2 Mayıs 2024 Perşembe

soL KÖŞEBAŞI (+ Özgür Özel ne demek istedi: ‘10 yıl sonra ilk kez 1 Mayıs’ta toplandık’) - 2 MAYIS 2024 -

 

Sömürücü düzeni meşrulaştıranlar (Ali Rıza Aydın)

Ne kolaymış, “yeni sömürücü anayasa”da işbirliği; ne kolaymış Taksim deyip, Saraçhane’yi terk edip emekçileri alanlarda polisin baskı ve şiddetine bırakmak…  

NATO, TÜSİAD, tarikat ve cemaatler, etnik gruplar, başkanlı rejimin siyasal iktidarı, meşruluğu tartışması kapatılıp kanıksanan başkan… Aynı siyasetin adları farklı siyasi partileriyle, sömürücü ve gerici ilişkilerle bir oyun kuruluyor; adına da demokrasi deniliyor.

Mayıs 2023 seçimlerinin şoku Mart 2024 seçimleriyle yumuşatılınca “uzlaşma” popüler oldu. Ne kolaymış, “yeni sömürücü anayasa”da işbirliği; ne kolaymış Taksim deyip, Saraçhane’yi terk edip emekçileri alanlarda polisin baskı ve şiddetine bırakmak…  

Hukukla ve hukuka dayanarak verilen yargı kararıyla sorunların çözülmeyeceğinin en yeni örneğini dün, 1 Mayıs’ta yaşadık. Anayasaya ve Anayasa Mahkemesi kararına karşın emekçiler “birlik, mücadele ve dayanışma” bayramlarını istedikleri yerde, istedikleri coşkuyla kutlayamadılar. 

Anayasa Mahkemesi dahi Taksim için emekçilerin tarihsel birikiminden söz ederken, sömürücülerin emekçilerden korkusudur bu. Taksime çıkma, çıkmama üzerine hiç laf dolandırmanın anlamı yok. TKP açık ve net açıkladı: Saraçhane’de gerçekleşen buluşma Taksim’e çıkma operasyonu değil, Taksim’in işçi sınıfı adına savunulmasıdır. İşçi sınıfına yasak konulmaz.

Emekçileri koz olarak kullanarak gösteri yapıp alanı terk edenler yeni bir sömürü anayasası için buluşacak.   

Anayasa’da Cumhuriyet var, yaşamda yok. Anayasa’da laiklik var, yaşamda yok. Anayasa’da kanun önünde eşitlik var, emekçilerin yaşamında yok. Anayasa’da hak ve özgürlükler var, emekçilerin yaşamında yok. Anayasa’da devrim yasaları güvence altında, uygulamada yok. 

Anayasa “herkes” diyor, sermaye sınıfının egemenliği yaşanıyor. Anayasa “kayıtsız ve koşulsuz ulusun olan egemenliğin kullanılması, “hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz” diyor. Seçimle geldi diye bir kişi, çok partili bir siyaset, dinsel örgütlenmeler, sermaye sınıfı egemenliği kullanıyor. Bu sıralama uzayıp gidiyor. 

“Demek ki sorun anayasada değil” söylemini doğrulayacak karar ve uygulamalarla ve de muhalefetin mütevaziliğe sığınan göz yummalarıyla yaşıyoruz. Bu durum anayasanın sınıfsallığını yadsıyarak “en iyi anayasa” örneklerini yazmakla aşılacak bir sorun değil. 

Siyasal iktidar ve Meclis içi siyaset, düzen içi siyaseti de yanına çekerek “yeni anayasa”yı öne çıkarırken, aşılmasını istemediği sorunları yaşatmak ya da kendi politikaları doğrultusunda onarmak istiyor. Asıl aşılması istenmeyen ise sermaye sınıfının sınırsız tahakkümü ve gereksinim duydukça yanından ayırmayacağı gericilik.

Yeni denilen anayasa, toplumun geniş kesimini oluşturan emekçilere, sömürülenlere, ezilenlere dayanıyor mu, onların hak ve özgürlüklerine, huzur ve esenlik içinde yaşamalarına, piyasanın ve gericiliğin altında ezilmelerine, ekonomik ve sosyal güçlerine çözüm üretiyor mu? 

Bu sorulara yanıt vermeyen anayasa kağıt üzerinde kalır. Bu sorulara yanıt da anayasayla verilmez, ekonomik ve toplumsal yaşam tarzıyla verilir. Yazmak ve uygulamak için gerekli ilişkiler ve koşullar yaratılmadan halkın anayasası oluşmaz.         

5 Mayıs’ta anacağımız ve onuncu Hukuk Ödülleri törenini yapacağımız* Sevgili Halit Çelenk’in vurguladığı gibi: “İnsanlık tarihine baktığımız zaman görüyoruz ki, köleci dönemden bu yana siyasal iktidarı elinde bulunduran güçler; emirler, fermanlar, kararnameler, yasalar çıkarmışlar, temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını korumuşlar ve emeği ile geçinen halk yığınları üzerinde bir baskı rejimi kurmuşlardır.  Emirler, fermanlar, kararnameler ve yasalar biçiminde oluşan bu kurallar, insana, onun hak ve özgürlüklerine gereken değeri ve yeri vermemişlerdir.”

Halit Çelenk bu nitelikteki kurallar yığınına “hukuk” adı verilmeyeceğini söylüyor. Benzetmeyle devam edersek, emekçileri sömürücü düzenle uzlaştırmaya kalkışanların yaptıklarına da “mücadele” adı verilmez.

Yeni anayasa ve hukuk reformu söylemleri, bu girişimler için Meclis içi siyasi partilerin buluşmaları ve uzlaşma çabaları bir yanıyla emekçileri kandırmaya ve uzlaşmaya iterken diğer yanıyla sömürücü düzeni meşrulaştırmaya yöneliyor.

Sömürücüler ve siyasal temsilcileri, emekçilerin gözlerinin içine baka baka hukuk dedikleri belgelerle, demokrasi dedikleri yönetim biçimiyle insanlığı, ilerlemeyi, aydınlanmayı, devrimciliği, toplumculuğu yok etme, bireyselleşme yanılsamasıyla sömürüyü ve gericiliği yaşatma peşindeler. 

Sorun, kendi dayanakları olan Anayasayı bile uygulamayan, hukuksuzluğu yönetim tarzı olarak gören siyasal iktidarla yeni anayasa yapmaya girişmemekten öte bir bütünsellikle okunmak zorunda. 

Özelleştirmecilerin, NATO’cuların, sermaye sınıfı egemenliğine ses çıkarmayanların, yaşamaması gereken tarikat ve cemaatlere göz yumanların, piyasacılık ve gericilik ortaklığıyla emekçileri baskı altında tutanların işbirliğinin emekçilere, sömürülenlere yararı ya sahte ya da geçici oluyor. 

Kapitalizm emekçileri kuşatma altında tutuyor, geçici nefesler adı üstünde geçici. Emekçilerin savaşımlarıyla kazanılanların sonuçta sermayenin kontrolünde tutulması da kuşatmanın bir parçası.

Bu düzende polis devletinden, kanun devletinden kurtulup hukuk devletine geçmek yetmiyor. Hukuk devletini sermaye sınıfı egemenliğinden, toplumu da sömürüye dayalı ilişkilerden kurtarmak gerekiyor. 

Sahteliği ve geçiciliği görüp, sömürüye dayalı tüm ilişkileri ortadan kaldıracak savaşımı vermek emekçilerin örgütlü savaşımını bekliyor.   

* 5 Mayıs Pazar günü saat 17.00’de Türkiye Barolar Birliği Av. Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezinde (Av. Özdemir Özok Sokak No:8 Balgat/Ankara) yapılacak 2024 Halit Çelenk Hukuk Ödülleri törenine tüm dostları bekliyoruz.    

                                                            /././

Egemenlere nezaket borcumuz mu var? (Nevzat Evrim Önal)

Komünistlerin söyledikleri sizi irkiltiyorsa, acaba bunun sebebi onların üslubu değil de, sizin düzeninizin bozulmamasını istiyor olmanız olabilir mi?

Komünistlere en sık getirilen eleştirilerden biri “üslubunuz çok sert, insanları itiyorsunuz” biçiminde. Buna bazen “haklıyken haksız konuma düşüyorsunuz” da ekleniyor. 

Bu hafta müsaadenizle bu konuyu ele almak istiyorum, zira bir bölümü iyi niyetli olan bu eleştirilerin kökeninde, içinde yaşadığımız düzene ait olan ve aklımızı özgürleştirmek için reddetmemiz gereken kimi kabuller yatıyor.

Sorumuz şu: Herhangi bir fikri savunurken asıl önemli olan “saygılı ve nezih” olmak mıdır? Bu her zaman daha mı ikna edicidir?

                                                             ***

Öncelikle, farkında mıyız, sermaye düzenini savunan fikir adamları bu üslup meselesini hiç takmıyor. Fikir adamlarından kastım sosyal medya trolleri falan değil. Örnek olarak son iki yazıda ele aldığımız tiplere bakalım: Celal Şengör ve Özgür Demirtaş. Bunlar fikirlerini saygın ve nezih, o çok sevilen tabirle “medeni” biçimde mi savunuyor? Şengör’e göre kendisi gibi düşünmeyen herkes cahil ve salak, Demirtaş milyonlarca kişinin izlediği bir videosuna “iyi dinleyin sokaktaki hayvanın bile anlayabileceği gibi anlatacağım” diye başlıyor…

Ama kendini “muhalif” olarak tanımlayan milyonlar bu insanları izliyor ve daha önemlisi takdir ediyor. Demek ki kibirli, alaycı ya da hakaretamiz bir üslup kendiliğinden buna engel değil.

Dolayısıyla, şöyle bir ek soru sormalıyız: Düzenin ideologlarından beklenmeyen nezihlik, neden komünistlerden bekleniyor?

Burada iç içe geçen iki mesele var. 

Birincisi, komünistlerin üslubunu fazla sert bulanlar tipik olarak kentli ve eğitimli insanlar. Bu insanlar (bireysel maddi durumlarından bağımsız olarak) ekseriyetle bir orta sınıf atmosferinde yaşıyor ve bu atmosferde “saygın” olmanın temel kriteri bireysel başarı, bilhassa da emperyalist batı ülkeleri tarafından test edilip onaylanmış başarı. Kafasında bu başarı halesi olmayan insanları, mesela AKP’nin paçalarından cehalet akan ideologlarını dilediğiniz gibi yerden yere vurabilirsiniz. Ama söz konusu olan Boston’da doktora yapmış ya da ABD Ulusal Bilimler Akademisi’ne seçilmiş bir profesörse, akan sular durur. Kafasına bu hale kondurulmuş olanlar konuşurken karşısındakini insan yerine koymak zorunda değildir. Ayrıca halk düşmanlığı da yapsalar, kendilerini diplomalar ve nişanlarla onurlandırmış emperyalist devletlerin mandacılığını da yapsalar dokunulmazdırlar; onlara her koşulda saygılı davranılmalıdır.

İkincisi ve daha önemlisi, bu ideologlar, sözcülüğünü yaptıkları özel mülkiyet düzeni kentli ve eğitimli insanların gözünde sorgulanmaz olduğu için saygınlar. İçinde yaşadığımız dünyada yoksulluk, hatta sefalet o denli yaygın ki, egemen sınıfa mensup ve tanrılar gibi yaşayan minicik azınlık bir yana, yoksulluk çekmeyen, insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilen insanlar da ayrıcalıklılar. Dahası, içgüdüsel bir düzeyde ayrıcalıklarının kaynağının içinde yaşadıkları özel mülkiyet düzeni olduğunu bildikleri için; kimsenin ayrıcalıklı olmaması, herkesin eşit olması gerektiğini düşündükleri anda kendi konforlu ve eylemsiz yaşam tarzlarını da sorgulamak zorunda kalacaklarını seziyorlar. Can sıkıcı bu sezgi onları yoksul emekçi insanlarla değil o insanlara düşmanlık yapan düzen ideologlarıyla, küçük ayrıcalıklarını vicdanlarında meşrulaştırmakta kullandıkları “başarı” kriteri üzerinden duygudaşlık kurmaya itiyor. Böylelikle ezilenlerden değil egemenlerden yana oluyorlar. 

Dolayısıyla asıl rahatsız oldukları şey de komünistlerin üslubu değil, bu ayrıcalıklar düzenini yıkmak istemeleri. Bu siyasi iddiadan dolayı, üsluptaki sertliğin kendilerine yöneldiğini düşünüyorlar ve aynı sebepten dolayı Celal Şengör gibi adamların terbiyesizliğinden rahatsız olmuyor, etrafa bol keseden savurdukları hakaretleri üstlerine alınmıyorlar.

                                                         ***

Şimdi baştaki soruya dönebiliriz.

Bir düşünce savunulurken ikna edici olunabilmesi için üslup ve içerik birbiriyle tutarlı olmalıdır. Düzenin ideologları düzeni savunurken her türlü terbiyesizliği, kabalığı yapıyor, çünkü savundukları düzen sömürü ve şiddete, çoğunluğun azınlık tarafından ezilmesine dayanıyor. Yani Celal Şengör, Özgür Demirtaş ve benzerleri, insanları düşüncelerini nazikçe anlatamayan kaba saba tipler oldukları için aşağılamıyor. Karşılarındaki insanı kendi çıkarlarına ya da vicdanına aykırı düşüncelere ikna edebilmek için öncelikle onu kişiliğini dumura uğratan itaatkâr bir ruh haline sokmak zorunda olduklarından dolayı aşağılıyorlar. Arkalarına düzenin tüm gücü ve ağırlığını alarak uyguladıkları şiddet buna yarıyor. Öteki türlü kimse kolay kolay “tembel olduğun için yoksulsun” gibi kendisini alçaltan önermelere ikna olmaz. Bu bağlamda üslupları, savundukları fikirlerle tutarlı. 

Benzer bir sebepten dolayı komünistler de düzeni yıkmaya yönelik bir şiddet eylemi olan devrimi savunurken, minik ayrıcalıkları için (ya da onları kaybetmemek için) her gün düzenin egemenlerine ricacı olmayı alışkanlık haline getirmiş insanların rahatını kaçırmayacak bir üslup takınamazlar. Zira böyle bir üslup, savundukları fikrin ikna ediciliğini artırmayacak, aksine azaltacaktır. Devrimci düşünce, insanları ikna edebilmek için onların düzene karşı hissettikleri, ama gündelik hayatı uyumlu biçimde yaşamaya devam edebilmek için uykuya yatırdıkları öfkelerini uyandırmak zorundadır. Özü düzenin işleyişine saygıdan doğan orta sınıf nezaketi, bunun için uygun bir üslup değildir.

Biz komünistlerin egemenlere ve onların düzenine bir nezaket borcumuz yok; siyasi iddialarımızın radikalliğini nezaketle yumuşatmamız da bizi daha ikna edici yapmaz.

Burada yontulmamış bir kaba sabalığı ya da ismini andığımız adamlarınki gibi bir terbiyesizliği savunmadığımın açık olduğunu umuyorum. Söz doğruysa ağzımıza geldiği gibi konuşabileceğimizi de kesinlikle düşünmüyorum. Ama naçizane bir sorum var: Komünistlerin söyledikleri sizi irkiltiyorsa, acaba bunun sebebi onların üslubu değil de, sizin düzeninizin bozulmamasını istiyor olmanız olabilir mi?

                                                            /././

Trafik kazasında ölen çocuklarının pankartını 1 Mayıs'ta bıraktığı yerden kaldıran ailenin hikayesi (Özkan Öztaş)

Lüks bir aracın yaya geçicinden geçerken aşırı hızla çarptığı Hürcan Bulur'un annesi ve babası, oğullarının bıraktığı bayrağı 1 Mayıs'ta yükseltti: 'Adalet için mücadeleye devam'

Hürcan Bulur'un trafik kazasında yaşamını yitirmesinin ardından, babası Veysel Bulur ve annesi Süreya Bulur, oğullarının adalet mücadelesini sürdürmek için kararlılıkla mücadelelerine devam ediyor. 1 Mayıs'ta, Veysel Bulur, oğlunun geçtiğimiz 1 Mayıs'ta tuttuğu bayrağı eline alarak, Ankara Tandoğan'da düzenlenen kutlamalara katıldı.

Batıkent Semt Evi kortejinde alana giren Hürcan Bulur'un ailesinin geçtiğimiz sene Hürcan'ın çektirdiği fotoğrafın aynısını meydanda tekrarlaması ise Hürcan'ın arkadaşlarının ve sevenlerinin duygusal anlar yaşamasına neden oldu. Bu hareket, hem bir baba olarak yaşadığı acının derinliğini ifade etmek, hem de adalet arayışını sürdürmek açısından anlamlı bir simge haline geldi.

Şoför ikinci duruşmada serbest bırakıldı

Hürcan Bulur'un ölümüyle sonuçlanan kaza, birçok kişinin dikkatini çekti ve kamuoyunda büyük bir tartışma yarattı. Ancak şoförün ikinci duruşmada serbest bırakılması, adalet arayışını daha da önemli hale getirdi. Hürcan Bulur'un ailesi, bu haksızlığa karşı sessiz kalmadı ve oğlunun anısını yaşatmak için hem adalet mücadelesine devam etti hem de bu 1 Mayıs'ta geçtiğimiz sene oğullarının tuttuğu pankartla yine aynı meydandaki yerlerini aldı. 

Hürcan'ın bıraktığı mirasın sadece bir sembol değil, aynı zamanda adaletin sağlanması için bir çağrı olduğunu ifade eden arkadaşları Hürcan Bulur'un ailesini alanda yalnız bırakmadı. Batıkent Semt Evi ile yürüyen Hürcan Bulur'un ailesi ve dostları adaletin yerini bulması için mücadeleyi sürdürmekte kararlı.

Hürcan Bulur'un ailesinin cesareti ve kararlılığı, adaletin herkes için erişilebilir olması gerektiği inancını vurguluyor. Onlar, oğullarının anısını yaşatmak için mücadeleye devam ederken, aynı zamanda adaletin sağlanması için bir umut ışığı olmaya devam ediyor.

Ne olmuştu?

Hürcan Bulur 24 Ağustos Perşembe günü saat 19.10'da, yaya geçidinden karşıya geçerken, sağ şeritten gelen Tesla marka lüks bir aracın kendisine vurmasıyla yaşamını yitirmişti. 

Tesla aracın şirket raporunda aracın 120 ila 160 km hızla gittiği, görgü tanıklarının kazayı gerçekleştiren Ö.S.'nin araçtan indikten sonra telefon açarak kazayı kendisinin yaptığını, suçun kendisinde olduğunu, 160 km hızla gittiğini ve bu nedenle duramadığını söylediği kayıtlara geçmişti.

Ancak kazayı gerçekleştiren şahıs buna rağmen ikinci duruşmasında serbest bırakılmıştı. 

                                                           /././

Tahir Elçi cinayeti davası: 'Mücadele etmeye devam edeceğiz' (YEKTA ARMANC HATİPOĞLU)

Diyarbakır Eski Baro Başkanı Tahir Elçi’nin cinayet davasında savcılık, üç sanık polise beraat talep etti. Barolar olaya tepki gösterirken, konuyu Diyarbakır Baro Başkanı Av. Nahit Eren ile konuştuk.

28 Kasım 2015 tarihinde öldürülen Diyarbakır Eski Baro Başkanı Tahir Elçi cinayeti davasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, tutuksuz yargılanan üç polis için mahkemeden beraat istedi.

2015 yılında Diyarbakır'da yaşanan, "Hendek Savaşları" adı verilen dönemde zarar gören ve Diyarbakır’ın Sur ilçesinde bulunan Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması yaptığı sırada çıkan çatışmalar sonucu hayatını kaybeden Elçi’nin cinayetinde tutuksuz yargılanan ve savcılık tarafından beraatleri istenen sanık polisler S.T., F.T. ve M.S. hakkında “taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçundan 2 ila 6 yıl hapis cezası istenmişti.

Yaklaşık 4 yıl önce başlayan dava Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam edilirken başta Diyarbakır Barosu olmak üzere pek çok baro, sivil toplum kuruluşu ve siyasiden savcılık talebine tepki geldi.

‘Tahir Elçi dosyası cezasız kalmayacak, hukuki mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz’

Tahir Elçi davasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın üç sanık polisin beraatini talep etmesiyle ilgili Diyarbakır Baro Başkanı Av. Nahit Eren ile konuştuk.

Beraat talebiyle ilgili “Aslında bu yıllardır var olan, sürekli dile getirdiğimiz kamu görevlilerinin işlediği suçlardaki yaygın cezasızlık politikasının Tahir Elçi dosyasında da karşılık bulmasını amaçlayan bir mütalaa” sözlerini kaydeden Eren, Diyarbakır Barosu olarak Tahir Elçi dosyasını cezasız bırakmayacaklarını, hukuki mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceklerini belirtti:

Tahir Elçi suikastının üzerinden tam sekiz yıl geçti, neredeyse dokuzuncu yıla gireceğiz. Yargısal faaliyetleri neticesinde gerek soruşturma gerek kovuşturma aşamaları neticesinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, yani Tahir Elçi soruşturmasını yürüten ve dava dosyasında iddia makamı olarak bulunan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı mahkemeye sunduğu mütalaayla sanık polis memurlarının beraatine karar verilmesini talep etti. Aslında bu yıllardır var olan, sürekli dile getirdiğimiz kamu görevlilerinin işlediği suçlardaki yaygın cezasızlık politikasının Tahir Elçi dosyasında da karşılık bulmasını amaçlayan bir mütalaa. Ama biz Diyarbakır Barosu olarak her fırsatta Tahir Elçi dosyasının asla cezasız kalmayacağını, bu konuda gereken hukuki mücadeleyi sonuna kadar yürüteceğimizi dile getiriyoruz.”

‘Tahir Elçi dosyasında bu siyasi suikastın aydınlatılması konusunda bir iktidar iradesi yok’

Kaybettirilen kamera kayıtları ve şüpheli kolluk kuvvetleriyle ilgili taleplerinin şimdiye kadar hep reddedildiğini söyleyen Eren, Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması konusunda bir iktidar iradesi olmadığını kaydetti.

Mahkemenin, önce eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu dinleyeceğini, sonra vazgeçtiğini hatırlatan Eren “Kovuşturma aşamasında bizim cinayeti bütün yönleriyle aydınlatacak deliller konusundaki taleplerimiz mahkeme tarafından her seferinde reddedildi” dedi ve ekledi:

“Bu tür yargılamalarda yargısal makamlar, yargı mensuplarının alacağı kararlar önemli. Maalesef Tahir Elçi dosyasında bugüne kadar bu siyasi suikastın aydınlatılması konusunda bir iktidar iradesi yok. Kovuşturma aşamasında bizim cinayeti bütün yönleriyle aydınlatacak deliller konusundaki taleplerimiz mahkeme tarafından her seferinde reddedildi. Oysa kaybettirilen kamera kayıtlarıyla ilgili taleplerimiz, şüpheli istihbarat ve kolluk elemanlarıyla ilgili taleplerimiz hep reddedildi. Mahkeme, dönemin başbakanı ve bu cinayeti siyasi bir suikast olarak değerlendiren Ahmet Davutoğlu’nun önce dinleyeceğini söyleyip sonradan vazgeçti.”

‘Suikastın bütün yönleriyle açığa çıkacağına inandık ve bunun için de mücadele etmeye devam edeceğiz’

Tahir Elçi dosyasında mahkeme ve savcılığın attığı adımların Türkiye’nin siyasal ikliminden kaynaklandığını belirten Eren, “Bir gün muhakkak Tahir Elçi suikastının bütün yönleriyle açığa çıkacağına inandık ve bunun için de mücadele etmeye devam edeceğiz” diyerek sözlerini noktaladı:  

“Bu, bugünün Türkiye’sinin yargı koşullarından ve Türkiye’nin siyasal ikliminden kaynaklanıyor. Ama bir gün muhakkak Tahir Elçi suikastının bütün yönleriyle açığa çıkacağına inandık ve bunun için de mücadele etmeye devam edeceğiz.”

‘İlk andan itibaren isteksiz ve etkisiz başlatılan soruşturma…’

Savcılık talebi üzerine açıklama yapan Diyarbakır Barosu, 12 Haziran 2024 Çarşamba günü saat 10.00’da Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek karar duruşmasına tüm hukukçuları ve hak savunucularını davet etti.

“… Bugün itibariyle tarafımıza tebliğ edilen savcılık mütalaası; ilk günden itibaren suikastı aydınlatma yönünde yargısal ve siyasal bir iradenin olmadığı yönündeki bütün iddia ve görüşlerimizi doğrulamıştır” denilen açıklamanın tamamı şu şekilde:

“28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır Sur ilçesinde Dört Ayaklı Minare önünde onlarca kamera kayıttayken katledilen Baro Başkanımız Tahir Elçi’nin Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava dosyasına Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 25.04.2024 tarihinde sunulan mütalaada; sanık polis memurlarının beraatına karar verilmesi talep edilmiştir.

Baro Başkanımız Tahir Elçi suikastının yaşandığı ilk andan itibaren isteksiz ve etkisiz başlatılan soruşturma yetersiz bir iddianame ile her ne kadar Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde dava ve yargılamaya konu edilmiş ise de soruşturma aşamasındaki suikastın aydınlatılması konusundaki isteksiz tutum kovuşturma sürecinde de devam etmiştir.

Mahkemenin suikastın aydınlatılması yönündeki delillerin toplanmasına ilişkin taleplerimizi reddetmesi, bugün itibariyle tarafımıza tebliğ edilen savcılık mütalaası; ilk günden itibaren suikastı aydınlatma yönünde yargısal ve siyasal bir iradenin olmadığı yönündeki bütün iddia ve görüşlerimizi doğrulamıştır.

Diyarbakır Barosu, Elçi Ailesi ve Tahir Elçi’nin tüm hukukçu dostları; failsiz bırakılmak istenen yargılama sürecine karşı etkin bir hukuk mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.

Bu vesile ile 12 Haziran 2024 Çarşamba günü saat 10.00’da Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek karar duruşmasına tüm hukukçu dostları ve insan hakları savunucularını Diyarbakır Adliyesine davet ediyoruz.”

On dört barodan ortak açıklama: ‘Takipçisi olmaya devam edeceğiz’

Diyarbakır Barosu’nun yanı sıra on dört barodan da savcılığın beraat talebine tepki geldi.

Adıyaman, Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Dersim, Hakkâri, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Şırnak ve Van Barosu’nun yaptığı ortak açıklamada Tahir Elçi’nin “Faili meçhul cinayet yoktur, aydınlatılmamış cinayet vardır” sözleri hatırlatıldı.

Açıklamada “Siyasal cinayetlerin aydınlatılması konusunda; ciddi bir toplumsal, siyasal ve yargısal iradeye ihtiyaç olduğunun bilincindeyiz. Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılmasında ciddi bir toplumsal irade olmasına rağmen maalesef bu irade yargısal ve siyasal makamlarda görülemedi. Tahir Elçi'nin ifade ettiği gibi ‘Faili Meçhul Cinayet Yoktur Aydınlatılmamış Cinayet Vardır.’ Biz barolar olarak; cezasızlık travmalarımıza bir yenisinin daha eklenmesini kabul etmediğimizi ve hukuki sürecin takipçisi olmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz” sözleri kaydedildi.

                                                            /././

Büyükşehir’de siyasi ittifak şirketlere yansıdı (Yusuf Yavuz)

Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı şirketlerde yerel seçime bir hafta kala yapılan atamalarda MHP’den İYİP’e birçok ismin Mart 2025’e kadar yönetim kurulu üyesi yapıldığı ortaya çıktı.

Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bazı şirketlere yerel seçimlere iki gün kala ve seçim sabahı yapılan atamalarda farklı siyasi görüşlerden gelen isimlerin yönetim kurulu üyesi yapılması, Başkan Muhittin Böcek’in sıklıkla vurguladığı “Türkiye ittifakı” kavramını anımsattı. 

CHP’li Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin şirketlerinin yönetiminde MHP’den İYİP’e, AKP’den CHP’ye birçok siyasi geçmişten gelen isim yer aldı. Dikkat çeken atamalardan biri ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanı Rasim Bölücek’in kardeşi, Muhsin Yazıcıoğlu’na yakınlığı ile bilinen Hasan Bölücek’in EKDAĞ’ın yönetiminde yer alması oldu. Daha önce belediye şirketlerinden ANTEPE’nin yönetim kurulu başkanlığı yapan Başkan Danışmanı Cem Oğuz yeni dönemde listede yer almazken, bir başka Başkan Danışmanı Lokman Atasoy iki ayrı belediye şirketinde, ANÇET ve Antalya Ulaşım A.Ş’nin yönetiminde yer aldı.

31 Mart Mahalli İdareler seçimlerinde CHP büyük bir seçim başarısı yakaladı. CHP’nin kazandığı 14 büyükşehirden biri olan Antalya’da ANAP kökenli Muhittin Böcek ikinci kez Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturmayı başardı. Seçimlerden önce CHP’nin aday gösterme sürecinde en zorlandığı kentlerin başında Antalya geliyordu. Parti içindeki tartışmalar, kırgınlık ve küskünlükler de zaman zaman ayyuka çıkınca kimi partililer istifa etti, kimisi de aday gösterilmediği yerlerde ya bağımsız ya da başka partilere geçerek aday olmanın yolunu aradı. Ancak adayların kesinleşmesinden sonra bu gerilim büyük ölçüde azaldı.

‘Türkiye ittifakı’ belediye şirketlerine yansıdı

Muhittin Böcek’in adaylığı kesinleşince hızlı ve yoğun bir seçim kampanyası yürütüldü. Seçim kampanyası sırasında Böcek’in sıklıkla vurguladığı Antalya’da Türkiye ittifakı oluşturdukları yönündeki söylemin sadece siyasi bir slogan olarak kalmadığı ortaya çıktı. Antalya Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki bazı şirketlerin seçimlere bir hafta kala yapılan yönetim kurulu toplantılarında yeni atanan ve mevcuttaki üyelerin siyasi kimlikleri ‘Türkiye ittifakı’nın şirketlerin yönetimlerine de yansıdığını ortaya koyuyor.

              Başkan Muhittin Böcek'in Elmalı'daki seçim koordinasyon merkezi açılışından bir kare (ANKA)

Belediye şirketleri ekmekten suya birçok alanda hizmet üretiyor

Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı 8 özel şirket bulunuyor. Belediye, personel alımından sosyal hizmetlere, özel işletmelerden inşaat işlerine, ekmek ve et gibi ürünlerden damacana suya kadar birçok alanda bu şirketler aracılığı ile hizmet üretiyor. En son teleferik kazasıyla gündeme gelen ANET şirketi de bu kuruluşlar arasında.

EKDAĞ’da seçime bir hafta kala yönetim kurulu seçildi

Büyükşehir bünyesindeki şirketlerin yönetiminde yer alan isimler, liyakat ve ilgi alanlarından çok büyük ölçüde kentteki siyasi ittifaka ulufe dağıtma yoluyla seçiliyor. Bunun en çarpıcı örneği son yerel seçimlerde yaşandı. Belediye şirketlerinden ANTEPE, ANÇET, Antalya Ulaşım A.Ş ve EKDAĞ’da 31 Mart seçimlerine bir hafta kala yönetim kurulu toplantıları yapıldı.

EKDAĞ’da MHP kökenli Hasan Gökçe yeniden başkan seçildi

EKDAĞ A.Ş’nin 22 Mart 2024 tarihinde yapılan yönetim kurulu toplantısı, 1 Nisan 2024 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlandı. EKDAĞ’ın mevcut ve yeni seçilen yönetim kurulu üyeleri bu kararla birlikte 22 Nisan 2025 tarihine kadar görev yapacak. Tescil edilen karara göre daha önce iki dönem MHP’den Korkuteli Belediye Başkanlığı yapan Hasan Gökçe yeniden EKDAĞ’ın Yönetim Kurulu Başkanı olarak seçildi.

EKDAĞ’da Kılıçdaroğlu’nun siyasi danışmanı ayrıntısı

Daha önce MHP’den Antalya Milletvekili adayı olan Hasan Bölücek’in de EKDAĞ Yönetim Kurulu’nda yer aldığı görülüyor. Hasan Bölücek, önce Devlet Bahçeli’nin daha sonra ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasal iletişim danışmanı olarak bilinen Rasim Bölücek’in kardeşi. 2009’da bir helikopter kazasında yaşamını yitiren BBP’nin kurucu lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na yakınlığı ile bilinen Hasan Bölücek daha önce de ASAT’ta genel müdür yardımcılığı yapmıştı.

EKDAĞ’ın seçimlere bir hafta kala yeniden oluşan yönetim kurulunda ayrıca Ali Çolak, Bayram Dal, Cemali Uysal, Cengiz Nizam, Kenan Bartu, Tuncay Sarıhan, Mustafa Çelik, Hakan Yurttaş ve Türkan İşler gibi isimler yer alıyor.

Başkan Danışmanı Cem Oğuz’a yeni dönemde ANTEPE’de görev verilmedi

Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ANTEPE A.Ş’de seçimlere 4 gün kala yapılan toplantıyla şirketin bir yıl boyunca görev yapacak yönetim kurulu üyeleri seçildi. Başkan Muhittin Böcek’in teknik danışanı Cem Oğuz'un yeni yönetim kurulunda yer almaması dikkat çekiyor. Kent kamuoyunda daha önce ANTEPE’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan Oğuz’un yeniden bu göreve atanacağı iddiası gündeme gelmişti. Ancak seçimlerden sonra yapılması beklenen atamaların seçimlere günler kala yapılması bu beklentileri boşa çıkardı.

ANTEPE’de yeni yönetim kurulu üyeleri

Başkan Danışmanı Cem Oğuz’a yeni dönemde görev verilmediği ANTEPE’de 27 Mart 2024 tarihinde yapılan toplantıda, Adnan Uğurlu, İlker Deniz Sayın, İsmail Erdoğmuş Yönetim Kurulu Başkanı olarak belirlenirken yeni yönetim kurulu üyeleri ise İsmail Selçuk Yılmaz, Mithat Aras, Pınar Vural Özbudak, Şerafettin Şahin, Serkan Özdemir, Halil Aykut Aykurt gibi isimlerden oluştu.

Başkan Danışmanı Atasoy iki ayrı şirkette yönetim kurulu üyesi

Belediye şirketlerinden Antalya Ulaşım A.Ş’de de yeni yönetim seçimlerden 6 gün önce belirlendi. Şirketin 25 Mart 2024 tarihinde yapılan toplantısında, CHP’li Meclis Üyesi Deniz Filiz yeniden yönetim kurulu başkanı seçildi. Şirketin Mart 2025 tarihine kadar görev yapacak yeni yönetim kurulu üyeleri ise Nihat Kavşut, Süleyman Şahin, Ali Polat ve Lokman Atasoy gibi isimlerden oluştu. Songül Başkaya’nın üyeliği sona ererken Başkan Muhittin Böcek’in danışmanı Lokman Atasoy’un dışında Antalya Ulaşım A.Ş dışında ANÇET’in yeni yönetiminde yer alması dikkat çekti. Şirket yönetiminde yer alan Nihat Kavşut da İYİP’in kurucu il başkan yardımcısı olarak biliniyor.

ANÇET’de Ali Çınar’la devam edilecek

Büyükşehir Belediyesinin bir diğer şirketi olan ANÇET de 26 Mart 2024 tarihinde, seçimlere sayılı günler kala yönetim kurulu ataması yapılan şirketlerden. ANÇET’in Yönetim Kurulu Başkanlığı’na yeniden Ali Çandır atandı. Şirketin Mart 2025 tarihine kadar görev yapacak yeni yönetim kurulu üyeleri de Serkan Temuçin, Zafer Yörük, Şefik Dirgen ve Başkan Danışmanı Lokman Atasoy’dan oluştu.

İptal edilen festivalle gündeme gelen ANSET’te henüz yeni atama yok

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin organizasyonunu üstlenen belediye şirketi ANSET’te henüz yeni bir atama yapılmadığı görülüyor. Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri olarak görev yapan Censel Çevikol Tuncer’in 2019’dan bu yana yönetim kurulu başkanlığını yürüttüğü ANSET, film festivalinin iptal edilmesiyle ilgili tartışmalarda sıklıkla gündeme gelmişti.

Teleferik kazasının ardından ANET’te yönetim değişti

Teleferik kazasıyla gündeme gelen ANET şirketinde ise kazadan hemen sonra 17 Nisan 2024 tarihinde yayımlanan tescil kararında, yönetim kurulunda değişikliğe gidilmişti. Eski Konyaaltı Belediye Başkan Yardımcısı Edip Kemal Bahadır’ın Yönetim Kurulu Başkanı olarak atandığı ANET’te CHP’den AKP’ye geçen eski Kepez İlçe Başkanı Servet Yıldız’ın yönetim kurulu üyeliği sona ererken yeni yönetim kurulu ise Binali Efe, Abdülvahap Yılmaz, Ali Çandır, Dengiz Erten, Mehmet Yurtseven, Mustafa Baskak, Ökkeş Eran, Semih Kocabaş gibi isimlerden oluştu.

Sayıştay: ’Zarar eden belediye şirketlerine kaynak aktarılıyor’

Sayıştay’ın 2023 yılında yayımladığı denetim raporunda, Antalya Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden ANSET’in de aralarında olduğu şirketlerin zarar etmelerine rağmen sermaye artırımı yoluyla kaynak aktarıldığı belirtilerek “Yıllar itibarıyla zarar eden Belediye şirketlerine, zarar etmelerine rağmen sermaye artırımı yoluyla kaynak aktarımı yapılarak kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasının sağlanmadığı görülmüştür” ifadelerine yer verilmişti.

Zarar eden şirketlere son 5 yılda 168 milyon kaynak aktarıldı

Sayıştay raporunda, Belediye hesap ve işlemleri üzerinde yapılan incelemede, sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip olunan EKDAĞ A.Ş., ANET A.Ş., ANSET A.Ş., ANTEPE A.Ş. ve Antalya Ulaşım A.Ş.’den oluşan beş belediye şirketine yıllar itibariyle zarar etmelerine rağmen sermaye artırımı yoluyla kaynak aktarıldığı bilgisine yer verilmişti. Sayıştay raporuna göre Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı zarar eden şirketlere son 5 yılda aktarılan kaynak tutarı 168.144.180,62 lira olarak belirlendi.

                                                             /././

Özgür Özel ne demek istedi: ‘10 yıl sonra ilk kez 1 Mayıs’ta toplandık’ (soL/Özel)

CHP lideri, dünkü Saraçhane fiyaskosunun ardından tuhaf açıklamalar yaptı.

İstanbul’daki 1 Mayıs, tertip komitesi ve CHP eliyle iğdiş edilmiş bir toplanmaya dönüştü. Tertip komitesi CHP dışında hiçbir katılımcıyla görüşmedi, kendi arasında koordinasyon sağlamadı, alanda hiçbir şeyi organize etmedi, sonuçta da erkenden eylemi sonlandırma kararı alıp sorumluluğu tamamen bıraktı.

CHP’nin verdiği sınav daha çarpıcıydı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 1 Mayıs öncesinde DİSK yönetimiyle görüşmüş, bu yılki mitinge “kefil olacağını” açıklamış ve CHP’nin geleneksel olarak pek önemsemediği, alanda da pek varlık gösteremediği 1 Mayıs kutlamasının “ağabeyi” pozuna girmişti.

Sonuçta Özel, Ekrem İmamoğlu’yla birlikte erken saatlerde alanda göründü, sonra arabaya atlayıp Ankara’ya gitti. Alandaki CHP üyeleri bile “Genel Başkan nerede” diye birbirlerine sordular.

Özgür Özel, dün bu tepkileri kendisine soran İsmail Küçükkaya’ya konuştu. Küçükkaya, Özel’in kendisine söylediklerini şöyle aktardı: “Sonuçta 10 yıl sonra ilk kez İstanbul'da 1 Mayıs'ta bir meydanda toplandık. Hem de öyle tek başına falan değil, hem CHP hem DİSK hem TTB hem TMMOB hem KESK gibi daha başka pek çok örgüt bir aradaydı. Beraber görüntü verdi. Bunu örgütlü toplum açısından önemli bir kazanım olarak görüyorum.”

Özel’in “10 yıl sonra ilk kez İstanbul’da 1 Mayıs’ta meydanda toplandıkları” ifadesi kafa karıştırdı. 1 Mayıslar İstanbul’da her yıl kutlanıyor, geçen yıl da Maltepe’de meydanda kutlandı. CHP’nin katılımını kastediyor olsa, CHP de düşük sayıda da olsa katılıyordu.

soL, konuyu Özel’in danışmanlarına sordu. İlgili danışman, Özel’in sözlerini şöyle tefsir etti: “Taksim'de yapılan son mitingi kastediyor. Son 1 Mayıs mitingi. Yani 12 yıl falan oluyor gerçi ama, onu kastediyor. Ondan sonra biliyorsunuz, Taksim'de toplanma kararı alındı ama o gerçekleşmedi. Ayrıca, İstanbul'da da farklı noktalarda mitingler yapılıyordu daha önce ama şimdi bütün sendikalar sol gruplar, siyasi partiler Saraçhane'de toplandı. Daha önce başka yerlerde toplanacağını açıklayan partiler olmuştu. Ama onlar da Saraçhane'ye geldiler. O açıdan, birlik, beraberlik vurgusu anlamında, birlik vurgusunu anlatmaya çalışıyor.”

Görünüşe göre Özel’in sözlerini danışmanları da anlamlandırmaya çalışıyor.

‘O barikatı seçimle kaldıracağım’

Öte yandan, Özel, Küçükkaya’ya bir de şu ifadeleri kullandı: “Ben o barikatı kaldıracağım. Ben devletin polisini oradan çekeceğim ama bunu kendisi de halkın çocuğu olan polisle çatışarak yapmayacağım. Ben bunu seçimden 1. parti olarak çıkmış bir genel başkan olarak önümüzdeki ilk seçimi kazanarak yapacağım. Kavga ederek iterek çatışarak değil seçimle yapacağım bunu.”

Böylece Özel, doğrudan gösteri ve yürüyüş hakkını engelleyen polis barikatlarına tepkiyi dahi bir ihtimal 4 yıl sonra kurulacak olan sandıkta çözme yolunu işaret ederek, Kılıçdaroğlu dönemindeki “sokaktan uzak durma, her şeyi sandığa havale etme” çizgisini daha da ileri taşıdığını gösterdi.

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder