1 Mayıs 2024 Çarşamba

Paul Auster 77 yaşında hayatını kaybetti + Paul Auster kimdir? + Baumgartner: Küçük şeylerin tanrısının mucizeleri (duvaR)

 Paul Auster 77 yaşında hayatını kaybetti

'New York Üçlemesi'nin yazarı, dünyaca ünlü isim Paul Auster 77 yaşında hayatını kaybetti. Yazar bir süredir kanser tedavisi görüyordu.

New York Üçlemesi gibi kara roman türünde eserlere imza atan Amerikalı yazar ve senarist Paul Auster 77 yaşında hayatını kaybetti.

Paul Auster akciğer kanseri nedeniyle tedavi görüyordu. Salı akşamı Brooklyn'deki evinde yaşamını yitiren Auster'in ölümü, arkadaşı Jacki Lyden tarafından doğrulandı.

Auster'a konulan kanser teşhisi ilk olarak geçen yıl eşi ve yazar arkadaşı Siri Hustvedt tarafından duyurulmuştu.

1980'lerde kara romanı postmodern bir şekilde yeniden canlandırmasıyla ün kazanan romancı, kendi kuşağının en önemli yazarlarından biri olmayı başardı.

Auster'in diğer önemli eserleri arasında “Moon Palace”, “The Book of Illusions” ve “The Brooklyn Follies” bulunuyor.

1947'de Newark'ta doğan Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Auster'in 2017 tarihli romanı “4321” Man Booker Ödülü için kısa listeye kalmıştı.

Kariyeri 1982'de, babasıyla olan mesafeli ilişkisine dair olan “Yalnızlığın İcadı” adlı anı kitabıyla yükselişe geçti. 

The New York Times gazetesine göre ilk romanı “City of Glass” 1985 yılında Kaliforniya'da küçük bir yayınevi tarafından basılmadan önce 17 yayınevi tarafından reddedildi.

Kitap, daha sonra tek bir ciltte toplanan üç romandan oluşan en ünlü eseri “New York Üçlemesi ”nin ilk bölümü oldu. 

ERDOĞAN İLE POLEMİK YAŞAMIŞTI

Paul Auster, 2012 yılında Türkiye hükümetini "onlarca gazeteciyi hapsetmekle" eleştirmiş ve Türkiye'yi bu yüzden ziyaret etmeyeceğini söylemesi o dönem Başbakan olan Erdoğan'ın tepkisini çekmişti.

Erdoğan, "Gelsen ne olur gelmesen ne olur. İsrail'e gitmiş. Sen ne cahil bir adamsın. Gazze'de bombalar yağdıran bunlar değil mi?" demişti.

Bunun üzerine ABD'li yazar, "İsrail'de düşünce özgürlüğü var. Ne yazarlar ne de gazeteciler hapiste. Tüm ülkelerdeki yaşam şartlarını iyileştirmek için hapis korkusu ve sansür olmadan konuşma ve yayınlama özgürlüğü, herkes için kutsal bir haktır" yanıtını vermişti.

Paul Auster kimdir?

ABD'li yazar Paul Auster, akciğer kanseriyle bağlantılı komplikasyonlar sebebiyle 30 Nisan akşamı Brooklyn'deki evinde 77 yaşında yaşamını yitirdi. 

Paul Auster, 3 Şubat 1947 tarihinde ABD'nin New Jersey eyaletinde dünyaya geldi. Auster, 1970 yılında, İngiliz Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat eğitimi aldığı Columbia Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Fransa'ya taşındı.

Üç yıl boyunca Fransa'da yaşayan Auster, burada Fransız yazarların eserlerinden çeviriler yapmaya başladı, kendi eserleri de ABD'deki dergilerde yayınlandı. New York'a geri dönen Paul Auster, 1982 yılında Yalnızlığın Keşfi isimli otobiyografisini yayınladı. Auster'a edebiyat dünyasında tanınırlık getiren eseri ise 1987 yılında yayınlanan New York Üçlemesi oldu.

New York Üçlemesi; Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda isimli üç kısa romandan oluşuyordu. Cam Kent, ilk defa 1985 yılında Kaliforniya'daki küçük bir yayınevi tarafından yayınlanmadan önce 17 yayıncı tarafından reddedilmişti. 

Auster, daha sonra aralarında Ay Sarayı, Kehanet Gecesi, Köşeye Kıstırmak, Son Şeyler Ülkesinde, Leviathan, Şans Mü-ziği, Timbuktu, Yanılsamalar Kitabı, Yükseklik Korkusu, Brooklyn Çılgınlıkları, Yazı Odasında Yolculuklar, Karanlıktaki Adam ve Sunset Park romanları, Kırmızı Defter adlı öykü kitabı ve Kış Günlüğü adlı anı kitabını kaleme aldı. 

The New York Times'ın da işaret ettiği üzere, anlatım tarzı, 'güvenilmez' anlatıcısı ve kimlik ve benlik kavramlarını uğrattığı yapıbozumu, yazdığı eserlerin üniversitelerin edebiyat kuramı derslerinde okutulup analiz edilmesini beraberinde getirdi. Yazar ve eski Esquire editörü Will Blythe, Auster için şu değerlendirmede bulundu: "Auster, kariyeri boyunca edebi postmodernizm oyununda dahiyane bir biçimde oynamıştır; ama bunu bir detektif romanından çıkmışçasına sade ve basit bir dille yapmıştır. Hayatı, kişinin benliğinin tıpkı bir yazarın bir karakteri yaratması gibi evrildiği bir kurgu gibi görüyor gibi duruyor."

Auster'ın kendisi ise 'A Life in Words' isimli anı kitabında şu ifadeleri kullanır: "Çoğu yazar, geleneksel edebi modellerle mükemmel bir biçimde tatmin olmuş durumdadır, güzel ve doğru ve iyi olduğuna inandıkları işler üretmekten mutludurlar. Ben hep benim için güzel, doğru ve iyi olanı yazmak istemişimdir; ama aynı zamanda hikayeler anlatmak için yeni yollar icat etmekle de ilgilenmişimdir. Her şeyi ters yüz etmek istemişimdir."

Auster'ın kaleme aldığı roman, şiir, makale, anı ve otobiyografilerinin yanı sıra yazdığı senaryoları da vardır. Auster'ın Duman ve Surat Mosmor isimli senaryoları yönetmen Wayne Wang tarafından filme çekilmiştir. Daha sonra Lulu Köprüde isimli kitabını da kendisi filme çekmiş, hem senarist hem yönetmen olarak eserin tüm aşamalarında yer almıştır. 

Layık görüldüğü ödüller arasında 1996 John William Corrington Ödülü: Literary Excellence ve 26. Asturias Ödülü bulunan ABD'li yazar Paul Auster, 30 Nisan 2024 tarihinde Brooklyn'deki evinde 77 yaşında hayatını kaybetti. 

Baumgartner: Küçük şeylerin tanrısının mucizeleri (Aslı Güneş)
                            Baumgartner, Paul Auster, Çevirmen: Seçkin Selvi, 168 syf., Can Yayınları, 2023.

Paul Auster’ın "belki de son romanım" dediği 'Baumgartner', Seçkin Selvi çevirmenliğinde Can Yayınları tarafından yayımlandı.

70 yaşında, akademisyen, felsefe, siyaset ve estetik konularında dokuz kitabın ve çok sayıda makalenin ünlü yazarı S. T. Baumgartner bir sabah uyandığında kendini her şeyin tekinsiz sulara doğru gittiği anda bulur. Oysa çalışma odasında Kierkegaard üzerine yazı yazmaktadır, sıradan bir günün sabahında, her zamanki gibi yazı masasının başındadır. Birden alıntı yapacağı kitabı salonda unuttuğunu fark eder. Kitabı almak için aşağı indiğinde kız kardeşini araması gerektiğini hatırlar. Telefon etmek için mutfağa yöneldiğinde üç saat önce yumurta haşlamak için ocağa koyduğu tencerenin kavrulduğunu görür. Gündelik hayatın tanrısı, yaşlı kulunu hayatın ondan ilgi ve özen istediğine, gündelikliğin göründüğü kadar "sıradan" olmadığına inandırmaya çalışmaktadır adeta. Mutlaka telefonun ucunda bekleyen birileri, ocağa konulmuş bir tencere, birazdan çalacak bir kapı vardır. Ve siz bunların hepsine bir cevap vermek zorundasınızdır. Hafızanın sisli patikalarına girmiş olsanız, biraz önce yaptığınız eylemi hatırlamasanız bile hayat sizden onu yaşamanızı talep eder.

Hatta kendini Baumgartner’a iyice hatırlatmak için, gündelik hayatın kırıntılarından ufak çaplı bir facia bile yaratır. Baumgartner eldiven kullanmadan tuttuğu tencere elini yaktığı için onu öylece mutfağın zeminine fırlatmıştır. Acıyla kıvranırken, çalan telefona koşar. Kız kardeşinin sesi yerine, geciktiği için özür dileyen bir erkek sesi duyulur. Baumgartner, adamın ne için özür dilediğini anlamamıştır bile. Gündelik hayatın tanrısı kendisine işgüzar bir ortak bulmuş gibidir, hafıza tanrısıyla el ele verip kendi halinde bir Kierkegaard monografisi yazmaya çalışan Baumgartner’a hayatın kaç bucak olduğunu göstermeye yeminli gibidir.

Bu küçük çaplı cümbüşten sonra kapı çalınır, neyse ki gelen, Baumgartner’ın donmuş kalbini bir nebze olsun ısıtacak UPS kuryesi Molly’dir. "İşin doğrusu yaklaşık on yıl önce karısını yitirip yalnız kalan Baumgartner, soyadını bile bilmediği otuzlu yaşlarının ortasındaki bu kısa boylu tıknaz kadına gizliden gizliye" tutulmuştur; "çünkü karısı beyaz olduğu halde Molly siyah olmasına karşın, ona her bakışında ölen Anna’yı anımsatan bir şey" vardır kadının gözlerinde.(1) Belki de karısı Anna’ya ait o "ışıldayan cıvıltı"yı görmek için hiç okumayacağı, doğrudan halk kütüphanesine bağışlayacağı kitaplar sipariş ediyor.

Hâlâ Baumgartner’dan telefon bekleyen bir kız kardeş vardır ortada. Tam ahizeye uzanacakken, telefon çalar. Arayan yardımcısı Mrs. Flores’in kızıdır. Ağlayarak babasının iş kazasında iki parmağını kaybettiğini anlatır. Büyüklü küçüklü bütün trajediler o güne toplanmış gibidir ve üstelik sayaç okuyucusu Ed Papadopoulos’un sabah telefonda ertelediği randevusuna gelişiyle muzip tanrıların oyunbazlığı doruk noktasına çıkacaktır. Baumgartner sayaç okuyucusunu evin bodrumuna indirirken merdivenlerden düşer. Şimdi gidip gelen zihne bir de zavallılığını duyuran bir beden eklenmiştir. Buzdolabı bozuktur, Baumgartner’ın ağrıyan dizine koyacak buz yoktur. Sayaç okuyucusu buz getirmek üzere döneceğini söyleyerek Baumgartner’ı oracıkta bırakır.

Artık, dünü hatırlamayan belleğin mutfağın orta yerinde yatan tencereden ve Anna’nın yazılarından geçmişe dönme, yaşanmış her bir anı geri çağırma zamanı gelmiştir. Baumgartner’ın fırlatıp attığı tencere Anna’yı ilk kez gördüğü dükkânda aldığı tenceredir söz gelimi. Anna’nın otobiyografik denemeleri de 68’i anlatır, alt orta sınıf Sy ile zengin ailesinin nimetlerini elinin tersiyle itmiş Anna’nın aşkını anlatır. Korkunç bir dalga sırtına vurup omurgasını kırarak Anna’nın ölümüne neden olana kadar geçen aşkla dolu yılları…

HAYALET UZUV SENDROMU

Hiç bitmeyen yasını hayalet uzuv sendromuyla açıklamaya çalışır Baumgartner. Yardımcısı Mrs. Flores’in kocasının kopan iki parmağıdır ona bunu düşündürten. Baumgartner kesik uzuvların varlığını yıllar sonra bile hissettirmelerine bakarak, ölülerin hayalet uzuv gibi hayatımızda yaşayıp gittikleri sonucuna varır. Öldüğünü sık sık unuttuğu Anna’yla okuduğu gazete haberini paylaşmak için heyecanla ona seslenmesini, ölü Anna’yla yaptığı telefon konuşmalarını, ona yazdığı ve okusaydı içinin gıcıklanacağını düşündüğü mektupları. Ölüler kesilen uzuvlar gibi hep orada, ince bir sızı olarak varlıklarını duyuracaklardır.

Artık olmayan uzvun yerine takılan protez de unutturamayacaktır hayalet uzvu. Anna’nın ölümünden bir yıl sonra gösterdiği yaşam belirtileri dostlarını "Baumgartner’ın Anna’sız yaşamanın yolunu bulduğuna" inandırmıştır. "Oysa bunun tek nedeni kolsuz, bacaksız kalan gövdesine takılan yapay organlara fazlasıyla alıştığı için artık onları fark etmemesi"dir.

"Ama titanyumdan yapılma bu uzantılar bütün yetkinliklerine, sağladıkları yarara karşın hiçbir şey hissetmeyen cansız nesneler. Baumgartner ise hâlâ hissediyor, hâlâ seviyor, hâlâ arzu duyuyor, hâlâ yaşamak istiyor, ama en derindeki canının içi ölü."

Baumgartner bütün bunları yaşarken bir şey keşfetmiştir: Karısının ölümünden sonraki 10 yıl boyunca acı çekmekten kaçarak yaşadığını. Oysa acı çekmekten kaçınmak "yaşamayı reddetmektir." Dizinin sızısından kurtulup uzun mesafeli yürüyüşlere çıkmaya başlayınca "Baumgartner'ın zihni yeni bir berraklık" kazanır, "kendi geleceğiyle ilgili bir şey yapmak konusunda" cesaretlenir, bir an önce harekete geçmelidir. Yetmişinde günlerini kararsızlıkla geçirme lüksü yoktur artık.

Okur, Baumgartner’ın hayatında bir şey olacağını hisseder ama nedir bu? Bu kadar gündelik ıvır zıvır arasında onu tekrar hayata bağlayacak ne vardır? Sayaç okuyucusu mu? İyi kalpli ve geveze sayaç okuyucusu ile felsefe profesörünün dostluğu mu? Hayır, yine bir aşkla bağlar kendini hayata Baumgartner. Karısıyla ortak dostları olan Judith’in aşkıyla. 40’lı yaşlarında Judith fiziki görünüş ve karakter açısından Anna’ya hiç benzememektedir. Sorunlu bir ilişkiden çıkmıştır ve Baumgartner’ın güvenli limanında dinleniyordur. Günü geldiğinde onun evlilik teklifini reddedecek, başka bir ilişkiye doğru yol alacaktır.

Judith gitmiştir ve Baumgartner artık tuvaletten çıkarken fermuarını çekmeyi unutmaya başlamıştır. Sonun başlangıcında olduğunu biliyordur artık. Hayatla yeni bir bağ lazımdır ona, yaşadığını hissettirecek bir bağ.

Bu bağ bir doktora öğrencisi olarak girer Baumgartner’ın hayatına. Anna’nın yazdıkları üzerine doktora tezi yazmaya çalışan Beatrix Coen, karısının yayımlanmamış yazılarını incelemek için izin almak Baumgartner’la temasa geçer. Artık aşk yoksa, bu yüzde ellisi Yahudi, yüzde yirmi beşi siyah, yüzde yirmi beşi de beyaz Amerikalı olan bu zeki kızı Anna’yla kendisinin çocuğu gibi kabul edecektir. Evde hummalı bir hazırlık başlar, hiçbir masraftan kaçınılmaz, Baumgartner ve gözünü yola dikip mucizesinin gelmesini bekler. Kıza arabayı dikkatli sürmesi için yalvarır. O gelene kadar ne yapacağını, zamanı nasıl geçireceğini bilmemektedir. İşte şakacı tanrı ona bir mucize daha göndermiştir ve o mucize gelene kadar Baumgartner oyalanacak bir şeyler arar. Arabasına atlar, yolda bir kaza olur. Yardım istemek üzere kapıyı çaldığında Baumgartner destanının son bölümü başlamıştır.

BAUMGARTNER DESTANI?

Gerçekten bir Baumgartner destanı var mıdır ortada? Aslında okura anlatılan hiçbir şeyde bir olağanüstülük yoktur. Ne yıllarca yasını tuttuğu Anna’yla olan ilişkisi olağanüstüdür, ne Judith’e duyduğu aşk. Anna’nın yazılarında Vietnam Savaşı’na, Çiçek Çocukları’na dair birkaç değini… Baumgartner’ın notlarında Yahudi kökenlerini andığı satırlar, yazdığı Trump eleştirisi… Beatrix’in ideal kimlik karışımı… Her şey ışıltısını yitirmiş bir Amerikan masalı gibidir adeta. Sınırlarını hep kendi çevresinde dönen Amerikalı bilincin çizdiği ışıltısız bir masal…

Paul Auster’ın "belki de son romanım" dediği 'Baumgartner', bir destanın kahramanı olamayacak kadar ışıltısız bir kahramanın romanı. Ama belki de bu son romanın derdi ışıltılı bir kahramanı değil, hayatın durma noktasına gittiği o ana doğru küçük şeylerin tanrısıyla oyalanmaya çalışan bir insanı anlatmaktır.(4 Ocak 2024)

1. Paul Auster, Baumgartner, çev. Seçkin Selvi, İstanbul: Can Yayınları, 2023.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder