Vahdettin’in ABD başkanına mektubu(Özdemir İnce)
Özgün hali yani Osmanlıcası Osman Selim Kocahasanoğlu’nun AtatürkVahdeddin Kavgası (Temel Yayınları, 2020, s.528) kitabında bulunan ihanet belgesini günümüz Türkçesiyle okuyalım:
“Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyö Coolidge Cenablarına
Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı saltanat merkezimi geçici bir süre için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi sunmayı gereksiz görüyorum. Bu süresiz uzaklaşmamın, babadan kalma sahip olduğum saltanat ve hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konuda alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki İslam hilafetinin Osmanlı saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararı ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda İslam dünyasında sonuçları pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir etki yapacaktır. Hanedanın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararlar hanedanımın bireylerini, insan ve kişilik haklarından soyutlar mahiyettedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sağlıklı olmanızı yüce haktan niyaz eylerim. 13 Mart 1924 Mehmed Vahideddin”1
Mektup, San-Remo’da düşük Padişah Vahdettin tarafından yazılmış ve Halis Reşat Bey tarafından Paris’te bulunan Amerikan elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini 15 Nisan 1924 tarihli yazısıyla Washington’a göndermiştir. Mektup ABD Ulusal Arşivi’nde 86700/1788 numarasıyla kayıtlıdır.
Adamdaki kafaya bakın, sanki ABD başkanı bu mektubu aldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti devletine sert bir nota yazarak kararından vazgeçirecek! Çocukça bir davranış.
Bu türden davranış bir tane değil. İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti üyeliği var:
“Bu derneği kuranlar kendi çıkarlarını gözetenler ile, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George hükümeti aracılığı ile İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiliz Devleti’nin Osmanlı Devleti’ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları, üzerinde düşünülmeye değer. Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı padişahı ve halife-i ruy-i zemin unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew (Fru) gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi.”2
Bir de Ege bölgesinde kurulacak İyonya Devleti’ni onaylaması var...
Bu iş böyle parça pürçük yazılarla olmayacak. Siz en iyisi Mehmet Alev Coşkun’un yayına hazırladığı Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Prof. Dr. Bülent Tanör, Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, Turgut Özakman, Attilâ İlhan, Prof. Dr. Sina Akşin, Prof. Dr. Emre Kongar, Dr. Bilal N. Şimşir, Sinan Meydan, Doç. Dr. Orhan Çekiç ve Osman Selim Kocahasanoğlu’nun yazılaryla katkıda bulunduğu Vahdettin Dosyası Hainlik Belgeleri adlı kitabı okuyun.
1 İhsan Güneş, Vikipedia.
2 Mehmet Alev Coşkun, Vahdettin Dosyası Hainlik Belgeleri, Cumhuriyet Kitapları, 2023, s.30.
/././
Filipinler’de yakalanan karaparacı Hintli Türk vatandaşı!(Murat Ağırel)
Her sabah uyandığımızda İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiş çete liderlerinin, uyuşturucu kaçakçılarının yakalandığını öğreniyoruz.
“İskoçlar Çetesi” diye bir çete varmış ve uyuşturucu madde imal ve ticareti yapıyormuş. Çete çökertildi.
Başka haberde “Çengel-4” operasyonu yapılıyor ve sahte alkol yakalanıyor, “Mercek-7” operasyonu yapıldı ve 787 ruhsatsız tabanca, 38 uzun namlulu tüfek dahil olmak üzere 1038 silah ele geçirildi.
“Kafes-16” operasyonunda İngiltere’nin Kuzeydoğu bölgesinde uyuşturucu madde ticareti yapan silahlı organize suç örgütü lideri Shaun Monaghan yakalanıyor.
“Kafes-15” operasyonunda ise Rusya’da faaliyet gösteren “Thieves in Law” organize suç örgütü yöneticilerinden hakkında dolandırıcılıktan mavi bülten bulunan Shamil Amırov yakalanıyor.
18 Kasım’da İstanbul Üsküdar’da ise kırmızı bülten ile aranan Hırvat uyuşturucu baronu Nenad Petrak yakalandı. 250 bin dolarlık daire satın alarak vatandaş olan Nenat Çelik ismini almış.
Peki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alıp başka ülkelerde yakalananlar?
Bir takipçim Filipinlerde çıkan haberi gönderdi. Biri ABD’li, biri Türk iki kişinin Filipinlere giriş yapmasına izin verilmediği yazıyor.
Filipin Cumhuriyeti Ajansı Göçmenlik Bürosu konuyla ilgili 29 Kasım 2023 tarihinde yaptığı basın açıklamasını duyurdu.
Açıklama aynen şöyle: “Göçmenlik makamları, hüküm giymiş bir Amerikalı seks suçlusu ile Türk dolandırıcı olduğu iddia edilen iki kişinin, istenmeyen yabancılar oldukları gerekçesiyle sabıka kayıtları nedeniyle ülkeye girişini engelledi.”
Elin Amerikalısından bize ne de Türk dolandırıcı kim diye merak ediyorsunuz değil mi?
Efendim Filipinlerde Türk dolandırıcı diye haber olan kişi Amol Awasthi adında bir Hintli!
Habere devam edelim. “Çarşamba günü yapılan bir basın açıklamasında Göç Bürosu (BI) Komiseri Norman Tansingco, 57 yaşındaki Amerikan vatandaşı Michael David Steinborn ve 48 yaşındaki Türk vatandaşı Amol Awasthi’nin, Ninoy Aquino’ya vardıklarında farklı vesilelerle geri çevrildiklerini söyledi.”
Filipin polisi, Amerikan vatandaşı Michael David Steinborn’un ahlak yasalarına aykırı geldiği için sınır dışı edildiğini açıkladı. Peki, bizim Hint asıllı Türk vatandaşımızın suçu neymiş!
Amol Awasthi için Hindistan hükümetini dolandırma iddiasıyla cezai soruşturmayla yürütülüyormuş. Geçen yıl Interpol tarafından mavi bülten ile aranıyormuş.
Mavi bültenle aranıyor ama bizden vatandaşlık almış ve pasaportumuzu taşıyor...
Zaten Hindistan basınında ailece tanınıyorlar. Hindistan’daki The Economic Times adlı gazetede ve birçok gazetedeki haberlerde manşet olmuş.
Hindistan’da IFFCO ve IPL adlı iki firma var. Indian Farmers Fertilizer Cooperative Limited (IFFCO) çok ortaklı bir çiftçi kooperatifi. IPL ise gübre tedarikinde yer alan ve hükümetin gübre oranlarını çiftçiler için uygun fiyatlı tutmak amacıyla sübvansiyon sağladığı bir şirket.
İsimleri çok önemli değil.
Bizim Türk vatandaşı Amol Awasthi’nin babası, IFFCO Genel Müdürü ve CEO’su baba Awasthi ile Indian Potash Limited (IPL) Genel Müdürü PS Gahlaut’un 2007’den itibaren gübre tedarikçiler tarafından 685 milyar rupi komisyon yani rüşvet ve karapara iddiası ile yargılanıyorlar.
685 milyar rupi Türk Lirası olarak 237 milyar TL’ye denk geliyor.
Hindistan mahkemeleri adı geçen kişilerin mal varlıklarına el koymuş ama kayıp paraların da peşine düşmüş.
Çok uzatmayayım.
Türk vatandaşlığını nasıl aldı araştırıyorum. Ev alarak mı, yoksa yatırım(!) yaparak mı aldı öğreneceğiz.
Peynir ekmek gibi dağıtılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı neticesinde kendi ülkesini dolandıran Hintli, Filipinler’de Türk dolandırıcı diye basına çıkıyor.
Türk vatandaşlığını bu kadar ayağa düşüren kim varsa tarih hepsini nefretle hatırlamamıza sebep olacak. Emeği geçen herkesi tebrik ederim.
/././
Amerikan neo faşizmi(Mehmet Ali Güller)
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, görev süresi boyunca yetkisini ilk kez kullanarak BM Şartı’nın 99. maddesini işletti ve BM Güvenlik Konseyi üyelerine 6 Aralık’ta bir mektup gönderdi: “Güvenlik Konseyi üyelerini insani felaketin önlenmesi için baskı yapmaya çağırıyorum ve insani ateşkesin ilan edilmesi talebimi tekrarlıyorum. Bu çok acil.”
Guterres’in bu mektubu, öncelikle ABD-İsrail ikilisinin demokrasi ve insan hakları maskesini indirdi. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, sanki neofaşist saldırganlığıyla Gazze’de etnik temizlik ve soykırım uygulayan ülkesi dünya barışını tehdit etmiyormuş gibi, Guterres döneminin “dünya barışı için tehdit olduğunu” savundu!
Ahlaksız yalnızlık
Guterres’in mektubunun ardından BM Güvenlik Konseyi üyesi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), yaklaşık 90 ülkenin “eş sunucusu” olduğu karar tasarısını sundu ve düzenlenen acil oturumda tasarı oylandı.
15 üyeli Güvenlik Konseyi’nde bir tek ABD tasarıya karşı çıktı ve veto etti, İngiltere bile çekimser kaldı. Çin, Rusya, Fransa, BAE, Brezilya, Arnavutluk, Ekvador, Gabon, İsviçre, Mozambik, Malta ve Japonya ise tasarıyı onayladı.
Böylece ABD, bir kez daha BM’de yalnızlaştı. Anımsayacaksınız, daha önce yapılan BM Genel Kurulu’ndaki oylamada da 120 evet, 14 hayır, 45 çekimser oy çıkmış ve ABD ile İsrail’e dünyada sadece 12 ülke tam destek verebilmişti.
ABD’nin durumu artık siyaseten yalnızlıktır, üstelik ahlaksız bir yalnızlık. Çünkü ABD’nin BM Daimi Temsilci Yardımcısı Robert Wood;
1) Oylamadan önce, “Yeni bir konsey kararı faydalı değil. Gazze’de insani durumu düzeltmek için sessiz diplomasiyi tercih ediyoruz” sözleriyle,
2) Oylamadan sonra ortaya çıkan tablo karşısında da tasarıyı “aceleye getirilmiş, gerçeklikten kopuk, ibreyi somut bir şekilde ileriye doğru hareket ettirmeyen, dengesiz bir karar tasarısı” diye niteleyerek, ABD’nin “diplomatik sahtekârlığını”, “siyasi ikiyüzlülüğünü” ve “insani utanmazlığını” sergiledi!
O kadar sergiledi ki Çin’in BM Daimi Temsilcisi Zhang Jun bile diplomatik ifadeleri bir kenara bırakarak ABD’yi açıkça “ikiyüzlülükle” suçladı.
ABD düzeni ile Küresel Güney düzeni çarpışması
BM düzeni, Alman faşizmine karşı kazanılan II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşturulan belli ölçülerde bir demokrasi düzeniydi. Ancak ABD, özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan tek kutuplu dünya döneminde bu düzeni tahrip etmeye başladı: BM kararlarını veto ederek, yok sayarak, aykırı hareket ederek, BM’den karar çıkartmadan müdahale, savaş ve işgallerde bulunarak “kısmi demokratik düzeni” felç etti.
Çok kutuplu dünyanın inşa olmaya başlamasıyla birlikte ABD’nin bu tahripkâr tutumu frenlenmeye başladı. Öyle ki ABD veto kartını kullansa da tutumuyla yalnızlaşıyor ve gün geçtikçe bunun “siyasi bedelini” yavaş yavaş ödemeye mecbur kalıyor.
ABD, işte bu nedenle bir süredir BM’yi “Küresel Güney”in hâkim olduğu bir yapı olarak nitelemeye ve eleştirmeye başladı. İsrail’in Guterres dönemini “dünya barışı için tehdit dönemi” diye suçlamaya kalkması bundandır.
Çünkü ABD-İsrail ikilisi için “dünya barışı”, “tersyüz ettikleri savaş”tır; istedikleri ülkeye saldırabildikleri, işgalle topraklarını genişletebildikleri, “demokrasi ve insan hakları” maskesiyle “neofaşist” saldırganlıklarını uygulayabildikleri düzendir.
Bu nedenle Gazze’de sadece İsrailFilistin savaşı değil, tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi, gerileyen “ABD düzeni” ile yükselen “Küresel Güney” düzeni çarpışmaktadır.
/././
2024’e girerken-I (Ergin Yıldızoğlu)
Eski yıldan yeni yıla miras kalan sorunlar, yeni yıla ilişkin beklentiler üzerinde düşünme çabaları, özellikle aralık ayının ikinci yarısında yoğunlaşır. Bu yıl gündem dolu, erken başlamakta yarar var.
Gündemin en önemli maddesini, küresel ısınmayı önleme çabaları oluşturuyor. Küresel ısınma tüm dünya halklarının, hatta gezegende yaşayan canlıların varlığını tehdit eden, dahası, tüm diğer sorunları da kapsayan bir sorun.
Küresel ısınma, küresel olduğundan, önlemek için gereken önlemler, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıtları en çok üreten, tüketen ve yoğun tarım yapan ülkelerin işbirliğini gerektiriyor.
Bu noktada karşımıza iki temel jeopolitik sorun çıkıyor: Birincisi, önce sanayileşerek atmosferi 18-19. yüzyıllardan bu yana, ikinci küreselleşme döneminde, daha da hızlanarak kirleten “gelişmiş ülkeler” ile sanayileşme aşamasına sonradan, birincilerine bağımlı bir süreç içinde girmiş olan “Küresel Güney”in (eski sömürgeler, sonra gelişmekte olan ülkeler) beklentileri arasında aşılması zor bir uçurum var. İkincisi, ekonomik, kültürel hatta askeri olarak gerilemekte olan ABD merkezli Batı hegemonyası ile yükselen yeni büyük güçler arasındaki çelişkiler çok karmaşık ve uzlaştırılamaz bir yönde derinleşmeye devam ediyorlar.
Gelecek yıl yapılacak ABD başkanlık seçimlerini, küresel ısınma olgusunu reddeden Trump kazanırsa, küresel işbirliğinin daha da zorlaşması, jeopolitik sorunların daha da derinleşmesi, ABD’de ve dünyada faşistleşme sürecinin daha da hızlanmasını beklemek gerekiyor.
Ukrayna’da savaş, Gazze’de soykırım sürerken toplanan COP28, Ukrayna ve İsrail ile ilgili tartışmaları yoğunlaştırdı; İran zirveyi terk etti. Tartışmalar, ABD’nin uluslararası alanda sorun çözme kapasitesinin ne kadar gerilemiş olduğunun da bir göstergesiydi. Biden yönetiminin, AB hükümetlerinin Gazze katliamı karşısında altığı tutum hem dünya halklarının tepkisini çekti hem de ABD dış politika bürokrasisinde çatlaklar yarattı. ABD yönetiminin Netanyahu rejimini kontrol edemediği ortaya çıktı. Geçen hafta ABD Senatosu’nda Cumhuriyetçiler, Ukrayna’ya gidecek yardımı bloke ettiler. Aynı günlerde Batı medyasında, Avrupa ülkelerinin desteğinde çatlaklar oluştuğunu, “Zelenski otokratlaşıyor”, “Zelenzski ülkesinde güven kaybediyor”, “Ukrayna dünyanın en yolsuzluğa batmış ülkelerinden biridir” (Orban), gibi iddialara yer veriliyordu.
Bu sırada, Avrupa Birliği’nin ekonomisi yavaşlarken ABD ve özellikle Çin ile arasındaki ticaret sorunları derinleşiyor. Bu sorunlar da aslında küresel ısınmayla yakından bağlantılı. Çin’de hızla gelişen, kapasite fazlası yaratmaya başlayan elektrikli otomobil endüstrisinin, ihracat kapasitesinin, rekabet gücünün Avrupa otomotive endüstrisi için çok büyük bir tehlike oluşturmaya başladığından söz ediliyor. Çin’in “yeşil teknolojiler” için gerekli girdilerin, minerallerin piyasasındaki ağırlığı da Batı açısından, ekonomik, stratejik bir sorun oluşturuyor.
SINIF ÇELİŞKİLERİ
Küresel ısınmayı önlemek için gereken önlemler karşısındaki jeopolitik engellerin yanı sıra ulus ölçeğinde keskinleşen sınıf çelişkilerinden kaynaklanan engeller var: Egemen sermaye alınacak önlemlerin birikim süreci üzerindeki maliyetini ve önlemlerin halkın yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek için gereken kamu harcamalarının toplumsal maliyetini üstlenmek istemiyor.
Emekçi sınıflar, özellikle sanayi, kara taşımacılığı işçileri, küresel ısınmanın ve kapitalizmin acı ve karmaşık gerçekleriyle yüzleşmek yerine, küresel ısınmayı reddeden, komplo terisi olarak niteleyen faşist hareketin, egemen kültür içinde anlamlandırması, anlaması kolay, en önemlisi iç rahatlatıcı iddialarının cazibesine kapılıyorlar. Bu ortamda ABD, Avrupa, Latin Amerika hatta Hindistan’da, aşırı sağcı faşist hareketlerin hızla yükselmesine tanık oluyoruz.
Kısacası tüm sorunların merkezinde, kapitalizmin ürünü, küresel ısınma var! Gelecek yazılarımda, yeni yıla girerken küresel ısınma, jeopolitik, Trump’ın kazanma olasılığının getirdiği tehlikeler, “süreç olarak faşizm”, gibi sorunlara teker teker ve daha yakından bakmaya çalışacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder