16 Ağustos 2023 Çarşamba

soL KÖŞE -16 Ağustos 2023 -

Afetler için kurulan yeniden imar fonu kayıp (Kadir Sev-soL) 

Sessizliği ve eylemsizliği, Fonun kurgusunda yapılan yanlışlara yoramayız. Beklenen kaynak bulunamamış olabilir. Belki de bulunan kaynak, bilmemizin istenmediği alanlarda kullanılıyordur. 

Afet bölgesi ilan edilen alanlarda; imar, altyapı ve üstyapı çalışmaları için gerekli kaynağın sağlanması, yönetilmesi, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılması amacıyla 15.3.2023 günlü 7411 sayılı Yasayla kurulan, Afet Yeniden İmar Fonuna ulaşılamıyor.

Elektronik ortamda sitesi yok. Yasada “Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı olarak kurulmuştur” yazıyor ama Bakanlık internet sitesinde adı geçmiyor. Arama motorları da işe yaramıyor.

Yasada; “Fon kaynakları ve aktarımlarına ilişkin mali veriler en geç üçer aylık dönemler itibarıyla kamuoyuyla paylaşılır” yazıyor. Kuruluşundan bu yana 5 ay geçti; yayımlanmadı.

Yasallığı bir yana, var olup olmadığı bile kuşkulu. Yasa, örgüt yapısının ve görevlerinin Fonun çıkaracağı yönetmelikle belirlenmesini öngörüyor. Yönetmelik çıkarılmadı.

Çıkarılsaydı da yasal sayılamazdı. İdareye tanınan yetkilerin ilke, ölçüt ve sınırları yasalarla net olarak çizilmelidir. 7411 sayılı Yasada yetkiler belirlenmemiştir. İdareye, “yönetmelik çıkar, kendini biçimlendir” denilmektedir. Kurulmuş bir örgütü olmadığı için Yönetmeliğin hangi süreçlerden geçirilerek çıkarılacağı belirsizdir. Yönetmelik çıkarma yetkisinin Yönetim Kurulunda olduğu düşünülebilir. Ancak bu görüşün geçerliği olamaz. Çünkü Yasada yönetim kuruluna böyle bir görev verilmemiştir. 

Kısacası, Afet Yeniden İmar Fonu Yasasıyla, örgüt yapısı belirsiz, kurulma amacı doğrultusunda faaliyetinin olup olmadığını bilemediğimiz, yasalara uygunluğu kuşkulu, bir yapı kuruldu.

Yasayı çıkarmak için çok acele etmişlerdi. Kahramanmaraş merkezli depremlerin Ülke ekonomisine en az yüz milyar ABD doları yük getireceği hesapları yapılıyordu. Bir an önce imar çalışmalarına girişmek istiyorlardı. AKP’li 106 milletvekili 6 Mart 2023 günü, Meclis Başkanlığına yasa teklifi verdi. Komisyon ve Genel Kurulda sıkıştırılmış gündemle görüştürüldü; 15 Mart günü kabul edildi. 21.3.2023 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Sonrasını bilmiyoruz. 

Deprem bölgesinde sorunlar dağ gibi. Giderek boyutlanıyor üstelik. En basit, en kolay sorunlar bile çözüm bekliyor. Dahası, Ülkenin her yerinde her gün depremler oluyor. Yeni faylar oluşuyor.  Büyük depremler bekleniyor. 

Yeni depremler, yeni afetler demek. Böylesine bir ortamda Afet Yeniden İmar Fonu’nun sessizliğini bozmayışını hayra yoramayız.

Fon,  sermaye piyasalarından büyük tutarlarda borç bulabilmek amacıyla kurulmuştu. Finans kuruluşları, yasalarında öngörülen kısıtlardan bağışık tutuluyor. Bağış ve yardımların bütünü vergi matrahından düşülebiliyor. Dahası, kaynağın harcanmasında da yandaşların kolayca beslenebileceği ortam hazırlanmıştı.1

Sessizliği ve eylemsizliği, Fonun kurgusunda yapılan yanlışlara yoramayız. Beklenen kaynak bulunamamış olabilir. Belki de bulunan kaynak, bilmemizin istenmediği alanlarda kullanılıyordur. 

Siyaset, Ülkeyi yönetenlerden hesap sormak demektir. Öyleyse soralım…

  • 1.Afet Fonu hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak isteyenler, Sol haber portalında yayımlanmış iki yazıma bakabilir. İnşaat Sektörüne Yeni Kaynak: Afet Yeniden İmar Fonu (soL haber 8.3.2023) Afet Gerekçesiyle Kurulan Fon Ve Ötesi… ( soL haber 22.3.2023)
Bozcaada'da 'ayakbastı parası' muamması (YALÇIN CUĞ-SOL)

CHP'li Bozcaada Belediyesi'nin adaya gelen yurttaşlardan para talep ettiği ve ceza kesmekle tehdit ettiği iddia edildi. Belediye iddiayı yalanladı ancak detay vermedi.

CHP'li Bozcaada Belediyesi'nin elektrik ve su faturası borcu nedeniyle, adayı ziyaret eden yurttaşlardan 50 TL talep ettiği ve söz konusu ödemenin yapılmaması durumunda belediyeye bağlı zabıta ekipleri tarafından 468 lira bedelinde ceza kesileceğine yönelik tehditte bulunduğu iddia edildi.

soL'un ulaştığı Bozcaada Belediyesi yetkilisi, söz konusu iddiayı yalanlarken,  iddiaya ve paylaşılan faturaya ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmadı.

Elektrik borcu nedeniyle taşınmazlar satışa çıkartıldı

Adanın elektrik ihtiyacını karşılayan Uludağ Elektrik Dağıtım A.Ş. (UEDAŞ),  yaklaşık 5 milyon TL değerindeki alacağı için mahkemeye başvurmuş ve mahkeme, Bozcaada Belediyesi'ne ait taşınmazlara ipotek koyulmasına yönelik karar almıştı.

Bozcaada Belediye Meclisi'nin temmuz ayı toplantısında, UEDAŞ'a olan borçlar nedeniyle belediyeye ait 6 taşınmazın satılması teklif edildi. Teklif, CHP'li bir meclis üyesi hariç tüm üyeler tarafından onaylanarak kararlaştırıldı.

'Fatura borçları için 50 TL istendi' iddiası

Belediye meclisinin elektrik faturası borcunu kapatmak üzere belediye  taşınmazlarını satma kararının ardından, belediye görevlilerinin adayı ziyaret eden yurttaşlardan feribotla dönüş sırasında 50 TL talep ettiği iddia edildi. Söz konusu ödemenin, belediyenin elektrik ve su faturası borçlarına karşılık olarak istendiği öne sürüldü.

Ödeme yapılmaması durumundaysa belediye görevlisinin "İtiraz edip ödemezseniz, elli metre ilerde ki zabıtaya haber veriyoruz size 468 lira ceza kesiyor" dediği iddia edildi.

Konuya ilişkin sosyal medya üzerinden paylaşılan bir görselde Bozcaada Belediye Başkanlığı'na ait fiş paylaşıldı. Belediye fişindeki harcama kısmında yer alan "otomobil" başlıklı harcama tutarının 50 TL olduğu görüldü.

Belediye iddiayı yalanladı, herhangi bir açıklama yapmadı

soL, konuya ilişkin Bozcaada Belediyesi'ne ulaştı. Bozcaada Belediyesi Yazı İşleri'nden yetkili, iddiayı yalanladı.

Yetkili, iddiaya dair yalnızca "Kesinlikle yalan" ifadesini kullandı. Yetkili başka herhangi bir açıklamada bulunmazken, iddiaya konu olan söz konusu faturayla ilgili olarak herhangi bir yorum yapmaktan kaçındı.

Oppenheimer: Antikomünist bir trajedi (Fatih Yaşlı-soL)

O da Mccarthyci 'cadı avından kaçamayacak, bir komünist olarak Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi’ne ve Sovyetler Birliği’ne nükleer sırları sızdırdığı iddia edilecekti.

Nazım Hikmet 1953 yılında yazdığı “Davet” adlı şiirinde ABD’nin Sovyetler’e yönelik nükleer silaha dayalı stratejisinin işe yaramayacağını şöyle anlatıyordu: 

Buyurun” deniyor size,
“buyurun, oturun,” deniyor size,
“konuşup anlaşalım Mister.”
Siz ter ter tepiniyorsunuz.
“Bizde atom bombası var,” diyorsunuz.
“Ondan bizde de var,” deniyor size.
“Ama,” diyorsunuz, “bizde hidrojenlisi de var.”
“Ondan da var bizde,” deniyor size.
“Ama,” diyorsunuz, “bizde,” diyorsunuz…
Boşuna nefes tüketiyorsunuz.
“Sizde, orda, ne varsa,” deniyor size,
“burda bizde de var ondan.

Nazım hem politik hem şair de kimliğiyle “nükleer hakikati”nin farkındaydı. ABD istediği kadar silah teknolojisini geliştirsin Sovyetler kısa süre içerisinde onu yakalıyor ve aynı silahı üretmeyi başarıyordu. Bu da hem ABD’nin nükleer üzerinden üstünlük geliştirme stratejisini boşa düşürüyor hem de silahlanma yarışını gereksiz ve saçma kılıyordu. Yapılması gereken şey oturup konuşmak ve bir silahsızlanma süreci başlatmaktı ama ABD buna yanaşmıyordu; çünkü iktidar artık antikomünist askeri-endüstriyel kompleksin elindeydi ve silah üretimi Amerikan kapitalizmi için sermaye birikiminin en önemli unsurlarından biri haline gelmişti. 

Şu günlerde sinemalarda hayat hikâyesini izlediğimiz “atom bombasının mucidi” Robert Oppenheimer’ın bir kahramandan bir vatan haine dönüştüğü ve komünistlikle damgalandığı süreçteki kritik evrelerden biri tam da Nazım’ın şiirinde de adı geçen hidrojen bombası meselesiydi ve aslında Oppenheimer o tarihlerde komünizmden çoktan uzaklaşmışsa da ister atom ister hidrojen bombası olsun nükleer silahların bir işe yaramayacağı ve insanlığı bir felakete sürüklediği konusunda Nazım’la hemfikirdi. 

Komünizme karşı icat edilen silah: Nükleer bomba 

ABD bir “süper bomba” yapma planını Sovyetler 1949 yılında atom bombası yapmayı başardığında hayata geçirmeye karar verdi. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’de patlatılan iki bomba yüz binlerce kişiyi öldürmüş ve ABD’nin kendisini dünyaya yeni hegemon güç olarak sunmasının nişanesi olarak kullanılmıştı. Öte yandan ABD yönetici sınıfı uzun yıllar boyunca Sovyetler’in atom bombası yapamayacağına kendisini inandırmıştı. Hatta ABD keşif uçakları bombanın yarattığı radyoaktif serpintiyi tespit edip bildirdiklerinde Beyaz Saray’dakiler ve Başkan Truman günlerce bunun mümkün olmadığını düşünmüştü. 

ABD’li yöneticilerin Sovyetler’in gerçekten de atom bombası yaptığını anladıklarında verdikleri tepki bir anlaşma ya da uzlaşma sürecini başlatmak değil, Sovyetler karşısında ne olursa olsun mutlak bir nükleer üstünlük kurmaya girişmek oldu. Sahiden de izleyen bir yıl içerisinde ABD’nin nükleer silah stoku dörde katlandı. On yılın sonunda ABD’nin elindeki nükleer başlık sayısı 300’den 18 bine çıkacak ve elli yıl boyunca ABD 5.5 trilyon dolar harcayarak 70 binden fazla nükleer silah üretecekti. 

ABD’nin hidrojen bombası yapımına giriştiği günlerde Oppenheimer “Bu silahın kullanılması sayısız insanın hayatını yok edecek. Bu sadece askeri veya yarı askeri amaçlarla maddi binaları imha için kullanılacak bir silah değildir. Bu nedenle kullanımı atom bombasından bile çok daha fazla sivil nüfusu yok etme amacı taşır” diye yazıyordu. Buna göre Hiroşima’daki bomba 15 bin ton TNT’lik bir patlayıcı etkisine sahipken hidrojen bombası 100 milyon ton kuvvetinde bir patlamaya yol açabilirdi. Oppenheimer ABD’nin bu tür bir bomba peşinde koşmak yerine dünyanın nükleer silahlardan arındırılması ve nükleer teknolojisinin barışçıl amaçlarla kullanması için uluslararası bir çalışma yürütmesi gerektiğini savunuyordu. 

Oppenheimer’ın “komünistliğinin” tekrar hatırlanmasının ve hedef tahtasına yerleştirilmesinin nedeni tam olarak buydu: O, Manhattan Projesi ile atom bombasını icat eden ekibin başındaydı ama bombanın Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılmasının ardından nükleer silahlara karşı açıktan cephe almıştı. O tarihten itibaren de FBI tarafından komünist bağlantılarını açığa çıkarmak için tekrar sıkı bir şekilde takibe alınmış, evi ve telefonları dinlenmiş, çöpleri bile belki işe yarar bir şeyler çıkar diyerek karıştırılmıştı.

Oppenheimer ve diğer bilim insanları Manhattan Projesi’ne Nazilerden önce bir nükleer bomba geliştirmek ve böylece insanlığı faşizmden kurtarmak gibi bir misyonla dâhil olmuşlardı. Oysa Naziler nükleer bombaya ulaşamadan savaşı kaybetmişlerdi. Kaldı ki ABD istihbaratı 1943 civarı Nazilerin nükleer bir bomba geliştirmekten çok uzak olduğunu tespit etmişti. Asla Naziler kadar güçlü olmayan Japonlar ise resmi olarak savaşı kaybetmemişti ama yenileceklerini anlamışlardı, bu yüzden de ABD’yle teslimiyete dair gayri resmi pazarlıklara başlamışlardı. 

Ancak ABD bombayı kullanmakta kararlıydı ve Almanya teslim olduğuna göre elde Japonya kalıyordu. Esas amaç ise şimdilerde iddia edildiği üzere savaşın uzamasını ve ölü sayısının artmasını engellemek değildi. Esas amaç çok net bir şekilde kendi batısında Berlin’e kadar ulaşan Kızıl Ordu’nun doğuda da Japonya’ya girmesinin önüne geçmek ve savaş sonrası kurulacak düzende Sovyetler’e karşı ABD’nin elini güçlendirmekti. 

Projenin gerçekleştirildiği Los Alamos’taki üssün komutanı Korgeneral Groves’un Oppenheimer’ı bombanın Potsdam’da Stalin, Churchill ve Truman’ın bir araya gelmesinden önce denenmesi için sıkıştırmasının nedeni de zaten buydu. Deneme başarılı olduktan sonra Truman Stalin’e bombadan yarım ağızla bahsetmiş, anılarında da bunu “Stalin’e laf arasında elimizde olağanüstü tahrip gücü olan yeni bir silah olduğunu söyledim. Rusya lideri buna özel bir ilgi göstermedi” diye anlatmıştı.

Oppenheimer “bombanın mucidi” olarak bir yandan bilimin ve açığa çıkardığı gücün büyüsündeydi ama bir yandan da büyük bir pişmanlığın içerisindeydi. Hiroşima ve Nagazaki’nin vurulmasının ardından ABD Başkanı Truman’la yaptığı görüşmede ona “Bay Başkan, ellerimde kan görüyorum” demişti. O tarihten itibaren de atom enerjisinin nasıl kontrol altına alınması gerektiğine dair çalışmaların içerisinde yer almış, buna dair girişimlere öncülük etmişti. 

Oppenheimer’a göre büyük güçler nükleer enerjinin barışçıl kullanımı için bir ortak atom enerjisi komisyonu kurmalıydı, farklı ülkelerden bilim insanları düzenli olarak bir araya gelmeli ve keşiflerini birbirleriyle paylaşmalıydı, böylece herhangi bir devletin gizlice nükleer silah üretmesi de engellenebilecekti, tüm bunlar için ise ülkeler egemenliklerden kısmet feragat etmeli, uluslararası bir işbirliği sağlanmalıydı. 

Oppenheimer’ın kısa süre içerisinde gözden düşmesinin ve komünistlikle damgalaması esas nedeni tam olarak bu nükleer karşıtı ve barış yanlısı tutumuydu. ABD’de Soğuk Savaş’ın ve antikomünizmin en hızlı zamanları yaşanıyordu ve o da Mccarthyci “cadı avı”ndan kaçamayacak, bir komünist olarak Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi’ne ve Sovyetler Birliği’ne nükleer sırları sızdırdığı iddia edilecekti. 

Oppenheimer’ın ve insanlığın trajedisi

Peki Oppenheimer sahiden de bir komünist miydi, komünist partiyle ve Sovyetler Birliği’yle bir bağlantısı var mıydı? 

Aslında Oppenheimer uzun yıllar boyunca siyasetten uzak durmuş ve sadece bilimsel çalışmalarına yoğunlaşmıştı ama Hitler’in iktidara gelişiyle birlikte durum değişmişti. Oppenheimer’ın ailesi Yahudi’ydi ve uzun yıllar önce Almanya’dan ABD’ye göç etmişlerdi. Şimdi ise çok sayıda Yahudi bilim insanı Nazilerden kaçıyor ve ABD’ye sığınıyordu. Onlara yardım için oluşturulan fona katkı sunmak onun ilk politik faaliyetlerinden biri oldu. Öte yandan “New Deal”ın damgasını vurduğu 30’lar ABD’sinde hem işçi hareketi yükseliyor hem de komünist parti güçleniyordu. Entelektüeller ve bilim insanları hem ABD’de daha eşitlikçi bir toplum istiyor hem de faşizmi durduracak tek gücün SSCB olduğunu görüyorlar ve komünist fikirleri benimsiyorlardı. 

Oppenheimer, özellikle ABD Komünist Partisi üyesi Jean Tatlock’la tanışıp sevgili olduktan sonra komünizme ve partiye ciddi bir sempati duymaya başladı. Partinin çeşitli örgütlenmelerine ve etkinliklerine katıldı. İspanya iç savaşı esnasında faşistlere karşı cumhuriyetçilere destek kampanyalarına dâhil oldu, bağış ve imza topladı. Sendikal faaliyetlerin içerisinde yer aldı, çalıştığı laboratuvarda bir sendika örgütlemeye bile kalkıştı. Muhtemelen hiçbir zaman doğrudan parti üyesi olmadı ama Manhattan Projesi’ne dâhil olana kadar fikri düzlemde partiyle birlikte hareket etti. Hayatındaki insanların, arkadaşlarının, dostlarının çoğu komünistlerdi ve üstelik bunların çoğu parti üyesi olarak aktif siyasetin içerisindeydiler.

Projeye dâhil olmasıyla birlikte komünizmle teorik ve pratik bağlantısı iyiden iyiye zayıfladı ve proje onu giderek daha fazla bir şekilde Amerikan devletine ve genel olarak iktidara yaklaştırdı. Bombaya dair kafasındaki çelişkiler de hayatını adeta bir trajedi olarak yaşaması da aslında bunun ürünüydü. Bir yandan bombanın yapılması için elinden geleni yaparken ve bunun vatandaş olmaktan kaynaklı bir sorumluluk olduğunu düşünürken bir yandan da kullanılmasını engelleyebileceğini düşünüyor, bunun için çalışıyordu. 

Ancak bu olmadı; çünkü ABD devlet aygıtı ve askeri-endüstriyel kompleks içeride ve dışarıda komünizme karşı mücadeleyi siyasetinin merkezine koymuştu ve bunun için nükleer bombalara ihtiyaç vardı. Tam da bu nedenle o bombaların yapımında en çok emeği geçen kişi, yani Oppenheimer dahi komünistlikle suçlandı, saygınlığı ve itibarı ayaklar altına alınmaya çalışıldı.

Bugün geldiğimiz noktada ABD için sosyalizm ya da Sovyetler Birliği diye bir tehdit yok ama nükleer savaş, ekolojik felaket de eklenmiş bir şekilde büyük bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Komünizmin ve Sovyetler’in olmadığı bir dünya eskisine göre daha güvenli, daha adil, daha eşit bir yer değil. Tam aksine insanlık hızlı bir yıkıma, distopik ve trajik bir geleceğe doğru sürükleniyor. Bu trajik gidişatı durdurabilecek tek şey ise komünizmin küresel ölçekte yeniden sahneye çıkması. Bunun slogan atmak değil hakikatin ta kendisi olduğunun altını ısrarla çizerek söylemek gerekiyor ki eğer insanlık yakın bir gelecekte dünya çapında yeni bir devrimci dönemi açamazsa bizi barbarlığın süreklileşmesinden başka bir şey beklemiyor.

Ordu Büyükşehir Belediyesi 65 milyona 165 araç kiraladı (soL)   

Kamuda Tasarruf Genelgesi'nde kamuya resmi taşıt alımı ve kullanımında tasarrufa gidilmesi önerilirken, kurumlar araç kiralamaya ara vermedi.

Son tasarruf genelgesi, kamuya resmi taşıt alımı ve kullanımında tasarrufa gidilmesi uyarısında bulunurken, kamu kurumları hız kesmeden araç kiralamaya devam ediyor.

Sözcü'den Deniz Ayhan'ın haberine göre, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 50 milyon 777 bin 750 TL, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) 14 milyon 391 bin 360 TL, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (EDAŞ) 16 milyon 645 bin 385, Devlet Demiryolları Taşımacılık A.Ş (TCDD) de 15 milyon 429 bin 553 TL'lik araç kiraladı. Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ise iki araca 2 milyon 107 bin 800 TL ödedi.

Kamuda Tasarruf Genelgesi'nin hemen ardından kamu kurumları araç kiralama ihalelerine devam etti, yeni sözleşmeler yapıldı. Bu kapsamda SGK 4 Temmuz 2023'te ihale düzenleyerek, 36 ay süreyle 40 adet araç kiralayacağını duyurdu. İhale süreci, 17 Temmuz'da yayımlanarak, yürürlüğe giren tasarruf genelgesine karşın durdurulmadı ve 1 Ağustos 2023'te bir filo firması ile 50.7 milyon TL'lik sözleşme imzalandı.

Ordu Belediyesi'ne 65 milyona 165 tane araç

SPK da 28 Temmuz 2023'te imzaladığı 14.3 milyon TL'lik sözleşme ile iki yıllığına 30 araç kiraladı. TEDAŞ Genel Müdürlüğü ise 26 Temmuz 2023'te, 16.6 milyon TL'ye bir yıllık süryle araç kiraladı.TCDD de 3 ay süreyle kullanmak üzere 28 Temmuz 2023'te 15 milyon 429 bin 553 TL'lik araç kiraladı. Öte yandan AKP'li Ordu Büyükşehir Belediyesiise 1 Ağustos 2023'te sözleşme imzalayıp, 64 milyon 988 bin TL'ye bir yıllığına 165 araç kiraladı. AKP'li Malatya Yeşilyurt Belediyesi de 31 Temmuz 2023'te sözleşme imzalayarak, 7 milyon 716 bin TL karşılığında araç kiraladı.

Devlet Malzeme Ofisi satın aldı

Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ise 5 Temmuz 2023'te ihaleye çıkarak, bir adet Toyota Hilux 24 D-4D 4×2 Adventure A/T metalik galaksi beyaz renk araç satın alacağını duyurdu. Tasarruf genelgesine karşın ihale süreci işledi ve 27 Temmuz'da ihale onaylandı. DMO, araç için 961 bin 400 TL ödedi. DMO, 31 Temmuz 2023'te tekrar ihaleye çıkarak, bir adet Toyota Hilux 24D-4D 4X4 Hi-Cruiser A/T, metalik gri renkli araç aldı. Kurum araç için 1 milyon 146 bin 400 TL ödedi.

Çaya üç ayda üçüncü zam (soL)

Çaykur, çay fiyatlarına yüzde 4,5 zam yaptı. Son üç ayda üçüncü zamla çayın fiyatı haziran başına göre yüzde 63,6 arttı.

Türkşeker’in şeker fiyatlarına zamları sürerken, benzer bir hamle Çaykur’dan geldi. Çaykur, çay fiyatlarına haziran başından bu yana üçüncü kez zam yaptı.

8 Haziran’da kuru çay fiyatlarına yüzde 43 zam yapan Çaykur, ikinci zammını 14 Temmuz’da yüzde 9,5 oranında açıklamıştı.

BloombergHT’den İrfan Donat’ın haberine göre 15 Ağustos itibariyle çaya yüzde 4,5 oranında üçüncü bir zam daha geldi.

Böylece Çaykur’un kuru çay fiyatları 8 Haziran’dan bu yana son üç ayda toplam yüzde 63,6 oranında zamlandı. Yeni fiyat listeleri, toptan satan şirketlere gönderilmeye başladı.

CHP'li belediyenin 29 yıllığına kiraya vermek istediği alan için yurttaşlardan protesto (soL)

CHP'li Marmaris Belediyesi tarafından alınan kararla 29 yıllığına kiraya verilmek istenen Cumhuriyet Meydanı'nda bir araya gelen Marmarisliler kararın geri çekilmesini talep etti.

Muğla'nın Marmaris ilçesine bağlı İçmeler Mahallesi'nde bulunan Cumhuriyet Meydanı, CHP'li Marmaris Belediyesi tarafından alınan karar ile 29 yıllığına kiraya verilmek isteniyor. Belediye meclisinden geçen karar doğrultusunda kiraya verilmek istenen yeşil alana ticari dükkanlar, otopark, çok amaçlı salon ve pazar yeri yapılması planlanıyor.

Kararı protesto etmek için 14 Ağustos akşamı Cumhuriyet Meydanı'nda bir araya gelen yurttaşlar, söz konusu kararın geri çekilmesini talep etti.

Marmaris Ağaçlandırma ve Doğa Koruma Derneği adına konuşan dernek başkanı Ali Demirtaş, "Bu meydanın 29 yıllığına şirketlere kiraya verilmesinin hiçbir kamu yararı yoktur. Karar acilen geri alınmalı, iptal edilmeli, kamunun malı kamuya kalmalıdır" dedi.

Demirtaş, karara dair hukuki süreç başlatıldığını aktardı.

'Birtakım şirketlere peşkeş çekilmeye çalışılıyor'

Demirtaş'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

"İçmeler Cumhuriyet Meydanımız ve yeşil alanlar bildiğiniz üzere CHP’li belediye kararı ile seçimlere sayılı günler kala apar topar 29 yıllığına kiralama yoluyla, birtakım şirketlere peşkeş çekilmeye çalışılıyor. Bu yeşil alana ticari dükkanlar, otopark, çok amaçlı salon ve pazar yeri yapılması kararı belediye meclisinden geçmiştir. Mahallemizin toprağına, suyuna, hayvanlarına, yaşam mekânlarına ve çevresine duyarlı vatandaşlar olarak bu prestij projesine itiraz ediyoruz.

Buranın halka ait olarak kalması için tüm hukuki yolları başlattık. Çünkü bu meydanın 29 yıllığına şirketlere kiraya verilmesinin hiçbir kamu yararı yoktur. Buna izin verilmesi, böyle önemli bir turizm merkezi olan İçmeler için tam bir katliamdır.

'Kamunun malı kamuya kalmalıdır'

Bölgemizde ticari faaliyet alanlarına değil meydanlara, yeşil alanlara ihtiyaç vardır. Bu bölgede betonlaşmaya yenik düşmek yerine gelecek kuşaklara bırakabileceğimiz yeşil alanların korunması hatta bu tür alanların çoğaltılması gerektiği halkımız tarafından önem arz etmektedir. Aynı zamanda meydanımız çevrede daha geniş başka bir yapısız alan olmadığı için resmi olarak AFAD’ın belirlediği afet acil toplanma alanıdır. 29 yıllığına kiralama usulü ile ticari dükkanlar, otopark, çok amaçlı salon ve pazar yeri adı altında betonlaşma ve çıkar amaçlı rant projeleri yerine, alanın tamamının daha da yeşil alan haline getirilerek ve bakımının da yapılarak halkın kullanımına açılmasını talep ediyoruz. Marmaris Belediyesi'ni mahalle halkının taleplerine de kulak vermeye davet ediyoruz.

Bir karış ortak yaşam alanımız kalacak mı, nefes alabilecek miyiz? Karar acilen geri alınmalı, iptal edilmeli, kamunun malı kamuya kalmalıdır. Prestij projesi adı altında betonlaştırmak İçmeler yararına bir hizmet değildir. İçmeler yaşayanları olarak bu projenin mevcutta uygun olan başka bir alana yapılmasını istiyoruz.

Cumhuriyet Meydanımızın geleceğe bırakabileceğimiz bir meydan olarak korunmasını talep ediyoruz. Marmaris Belediyesi’nin bu yanlıştan bir an önce döneceğini ve bir açıklama yapacağını umuyoruz. Beton meydan istemiyoruz!"

Referandum yapılacak

Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay, karara ilişkin 16-17 Ağustos tarihlerinde referandum yapılacağını açıkladı.

Oktay'ın sosyal medya üzerinden konuya ilişkin yaptığı açıklama şöyle:

"Söz verdiğimiz gibi; açık, şeffaf, halkın yanında olmaya, ortak akılla çözüm bulmaya devam edeceğiz. Yaptığımız tüm çalışmalarda vatandaşlarımızın talepleri önceliğimiz olacak.

İçmeler'de de son kararı halkımız verecek. Bir kez daha 16 - 17 Ağustos'ta yapacağımız referanduma İçmeler sakinlerini davet ediyorum.

Gelin ortak akılla bu kenti geleceğe birlikte taşıyalım."

(derleyen: mstfkrc)

                                                                  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder