Fransa Devlet Başkanı Macron ve Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin, AKP Türkiyesi’ni hedef alan açıklamalarından sonra Libya iç savaşının, AKP rejiminin oradaki varlığının geleceği üzerine düşünmek iyice zorlaştı.
Aslında vekâlet savaşı
İç savaş diyoruz ama Libya’da yaşananları, Doğu Akdeniz’e kadar uzanan, petrol ve gaz havzaları (hatta göç yolları) üzerinde vekâlet savaşları olarak anlamak gerekiyor. Dahası Türkiye ve Arap dünyası ilişkileri açısından bu vekâlet savaşı hidrokarbon havzalarını aşan, Suudi Krallığı’nın sözcülerinin yorumlarına göre, Ortadoğu su kaynaklarını da kapsayan bir alanda hegemonya rekabetine kadar uzanıyor.
Karşımızda son derecede karmaşık, bir vekâlet savaşları manzarası var. Küresel hegemonya sisteminin dağılmasıyla da ilgili olan bu manzaranın bir tarafında Birleşmiş Milletler’in desteklediği, Müslüman Kardeşler hareketinin uzantısı, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile eski bir CIA unsuru, Kaddafi rejiminden kalma General Hafter’in liderliğinde Libya Ulusal Ordusu savaşıyor. Dikkatle bakınca görüntünün içine Türkiye, Katar ve İtalya giriyor. Bunların karşısında Rusya, Fransa, Mısır, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan var.
Bakış açısını Doğu Akdeniz’i de içine alacak biçimde genişletirsek resmin içine Yunanistan ve İsrail giriyor. Sonra Tunus, Cezayir gibi kararsızlar da var. Fransa ile Türkiye’nin NATO, Fransa ile İtalya’nın da AB üyeleri olması, Almanya’nın Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden yana eğilmeye başlaması, başlangıçta Hafter’i destekleme eğiliminde olan, ABD’nin giderek ilgisini kaybeder görünmesi, Rusya’nın Suriye’den sonra Libya’da da bir üs edinerek Akdeniz’e yerleşme planları, Türkiye ile silah ve enerji ticareti, resmi iyice karmaşıklaştırıyor.
Şimdi dikkatlerin gaz ve petrol açısından önemli Sirte Limanı üzerinde odaklandığını görüyoruz. Bu limanın kaderi, vekâlet savaşlarının geleceğini, Libya’nın bölünme olasılıklarını belirleyeceği düşünülüyor. Ben daha çok, AKP Türkiyesi’ni bu “iç savaşın” içine çeken mantığı merak ediyorum.
AKP Türkiyesi, Cumhuriyetin geleneksel “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini terk etti, başka ülkelerin rejimleri, toprakları, kaynakları üzerinde hak iddia etmeye, diğer bir deyişle emperyalist politikalar izlemeye başladı. İyi de neden?
Emperyalist sistem
Modern emperyalizm, kapitalizmin kriz dinamiklerine karşı devreye giren genişleme eğilimiyle yakından ilişkilidir. Sermaye birikim süreci kendi ekonomisinin sınırlarına sığamayacak düzey ulaştığında, bir aşırı birikim sorunu oluştuğunda, yeni değerlenme alanları (birikim fazlasını yatıracak alanlar, kapasite fazlasını emecek talep) yaratmak (başka ülkelerin ekonomilerini kullanıma, coğrafyalarını kaynaklarını edinmeye uygun biçimde açmak) için devlet (emperyalist refleksler) devreye girmeye başlar.
Emperyalist sistemin merkezine baktığımızda, ekonomik ve teknolojik olarak güçlü ülkeler, coğrafyasına sığamayan sermaye birikim süreçleri görürüz. Yeni alanları açan, daha zayıf devletlerin iç ve dış politikalarını şekillendiren hep bu ülkelerin devletleridir. “Yeniden paylaşım” taleplerini, vesayet savaşlarını hatta doğrudan savaşları bu devletlerin “alan açma” süreçleri gündeme getirir. Bu savaşların arkasındaki finans-kapital (banka-sanayi sermayesi), bu savaşlarda, devlet kontratlarından birikim süreçlerini besleyecek biçimde yararlanır.
AKP Türkiyesi’ni bu resmin içine, emperyalist sistemin, sermaye birikim süreci, üretim kapasitesi, sınırlarına sığamayan bir merkez ülkesi olarak yerleştirmek olanaklı değildir. Suriye fiyaskosunun ardında işte bu çelişki var. Bugün ekonomi, “aşırı birikim” sorunu yaşamak bir yana, kaynak sıkıntısı içindeyken, var olan kıt kaynakları ülke içinde, eğitim, sağlık gibi alanlarda, teknolojik bilimsel gelişmeyi desteklemekte kullanmak varken, devri kapanmakta olan hidrokarbon kaynak havzalarını (Ah! Yine toprak rantı saplantısı) ele geçirmek hayaliyle harcamak, “kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışan yılanı” anımsatıyor.
Toprak rantı ve haraç üzerinde durmaya göre şekillenmiş, 16. yüzyılda kendi “erken-sanayileşme” sürecini dinamitlemiş Osmanlı İmparatorluğu’nu modern emperyalizm yıkmıştı. Düşünmeye değer!
Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder