Lütfi Özkök, namı diğer “Nobel alacak yazarların portresini çeken fotoğrafçı!” Dikkat edin, almış olanların demedim, alacak olanların dedim.
Lütfi Özkök, namı diğer “Nobel alacak yazarların portresini çeken fotoğrafçı!” Dikkat edin, almış olanların demedim, alacak olanların dedim.
Nereden mi biliyor?
Kendi de bilmiyor, içine doğuyor, kim bilir?
Hikâyeyi başa saralım: Lütfi Özkök, İstanbul’da çok çocuklu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geliyor. Derslerinde çok başarılı olduğu için özel bir okulda okuma şansı buluyor, karşılığında balıkçı babasının ayni ödemesiyle, yani balıkla! Babası ona derslerindeki başarısından ötürü bir fotoğraf makinesi hediye ediyor.
Daha sonraları bu sıradan fotoğraf makinesi için “Beni kurtaran bu makine oldu” diyecektir. Lütfi Özkök, Galatasaray Lisesi’nde de dersleri kadar şiir ve edebiyatla uğraşıyor. Daha sonra okumak için gittiği Paris’te de. Fotoğraf makinesiyle sadece portre çekiyor. Siyah beyaz portreler ve bu portreler hep şairlerin, yazarların portreleri. Kendisi de şiire meraklı olduğu için bir yolunu bulup kimlere kimlere ulaşmıyor ki.
Ve okul arkadaşı İsveçli Marie - Anne’a tutulup bir de çocukları olacağı için İsveç’e yerleşmesi, ona şiir ve fotoğrafla iç içe bir hayat sunuyor. Çektiği fotoğrafları önceleri Türkiye’de şiir dergilerinde yayımlıyor. Sonraları portre fotoğrafçısı olarak öyle bir ün yapıyor ki biri Nobel aldığında herkes onun kapısını çalıyor, ya çektirmek ya da var olanı almak için.
İstanbul Modern’de açılan “Lütfi Özkök: Portreler” sergisinde yer alan 89 portrenin 24’ü Nobel ödüllü yazarlar. İçlerinde tabii ki Türk yazarlar da var: Orhan Pamuk, Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi. Ama Nâzım Hikmet’inkiler ayrı bir anlamlı. Bülent Ecevit’e sanki farklı özenmiş.
Yabancılar içinde bana en ilginç gelen Samuel Beckett’inkiler. Nobel’i almadan önce çekmiş, sonra Nobel alınca artık Lütfü Özkök tarafından fotoğrafı çekilmek yazarlar için de bir tür sınıf atlamak gibi olmuş. Fotoğrafını çekmediği yazar Nobel alamaz diye espriler yapılmaya başlanmış.
Hatta bu sergiye bile İsveç’ten Beckett fotoğrafları istenince karar verilmiş, niye yapmıyoruz diye!
PORTRELERİNDE RUH VAR
Bunlar kendisi hakkında anlatılanlar. Sergiyi, üstelik de küratörü İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi Yöneticisi Demet Yıldız’la gezen biri olarak benim izlenimlerim ise daha sübjektif elbette. Yıllardır fotoğraf çeken ve mesleğe fotoğrafçı olarak başlamış biri olarak baktığımda Lütfi Özkök’ün fotoğrafın teknik kalitesinden çok kişinin ruhunu yakalamaya çalıştığını hissediyorum. Bütün fotoğrafları siyah beyaz, kimi net bile değil. Ama hepsinde kişinin bakışları, duruşu, verdiği pozla fotoğraf konuşuyor; sanki canlı ve bize bir şeyler söylüyor. Kimi portrelerde kriminal bir bakış yakalıyorum, sanki sanatçı bunu bilerek hazırlıyor. Bir başka dikkat çekici nokta ise içlerinde kadın portrelerinin çok az olması. Sergide sadece 4 kadın yazar portresi var. Birkaç kadın yazarın daha fotoğrafını çektiği biliniyor ama aileden elde edememişler. Oysa karalamalarla dolu not defterinde Marguerite Duras’ın adresi bile var. Daha önce yapılmış bir başka sergisi ise “69 Nobelli Yazarlar seçkisi” ki 69 portreyi içeriyor ve bunların çoğunu ödül öncesinde çekmiş.
Sergiyi gezerken kitaplarını okuduğunuz, sevdiğiniz tanıdığınız yazarlarla karşılaştığınızda, ki bunların içinde Gabriel Garcia Marquez’den tutun da Günter Grass’a kimler yok ki, onların nasıl poz verdiğini ve o karanlık bakışlarla ne anlatmaya çalıştıklarını düşünün. Gerçekten ufak tefek bir adam, teknik özellikleri açısından çok da yeterli olmayan bir fotoğraf makinesiyle hepsinin evine, odasına, ruhuna girmiş ve deklanşöre basmış. Onu bizim önümüze getirmiş. Hep bir gün İstanbul’a geri dönme hayaliyle yaşamış ama İsveçli olarak kalmış! Belki de bu Nobel ödülüyle ilişkisi bundan ötürü?
Gezilesi, üzerinde düşünülesi bir sergi, İstanbul Modern’de 3 Mayıs 2020’ye kadar açık.
Yazgülü Aldoğan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder