Yazımı bitirmişim, başlığımı atmışım sosyal medyaya şöyle bir bakıyorum, Elazığ’da 6.8 ölçeğinde bilim adamlarının olacak dedikleri deprem olmuş. Bu depremi bekliyordum, çünkü bu aralar sosyal medya “sallandık”, “biz de sallandık”, “şimdi de sallanıyoruz” sözcükleriyle öylesine doluydu ki, bence ülkece bir salıncaktayız gibi hissediyordum.
Salıncak devrildi ve ben yazımın tek satırını değiştirme kararı aldım. Başlayalım, biz tuhaf insanlarız; ele avuca gelmeyen, kendine has ve her şeyi kendinize benzeten. Şimdi ben de neden böyle tuhaf tuhaf konuşuyorum, çünkü hâlâ dünyanın en güçlü istihbarat birimlerinin bile bizi çözemediğini düşünüyorum.
Bunları bana düşündüren gittiğim bir sergide gördüğüm resimler. Baştan söylemeliyim, eskiden beri kuşağımın ressamı Delioğlu’nun resimlerini ve illüstrasyonlarını çok severim. Yeni sergisi “Eskiden-Yeniden” tam da düşündüğüm gibi her resimde bizim muhteşem hayatımızı anlatıyor. Ama ser verip sır vermeden, öyleyse usul usul sırları çözelim.
Resimlerdeki erkekler ne kadar da tanıdık, hani şu dar paça pantolonların üstüne daracık beyaz, pembe gömlekler giyip, yüzlerinde tarifsiz bir sırıtışla dolaşan yeni kuşak erkekleri düşünün, hepsi bir arada ve yüzleri öyle boyanmış ki, kibir, kendini bir şey sanma ve her şeyi ben bilirim sözcüklerini adeta satır satır okuyorsunuz.
Vay canına sen neymişsin be abi? Aman aman kaldırımlarda onun arabasına yer açın, trafikte yol verin ve sakın bir gece karanlığında onunla karşılaşmayın, ne yapacağı belli olmaz. Geçenlerde bunlardan biri, yeni hapisten çıkmış benim de çiçek aldığım güzelim karısını ve az ötedeki gene çiçek satan anasını gözünü kırpmadan öldürdü. Aman aman dikkatli olun, Çünkü tuhaf tuhaf şeyler yapabilirler. Birkaç tanesi artık parasızlıktan mı, yoksa abazalıktan mı jigolo (erkek seks işçisi) olmaya karar vermiş, aramış taramış bu işleri internetten organize eden bir yer bulmuş, organizatörler kayıt yapmak için önce para alıp sonra yok olmuşlar. Şimdi mahkemedeler, hepsi gelmemiş, utanmışlar.
Mustafa’nın resimlerini tek tek dakikalarca gezip sırları çözmeye çalışıyorum. Siyah beyaz bir resim, resimde ayakları bir yerde başları bir yerde erkekler ve aralarına aldıkları bir kadın, kadının sadece baldırları ve kırmızı ayakkabısı gözüküyor. Kadını yer gibiler, şaka bir yana resimdeki vahşet beni ürkütüyor. Sanki bir cehennem tablosundan bir detay. Korktum ve hemen bir kadınla bir erkeğin yan yana durduğu ve bana baktıkları bir resimde biraz soluklanayım dedim. Heyhat, kadınla erkeğin iletişimsizliği, sevgisizliği o kadar belirgin ki, bana pazar günleri serpme kahvaltı yapan mutsuz aileleri anımsatıyor. Yoklar sanki, resimdekilerin kahvedekilerden tek farkları yanlarında cep telefonuna gömülmüş üç dört yaşlarında kayıp bir çocuk olmaması.
Koşarak resimden uzaklaşıyorum ve neşenin ve eğlencenin dibine vuran üç tablonun önünde keyfim yerine geliyor. Bu tablolar bana en sevdiğim ressam Brueghel’i anımsatıyor. Onlarca figür, dansözler ortalığı karıştırıyor, çocuklar neşe içinde oynuyor, sevgililer birer köşeye çekilmişler. Gördüğüm köy düğünlerini anımsıyorum ve birden bir görüntü aklıma geliyor. Toros Dağları’nın tepesinde bir Kardelen şenliğindeyim. Açılış için bir okul bahçesinde resmi zevat oturuyor, yüzleri bir ciddi bir ciddi ki köy halkı oturan zevata ayıp olmasın diye on beş dakikadır çalan davul zurnaya eşlik etmiyor. Ölümcül bir durgunluk ve birden köyün iki delisi kimseleri takmadan, kendi güzelim oyunlarına başlıyorlar. Ve orada bulunan ben, onları kıskanıyorum.
Sergide dolaşıyorum, Mustafa’nın kadınları hep uzun boylu ve kolları yok. Yüzlerindeki hüznü hissetmemek olanaksız. Mustafa’ya soruyorum: “Kadınların neden kolları yok?” “Vallahi Işıl bu kolsuzluk herhangi bir şey söylemiyor, bu gövdelerin sütun gibi duruşunu seviyorum ama bu bana çok soruldu, görenlerin bir kısmı kadının çaresizliğini anlattığımı söylediler. Belki de öyledir.” Sorularıma devam ettim: “Hemen her kadın resminde kediler var? Neden?” Mustafa gülerek “Kadınlar en çok kediye benzer, ondandır” dedi.
Sergiden bir tünele girmişim de ülkemi seyrediyormuşum gibi bir duyguyla ayrıldım. Ve bir söz aldım. “68’de On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın” adlı yeni kitabıma kapak sözü aldım. Ve Mustafa’yı acayip kıskandım, beyazı nasıl bu kadar katmanlı boyuyor.
Işıl Özgentürk / CUMHURİYET
Not: Günün sloganı “DEPREM VERGİLERİ NEREDE? KİMİN CEBİNDE!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder