesi tarafından onun için de tutuklama kararı çıkarılmıştır. Mustafa Kemal meclis kürsüsünde hainlerin listesini açıklamaktadır. Halide’nin yedi yıl önce kendisine yazdığı "ehven-i şer Amerikan mandasıdır" ifadesinin geçtiği mektup da ihanetin delilleri arasındadır. Oysa o dönemde istinasız herkes mandacıdır. 14 yıl sürecek sürgün hayatının başlangıcıdır bu.
Turkish Ordeal (Türkün Ateşle İmtihanı) o yılların verimi. Aliye’dir ateşle imtihan edilen. Bunca acıya rağmen, ölümüne yakın kitabı Türkçeye çevirdiğinde Mustafa Kemal'e yönelik sert eleştirileri kitabına koymamayı tercih etmiştir.
***
Görüldüğü gibi Aliye, Halide Ediptir. Yeni kadının kaderi böyledir; Kimi yobazların taşlarına hedef olup can verir, kimi sürgünde çile çeker. Ama eksik veya fazla, Aliye de Halide de aydınlığın kadınıdır. Aliye’yi bugüne taşıyan Kuvayı Milliye’ye bağlılığı ise, Halide’yi bugüne taşıyan da Mustafa Kemal’e saygısıdır. Aliye’nin Kuvayı Milliye’ye, Halide’nin Mustafa Kemal’e düşman olması mümkün değildir.
İşbirlikçi, hain, ahlaksız Hacı Fettah kim peki? O da bugünün kahramanıdır. Yobazdır, üçkâğıtçıdır, ahlaksızdır ve işbirlikçidir. Düşmanla iş tutarken ezan, bayrak diye bağırır. Aliyeleri taşlayıp öldürmektir niyetleri, aydınlığı boğmaktır…
***
Fakat 1923’te, Akşam gazetesindeki o tefrikanın üzerinden çok uzun zaman geçti. Artık ne Aliye yalnız bir köy öğretmeni, ne aydınlık ışığı yeni parlamaya yüz tutmuş bir uzak fener. Çünkü Aliye’nin güçsüz Kuvayı Milliye’si yendi Hacı Fettah’ı, Milli Mücadele sürdü attı düşmanı, Cumhuriyet kör topal yürümeyi başardı. Binlerce, milyonlarca Aliye yeşerdi o aydınlıkta.
Kim ne derse desin, artık yedirmeyiz Aliye’yi Hacı Fettah’a. Aydınlık aydınlatmıştır bir kere kadim Anadolu toprağını. Işığın da sabahın da artık sahibi var!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder