6 Mayıs 2024 Pazartesi

Deniz, Yusuf, Hüseyin katledilmelerinin 52. yılında aramızdalar! + Tescilli Amerikancılar ve Denizlerin mirası (Evrensel)

 

Deniz, Yusuf, Hüseyin katledilmelerinin 52. yılında aramızdalar! (İhsan Çaralan)

Bugün 6 Mayıs!

Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un 1972’nin 6 Mayıs’ında katledilmelerinin 52. yılı!

Yarım yüzyıldan beri olduğu gibi onları bugün bir kez daha özlemle, sevgi ve saygıyla anıyoruz.

Uzunca bir zamandan beri 6 Mayıs’ın içinde bulunduğu hafta, onların şahsında onlardan önce ve sonra devrimci mücadele içinde hayatını kaybeden devrimcileri anma haftası oldu!

Dolayısıyla bu hafta yapılan etkinlikler, sadece onlara duyduğumuz sevgi ve özlemi ifade etmek için değil. Onların bıraktığı devrimci mirası zenginleştirmek için sorumluluklarımızın farkına varmayı, ne yapmamız ve neyi yapmamamız gerektiğini de sorguladığımız etkinler haftası oldu. Ki böylece onları anma etkinlikleri; sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir insanlık dünyasına olan sınırsız inançlarıyla halka bağlılık, özgürlük tutkusu, emperyalizme ve iş birlikçi egemen sınıfların çürüyen, yozlaşmış düzenlerine karşı tavizsiz bir mücadele, bu uğurda darağaçları karşışında bile geri adım atmamaya varan bir kararlılık, dünya ve ülkemizdeki gelişmeler karşısında tavizsiz tutum alma… gibi onların şahsında somutlanan devrimci tutumu içselleştirip yaygınlaştırmayı amaçlayan etkinliklerle biçimlendi.

’60’LARDA FİLİSTİN TÜRKİYELİ GENÇ DEVRİMCİLER İÇİN ÇEKİCİ BİR ODAKTI!

Bu etkinlikler içinde Filistin daima sıcak gündem olarak yer aldı. Çünkü “68 başkaldırısı” olarak bilinen, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in devrimci önderler olarak yer aldıkları ’60’ların ikinci yarısını kapsayan gençlik eylemleri üç odaktan ilham alıyordu

1) Vietnam halkının ABD’ye karşı yürüttüğü kurtuluş savaşı,

2) Küba Devrimi ve devrimci Küba’nın ABD’nin burnunun ucunda ABD emperyalizminin tehdit ve provokasyonlarına karşı yiğitçe duruyor olması,

3) Filistinlilerin İsrail ve arkasındaki emperyalist güçlere karşı yürüttüğü laik ve demokratik Filistin mücadelesi!

O yıllarda “Filistin Devrimi” de denilen direnişte, Filistinlilerin İsrail’e karşı sürdürdüğü silahlı direniş dünyada önemli bir prestije sahipti. Ama Deniz, Hüseyin Yusuf başta olmak üzere Türkiyeli genç devrimciler için Filistin direnişinin ayrı bir önemi de vardı. Çünkü Filistin Türkiye’ye çok yakın ve antisiyonist, antiemperyalist bir mücadele merkezi olarak sıcak bir çekim merkeziydi. Dahası Filistin’deki mücadele Türkiye halkları içinde de önemli bir sempatiye sahipti. Ayrıca o yıllarda üniversitedeki az sayıdaki yabancı öğrenci arasında Filistinliler hayli fazlaydı ve devrimci öğrencilerle günlük mücadele içinde yer alırken aynı zamanda Filistinli direniş örgütleriyle Türkiyeli devrimciler arasında organik ilişkiler de kurabiliyorlardı.

Dolasıyla o dönemin genç devrimcileri için Filistin’le uzaktan dayanışmanın ötesine geçebilecekleri, emperyalizme karşı fiilen savaşabilecekleri bir alan olarak heyecan verici, çekici bir merkezdi.

Deniz, Hüseyin, Yusuf başta olmak üzere çok sayıda devrimci genç Filistin’e gittiler İsrail ordusuyla yapılan çatışmalara katıldılar.

Bu yüzden de 6 Mayıs etkinliklerinde Filistin mücadelesi, bazen tarihi bir anı bazen gündemin bir parçası oldu.

Bugün ise Filistinlilerin İsrail siyonizmine karşı mücadelesi en zor dönemlerinin birisinden geçiyor.

Son günlerde ABD’de Columbia Üniversitesinde başlayıp 50 dolayında üniversiteye yayılan, arkasından Kanada ve Avrupa’da bazı üniversitelere de sıçrayan, “özgür Filistin” talebi etrafındaki gençlik eylemleri polis şiddetiyle bastırılmak istense de bu gelişmeler malum çevrelerde “Yeni bir 68 mi geliyor” korkusunu da uyandırmış bulunuyor.

6 MAYIS ETKİNLİKLERİ VE FİLİSTİN MÜCADELESİ

ABD’de üniversitelerde öğrencilerin başlatıp akademisyenlerin de önemli ölçüde destek verdiği eylemler “yeni bir 68”in habercisi midir bunu bilmek zor, ama 2024’ün 6 Mayıs etkinliklerinde Filistin mücadelesinin gündemin sıcak başlıklarından birisi olarak öne çıkması gerektiği tartışmasızdır.

Bu yüzden de;  

* İsrail’in “savaş” adı altında soykırıma vardırdığı katliamlarına karşı Uluslararası Ceza Mahkemesinde “savaş suçlusu” olarak yargılanması talebinin ciddi suçlamalarla sürdürülüyor olması,

* Savaşın ilk günlerinden itibaren İsrail’e koşulsuz destek veren ABD ve öteki Batılı emperyalist ülkelerde halkların “savaşa hayır”, “özgür Filistin” talepleriyle kendi hükümetlerinin İsrail’e destek politikalarına açıkça karşı çıktıkları protestoların giderek yaygınlaşıp güçlenmesi,

* İsrail’de içinde Arap ve Yahudi antiemperyalist antisiyonist güçlerin de olduğu muhalefetin “Savaşın asıl suçlusu Netanyahu Hükümeti’dir” diyerek, örnek bir tutum alması Filistin davasının uluslararası prestijini yeniden artırırken İsrail ve arkasındaki güçleri giderek köşeye sıkıştırmaya başlamıştır.

Ülkemizde ise tek adam yönetimi lafta Filistin dostu geçinirken gerçekte İsrail’le ticareti sürdürüyordu. Ancak iktidar; önce “İsrail’le hiçbir ticaretimiz yok” dedi, ama bunun yalan olduğu ortaya çıkınca, “Vardı ama kısıtladık” açıklamasıyla durumu kurtarmaya çalıştı. Tepkiler devam edince de “Artık tamamen bitti” açıklaması yapmak zorunda kaldı!

Dolasıyla, Filistin’le dayanışma, bölgede barış mücadelesinde son derece önem kazanmış bulunmaktadır. Hele söz konusu olan 6 Mayıs etkinlikleri olduğunda Filistin halkıyla dayanışmanın, gerçek bir antiemperyalist mücadelenin, bölgede barış mücadelesinin gündeminde öne çıkması olmazsa olmazdır.

52. YILDA FİLİSTİN HALKIYLA DAYANIŞMA ÖNE ÇIKIYOR

Bu gerçekler dikkate alındığında;

- İsrail’in Filistinlere yönelik soykırıma varan katliamına karşı sesimizi daha gür bir biçimde yükseltmek, acil bir “ateşkes” ile “laik ve demokratik bir Filistin” talebinde ısrar etmek,

- Filistin halkıyla dayanışmanın büyütülmesini öne çıkarmak,

- Tek adam rejiminin önümüzdeki aylarda bölgede çatışmaları ve gerilimleri daha da artıracak Rojava kentleri ve Irak Kürdistan’ındaki bazı bölgelere yönelik “kapsamlı askeri operasyon” girimine karşı çıkmak,

- İncirlik ve Kürecik radar üslerinin kapatılması talebini yükseltmek,

- Bölgede barışın ülkemizde demokratikleşmenin bir ayağını oluşturan Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümü için mücadelenin önemine dikkat çekmek 6 Mayıs etkinliklerinin önemli bir yanını oluşturmak durumundadır.

Deniz, Yusuf, Hüseyin’i, onların şahsında devrimci mücadelede yaşamını yitirmiş tüm devrimcileri andığımız 6 Mayıs etkinlikleri ancak öncesi, bugün ve önümüzdeki dönemde muhtemel gelişmeler arasındaki doğru ilişkilerin kurulduğu, barış, demokrasi ve antiemperyalist güçlerin birleşip güçlenmesine katkı sağlayan bir anma olarak geçekleştirildiği ölçüde onlara layık bir mücadele haftası olacaktır!

Biz mücadele ettikçe Deniz, Yusuf, Hüseyin ve mücadele içinde hayatını kaybetmiş tüm devrimciler aramızda olmaya devam edecektir!

                                                           /././

Tescilli Amerikancılar ve Denizlerin mirası (Yusuf Karadaş)

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın 52 yıl önce idam edilmesi, ABD emperyalizmi tarafından iş birlikçisi iktidar eliyle Türkiye işçi sınıfı ve halklarına verilmiş bir gözdağıydı. Çünkü Denizler; ABD emperyalizmi ve NATO’nun Türkiye’ye bölgede biçtiği ‘ileri karakol’ rolüne ve ekonomik bağımlılık ilişkilerine karşı çıkıyor, emperyalistlere ve iş birlikçilere karşı işçi sınıfı ve halkın kurtuluş mücadelesine öncülük etmeye çalışıyordu.

Bugün zaman zaman kendilerini antiemperyalist gibi göstermeye çalışan ülkedeki iktidar blokunun (Erdoğan ve Bahçeli) geçmişten bugüne ABD emperyalizmi ve NATO’ya bağımlılık ilişkilerinde üstlendiği politik rollere dönüp bakmak hem bu iktidar gerçeğini ve hem de Denizlerin bıraktığı devrimci mirası anlamak bakımından önem taşıyor.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Türkiye egemen sınıfları ve politik temsilcisi CHP, Sovyetler Birliği’nin başını çektiği sosyalist bloka karşı ABD ve Batılı emperyalistlerin politik eksenine bağlanma yolunda adımlar atmıştı. ABD, savaştan sonra dönemin ABD Başkanı Truman’ın adıyla bilinen “Komünizm tehdidine karşı Avrupa’nın askeri ve mali olarak desteklenmesi” politikasını (Truman Doktrini) uygulamaya koymuştu. SSCB ile sınırı olan; Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bakımından stratejik bir konumda bulunan Türkiye de “yardımların” kapsamı içine alınmış ve 12 Temmuz 1947’de Türkiye-ABD Yardım Anlaşması imzalanmıştı. Truman doktrininin öngördüğü “yardımlar” daha sonra dönemin ABD Dışişleri Bakanı Marshall’ın adıyla bilinen (Marshall Planı) bir plana bağlanmış ve Türkiye, 4 Temmuz 1948’de bu plana dahil edilmişti.

ABD emperyalizmi bu “yardımlar” kapsamında bazı silahlarını hibe etmiş ve bazı silahlarının alınması için kredi sağlamıştı. Böylece hem askeri ve hem de mali olarak bağımlılık ilişkilerini geliştirmişti-ki, Türkiye aynı dönemde (1947) IMF ve Dünya Bankasına da üye olmuş; böylece ülke toprakları emperyalist tekellerin sömürü ve yağmasına sınırsızca açılmıştı.

1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP) döneminde Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma sloganında somutlanan bağımlılık ilişkileri yeni bir aşamaya geçmiş, 1950’de Türk askeri, Kore Savaşı’nda ABD safında savaşa dahil edilmiş ve devamında 1952’de Türkiye, batılı emperyalistlerin savaş örgütü NATO’ya üye yapılmıştı.

1960’lı yıllar dünyada Vietnam Savaşı’yla sembolize olan emperyalizme karşı mücadele ve dayanışmanın yükselişe geçtiği yıllardı. 1968’lerde Türkiye’de de yükselişe geçen devrimci mücadelenin bir tarafında Vietnam, Filistin gibi halk mücadelelerinin desteklenmesi ve öbür tarafında ise ABD emperyalizmi ve iş birlikçi iktidarlardan kurtuluş mücadelesi yer alıyordu.

Türkiye’de yükselişe geçen devrimci mücadeleye karşı siyasal İslamcılar ve “sivil” faşist hareket (Bugünkü iktidar blokunun iki temsilcinin içinden çıktığı siyasal hareketler) bu dönem boyunca ABD tarafından desteklenmekle kalmadı, bizzat onun eliyle örgütlendi.

Bir taraftan kapitalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin devamı için ‘yeşil kuşak’ projesi kapsamında “komünistlerin din düşmanı” olduğu propagandası üzerinden siyasal İslamcı örgütlenmelerin önü açıldı. Öbür taraftan ‘Başbuğ’u Türkeş ABD ve NATO üslerinde ‘gayrinizami harp’ (kontrgerilla) eğitimi almış olan “sivil” faşist hareket, Özel Harp Dairesinin bir uzantısı olarak örgütlendi. Böylece siyasal İslamcılar ve “sivil” faşist hareket o dönem ABD emperyalizmi ve NATO tarafından “yardımcı kuvvetler” olarak hazırda tutuldu.

1969 ‘Kanlı Pazar’ı (16 Şubat 1969) bu güçlerin nasıl kullanıldığının en açık göstergelerinden biri olmuştu. O gün ABD emperyalizmi ve onun 6. Filo’sunu protesto eden devrimci gençlik ve halk güçlerine karşı İslamcı M. Şevki Eygi, “Kızıl kafirlere karşı savaş” çağrısı yapmış ve İslamcı-faşist güçlerin saldırısı sonucu iki devrimci katledilmişti.

Erdoğan ve Bahçeli’nin ağızlarından düşürmedikleri iki ideoloğun; Türk-İslamcı faşizmin ideoloğu Necip Fazıl ile Türkçü faşizmin ideoloğu Nihal Atsız’ın birçok yazı ve konuşmalarında “komünizm tehdidi”ne karşı ABD emperyalizmi ve NATO’ya açık destek vermesi bile bugün zaman zaman kullanılan antiemperyalist söylemlerin sahteliğini görmek/göstermek için yeterlidir.

CİA Türkiye Masası şefinin “Bizim çocuklar yaptı” dediği 12 Eylül 1980 faşist darbesi öncesinde de bu güçler darbeye zemin hazırlanması için faşist terörün tırmandırılması ve çatışmaların derinleştirilmesi stratejisine bağlı olarak kullanılmıştı -ki, bu darbenin öncelikli hedefi kriz içindeki burjuvazinin çıkış yolu olarak gördüğü ‘24 Ocak 1980 ekonomi programının uygulanması için uygun koşulların yaratılmasıydı.

Sovyet blokunun çökmesinden sonra ABD emperyalizmi, Ortadoğu’yu neoliberal İslamcı güçler üzerinden dizayn etmeye (büyük/genişletilmiş Ortadoğu projesi) yönelmişti. Bu plan bağlamında Türkiye’de bu dönüşüme ayak direyen bürokrasi-ordu ve geleneksel sermaye güçlerine karşı Özal’lı neoliberal dönüşüm yıllarında Körfez sermayesiyle (Katar, BAE, S. Arabistan) iş birliği halindeki “liberal-reformist İslamcı güçlerin desteklenmesi” yönünde bir politika benimsenmişti. 2000’li yılların başında AKP-Erdoğan ve Gülencilerin ABD desteğinde iktidara geliş/getiriliş sürecinin arka planında bu güçlerin zamanında yedek/yardımcı kuvvetler olarak ABD emperyalizmi ve NATO’ya bağlılık konusunda kendilerini kanıtlamış, denenmiş/sınanmış güçler olmaları gerçeği yer alıyordu.

AKP-Erdoğan zaman zaman aksi söylemler kullansa da bugüne kadar ABD-NATO’nun kendisine olan güvenini hiçbir kritik dönemde boşa çıkarmadı. Sovyetlerin çökmesinden sonra NATO kendini Rus ve Çin emperyalizmine karşı konumlandırırken Erdoğan iktidarı Balkanlar, Karadeniz, Doğu Akdeniz, Kafkasya ve Ortadoğu’da NATO’nun kendisine biçtiği hiçbir görevi reddetmediği gibi hep daha fazla rol üstlenmeye ve bu rolleri emperyalist paylaşım mücadelesi için pazarlamaya çalışan bir politika izledi.

NATO, Ortadoğu’da açık açık siyonist İsrail’in işgal ve saldırganlığını destekleyen bir tutum alıp bu yönde açıklamalar da yaparken Erdoğan iktidarından NATO’ya karşı en küçük bir itiraz ya da tepki gelmedi. Erdoğan, İsrail’in Gazze’ye yönelik katliam ve işgalinden aylar sonra karşı karşıya kaldığı siyasal baskının da bir sonucu olarak İsrail’e ekonomik yaptırım kararı alırken bile bu kararı bir an önce geri almak için “İsrail’in ateşkesi kabul etmesi” gibi sorunun kalıcı çözümü için bir şey ifade etmeyen ve her an esnetilebilecek bir şartı ileri sürmekten öteye gitmiyor.

ABD emperyalizmi Türkiye’nin NATO’daki pozisyonunun Ortadoğu’da kendisine ve İsrail’e verilmiş açık bir destek anlamına geldiğini bildiği içindir ki, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby, Türkiye'nin Uluslararası Adalet Divanında (UAD) İsrail aleyhine açılan ‘soykırım davası’na müdahil olma kararı için “Bu durum değerli bir NATO müttefikimiz olan Türkiye ile ilişkilerimizi zedelemez" diyebilmektedir. Bu nedenle tıpkı İsrail Meclisi Knessetteki Komünist Milletvekili Ofer Cassif’in arkadaşımız Elif Görgü ile röportajında Türkiye ve İsrail ilişkileri için söylediği gibi “Her ikisi de, biraz yanıltıcı görünüşe rağmen, pratikte ABD’nin Ortadoğu'daki vekilleri” konumunda bulunuyorlar.

Erdoğan iktidarı, özellikle Ukrayna Savaşı’yla birlikte emperyalistler arasındaki gerilim ve kamplaşmanın yeni bir boyut kazandığı bu dönemde Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini destekleyerek ABD emperyalizminin politik eksenine bağlılığını bir kez daha gösterdi. Bilindiği gibi son dönemlerde özellikle Irak üzerinden ABD emperyalizminden yeni roller kapmak için yoğun bir diplomasi trafiği sürdürüyor. Ortadoğu’da İran’ı dengeleme rolüne soyunarak ABD emperyalizmi ve İsrail’in en büyük destekçisi olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Yine Hamas üzerinden ve aslında siyasal İslamcılık çizgisi ekseninde Filistin davasını destekliyor gibi görünürken Ortadoğu’da tıpkı Filistin sorunu gibi yüzyıldır çözümsüz bırakılan ve emperyalistlerin bölgedeki egemenlik ilişkileri için kullanmaya çalıştığı Kürt sorunu karşısında İsrail’in Filistin sorunundaki politikasının bir benzerini uyguluyor. Bu nedenle Netanyahu, kendisini eleştiren Erdoğan’a her defasında “Bana ahlak dersi verebilecek en son kişi sensin” diyerek kendisinin Filistinlilere yaptığını Erdoğan’ın Kürtlere karşı yaptığını söylüyor.

Uzun sözün özü şudur ki, emperyalistlerin savaş örgütünün (NATO) ‘ileri karakolu’ olma rolüne zerrece itirazı olmayanlar, İMF’siz IMF programını uygulayarak işçi sınıfı ve emekçi halka saldıranlar ne iddia edildiği gibi antiemperyalist ne de ezilen halkların dostu olabilirler.

Denizler ABD emperyalizmi ve NATO’ya karşı mücadelenin iş birlikçi sermaye güçleri ve iktidarına karşı mücadeleden bağımsız olmadığını biliyor, bu nedenle devrimci gençlik mücadelesini işçi ve köylü direnişleriyle birleştirmeye çalışıyorlardı. Bir yandan ABD emperyalizmi ve NATO’nun Ortadoğu’daki ‘savaş üssü’ siyonist İsrail’e karşı Filistin halkının devrimci mücadelesine destek verirken, kurtuluşun halkların hak eşitliği ve ortak mücadelesinden geçtiğini gördükleri için darağacında “Türk ve Kürt halkının ortak mücadelesi”ni haykırıyorlardı.

Bugün Denizlerin mirasını sahiplenmek; ABD ve NATO’ya bağımlılık ilişkilerinin ve Ortadoğu’daki savaş ve işgallerin son bulmasını savunmaktan, iş birlikçi tekelci sermaye güçlerine karşı işçi sınıfı ve emekçi halkın insanca çalışma ve yaşam mücadelesini örgütlemekten, Kürt ve Filistin halklarının kaderlerini tayin hakkını sahiplenip mücadele ve dayanışmayı büyütmekten geçiyor.

(Evrensel)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder