Deri koltuğun yan dönmüş hali, oturanın fotoğraf çekmek için ayağa kalktığını anlatıyor gibi.
Masanın önündeki pembe ceketli kadın gazeteci, makamın sahibinin çektiği o fotoğrafı sosyal medyada paylaşırken not düşmüş: Büyüyünce “başsavcı” olacağım.
İstanbul Adliyesi’nde, avukatların bile giremediği o odada, makamın sahibinin çektiği hatıra fotoğrafına ve manidar mesaja bakıp geçebilirdim. Üzerine anlatılanları “kimsenin hayatı kimseyi ilgilendirmez” diye kapatabilirdim. Gelgelelim cuma akşamı tuhaf bir şey oldu. HSK (Hâkimler ve Savcılar Kurulu) adı, sanı, tarafları belli olmayan bir “dedikodu” hakkında apar topar açıklama yaptı. “Apar topar” diye boşuna demiyorum. Pelikan Grubu’na yakınlığıyla bilinen gazeteciler, HSK’ye defalarca “açıklama yap” çağrısında bulunmuştu. Kulislerden konuşulanlara göre, HSK’ye başka yollarla da bu “talep” iletilmişti. HSK de yine isim vermeden “(sosyal medyada) Bahsedilen iddiaları içeren bir şikâyet dilekçesi kurulumuza başsavcılıklar aracılığı ile veya başka bir yolla gönderilmedi” diyordu. HSK isim vermese de aslında milletvekili Ahmet Şık’ın iddialarına yanıt vermişti.
Kaynak ‘bizden’ dedikleri
Dün gazetemizde okudunuz. Eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan, HSK açıklamasının muhatabı olarak Seyhan Avşar’a konuştu. Özel hayatında yaşanan bir krizin ardından eşiyle tartıştığı, bu sırada fiziksel şiddet olayının yaşandığı, eşinin İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na gelerek kendisi aleyhinde ifade vermek istediği, kritik davalarla ilgili rüşvet ve irtikap iddialarında bulunduğu, bazı adresleri de işaret ettiği, bu durumun krize neden olduğu, adliyede hiçbir savcının ifade almak istemediği, olayın üzerinin örtülmeye çalışıldığı gibi bütün iddialar için “yalan” dedi.
Fidan, “Anayasa Mahkemesi adaylığım öncesi FETÖ’nün itibarsızlaştırma operasyonu” ifadelerini de kullandı. Ancak herkes biliyordu ki iddiaların kaynağı FETÖ değil, İstanbul Adliyesi başta olmak üzere yargının ta kendisiydi. Bu, benim yorumum değil. İrfan Fidan’la sıkça görüşen isimlerden olan, Pelikan Grubu’na yakınlığıyla da bilinen Cumhurbaşkanı’nın eski avukatı Mustafa Doğan İnal, sosyal medyadan şu satırları yazdı: “Asıl sorun, bu müptezellere itibar suikastları için mermi olan, bu aşağılık işlere sevinip dedikoduyu yayan, her mutsuzlukta kariyer arayan sözde ‘bizden’ görünen muhterislerdir.”
İnal’ın “her mutsuzlukta kariyer aramak” dediği şey ne bilmiyorum? Ancak iddiaların kaynağı olarak “bizden görünenler” diyerek birilerini işaret etmesi, iktidar içindeki klik savaşlarını anımsatıyor. Hatırlayın, Pelikan Grubu ile Adalet Bakanı arasındaki tartışma, Bakan’a “düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar” sözlerini söyletmişti. Belli ki Fidan’a ilişkin iddialar da yargı içindeki çatlaklardan sızmıştı. Nitekim HSK’nin açıklamasını da en çok sahiplenenler, İrfan Fidan’a desteğiyle bilinen Pelikan yapılanması yayınları oldu. Öte yandan halkın çoğunluğunun haberdar bile olmadığı iddia, Yargıtay kulislerinde günlerdir konuşuluyordu.
Son tuhaflık ise yazının başında anlattığım fotoğrafın sahibiyle ilgili yaşanan bir olay. Fidan’a desteğiyle bilinen Sabah gazetesi, tam da bu olayların ortasında, dün bir haber yaptı. “Büyüyünce başsavcı olacağını” söyleyen o kadın gazeteciyi, yıllar önce yaşanan bir hadiseye dayanarak “bir işadamına para karşılığı şantaj yapan biri” ilan etti. Habere göre, kavganın merkezi olan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, şantaj hakkında dava da açmıştı.
Yargıda reform neden bitmiyor
Biliyorum, çoğunluk özel hayat dedikodularını seviyor. Ancak kimsenin özel hayatı bizi ilgilendirmez. Buna karşın, kadına şiddet ya da önemli davalarda dağıtılan paralar, önce yargının, ardından kamuoyunun bilgilenme hakkının konusudur. Öyle bir yargı da öyle bir kamuoyu araçları da bugün ortada yok. İşte bu tablo içinde biz belki de asıl konuşacağımız konuyu yine gözden kaçırıyoruz.
Ne mi?
Yargıtay’ın kendisi aslında bir hukuk reformu kurumudur. 19. yüzyıla kadar Osmanlı adalet sisteminin temyiz makamı yoktu. Sultan 2. Mahmut’un 1837 tarihinde kurduğu Meclis-i Vâlâ-i Ahkâm-ı Adliye, 6 Mart 1868 Cuma günü Sultan Abdülzaziz’in fermanıyla ikiye bölündü. “Divan-ı Ahkâm-ı Adliye” bugünkü Yargıtay olurken, “Şûrayı Devlet” günümüzde Danıştay’a kadar geldi. Abdülaziz, kuruluş fermanında şunları söylemişti:
“Hem devlet ve memleketçe, hem kişilerin hak ve güvenlikleri bakımından en çok gerekli bulunan reformlardan biri dahi hukuk işlerinin mülki işlerden ve yürütmeyle görevli hükümetten ayrılmasıdır. Bu önemli işin de bir an önce yoluna konulması adalete değer veren Sultan’ın en büyük arzusudur.”
Osmanlı düzeni modernleşirken bir “hukuk reformu” yapmaya, adliyeyi siyasetten ayırmaya, karar vermişti. Yargıtay aslında buydu.
Peki, şimdi…
FETÖ’cüler, iktidardakiler, liberaller el ele verdiler. Önce “reform” diyerek yargıyı referandumla hükümete bağladılar. Yargının “FETÖ çiftliği”ne dönüşmesiyle başlayan hikâye, her gelenin sırayla tasfiye olduğu ve hepsinde “reform”un konuşulduğu bir tuhaflığa dönüştü. “Kendisine söyleneni en hızlı yapanların yükseldiği” son düzen de Türkiye’de adaleti içinden çıkılamaz hale getirdi. Yeni “reform”, bu cendereyi yaratanları görevden alıp Yargıtay’a atamayla başladı. Atananlardan biri olan İrfan Fidan ise daha bir dosya bile bakmadan, Yargıtay’da perşembe günü yapılacak Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeliği seçimine aday oldu. Haliyle oy verecek olanlar, iki asra yayılan kuruluşun yıpranmış itibarı için de bir karar verecek.
Yargıyı bataklığa çevirenler
AYM üyeliğini, iktidar içindeki kliklerin adamı olanlar, yargıyı o hizipler için kullananlar mı hak ediyor?
Para yatıranlar yargılanırken, Bank Asya ortaklarının savcılık odalarında aklandığı; yazarları yargılanırken Zaman gazetesi patronlarının elini yıkadığı; servetinin bir bölümünü verenlerin sabıkasızlaştırıldığı düzenin parçası olanlar mı AYM üyeliğini hak ediyor?
Milletin adaletinin kılıcı olmak yerine, makamı aracılığıyla “benim gazetecim, benim avukatım, benim adamım” sisteminde rol alanlar mı AYM üyeliğini hak ediyor?
Bir temyiz makamına dönüşen AYM’yi, içeriği felaket davalarla uğraştıranlar mı AYM üyeliğini hak ediyor?
“Becerikli avukatlar”ın hâkimlerin yerine adalet dağıttığı yapıyı oluşturanlar mı AYM üyeliğini hak ediyor?
Türk hukukunun kadim kurumunda; tek bir dosya kapağı açmadan, tek bir imza atmadan, tek bir karar incelemeden, tek bir hukuk dersi vermeden, Yargıtay’ı metro aktarma durağı gibi kullananlar mı AYM üyeliğini hak ediyor?
Kampanyasını anayasa, yargı, adalet demeden “büyükler beni istiyor” diye yapanlar mı AYM üyeliğini hak ediyor?
Ne özel hayat, ne aile ilişkileri…
Asıl tartışmamız gereken, Yargıtay üyelerinin de sorması gerekenler bunlar.
Tüm bu tartışmaların odağında, tartışmayı izlediğinden emin olduğum kadın gazeteci, dün sosyal medya hesabından Enfal suresinin ayetini paylaştı: “Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”
Umuyorum yargımız kumpasların da tezgâhların da tuzakların da esaretinden bir gün kurtulur.
Barış Terkoğlu / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder