15 Ocak 2023 Pazar

Latin Amerika'da esen sol rüzgâr ne anlatıyor? (4+5) - Yazı dizisi / Hazırlayan: İbrahim VARLI-BİRGÜN

 

Kolombiya’da sol iktidar: İmkânlar, sınırlılıklar (4) (Dr. Öğr. Üyesi, Esra AKGEMCİ)
Kolombiya’nın ilk solcu devlet başkanı seçilen eski şehir gerillası Gustavo Petro’yu zorlu günler bekliyor. (Foto: Depo Photos)

Zaman kısa, savaş sonsuz/ Fernando Rendón

Kolombiya tarihinin ilk sol hükümeti olan Gustavo Petro yönetiminin Ağustos 2022’de iktidara gelmesinin hemen ardından ilk işlerinden biri, Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) ile barış görüşmeleri başlatmak oldu. Latin Amerika’nın en eski gerilla hareketi olan ELN, 1964’te, FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) ile aynı yıl kurulmuştu. FARC’ın 2016’da Kolombiya hükümeti ile barış anlaşması imzalayarak silah bırakması ve yasal siyasete geçmesinin ardından, Latin Amerika’nın (ve aynı zamanda dünyanın) en eski gerilla hareketi olarak sadece ELN kaldı.

Kendisi de silah bırakmış eski bir gerilla olan Petro’nun Kasım 2022’de başlattığı müzakerelerin ardından ELN ile ilk anlaşma sağlanmış durumda. Müzakerelerde sadece silah bıraktırmaya değil, katılımcı bir barış süreci inşa etmeye yönelik kapsayıcı bir anlayış öne çıkıyor. Eğer barış görüşmeleri başarıyla sonuçlanırsa yarım asrı aşan çatışma dönemi sona ermiş olacak. 1950’lerdeki iç savaş yıllarından bu yana tam bir şiddet sarmalına hapsolmuş olan Kolombiya’da şiddetin birden fazla tarafı var. Ancak FARC’ın ardından ELN ile de barış anlaşması imzalanması önemli bir eşik. Bugün, yıllar sonra ilk kez Kolombiya’da hiç savaş görmemiş nesillerin yetişeceğine dair bir umut var.

Petro’yu iktidara taşıyan, işte tam da bu umuttu. Haziran 2022’deki seçimlerde Petro’nun aldığı yüzde 50,4’lük oy, barıştan yana koyulmuş başlı başına bir tavırdı. Bugüne kadar ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olan Kolombiya’da uyuşturucu ticareti, yolsuzluk, otoriterlik ve paramiliter şiddet üzerine kurulu oligarşik düzenin yönetici elitlerini iktidardan indirmeden barış sağlanamazdı. Barış demek, toplumsal adalet ve eşitlik demekti.

URİBİSMO’YU AŞMAK

2000’lerin başından itibaren Kolombiya siyasetini, silahlı çatışmaların otoriter rejimi meşrulaştırmak için kullanıldığı, paramiliter güçlerle işbirliğine dayalı Uribe’ci anlayış (Uribismo) şekillendiriyordu. Adını 2002’de iktidara gelen devlet başkanı Álvaro Uribe’den alan siyasi doktrin, birbiriyle bağlantılı dört temel üzerine kuruluydu: Neoliberalizm, uyuşturucu ticareti, otoriterlik ve paramilitarizm. ABD’nin 1990’larda uyuşturucuyla mücadele kapsamında geliştirdiği “Kolombiya Planı” (Plan Colombia), bu temelleri bir arada tutan temel unsurdu. Buna göre, ABD’nin “uyuşturucuya karşı savaş” politikası, özellikle George W. Bush döneminden itibaren FARC ve ELN gibi devrimci örgütlerin denetimindeki bölgelere askerî müdahaleyi meşrulaştırmak için kullanıldı. ABD’nin Irak işgalini destekleyen tek Latin Amerikalı lider olan Uribe’nin başkanlık döneminde (2002-2010) Kolombiya, Bush yönetiminin bölgedeki en önemli müttefiki oldu. Latin Amerika genelinde sol yükselirken, Kolombiya’da ABD hegemonyası altında militarizm iyice güçleniyordu.

ABD ile işbirliğini ilerleten ve Kolombiya Planı için uygun bir toplumsal zemin oluşturmaya çalışan Uribe, “demokratik güvenlik” adını verdiği strateji ile devletin güvenlik alanındaki denetimini artırdı. Buna göre “toplumun güvenliği”, yabancı sermaye için oluşacak “güven ortamı” ile birlikte sağlanabilirdi. Bu koşullarda Uribismo, “uyuşturucuyla mücadele” kapsamında paramiliter grupların desteklenmesine, ABD ile askerî ve ticari ilişkilerin geliştirilmesine ve neoliberal politikaların uygulanmasına dayanan bir anlayış olarak şekillendi.Uribe’nin iktidarından sonra, 2010’lardaki barış sürecine rağmen Uribismo, Kolombiya siyasetini şekillendirmeye devam etti. Uribe döneminde savunma bakanlığı yapmış olan Juan Manuel Santos, 2010’da devlet başkanı seçildikten sonra onarıcı adalet mekanizmalarına dayanan, kapsayıcı ve özne odaklı bir çözüm sürecini hayata geçirmiş ve Uribeci çizgiden uzaklaştı. Ancak Santos’tan sonra, 2018’de iktidara gelen Iván Duque, Uribe’nin güvenlikleştirme pratiklerine geri döndü ve barış anlaşmasının uygulanmasını sekteye uğrattı. Duque ayrıca eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sektörlerindeki özelleştirmelerle neoliberal politikaları derinleştirmeye çalıştı.

2019’da başkent Bogota başta olmak üzere büyük kentlerde kendini gösteren protestoların hedefinde Duque hükümetinin siyasi ve ekonomik reformları vardı. Protestocular hem neoliberalizmin yol açtığı ekonomik ve toplumsal dışlanmaya meydan okumak hem de barış sürecine sahip çıkmak için sokaktaydılar. 2019’da daha adil ve daha eşit bir düzen talebiyle dünya geneline yayılan, “müesses nizam karşıtı” olarak nitelendirilebilecek protestolar, Latin Amerika genelinde “ikinci pembe dalga” olarak anılan, solun yeniden yükseldiği bir dönemin kapılarını açtı. Kolombiya’da müesses nizam, Uribe iktidarında iyice yerleşen narko-kapitalizm demekti, şiddet ve cezasızlık demekti. Gustavo Petro’nun zaferi, bu yerleşik düzene karşı gelişen yeni mücadele döneminin ürünüydü.

‘HİÇ KİMSELER’İN İKTİDARI

Eski bir M-19 (19 Nisan Hareketi) gerillası olan Gustavo Petro, 1990’da silah bırakmasının ardından, 1991-2006 arasında Temsilciler Meclisi üyeliği, 2006-2010 arasında Senato üyeliği yapmış, 2011’de Bogota belediye başkanı seçilmişti. Petro, 2018’de başkanlık için yarışmış, yüzde 25’le ikinci tura kaldıysa da Duque karşısında kaybetmişti. 2022 seçimlerinde Petro’nun temel vaatleri, FARC ile imzalanan barış anlaşmasının uygulanması ve ELN ile barış için müzakerelere başlanması, daha adil bir toprak dağılımı için tarım reformu yapılması ve özellikle yerli halkların talepleri olan, madencilik şirketlerinin doğal kaynak sömürüsüne dayalı politikalarıyla mücadele edilmesiydi.

Petro, bu doğrultuda ekonomi programının ana hatlarını ekolojik sürdürebilirlik ve iklim krizi üzerine kurdu ve ekonomiyi “karbonsuzlaştırma” sözü verdi. Çevreye büyük zarar veren, hidrolik kırılma (fracking) olarak bilinen, yeraltına hidrolik sıvı pompalanmasına dayalı petrol çıkarma yöntemine karşı çıkan Petro, iktidara gelince Kolombiya’daki yeni petrol aramalarına son verdi. Kolombiya’nın önemli ihracat kalemlerinden olan petrol ve kömüre bağımlılığı kırmak için yeni hükümetin hedefi turizmi önemli bir gelir kaynağı haline getirmekti. Petro ayrıca bölge çapında bir ekolojik dönüşüm için diğer solcu liderlerle birlikte çalışma sözü verdi. Çevre meselesinin, Latin Amerika’da solcuların bölgesel işbirliği mekanizmaları geliştirebilmeleri için önemli bir zemin oluşturduğunu bu noktada hatırlatmak gerek.Bununla birlikte, 2019 protestolarında barış talebi ve çevrecilik vurgusunun yanı sıra kadına yönelik şiddetle mücadele ve kürtaj hakkı gibi feminist talepler de öne çıkıyordu. Sadece Latin Amerika’da değil dünya genelinde 2019’daki protestolarda özellikle kadınlar ve gençler ön saflarda yer aldılar. Bu elbette tesadüf değildi. Son dönemde dünya genelinde yükselen otoriter rejimlerin doğrudan kadınları hedef alan söylem ve pratikleri, yeni-muhafazakâr ideolojiye yönelik feminist bir tepki doğurmuş ve bu tepki, Türkiye de dâhil olmak üzere birçok ülkede feminist harekete ivme kazandırmıştı.

Latin Amerika’da feministlerin geniş tabanlı, etkin hareketler örgütleyebilme kapasiteleri, solcuları yeniden iktidara getiren toplumsal dönüşüm sürecinde önemli rol oynadı. İlk kez 3 Haziran 2015’te Arjantin’de gerçekleşen Ni una menos (Bir kadın daha eksilmeyeceğiz) eylemleri bu açıdan önemli bir dönüm noktası oldu. Arjantin’de 2019’da neoliberal politikalara tepki olarak gelişen protestolarda Ni una menos aktivistleri etkin rol oynadılar. Son dönemde giderek artan kadın cinayetlerini protesto etme amacıyla başlayan ve kısa sürede bölge geneline yayılan Ni una menos eylemlerinin sağladığı dinamizm, kürtaj hakkını savunan “Yeşil Dalga” (Marea Verde) hareketinin doğması için de zemin hazırladı. Ücretsiz ve sağlıklı kürtaja erişim hakkını sembolize eden yeşil bandanadan dolayı Yeşil Dalga olarak anılan hareket, Şubat 2022’de Kolombiya’da da kürtajın yasallaşmasını sağladı.

2019 protestolarında Latin Amerika genelinde öne çıkan en dinamik toplumsal hareketlerin işçi hareketi, çevre hareketi, yerli hareketi, öğrenci hareketi ve kadın hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan Kolombiya’nın 2022 seçimleri, sadece başkan Petro’nun değil, başkan yardımcısı Francia Márquez’in de zaferiydi. Ülkesindeki ilk Afro-Kolombiyalı başkan yardımcısı olan Márquez, temizlikçilikten madenciliğe kadar birçok işte çalışmış, “unutulmuş topraklar” olarak tanımladığı yaşadığı yoksul bölgeye yapılan baraj yüzünden zorla yerlerinden edileceklerini öğrendiğinde hukuk okumaya karar vermiş, hayatını çevre mücadelesine adamıştı.

Çevre aktivisti ve feminist Márquez, toplumsal hareketlerin içinden gelen, Petro’dan ayrı, kendi tabanı da olan güçlü bir kadın lider ve muhtemelen bir sonraki seçimlerin en gözde başkan adayı olacak. (Kolombiya’da devlet başkanlığı 2015’ten itibaren tek dönemle sınırlandırıldığı için Petro bir daha aday olamayacak.) Márquez, Kolombiya’nın tüm dışlanmış kesimlerinin temsilcisi olarak politika yapıyor ve adları bilinmeyen, yüzleri olmayan, sesleri duyulmayan bu dışlanmış kesimleri “hiç kimseler” (los nadies ve las nadies) olarak tanımlıyor. Petro ve Márquez liderliğindeki sol koalisyonun (Pacto Histórico/Tarihi İttifak) zaferi, “hiç kimseler”i iktidara getiren, barış ve adaletten yana umut doğuran tarihi bir fırsata işaret ediyor. Ancak bu fırsatın önünde duran bazı zorluklara da değinmek gerek.

İTTİFAK’IN SINIRLARI

Latin Amerika’daki “pembe dalga” hükümetlerini sınırlayan en büyük unsurların başında, solcuların iktidara gelmiş olmalarına rağmen kongrede çoğunluğu sağlayamamaları ve bu yüzden istedikleri/söz verdikleri reformları yapamamaları geliyor. Kolombiya’da da sosyal demokratlardan radikal solculara, yerlilerden feministlere ve çevrecilere uzanan geniş bir sol koalisyon niteliğinde olan Tarihi İttifak, kongrenin üst kanadı Senato’da 20, alt kanadı Temsilciler Meclisi’nde 28 sandalyeye sahip. Bu da kongrede çoğunluğu sağlamaya yetmiyor.

Solcular iktidara gelse bile finans, yargı ve medya gücünü elinde tutan sağcılar, kongrede ataklarına devam ediyor ve yapısal reformların önüne geçmekle kalmayıp (son olarak Peru’da olduğu gibi) başkanın azledilmesi gibi anti-demokratik yollara başvurabiliyorlar. Üstelik son dönemde yükselen yeni-muhafazakâr ideoloji ile birlikte sağcılar giderek radikalleşmeye başladı. Bu da elbette sol mücadele açısından zorlu bir sürece işaret ediyor. Kolombiya’da kongre içi dengelerin nasıl işleyeceğini zaman gösterecek fakat en azından solun karşısındaki sağ muhalefetin bölünmüş durumda olması bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Ancak solun önündeki engeller, seçim siyaseti ile sınırlı değil.

Latin Amerika’da sol siyasetin gelişimi açısından en temel sınırlılık, kökleri sömürgecilik dönemine dayanan, büyük toprak sahipleri, sermaye çevreleri ve çokuluslu şirketlerin oluşturduğu oligarşik düzenin ta kendisi. Hatta oligarşiyi, solun önündeki bir engelden ziyade solu büsbütün sarmalayan bir yapı olarak tanımlamak gerek. Bu yapının yol açtığı sınıf, etnisite, ırk ve cinsiyet temelli eşitsizlik ve adaletsizliklerle mücadele etmek için iktidar değişikliği yeterli değil. Bunun için çok daha radikal bir toplumsal dönüşüm süreci gerekiyor. Solcu iktidarların en büyük katkısı, bu yönde bir değişim için gerekli mekanizmaları inşa etmek ve dönüştürücü sosyo-ekonomik reformlar yapmak olabilir.

Ancak solcular iktidara geldiklerinde bu reformları yapabilmek için sağa önemli tavizler veriyorlar. Sonuç olarak bazı önemli kazanımlar elde edilse de verilen tavizler yüzünden uzun dönemde oligarşik düzen iyice yerleşmiş oluyor. Bunun en önemli örneğini, geliri yeniden dağıtabilmek için burjuvazinin belirli kesimlerine verilen ayrıcalıklar oluşturuyor. Üstelik “pembe dalga” liderleri geliri daha adil bir şekilde yeniden dağıtabilseler bile mevcut mülkiyet ilişkilerine ve toprak yapısına dokunamıyor, oligarşinin elindeki büyük arazileri yoksul köylülere dağıtamıyorlar.

Latin Amerika solu, 2000’lerin başlarından beri bu sınırlılıklarla uğraşırken Kolombiya’nın henüz yolun çok başında olunduğu söylenebilir. Petro hükümetinin önceliği, her şeyden önce toplumsal barışı inşa etmek. Kolombiya, askerî aygıtın çok güçlü olduğu, kapitalizmin bile savaşa göre yeniden yapılandığı, son derece militerleşmiş ve bitmek bilmeyen çatışmalar yüzünden ağır toplumsal travmalar yaşamış bir ülke. Kolombiya’da sol en nihayetinde iktidara geldi ama bu sadece bir başlangıç. Öncelikle solun gelişebileceği temel zemini inşa etmek ve toplumsal muhalefet aktörlerinin daha etkin bir şekilde örgütlenebilmesi için elverişli koşulları oluşturmak gerekiyor. Petro, ekolojik adaleti de kapsayan çok boyutlu bir barış sürecinin temellerini atabilir ve toplumsal hareketlerle ilişkisini geliştirebilirse sağın saldırısı karşısında daha güçlü durabilecektir. Sol, kendisini sarmalayan oligarşik yapı içinde çatlaklar açacak sarmaşıkları ancak böyle yeşertebilecektir.

***

KRİSTOF KOLOMB'UN ÜLKESİ

Dil ve etnisite bakımından dünyanın en kozmopolit ülkelerinden Kolombiya adını İtalyan kaşif Kristof Kolomb'dan alyor.

Zulme karşı yapılan gösterilere devam

Peru'da Pedro Castillo’nun azledilerek yerine getirilen Dina Boluarte hükümetine karşı protestolar sürüyor. İnsan hakları örgütleri Ayacucho kentindeki gösteriler sırasında tutuklanan yerli liderlerin serbest bırakılmasını talep etti. Ayacucho Halk Savunma Cephesi başkanı da dahil olmak üzere gözaltına alınan liderlerin bırakılması için emniyetin önünde toplanan yüzlerce kişi, gösterilerin devam edeceğini açıkladı. Peru Ulusal İnsan Hakları Koordinatörü de üç yerli liderin tutuklanmasını kınadı, yerli haklara yönelik zulmün ülkedeki kutuplaşmayı keskinleştireceği konusunda uyardı.

Sendikacılara baskı kabul edilemez

Orta Amerika ülkelerinden El Salvador’da sağ popülist Nayib Bukele hükümetinin toplumsal muhalefete yönelik baskıları artıyor. Bukele yönetimi son olarak olağanüstü hali uzatıp Soyapango Belediye Başkanlığı’nda örgütlü olan sendika üyelerini tutuklaması bardağı taşırdı. İktidar partisi Nuevas Ideas’ın elindeki belediyede maaşların ödenmemesini protesto ettikten hemen sonra tutuklanmaları tepki çekti. Daimi Çalışma Adaleti Tablosu (MPJL) tutuklamaları kınadı ve olayları, Arjantin'deki tutuklamalara atıfta bulunarak "toplumsal örgütleri sindirmeye yönelik bir strateji" olarak nitelendirdi.

Polis ve askerler baskına yol verdi

Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, polis ve ordudan bazı kişilerin Ulusal Kongre'yi basan Bolsonaro destekçileriyle işbirliği yaptığını söyledi. Baskın videolarını görmek istediğini belirten Lula, iş birliği yapan çok sayıda kişinin olduğunu kaydetti. Lula, “Bu insanların Planalto Sarayı’nın kapısından içeri girmeleri sağlandı, yani birileri onların buraya giriş yapmasını kolaylaştırdı” dedi. Lula, 8 Ocak’taki Kongre ve diğer devlet binalarına yapılan baskına karıştıkları gerekçesiyle gözaltına alınan kişi sayısının 1800’e ulaştığı bildirildi.

                                                                          /././

Meksika’nın gerilim hatları (5) (Dr. Öğr. Üyesi Ertan EROL)


Kendisini yakın tarihin en önemli 4’üncü dönüşüm dönemi olarak tanımlayan siyasal hareketin iktidarda olduğu Meksika, ülkedeki sınıfsal, etnik, kültürel fay hatlarının belirginleştiği ve ulusal nitelikli ayrışmaların bölgesel koşullardan ayrışmadığı dönemden geçiyor.

İspanya’dan bağımsızlığın kazanılması, III. Napolyon’un emperyalist macerası olan ikinci imparatorluk deneyimine karşı cumhuriyetçi direniş ve reform hareketi, 20’nci yüzyılın en önemli ve en tartışmalı halk hareketlerinden biri olan meşhur devrimi sonrasında, kendisini yakın tarihin en önemli dördüncü dönüşüm dönemi olarak tanımlayan bir siyasal hareket Meksika’da iktidarda. Meksika, hem ülke içindeki sınıfsal, etnik ve kültürel fay hatlarının belirginleştiği, hem de ulusal nitelikli ayrışmaların bölgesel koşullardan çok da ayrışmadığı bir dönemden geçiyor. Siyasal iktidarın üzerinden yükseldiği sınıfsal kompozisyonun dönüşüp dönüşmediği konusu maalesef bu yazının kapsamı dışında kalıyor; bunun yerine sınıfsal izdüşümleri çok açık olan güncel siyasal çatışmalar üzerine yoğunlaşmayı tercih ederek, belli başlı ulusal ve uluslararası sonuçlara değinmeye çalışıyoruz. Gerçekten de ülkedeki günlük ve güncel siyasal ayrışmalar, bazı temel konuları muğlaklaştırıyor. Kasım ayında önce muhalefetin daha sonra da iktidar partisinin karşılıklı olarak gerçekleştirdiği yürüyüşler bunun en somut örneklerinden biriydi.


27 Kasım sabahı, Meksiko City’nin en büyük bulvarı olan Reforma’da, Başkan Andrés Manuel López Obrador’un çağrısına uyarak ülkenin birçok yerinden başkente gelen kalabalıklar sabahın erken saatlerinden itibaren Bağımsızlık Meleği Anıtı’nın (Angel) etrafında toplanmaya başladılar. Devrim Anıtı’ndan Angel’e doğru yaklaştıkça, bu geniş bulvardaki insan selini aşıp yürüyüşün başlangıç noktasına ulaşmanın mümkün olmadığı çabucak belli oldu. Mecburen daha önce Kolomb’un heykelinin bulunduğu, ama artık lahdinde yumruğunu havaya kaldırmış geçici bir kadın heykelinin yer aldığı anıta doğru yürümek gerekti. Reforma Bulvarı, 19. yüzyılın sonunda diktatör Porfirio Diaz’ın, Paris’e öykünerek şehrin aksını kolonyal merkezden Chapultepec kalesine doğru kaydırma planıyla açılan, sağlı sollu heykellerin geniş döner kavşaklara ve bu kavşaklardaki anıtlara açıldığı ve şehrin ana akslarından birini oluşturan bir bulvar. Ama aynı zamanda ülkenin toplumsal mücadelelerinin ve çatışmaları için sembolik bir öneme sahip kentsel bir alan. Hemen hemen her yürüyüşte boya atılan ve zarar verilen Kolomb anıtı ise, önce restore edilmek daha sonra da temelli olarak yerini yerli bir kadın heykeline bırakmak üzere bulvarı terk edeli çok olmadı. Artık mücadele eden kadınlar kavşağına dönüşen bu alanda mahşeri kalabalığa rağmen kadınlar seslerini duyururken başkanın geçişi esnasında bile protestoculara kimse müdahale etmedi. Kalabalık dışında ilk göze çarpan şey ise güvenlik güçlerinin neredeyse hiçbir yerde görülmemesiydi. Özellikle sağın bölgede her koşulda iktidarları değiştirmek veya zayıflatmak yönünde kararlı göründükleri bir dönemde, Obrador’un bu kadar yaklaşılabilir olması da önemli bir sembolizm taşımaktaydı.

Obrador başkanlık sarayından, yürüyüşün başlangıç noktası olan Angel anıtına meşhur beyaz Jetta’sı ile ulaştıktan sonra etrafını saran, kendisine dokunmak, onu yakından görmek ya da fotoğrafını çekmek isteyen kitle ile 4 kilometrelik yolu yaklaşık 7 saatte yürüyerek, 1,5 saatlik konuşmasını gerçekleştireceği Zócalo’ya ulaştı. Yürüyüş boyunca 2024 başkanlık seçimlerinde aday olarak öne çıkan en önemli üç isimden ikisi, Mexico City Valisi Claudia Sheinbaum ile İçişleri Bakanı Adán Augusto López, başkanın yanından hiç ayrılmamaya önem gösterdiler. Görüntü gerçekten de bir Ortaçağ tablosundan farksızdı, Obrador neredeyse hiçbir koruma olmadan bir aziz edasıyla etrafındaki halk kitleleri ile ilerlemiş yaşı ve rahatsızlıklarına rağmen bir kez daha sokaklara ne kadar hâkim olduğunu gösteriyordu.

2006’da hile ile kaybettiği başkanlık seçimini tanımayarak aylarca yine bu kitleler ile birlikte aynı bulvarda hükümete sokaklara kendisinin hâkim olduğunu kanıtlamıştı. 2006’da Obrador’un Reforma işgali, birçok kişi için onun siyasi kariyerinin sonu olduğu şeklinde yorumlanmıştı. 2018 seçimlerinde ise durumun böyle olmadığı görülmüştü. Obrador, bir kez daha son dönem Meksika siyasetinin en önemli ve en sembol kişilerinden biri olduğunu bu yürüyüş ile teyit etmiş bulunuyordu.

HALKIN İKTİDARA DESTEĞİ FAZLA

Meksika, Latin Amerika’da mevcut iktidarın halkın çoğunluğu tarafından büyük oranla desteklendiği nadir ülkelerden biri. Bu desteğin önemli bir kaynağını ise ekonomik istikrar ve sosyal programlar oluşturuyor. Ekonomide büyük kur şoklarının yaşanmadığı, enflasyonun yüzde 8 civarında kalmasına rağmen emekçi sınıflar için önemli ücret artışlarının gerçekleştiği, tüm yaşlılar için asgari bir gelirin garanti edildiği, milyonlarca yoksul gence eğitim bursunun sağlandığı, vergi reformu ile daha etkin bir vergi sisteminin getirildiği, tüm özel sektöre yayılmış bulunan taşeron sisteminin kaldırıldığı ve bunlara rağmen doğrudan yabancı yatırımın arttığı nadir ülkelerden biri Meksika. ‘Near-shoring’ olarak adlandırılan mefhum, son dönemde büyük ABD firmalarının üretimi Doğu Asya’dan Meksika’ya kaydırmalarına gerçekten sebep oldu. Bununla birlikte ABD’deki pandemi paketleri ile ortaya çıkan likidite, bu ülkede yaşamakta olan yaklaşık 40 milyon Meksikalının ülkelerine gönderdikleri transferleri de önemli ölçüde artış göstermiş durumda.

Bununla birlikte, madem hükümet iyi bir durumda, Obrador, muhalefete karşı neden böyle bir güç gösterisinde bulunmak durumunda kaldı sorusu gündeme gelebilir. Obrador karşısında önemli ölçüde dağınık görünen, halen 2024 seçimlerini kazanabilecek bir aday gösterememiş durumda bulunan ve farklı ideolojik oryantasyonlara sahip muhalefet bloku, Obrador’un seçim kanunu ve yüksek seçim kurulunda yapmak istediği değişiklikler karşısında toplumun farklı kesimlerinden ilk defa önemli bir destek bulduğunun farkına vardı ve 13 Kasım’da Reforma bulvarında ve ülkenin diğer büyük kentlerinin meydanlarında büyük katılımlı yürüyüşler gerçekleştirdiler. Bu yürüyüş muhalefetin üzerindeki 2024 seçimlerini büyük ihtimalle kaybedeceğiz düşüncesini bir nebze de olsa gerileterek, kitleleri mobilize edebilecek kapasiteye sahip olduklarını ve özellikle orta sınıfların alt kesimlerinin ilgisini çekebilecekleri yönünde motive olmalarını sağladı. Buna karşılık Obrador, görevdeki dördüncü yıl bilgilendirme toplantısını öne çekerek bir nevi sine-i millete döndü ve PRI dönemindeki tabanın mobilizasyonu suretiyle konsolide edilmesi görevini başarı ile gerçekleştirmiş oldu.

Obrador konuşmasına 20’nci yüzyıl Meksika siyasetinin mihenk taşı olan yeniden seçilmeme ilkesi ile başladı ki, kalabalığın içerisinden buna itirazlar bile yükseldi. Hiç şüphesiz, Obrador bugün Anayasa’nın bu ilkesine karşı kanunu değiştirip tekrar seçilmek istese bunu kesinlikle başaracak desteğe sahip. Ancak Obrador, altını kalın çizgilerle çizerek yeniden seçilmeme ilkesinin öneminden bahsetti ve eşinin de hiçbir kamusal görev kabul etmeyeceğini bir daha vurguladı.

Konuşmasının büyük kısmını ekonomiye ayıran Obrador, ana akım iktisadı eleştirmekten, Maya Treni’nin tamamlanmasına, sağlık sisteminin kalitesinin arttırılmasından, laik ve parasız eğitimin önemine, yükselen ırkçı ve aşırı sağ hareketlere kadar birçok konuya değindi. Brezilya’nın yeni başkanı Lula’ya selam gönderirken, Meksika’nın artık bölgede daha saygın bir yere sahip olduğu, ABD ile olan ilişkilerin de de karşılıklı saygı temelinde ilerlediğinin altını çizdi ve ülkedeki 40 milyon Meksikalının da bu saygıyı hakkettiklerine dikkat çekti. Obrador’un konuşmasının neredeyse hiçbir yerinde muhalefete değinmemesi ise önemliydi.

OBRADOR PARTİNİN ÖNÜNDE

Bu bağlamda hem bölge açısından hem de Meksika açısından bazı değerlendirmeler yapmak mümkün. Obrador’un ağırlığı partisinin çok ötesinde bir ağırlık ve 2024 seçimleri için her ne kadar desteklediği bir aday olmadığını söylese de Clauida Sheinbaum’a gösterdiği ‘öncelikle eşitler arası’ yakınlık hareket için önemli bir anlam taşıyor. Diğer adaylardan en güçlü olan Dışişleri bakanı Marcelo Ebrard’ın her halükârda aday olması da bir ihtimal gibi duruyor.

Bir diğer taraftan Obrador’un toplumun en yoksul kesimleri arasında önemli bir desteğe sahip olmasına rağmen, bu desteğin kendisinden sonraki adaya devam edip etmeyeceği yönünde ise bazı şüpheler yok değil. Obrador’un siyasi ağırlığı, kendisinden sonraki adaylar için bir sorun teşkil ediyor. Özellikle medyanın tamamını elinde bulunduran büyük sermaye grupları orta sınıfları etkileme gücüne sahip. Ki bu durum Meksiko City yerel seçimlerinde açık bir biçimde ortaya çıkmış, orta ve üst gelirli kesimlerin yaşadığı ilçelerde PRI-PAN-PRD muhalefet bloku Obrador’un partisi Morena’yı yenilgiye uğratmışlardı. Şimdilik 2023 ara seçimlerinde PRI’nin kalesi olarak görülen ve Meksiko City’yi bir halka gibi çeviren, çoğunlukla alt gelir grubu kesimlerin ve işçi sınıfının yaşadığı Meksika Eyaleti valiliğini Morena kazanacakmış gibi görünüyor. Ancak bununla birlikte 2024’te 20 yılı aşkın bir süredir solun kazandığı Meksiko City valiliğinin muhalefete kaybedilme riski var. Özellikle yaşlanmış metro sisteminde sıklaşan her arıza Sheinbaum’un ve Morena’nın hanesine yazılıyor.

Bununla birlikte, Obrador 2023 yılı için asgari ücretin enflasyonun neredeyse üç katı büyüklüğünde yüzde 20 oranında arttırılacağını ilan etti. Aynı şekilde 65 yaş üstü bireylere verilen yaşlılık maaşı da önemli ölçüde artırılacak. Bunların seçmen üzerindeki etkisini görmek için ise önce Morena’nın sonra da muhalefet ittifakının başkan adaylarını ve kampanyalarını deneyimlemek gerekecek.

MEKSİKA'NIN ARTAN AĞIRLIĞI

Meksika’nın bölgedeki konumunun da Obrador döneminde önemli bir dönüşüm geçirdiğini söylemek mümkün. Bolivya’da Evo Morales’e karşı gerçekleştirilen darbede Meksika’nın aldığı tutum, Morales ile başkan yardımcısı Garcia Linera’nın hayatlarını kurtarırken aynı zamanda darbe rejimin kısa erimli olmasının da temelini attı. Obrador’un Amerikan Devletleri Örgütü’ne yönelik eleştirileri, ABD ve Kanada’nın üyesi olmadığı bir bölgesel dayanışma örgütünün gerekliliğine vurgusu halen cari bir konu olarak duruyor. Peru’da Pedro Castillo’ya yönelik gerçekleştirilen Kongre darbesine ilk ve en güçlü tepki yine Meksika’dan geldi. Hatta Castillo’nun azledildiği ve tutuklanacağını anladığı anda Meksika Büyükelçiliği ile görüştüğü ve Meksika’nın iltica talebini kabul ederek büyükelçiliğin hazırlandığı, ancak telefonları dinlenen Castillo’nun elçiliğe ulaşamadan tutuklandığı ortaya çıktı.
Meksika, aynı zamanda Küba’ya yönelik ablukanın kaldırılmasını savunurken pandemi döneminde ülkeye önemli ölçüde tıbbi ve ekonomik yardımlarda da bulundu. Bugün Meksika’nın birçok kırsal bölgesinde Kübalı doktorları görmek mümkün. Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz Canel’in ülkeyi ziyareti de önemli ölçüde yankı bulmuştu.

Bununla birlikte, Obrador’un ve partisi Morena’nın her ne kadar yürüyüşten sonra konsolide olduğunu, Obrador’un görev onayının yüzde 71’e ulaştığını söylesek bile, orta sınıflar arasında hızlı bir biçimde destek kaybettiği de bir gerçek. Ülkedeki neredeyse bütün televizyonlar, gazete ve radyolar muhalefeti destekleyen sermaye gruplarının elinde bulunuyor. Böylece muhalefetin ortaya attığı iddia ve söylemler toplumun büyük kesimine çok hızlı bir biçimde ulaşıyor ve yer ediniyor. 2006-2018 yılları arasında ülkedeki karteller arasındaki savaş en yüksek aşamasına ulaşmışken, bugün en azından ölümlerdeki artış durmuşken, Obrador ya ülkeyi militarize etmek ya da kartellere karşı sert olmamak ile suçlanabiliyor. Obrador her ne kadar, neoliberalizmin ‘organik aydınlarına’ sık sık referans veriyor olsa da, kendi organik aydınlarının nerede olduğuna yönelik bir kaygı taşımıyor. Her sabah erken saatlerde gerçekleştirdiği basın toplantısı ile, siyasetin dışına itilmiş yoksulların organik aydını olma rolünü kimseye bırakmıyor. Bu da hiç şüphesiz, tekrar başkan seçilmeme ilkesinin tüm siyasi sistemin üzerinde yükseldiği bir ülkede, iktidar değişimini sorunlu hale getiriyor.

Her ne kadar, devletin yoksullara yönelik nakdi transferlerinin, sosyal yardımların, ücret artışlarının önemli ölçüde toplumsal refaha etki ettiğini gözlemlesek bile, Meksika hâlâ gelir adaletsizliğinin çok güçlü olduğu bir ülke olmaya da devam ediyor. Ülkedeki emeğin yüzde ellisi hâlâ enformel sektörde istihdam edilirken, yoksulluk toplumun yaklaşık yüzde 40’ına tekabül ediyor. Ekonomik büyümeden toplumun geniş kitleleri halen yeteri kadar faydalanamazken, sınıfsal, etnik, kültürel ayrımlar hâlâ ülkenin en önemli sorunları olarak öne çıkıyor. Yerli olmak ya da ten renginin koyu olması Meksika’da hala ekonomik gücü ve yoksulluğu belirleyen temel unsurlar olmaya devam ediyor. Meksiko City’nin bazı mahalleleri, ABD’li ve Avrupalı uzaktan çalışan expatlar tarafından en yaşanılası yerler olarak tarif edile dursun, Condesa veya Roma’da bir öğle yemeğine eşit bir günlük ücrete mukabil çalışmak üzere Iztapalapa’dan veya çeper mahallelerden binlerce insan her gün saatlerce yol kat ederek şehre çalışmaya geliyorlar. Obrador’un açık bir biçimde neoliberalizm karşıtlığına dayanan söylemine, vergi reformu ve sosyal programlar ile gelir adaletsizliğini hafifletmeye çalışmasına rağmen, ülke ılımlı bir Keynesçi yaklaşımdan bile uzak, tam anlamı ile neoliberal bir ülke olmaya devam ediyor. Ancak bu bile, ülkedeki sosyoekonomik eşitsizliğin sebebi olan, ülkedeki ekonomik ve politik gücü elinde bulunduran ve bunu kaybetmekten endişe duyan sınıfları Obrador karşıtı yapmaya yeterli bir sebep oluşturuyor. ABD destekli ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde ilerici/solcu/sosyal demokrat iktidarlara karşı teyakkuz halinde bulunan gruplar ise gözlerini Meksika’daki 2024 seçimlerine dikmiş durumda.

                                                                          ***

Bolsonaro hakkında soruşturma başlatıldı

Brezilya'da Yüksek Mahkeme, eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında Kongre baskınını "kışkırttığı" suçlamasıyla soruşturma başlatılmasına karar verdi. Yüksek Mahkeme’ye sunulan dilekçede Bolsonaro'nun, "Brezilya'da vandalizm ve şiddet olaylarıyla sonuçlanan antidemokratik eylemleri kışkırttığı" kaydedildi. Öte yandan Bolsonaro'nun Adalet Bakanı Anderson Torres, ABD'nin Florida eyaletinden Brasilia'ya döndükten sonra dün sabah Federal Polis tarafından tutuklandı.

                                                                        ***

Macri’den kurtulan harika bir toplum

Yargı üzerinden Başkan Yardımcısı Kirschner’e karşı bir darbe gerçekleştirilen Arjantin’de Devlet Başkanı Alberto Fernández, Buenos Aires'in Nueva Pompeya ve Parque Patricios semtlerinde bitirilen sosyal konutları teslim etti. Fernández yaptığı açıklamada, "Bugün 79 bin 900 evi teslim ettik, gelecek hafta 80 bin, mart ayı sonuna kadar 100 bin evi teslim edeceğiz" dedi. Fernandez, sosyal konut inşasını ülke genelinde hızlandırdıklarını belirterek, "Hepimizin elde ettiği başarılar, bizim toplum Mauricio Macri'den kurtulmuş ve yürümeye devam edebilen harika bir toplum. Dimdik durmakla, yürümekle ve hak ettiğimiz geleceği inşa etmekle” ifadelerini kullandı.

                                                                      ***

Peru’da eylemler başkente ulaştı

Peru'da Kongre tarafından solcu lider Petro Castillo’nun yerine seçilen Devlet Başkanı Dina Boluarte'nin istifası ve erken seçime gidilmesi talebiyle yapılan hükûmet karşıtı protestolar başkent Lima'ya sıçradı. Lima'nın tarihi merkezinde bir araya gelen çeşitli STK ve sol partilerin temsilcileri, Boluarte'nin istifasını istedi ve erken seçim çağrısında bulundu. Protestoların yoğun olarak düzenlendiği Puno, Cusco, Arequipa ve Madre de Dios kentlerinde ise otoyollar barikatlarla kapatıldı. Öte yandan Çalışma Bakanı Eduardo Garcia, görevinden istifa ettiğini belirterek seçimlerin 2024 yerine bu yıl yapılmasını istedi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder