29 Mart 2024 Cuma

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI -29 MART 2024 -

 

E. (Barış Pehlivan)

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

14 yaşında bir kız çocuğuydu o. 30 yaşındaki akrabası F. ile imam nikâhı kıyıldı. F. psikolojik rahatsızlıkları olan ve uyuşturucu madde kullanan biriydi. Bir gün şiddete “yeter” dedi küçük kız çocuğu E., dedesinin evine sığındı... 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

F. yanına silah, bıçak ve tornavida alarak o evin kapısına dayandı. Polisler geldi, F’yi ikna etmeye çalıştı, olmadı. Aynı polisler gitti E’ye “Eşin seni çok seviyor, gel F’yi ikna et” dedi. E. 14 yaşındaydı. Çok korkuyordu. Gelin görün ki polisler, elinde silahı olan adama o çocuğu zorla teslim ettiler... 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

Tir tir titreyen kız çocuğu da başaramadı iknaya. Polislerin yanına gitti,  “Yapamıyorum” dedi. Polisler ısrarcıydı, “Tekrar dene” dediler, çocuğu yine silahlı adama gönderdiler. F. bu kez başına silah dayayarak E’yi rehin aldı... 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

F. silah zoruyla E’yi bahçedeki kümese götürdü. İçeriden gelen küfürlere polisler gülerek yanıt veriyordu. Saatler saatleri kovaladı. Özel harekât polisleri evin çevresini sardı, operasyon kararı verildi. Önce kümesin içine göz yaşartıcı bomba atıldı... 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

Kız çocuğu E. hemen kendisini dışarı attı. O sırada polisler ateş üstüne ateş ediyordu. E. birkaç adım attı, göğsünün sol tarafında acıyla karışık bir sıcaklık hissetti, gözü karardı, 14 yaşında yere düştü... 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

E. bir ay yoğun bakımda kaldı. Hayati tehlikesi vardı. Beş kez ameliyat oldu. Aylarca bağırsakları dışarıda yaşadı. Psikolojisi bozuldu, geceleri uyuyamadı, bir daha vurulmaktan sürekli korktu. Kendisini eli silahlı F’ye teslim eden ve ağır yaralayan polislerden şikâyetçi oldu... 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

Polisler birbirinin kopyası olan ifadeler verdi. Üzerinden üç yıldan fazla zaman geçti. Olayın yaşandığı Bitlis’in Güroymak ilçesindeki başsavcılık bu yılın başında kararını verdi. Altı sayfalık kararda, E’nin olası kasıtla yaralandığı ama kurşunun kimin silahından çıktığının tespit edilemediği yazıyordu. Halbuki bulunan 25 boş mermi kovanının kimin silahından çıktığını bulmak kolaydı, yapılmadı. Yani saldırgan F. de polisler de ceza almadı. 

Kurşunu kim atıyor? E. kaç polis ediyor? 

E. daha 14 yaşında gördü devletinin yüzünü. İnandığı polisler onu ölüm yoluna teslim etti, kurşunladı. Artık hiçbir şey sormuyor, kimseye inanmıyor.

                                                          /././

3 Kasım 2002’den 31 Mart 2024’e(Özdemir İnce)

Okuyacağınız “3 Kasım 2002” başlıklı yazı aynı gün yapılacak erken genel geçimi düşünerek yazılmış ve 27 Ekim 2002 tarihli Hürriyet Pazar’da yayımlanmıştı. Bu yazıyı lütfen 30 Mart 2024 gününü yazılmış gibi okuyun. Müthiş bir yazı! Daha iyisini yazamam bugün! 

                                                          ***

3 KASIM 2002 

İşte açıkça yazıyorum: “Türk halkının dehası” diye bir deha tarzı olduğuna inanmam. Bütün halklar aşağı yukarı birbirine benzer. Mayasında tutuculuk, benmerkezcilik, açgözlülük ve çıkarcılık vardır. Bir seçmen, ne siyasal partilerden ne de milletvekillerinden daha iyidir. “Türk halkının dehası” safsatasını duyduğum zaman aklıma La Fontaine’in “Karga ile Tilki” öyküsü gelir: “Sesin ne güzel Karga kardeş!” Tava gelen Karga, gagasını açar ve peynir Tilki’nin önüne düşer. 

Bu halk, 1960’larda, “Herkes emeğinin karşılığını alacak!” sloganıyla seçim meydanlarına çıkan TİP’e layık olduğu oyu vermedi. Çünkü köylüsünden memuruna, işçisinden işverenine herkes emeğine denk karşılığı değil emeğinin kat kat fazlasını istiyordu. TİP 1970’te “Kürt halkının varlığı”ndan söz eden kongre kararı nedeniyle kapatıldı. Parti 1975’te tekrar kurulduysa da bir varlık gösteremedi ve o tarihten sonra Türkiye bir daha huzur yüzü görmedi. TİP kapatılmasaydı, sağ partiler TİP’e tahammül edebilseler ve halk da TİP’in değerini bilseydi, PKK belasını yaşamayan (yaşamamış, yaşamayacak olan) Türkiye şu anda Avrupa Birliği’nin en saygın üyelerinden biriydi. 

“Türk halkının dehası” 1965-1975 yılları arasında yeterince uyanık olamadığı için bunun bedelini ülke yıllardır ödemekte... Gene bezirgân ruhu ve kapkaççı mantığıyla harekete geçerek intikam almak için sandığa gidecek olursa seçimin ertesi günü “Yandım Allah!” naraları atmaya başlayacaktır. Seçmenin seçim sandığında lümpenleşmesi korkunç bir şey! 

Almanya’da hem SPD/Yeşiller koalisyonuna, Demokratik Sosyalist Parti PDS’ye oy verip hem de yeşil sermaye madrabazları tarafından soyulmaya göz yuman, Milli Görüş tarafından efsunlanan, Türkiye’de Milli Görüş partilerinin ve kör muhafazakârlığın yörüngesinden çıkamayan bu halkın dâhi mi yoksa safların safı mı olduğuna karar vermek çok zor. 

Ama şunu söyleyeyim: Bu seçim Türkiye Cumhuriyeti seçmeninin gireceği en önemli sınavdır. Bu seçimin sonuçları, Türkiye’nin Avrupa’daki ve dünyadaki yerine de karar verecek. Ama seçmenin bunun bilincinde olduğu kanısında değilim. Azıcık bilinç ve vicdanını da bir çuval una-bulgura, bir teneke margarine, bir şişe ayçiceği yağına değiştirmesinden korkarım. 

Bu yazıda parti adları da vermek isterdim ama veremem! Ancak lümpen seçmen ruhunun ve zihinsel yapısının gösterdiği yığınsal tepki ve koyunsal yönelim karşısında çok kaygılandığımı, bu insanlık ayıbından utandığımı da söylemeliyim. Tepki nedeni ile biçimi arasında hiçbir mantıksal uyum ve tutarlılık bulunmayan, vaatler gerçek mi yoksa demagoji mi umursamayan, afyon yutmuş gibi yalpalayan seçmen kitlesi olur mu? Olur! Bu kitle 3 Kasım 2002 günü sandığa gidip Türkiye’nin kaderi için oy verecek! 

Bu korkutuyor beni! 

Seçim sandığında barbarlaşacak seçmen korkutuyor beni! Yalan-dolanı, hortum ve vurgunu umursamayan, etikçi görünüp ahlaki değerlere burun kıvıran, yenilik, gençlik denenmemişlik gibi saçma kategorileri kendisine rehber yapmış bir seçmen yığışımının vereceği karar korkutuyor beni! 

Bir seçmen kitlesinin avantaya, bedavaya, emeksiz kazanca bunca düşkün oluşunun herhangi bir mazereti olamaz. Bu korkutuyor beni! 

İşte bu lümpen seçmen yığışımı bir kez daha seçim sandığına gidiyor. 

“Lümpen”i varoşun eşanlamlısı olarak kullanmıyorum. Lümpen seçmen sadece varoşlarda değil her yerde; Etiler’de, Bebek ve Tarabya’da, Çankaya’da, Alsancak’ta, Pozcu’da... Dilerim sonumuz hayırlı olur! 

29 MART 2024 

Değerli okur! 3 Kasım 2002 gününü beklenmeyen ama “olacak olan” oldu ve AKP yüzde 34.2 oy alarak TBMM’ye 363 milletvekili getirdi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924), Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930) ve Demokrat Parti (1950) ile kaşınan halk 3 Kasım 2002 günü başının belasını buldu. Tamı tamına 22 yıl olmuş. Üç yıl sonra çeyrek yüzyıl (rubu asr) olacak. Demirkıratı seven ama demokrasiden hazzetmeyen bu halk ve özellikle “emekli halk” vatandaşlık hakkını 31 Mart’ta söke söke alacak mı bakalım? Bakalım ama eşeğimi bağlayacak sağlam bir kazık bulamıyorum!

                                                              /././

İş ayet okuyarak oy istemeye vardı(Zülal Kalkandelen)

O, hafızlık icazet töreninde Kuran okudu; siz taziye evinde Kuran okudunuz. 

O, Yargıtay’da dualı açılış yaptı; siz eşlik ettiniz. 

O, laikliğin “baskıcı” olduğunu ima etmek için “özgürlükçü laiklik”ten söz etti; siz aynen benimsediniz. 

O, “kul hakkı” dedi; siz anayasaya yurttaşlık hakkını sokan parti olsanız da “kul hakkı” demeyi sürdürdünüz. 

O, 22 yıldır anayasayı çiğneyerek laikliği ayaklar altına aldı; siz seyrettiniz. 

Bir cemaat onu desteklediğini söylediğinde eleştirdiniz, bir diğer cemaat sizi desteklediğini açıklayınca sustunuz. 

Tarikatlar ve cemaatler tüm toplumu cendere altına alırken, tarikatçılarla ve siyasal İslamcılarla ittifak kurup halkın umudunuz söndürdünüz. 

Bu ülkenin en önemli sorunu eğitimdeki gericileşmeyken kamuoyuna açıkladığınız programlarda zaten yasayla kapatılmış olan tarikatları ve cemaatleri dağıtacağınızı hiçbir zaman söylemediniz. 

Üstelik milletvekiliniz kanal kanal gezip tarikatları ve cemaatleri kapatan 1925 tarihli 677 sayılı Devrim Yasası’nın kadük olduğunu söyledi, siz sustunuz. 

KARŞIDEVRİME MÜRİT YETİŞTİREN AKP’NİN YOLU NASIL AÇILDI?

Cuma namazı saatinin çalışma saatlerine denk gelmesi durumunda, isteyenler için çalışma kaybına neden olmaksızın izin verileceğini belirten başbakanlık genelgesi yayımlandı, iptali için çaba harcamadınız, çaba harcayanı engellediniz. 

Eğitimdeki dincileşme son hızla ilerlerken medrese sistemini hortlatan Diyanet Akademisi Yasası’na kabul oyu verdiniz. 

Seçim öncesinde oy için türbana anayasal güvence getiren laikliğe aykırı yasa teklifi verdiniz. 

O, 14 Mayıs genel seçiminden önce camiye gidip miting havası içinde fetih çağrısı yaptı; siz “Eleştirirsek dinci sağdan gelecek oyları kaybederiz” korkusuyla yine sessiz kaldınız. 

Daha birçok şey yaptınız ve laikliğin tasfiye edilmesine giden süreçte kimi zaman tepkisizliğinizle kimi zaman da doğrudan dini kullanarak karşıdevrime mürit yetiştiren AKP’nin yolunu açtınız. 

Bunlar yetmiyormuş gibi o, kürsüde sure okudu; sonunda siz de bu hafta İzmir’de kürsüde ayet okudunuz. O, “nas” diyerek ekonomiyi batırdı; siz okuduğunuz ayete dayanarak 31 Mart’ta oy istediniz. 

REDDİ MİRAS YAPTINIZ

İstediğiniz kadar partinizde değişim olduğunu söyleyin, görünen o ki değişmeyen tek şey laiklik konusundaki yanlış anlayıştır. “Türkiye’de seçmenin çoğu sağcıdır, onlardan oy almak gerekir” diye düşünerek dini siyasette kullanmaya devam ettiniz. 

İşin en acı tarafı da bunları yaparken size ve tüm topluma bırakılan eşsiz bir mirası yok saydınız. 

Hem partinizin hem de laik Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 99 yıl önce “Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir” diyerek bıraktığı laik devlet mirasından söz ediyorum. 

Atatürk’ün kurup emanet ettiği laiklik devleti sahiplenip sonuna kadar savunarak devrimci ruhu ayakta tutmak varken onun tam aksi yönünde siyasal İslamın rotasında ilerlemek reddi mirastır. 

“Bunları şimdi seçimden önce yazmak gerekli miydi!” diyerek öfkenelenecek olanlar vardır. Ben gerçekleri yazan bir gazeteciyim. Gazeteci olanı, olduğu anda, ertelemeden yazar. Bunu yapmıyorsa siyaset yapıyor demektir. 

Üstelik medyada çoğunluğun bu konularda neredeyse tek satır yazmadığını, hiç konuşmadığını düşünürseniz, bırakın da bir iki gazeteci de ülkenin en önemli sorununu yazsın.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder