5 Kasım 2022 Cumartesi

Cumhuriyetten sonra - Aydemir Güler / SOL

 

'Bugün kavga Cumhuriyet sonrasının çöküntü alanı mı sosyalizm mi olacağı hakkındadır. Bu sorunun yanıtı uzun olmayan bir hesaplaşma sürecinde açıklık kazanacak.

Cumhuriyetten sonra iki şey olabilir. Biri topraklarımızın çöküntü alanına dönmesidir. Aslında Türkiye her düzlemde bu süreci yaşamakta, çürümekte ve çözülmektedir. Burada sermaye sınıfı ve devletin tersine zaman zaman konsolide edilmesinde bir çelişki bulunmuyor. Egemenlerin kazancıyla toplumun çürümesi paraleldir. 

Diğer seçenekse sosyalizmdir... 

Yalçın Küçük “Kemalizm bizi ileriye götüremez. Biz Kemalizm’den geri düşmeyiz” demişti: “Kemalizm’den geri dönülmesini kabul etmeyiz. Geriye baktığımızda, Kemalizm, bizim frenimizdir. İleriye baktığımızda, Kemalizm’in ötelerine açılma zorunluluğu duyuyoruz.” 

Doğrudur ve söz konusu olan burjuva devrimidir. Türkiye burjuva devriminin, adı üstünde bir sınıfı var ve onu biliyoruz. Yalnızca cahiller herhangi bir burjuva devrim sürecini nasıl ele alacağını tartışırken, burjuva devriminin içinde burjuva karşıdevriminin yerleşik olduğunu “keşfetmekten” tatmin olabilirler! Elbette öyledir. Devrim tam da yeni sömürücü sınıfa yaslanmaya yöneldiği için halk kitlelerinin harekete geçtiği devrimci evreye nokta koyma eğilimini bağrında taşır. Bu handikaba düşmemek sosyalist devrimlere nasip olur…

Hiç de başkalarınınkinden daha fazla defolu olmayan bizim Cumhuriyet Devrimimizin 1908’den başlatabileceğimiz, inişli çıkışlı yirmi yıllık ilerleyişi, tarihe geri dönülmez bir modernlik çizgisi çekmiş ve bunu Cumhuriyet değerleri halkımıza armağan etmiştir. 

Bu, Anadolu ve Trakya’nın büyük bölümüne doğrudan veya Yunanistan’ın taşeronluğuyla el koymak isteyen emperyalizme karşı bağımsızlık çizgisidir. 

Bu, hilafetle temsil olunan “eski rejim”e karşı laiklik çizgisidir. 

Bu, saltanatın reva gördüğü boynu bükük tebaaya karşı özgür yurttaşların hakları çizgisidir ki kamuculuğun başladığı yer de burasıdır. 

Sosyalist, komünist, işçi sınıfına ve emekçi halka dayanan akımlar bu çizgiyle birlikte yoğruldular, yoğrulduk. Bağımsız, laik cumhuriyet sayfasının açılmasından önce eski düzenin de bir solu elbette vardı. Burjuva devrimiyle birlikte ise yeni, modern bir sol ortaya çıkmıştır. Solculuk yeniden ve kalıcı olarak tanımlanmıştır. Öyle ki, Kemalizmden, burjuva devriminden geri dönüldüğünde biz yokuz, yok oluruz. Hedefimiz olan sosyalizmi, eşitliği, özgürlüğü ancak o çizginin ilerisi için resmedebiliyoruz. Yalçın Hoca’nın veciz sözlerine bir başka form kazandırabiliriz o halde: Bugün eşitlik ve özgürlükten söz eden herkes, bu kapsama giren her mücadele varlığını burjuva devrimine borçludur. Laik, yurtsever ve kamucu olmayan, sol da değildir. Dinsellikle barışıp kaynaşmayı, emperyalizmin önemsizleştirilmesini veya sorunların çözümünde başka devletlere rol atfetmeyi, özel mülkiyetçiliğe sempatiyi aklından geçirenler direksiyonu sağa çevirmişler demektir. 

Eksik kalmasın; emekçiler ancak ülkeleri hakkındaki kararlar yine orada alınıyorsa, yetki emperyalist merkezlere havale edilmemişse karar mekanizmalarına uzanabileceklerdir. Bir ülkenin emekçilerinin çıkarı tartışmasız biçimde bağımsızlıktadır.

29 Ekim’de bunları çok konuştuk. Ama sonrasında da devam etmek lazım, anlaşılan. Lazım, çünkü kimi solcular Cumhuriyetin, bizim için gerisine düşülemez çizgiyi çeken bir devrim olmasının karşısına burjuva diktatörlüğü kavramını koyarak iş yaptıklarını zannediyorlar! Her şey sınıfsaldır ve geçmişteki her ileri adım, işçi sınıfı ve emekçi halkın sosyalist adımı değilse bir başka sınıfla bitişiktir. Geçmişte kurulmuş ve gelecekte kurulacak her devlet bir diktatörlüktür. Burjuva devrimlerinin tarihsel ürünü burjuva diktatörlüğüdür. Feodalitenin, aristokrasinin, toprak mülkiyetine dayalı arkaik sınıfların, dinsel ideolojiden toplumsal çimento imal eden biat düzenlerinin yerine bir burjuva diktatörlüğünün geçtiğini söylemek marifet değildir. Marifet, Marx’ın Manifesto’sunda bu değişimin insanlığın özgürleşmesinde nasıl zorunlu ve heyecan verici bir dönemeç oluşturduğunu anlamaktır. Marifet gideni ve gelmekte olanı, sosyalizmi, işçi sınıfını anlamaktır...

Cumhuriyete düşman solculuk türünün bugünkü çatısının Kürt ulusalcılığı olduğunu görüyoruz. Burjuva devriminin bizdeki ve çoğu yerdeki veçhelerinden biri de, ulus-devletin oluşmasıdır ve merkezileşme Kürt feodalitesinin özerk alanlarına el konması anlamına gelmiştir. Burjuva devrimcileri bunu yaparken Kürt yoksullarını harekete geçirmeyi, bir köylü hareketi örgütlemeyi denememiş, kendilerine yandaş feodal devşirmeyi tercih etmişlerdir. Dolayısıyla milliyetçi Kürtlere Türkiye burjuva devriminde samimiyetle tutacakları bir dal kalmadığı doğrudur.

Lakin aynı denklem Kürt yoksulları için geçerli olamaz. Devrimin, bir köylü hareketi örgütlemeye kalkışmamış, kadim feodaliteyi devrimci bir hamleyle yıkıp geçmemiş olması, Kürt köylüleri de tebaa olmaktan çıkartan sürecin yine Cumhuriyet Devriminin ta kendisi olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu gerçeği görmeyenler bu ülkede özgür yurttaşlık kategorisinin Cumhuriyet sayesinde kurulduğunu, Kürt aydınlarının Osmanlı’nın geçmişte kalmış ademi merkeziyetçiliğine değil, tam da bu yeni duruma tutunarak geliştiklerini anlamamaktadırlar. Hal böyle olunca fren falan kalmamakta ve Osmanlıcı bir özgürlük ütopyası uydurulmaktadır! 

Sözlerini sonradan “Cumhuriyet’i değil tekçiliği eleştirdim” diye doğrultmak zorunda kalan Pervin Buldan’ın, Cumhuriyeti “yüz yıllık bir yıkım süreci” olarak damgalaması Kürt milliyetçiliğinin son ilanı olmuştur. Bu ilan Kürt ulusalcılarının AKP’yle 2015’e kadar kurmayı denedikleri ittifakın rastlantısal değil tarihsel olduğunun yeniden teyit edilmesidir. Laiklik, yurttaşlık-kamuculuk ve bağımsızlık düşmanlığı Kemalizm’den geriye gidişle, Osmanlıcılıkla çakışır. Türkiye’nin çürümesinden ve çözülmesinden ileri bir adım çıkmayacağı açık olmalıdır. 

Demagog seslenir: Peki, sol ezilen Kürtlere kayıtsız mı kalsın? Coğrafyamızın bütün anadillerinden gelen emekçileri bünyesinde birleştiren sol, herhangi bir adaletsizliğe sessiz kalmasın elbette. Ama el çabukluğuyla bu organik duyarlılığı politik veya sadece seçim pazarlığıyla ilgili bir stratejik ittifak haline getirmeye de kimse kalkışmasın! O yol solculuktan ayrılış sapağıdır…

Geçmişimizdeki devrime düşmanlık besleyerek önümüzdeki devrimin parçası olunmaz. Bu saçmalık bugün Kürt milliyetçiliği sayesinde yaşanıyor. Solun geçmişinde bunun köklerini değil esin kaynaklarını bulabiliyoruz. Belki bir tanesini, Cumhuriyete toz kondurmamış TKP’nin, otuz yılı aşkın süre en üretken beyinlerinden biri olan Hikmet Kıvılcımlı’nın Müslümanlığın sosyalizmle barışık yönlerini abartması olarak not edebiliriz. Bir diğeri kesinlikle, 27 Mayıs’ı izleyen Kemalist Rönesansın sosyalizmin üstünde bir kuşatmaya dönüşmesine karşı koymaya çalışırken gayet ayarsız bir teori kuran İdris Küçükömer’dir. Üçüncüsü ve en dramatik olanı, 68 kuşağının en gözü peklerinden, İbrahim Kaypakkaya’dır. İşkencede öldürüldüğünde sadece 25 yaşında olan İbo’dan bugüne devrimcinin boyun eğmeyişi mi kalmalıdır, Kemalizmi faşizmle karıştırma yanılgısı mı? 


Günümüz okurunun aklına bunlardan önce Birikim ekolü gelmiş olabilir. Onu geçelim; Birikim solun laiklik-yurtseverlik-kamuculuk üçgeninden çoktan çıkmış ve sağcılaşmış bir topluluktur. 

Yürüttüğümüz tartışma ise geçmişle ilgili sayılmamalıdır. Bugün kavga Cumhuriyet sonrasının çöküntü alanı mı sosyalizm mi olacağı hakkındadır. Bu sorunun yanıtı uzun olmayan bir hesaplaşma sürecinde açıklık kazanacak. 

Aydemir Güler / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder