5 Mayıs 2024 Pazar

Denizlerin örnek antiemperyalizmi - Mustafa Yalçıner / EVRENSEL

 “One minute” türü laflar etmekle yetinmedi Denizler. Sözleriyle özleri ve eylemleri her zaman birdi, çakışırdı, çakıştı; bu karakteristik bir özellikleriydi.

Ayaktakiler (Soldan sağa): Kor Koçalak, Hüseyin İnan, Recep Sakın, Mustafa Çubuk, Deniz Gezmiş. Oturanlar (Soldan sağa)  Mete Ertekin, Yusuf Arslan, Ercan Öztürk, Semih Orcan ve sedyede Mustafa Yalçıner | Mamak Cezaevi 1971 - Mustafa  Yalçıner'in arşivinden alınmıştır. 

Sadece, barış vurgusuyla ABD, genellikle öğrenci hareketinin öne çıktığı Avrupa ve örneğin hippi protestoculuğuyla İngiltere’de yaşanmadı ’68. Tümünde devrimci bir yön kuşkusuz vardı. Ancak Türkiye ’68’i bir başka yaşandı.

Amerikan emperyalizminin Vietnam işgali ve fosfor bombalarından napalma kadar nükleer dışında envanterindeki bütün silahları kullanarak olanca hunharlığıyla sürdürdüğü savaşın örneğin bir başka etkisi oldu Türkiye’de. Ülkesine tabutları içinde dönen binlerce Amerikan askeri ABD’de barış hareketini tetikler ve Muhammed Ali adını alan zamanın dünya boks şampiyonuna varıncaya kadar bedellerini kabullenerek askere gitmeyi reddeden çok sayıda ünlü barış militanlığı yaparken, Türkiye’de değişik taleplerle farklı bir hareket serpilip gelişti. Türkiye’deki işçi, köylü ve gençlik hareketinden bileşen bir halk hareketiydi.

Vietnam Savaşı şüphesiz Türkiye’yi de derinden etkiledi. Ancak bu savaşa verilen tepki barışı savunmak ve bir barış hareketi oluşturmak değil, savaşa karşı savaş ya da savaşın savaşla yanıtlanması oldu. Vietnam Savaşı, Türkiye’de emperyalizme duyulan nefreti bileyerek emperyalizme karşı mücadele sloganlarının yükselmesine götürdü. Emperyalizmle mücadele ülkedeki bütün mücadelenin belirleyeni oldu. Türkiye ve şüphesiz dünya emperyalizmin tasallutundan kurtulmalıydı. Ve bu, emperyalistlerden barış talep ederek değil, onunla savaşarak mümkündü.

Türkiye ve dünya halklarının özellikle Amerikan emperyalizmin yağma ve zorbalığından kurtulması ve bu amaçla mücadele etmek şarttı.

Emperyalistler, anladıkları dilden mücadele yoluyla, onlarca askeri üste atom silahı dahil silah ve asker bulundurdukları ülkeden kovulmalıydı. Ancak tabii ki Türkiye’yi sadece ülke dışından kuşatmak, ülke içindeyse askeri üsler kurmakla kalmamışlardı. Varlıkları bundan ibaret değildi. İşbirlikçileri vardı ve iktidardaydılar. Bugünlerde iktidarı ve burjuva muhalefetiyle kredi, borç ve doğrudan yatırım olarak gelmesi ekonominin “Rayına girmesi” için çözüm sayılan ülkeye yatırılmış yabancı sermaye işbirlikçi “ortaklar” edinmişti. Emperyalistlerin çıkarlarını kendi çıkarları biliyor, ölesiye savunuyorlardı. Montaj sanayi türünden ortak yatırımlarından ve emperyalistlerin ürettiklerini Türkiye’de, Türkiye’nin yer altı ve yer üstü kaynaklarını ucuza emperyalistlere pazarlayarak sürdürdükleri ticaretten kazanıyorlardı. Uluslararası mali sermaye ağları Türkiye’yi sarıp sarmalamış kendisine bağımlı kılmıştı. Ülke işbirlikçilerin katkısıyla yeniden sömürgeleşmişti. Emperyalistler doğrudan kendileri değil, işbirlikçileri eliyle yönetiyorlardı. Türkiye, Amerikan çıkarları için savaşmak üzere Kore’ye asker göndererek, güle oynaya NATO’ya da üye olarak, özellikle Amerikan emperyalizminin stratejisine bağlanmıştı.

Denizler emperyalizme ve işbirlikçilerine “hayır” dediler. Sloganları “Tam Bağımsız, Gerçekten Demokratik Türkiye” idi. Emperyalizmin işbirlikçileri ülkede “demokrasicilik oyunu” oynuyorlardı çünkü. Egemenliklerinin adını “demokrasi” takmışlardı.

Sözlerine bakılırsa işbirlikçiler milletin çıkarlarını savunuyorlardı, milliyetçiydiler! Türk milliyetçisi… NATO’yu ve Amerikan çıkarlarını savunan milleti nasıl savunacaksa! Henüz o dönemde “Türk-İslam sentezi”ni keşfetmemişlerdi. Türk milliyetçisiyim diyenlerle İslamcıyım diyenler hatta aralarında kavgalıydı. Bugün sentezlendiğine bakılmasın, ’68’lerde milliyetçilerle ümmetçiler ayrı saflar tutuyor, kavga ediyorlardı. Ama halka ve emperyalizmle mücadele eden evlatları olan devrimcilere karşı birleşiyorlardı.

Denizler örneğin 6. Filo’ya karşı gösteriler düzenler, Amerikan askerlerini Dolmabahçe’de denize dökerken karşılarına dikildiler. 1969 şubatında o dönem başkanlığını sonra AKP TBMM Başkanı olan İsmail Kahraman’ın yaptığı milliyetçi faşistlerin kontrolündeki MTTB ile siyasal İslamcıların kontrolündeki Komünizmle Mücadele Derneğinin “kıble” bildiği 6. Filo’yu protesto eden işçiler ve gençlere yönelik organize ettikleri saldırı “Kanlı Pazar” olarak anılır. Orada, şimdi tekelci dinci iktidarın yasaklayarak 1 Mayıs kutlamalarına kapattığı İstanbul Taksim’de işçi Duran Erdoğan’la zamanın TİP Üyesi Turgut Aytaç öldürüldü. MTTB iki gün önce sözde “Bayrağa Saygı Mitingi” düzenlemişti; oysa önünde saygı duruşu yaptıkları Amerikan bayrağıydı!

Bugün de farklı değildir. Artık can-ciğer kuzu sarması olan, ülkeyi örtülü koalisyonla yöneten hâlâ Amerikan emperyalizminin önünde dizlerinin bağı çözülen milliyetçi faşistlerle siyasal İslamcılardır. Eskiden Menderes, Demirel ve K. Evren gibiler varken, emperyalizmle iş birliğinin başında şimdi onlar var. Tekelci kapitalizmin sözcü ve temsilcileri olarak onlar iktidarda.

Geçtiğimiz yıla kadar Avrupalı emperyalistlere “Eyy Avrupa…” diye haykırıp sözde ayar vermeye, örneğin Trump’ın yaptıklarıyla mektubu karşısında suspus olsalar da Rusya’dan S-400 alıp “eyy Amerika” diyerek görünüşte efelenmeye çalışırlardı. Gerçek değildi, halkın emperyalizmden duyduğu nefreti kullanma çabasındaydılar. Davos’ta İsrailli S. Peres’e “one minute” dediklerinde de İslamcı tabanlarının Yahudi nefretiyle halkın Filistin sevgisini istismara çalışmışlardı.

Neden mi istismar? Filistin’e yardım götüren Mavi Marmara İsrail saldırısına uğradığında siyonizmle aralarını bozmaktan kaçınarak “Bana mı sordunuz giderken?” demişlerdi, bir. “Ticareti kestik” demelerine rağmen, hâlâ Amerikalı emperyalistlerin “sevgili yakını” İsrail’le ne ticari ne de diplomatik ilişkiyi kesmeye yanaşıyorlar, iki. İsrail’in soykırım uygulamakta olduğu Filistin’e hele askeri yardım adına hiçbir şey yapmıyor, ama İsrail’e hâlâ, evet hâlâ, savaşta da kullanılabilecek malzemeler ihraç ediyorlar. Nedeni, “Kasada 5 kuruş kalmamışken” ABD’ye ölesiye muhtaç olmalarıdır. Bu nedenle, o eski “eyy Amerika” lafları artık hiç duyulmadığı gibi, kredi ve F-16’lar için sadece açıkça yalvarmadıkları kalmıştır.

Denizler ve Filistin ilişkisi ise bilinir. Yakın geçmişteki bir konuşmasında CHP Lideri Ö. Özel bile bu konuda Deniz ve arkadaşlarının önder olduğunu kabul etti. “One minute” türü laflar etmekle yetinmedi Denizler. Sözleriyle özleri ve eylemleri her zaman birdi, çakışırdı, çakıştı; bu karakteristik bir özellikleriydi. Hiç yalan söylemedi, halkı hiç aldatmadılar.

Denizler Ürdün ve Lübnan’daki Filistin savaş kamplarına gittiler. Kısa süreli eğitimin ardından adları “fedai” olan Filistinli savaşçılarla birlikte İsrail içlerine düzenlenen akınlara katıldılar. Filistinlilerle sırt sırta verip siyonizme karşı savaştılar. Evet, düpedüz elde silah savaştılar. Bunu Türkiyeli hiçbir siyasal İslamcı yapmadı, hiçbiri İsrail siyonizmine karşı savaşmadı. “Din kardeşiyiz” demek ve laf üretmekle yetindi.

Denizler Filistinlilerle birlikte İsrail’le savaşırken siyasal İslamcıların ticaret yapıp ceplerini doldurmaya bakmalarının nedeni basittir.

Siyasal İslam, nerede, hangi koşullarda türemiş ve neyi temsil etmiş olursa olsun, günümüzde artık tekelci kapitalizme bağlanmıştır, tekellerin kökleri geçmişte olan gerici bir akımıdır. Artık günümüz gericiliğinin kalesi olarak, Orta Çağ gericiliği dahil her tür gericiliği kendisine bağlamış olan emperyalizme hizmet etmektedir.

Denizlerse emperyalizme düşmandır. Kişisel düşmanlık değildir; emperyalizme, zenginliklerini yağmaladığı halklara zulüm kustuğu için düşmandırlar. Ve emperyalizmle mücadeleleri, göstermelik olmadığı gibi, milliyetçiliklerinden kaynaklanmamaktadır; mücadeleleri, giderek tamamen devrimci barutunu tüketmekte olan küçük ve tekel-dışı burjuvazininki türünden Türkiye pazarını kendilerinin sömürmesi uğruna mücadele değildir. Sosyalisttirler ve nihai amaçları sömürünün son bulmasıdır.

Milliyetçi değil, enternasyonalisttirler; bu nedenle Türkiye’de olmuş, Filistin’de olmuş, mekanın ayırt edici bir önemi yoktur, temel önemde olan emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeledir. Dolayısıyla Filistin’de ölebilecek olmaktan en küçük bir korku duymadan Filistin’de de -Türkiye’de yaptıkları gibi- emperyalizme karşı mücadele etmiş, emperyalist ve siyonist işgal mağduru Filistinli kardeşleriyle birlikte savaşmayı görev bilmişlerdir.

Mustafa Yalçıner / EVRENSEL



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder