10 Haziran 2024 Pazartesi

Gazeteci Bahadır Özgür: Çeteler AKP’nin ekonomi politikalarıyla güçlendi + Marmara Denizi de Karadeniz de hasta! (EVRENSEL)

 Gazeteci Bahadır Özgür: Çeteler AKP’nin ekonomi politikalarıyla güçlendi (Cihan Çelik)

“Ekonomide Şimşek’le beraber hat değiştiriliyor. Türkiye’de ne vakit ekonomi politikalarında bir rota değişimi gündeme gelse, bunun ilk yansımalarından birini çetelere yönelik düzenlemede görürüz."

Türkiye, genel seçimlerden bu yana birçok çeteye yapılan operasyonlarla mafya-siyaset, sermaye denklemini tartışıyor. Türkiye’de mafya ve devlet arasında yıllardır süren ilişkiye ilişkin sorularımızı yanıtlayan Gazeteci Bahadır Özgür, “Bugünkü çeteler de AKP rejiminin ana kolonlarını oluşturan ekonomi politikalarıyla beraber serpilip gelişti” diyor.

Türkiye çetelerle ilgili konuda siyaset mi değiştiriyor? Bunun ekonomi politik bir nedeni var mı?

Sadece operasyonlara bakarak çetelere karşı siyasetin değiştiğini söylemek zor. Ama ilk önce sadece operasyonlara bakalım bir: İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre 486 suç örgütü çökertilmiş. Bir önceki İçişleri Bakanı döneminde 560’tı sayı. Daha eskiye gidelim. Örneğin, Sadettin Tantan zamanında bugünün beş on katı sayıda çete çökertildi. Yani Türkiye kesintisiz biçimde çete çökertiyor. Dolayısıyla operasyonlar kriminal açıdan bir şey ifade etse de burada ‘siyaset değişiyor’ diyebilmemiz için organize suçun, ‘organize’ kısmına yani siyasetle, bürokrasiyle, sermaye ile ilişkilerine dokunulması lazım. Türkiye tarihinde bugüne kadar bunu görmüş değiliz. Bu sebeple şu anki tabloyu, geçmiş 40-50 yılda sıkça rastladığımız bir tür ‘regülasyon’ olarak tanımlamak daha isabetli. Ve bu regülasyonun da genel siyaset ve ekonomideki regülasyonlarla bir ilişkisi vardır.

O da sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili. Marksist entelektüel Ernest Mandel’in harika bir tanımı var: “Organize suç ceza hukukundan muaf, medeni ve miras hukukuna tabi kapitalizmdir” der. Organize suç genelde, bürokratik/siyasi yozlaşmanın bir parçası, hukuki normların belirsizleştiği dönemlerde devletin başvurduğu rutin dışı aparatlar olarak değerlendirilir. Çetelerle malul Türkiye tarihine bakınca doğru da görünür bunlar. Ancak Mandel’in dikkat çektiği esaslı bir konu hep eksik kalır. O da sermaye birikiminin yasalarından bağımsız bir organize suç faaliyeti olamayacağıdır.

Nitekim İttihatçı Kara Kemal’in şiddetle, cinayetle kurduğu iaşe sisteminin bir despota karşı girişilen siyasi mücadeledeki belirleyiciliğinden, azınlık mallarına çökülmesine; silah kaçakçısı Abuzer Uğurlu’nun 12 Mart generalleriyle, bakanlarla kurduğu rüşvet ilişkilerinden, Özal’ın kaçakçılardan turizmci, tekstilci devşirmesine; siyasi cinayetlerle uyuşturucunun el ele yürüdüğü, bankalara, özelleştirmelere sıçrayan Susurluk pratiğinden bugüne… Geçmişe şöyle bir bakınca bile neyin organize suç, kimin suçlu olduğunun iyice karıştığı, istisnai değil, süreklilik arz eden bir ‘evrim şeması’ çıkar karşımıza.

Haliyle bugünkü çeteler de AKP rejiminin ana kolonlarını oluşturan ekonomi politikalarıyla beraber serpilip gelişti. Eğer siz vergi barışı diye ülkenin kapısını penceresini açarsanız, kara para da akar. Vatandaşlık için kuralsız şekilde gayrimenkul satarsanız, baronlar da gelir. Rüşveti, kayırmacılığı kurumsallaştırırsanız, bürokrasi mafyalaşır, mafya etkinliği artar. Bunu bir de tersten okuyalım. Rejimin kendisi Anayasa’yı askıya alırsa, ihale düzeni ile yandaş sermaye yaratmaya kalkarsa, Limak ağaçları katlederken jandarma gücü onun korumalığını yaparsa… Yani hepimizin bildiği gibi rejim kendini ceza yasasından muaf kılarsa, mafyalaşma da rejimin parçası olur.

"EKONOMİ POLİTİKASI DEĞİŞİNCE ÇETELERE DE AYAR VERİLİYOR"

Peki son dönemde bu operasyonların artmasına sebep olan nedir? Sadece İçişleri Bakanlığı bürokrasisinin değişmesiyle açıklanabilir mi?

Ekonomide Mehmet Şimşek’le beraber hat değiştiriliyor. Daha doğrusu Şimşek, sermayesinin acil ihtiyaçlarına dönük bir ‘rot-balans ayarı’ çekiliyor. Buna da mecburlar zaten. Türkiye’de ne vakit ekonomi politikalarında bir rota değişimi gündeme gelse, bunun ilk yansımalarından birisini çetelere yönelik bir düzenlemede görürüz hep. Şaşmaz biçimde eşzamanlıdır bu. İçerideki kaynakların yoğun paylaşımının sürdüğü ‘mutlu 10 yıl’ bitti. İktisadi politikadaki her değişim siyasette, bürokraside güç ilişkilerinin de bir yeniden tanzimini gerektirir. Bu sancılı, çatışmalı, kavgalı olur. Sürekli küçük küçük krizlerle ilerler. Güç ilişkilerinin yeniden tanziminin aşil topuğu da organize suçla ilişkili kısmıdır. Bazı siyasi aktörleri kıstırmanın, etkisiz kılmanın veya belli bir sınıra hapsetmenin en meşru ve en etkili yolu buradan geçiyor.

Tabi bütün bunların halkın beklentisinden bağımsız düşünmemek gerekir. Nitekim açık, net şekilde yaşadığı tüm sorunların bir ifadesi olarak yerel seçimde, radikal biçimde tercih değiştirdi. Tercihin temelinde de net biçimde ekonomik sorunlar var. Ama iktidar bu sorunların esas kaynağını değiştiremeyeceğinden, hatta onları daha da ağırlaştıracak bir programı uygulamak ve bunu da halka kabul ettirmek mecburiyetinde olduğundan, başka alanlarda bir esnemeye, düzenlemeye gidiyor, gitmeye çalışıyor. Şu an yegane dokunulmaz, iktidarın, ana muhalefetin, sermayenin, bürokrasinin vs. üzerinde tam mutabakata vardığı konu ekonomi politikası. Haliyle geri kalan alanların ona uyumlu şekilde tanzim edilmesi şart.

İçişleri Bakanlığı’ndaki değişim de bunun bir ifadesi. Yani bürokrasideki değişiklikler tek başına anlamı olmamakla beraber, bu genel tablo içinde çok anlamlıdır. Mehmet Şimşek ile Ali Yerlikaya ‘rot-balansın’ iki önemli aktörüdür.

"DEMİR-ÇELİK’İN YÜZDE 10’U MAFYADA"

Çeteler kullanım değerini yitirdi mi? Ayhan Bora Kaplan davasını bu bağlamda nasıl değerlendirmek lazım.

Kesinlikle hayır. Dünyanın neresinde kullanım ömrü doldu ki, bizde dolsun. Tarihin hangi döneminde bitti ki, şimdi bitsin. Off shore hesaplarında saklanan paranın, küresel GSYH’nin yüzde 10’nunu aştığının hesaplandığı bir dönemde çetelerin miadının dolması bir yana, aksine daha da işlevli hale gelmiş, ekonomik düzenin ayrılmaz bir parçası olmuşlardır. Sokaktaki torbacıdan başlayıp dünyanın en büyük konteyner şirketlerinin gemileriyle yapılan, tonlarca uyuşturucunun taşındığı küresel pazara uzanan devasa bir ticaretten bahsediyoruz. Milyarlarca dolarlık bu ticaret finans piyasalarının, bankacılık sisteminin çarklarını da sürekli yağlıyor. Lüks mallar, turizm, eğlence, futbol kulüpleri vs.. Sınırsız bir tüketimin kaynağı emekle kazanılan para mı? Uluslararası raporlarda organize suç uyuşturucu, silah, insan kaçakçılığı ile sınırlı değil ki. Egzotik hayvanlardan, orman ürünlerine kadar aklınıza gelebilecek her türlü kara ticaret harıl harıl işliyor. Geçtiğimiz yıllarda Latin Amerika’da ‘kanlı avokado’ kampanyaları açılmıştı. Kokain kartelleri avokado talebi artınca topraklarına çöktüğü çiftçilere avokada ektirmiş ve el koymuştu. Meksika’da avokado ticaretinin büyük kısmını kokain kartelleri ele geçirmiş durumda.

Dünyanın hali buyken, Türkiye’yi siz düşünün. 2022’de yapılan ‘Demir Yumruk’ operasyonu ile demir çelik sektörünün yüzde 10’unun mafyanın elinde olduğu ortaya çıktı. Bundan büyük olay olabilir mi? İhracatçı sektörlerinizin liderinde mafya hakim olmuş. O davada birkaç tescilli çete üyesi dışında milletvekilleri, bürokratlar, fabrika sahipleri vardı. Erol Evcil gibi zaten bilinenler hariç hepsi serbest bırakıldı.

KAPLAN DOSYASINDAN KİMLER KURTULACAK KAVGASI

Dolayısıyla Ayhan Bora Kaplan davası da son 10 yılın en önemli olayı olsa da belli bir sınırda tutuluyor. 10 yıldır Ankara’da herkesin bildiği bir isim. Siyasetçilerin, üst düzey bürokratların, zenginlerin eğlenmeye gittiği mekanlara çöküp, işletti. Kamu bankalarından krediler verildi. Yargı, emniyet ile ilişkileri resmi belgelerle ortaya döküldü. Süleyman Soylu ile ilişkisi tam bir muamma. Ama bir dizi bürokratın etrafındaki güç çemberi dahi ihlal edilemiyor görünüyor. Ne yani, koskoca devlet sokak serseriliğinden gelmiş birisini mi yola getiremiyor! Elbette değil. Şu an çemberin dışında kimler kalacak kavgası yaşanıyor. Fakat rejim öylesine suçla iç içe geçti ve orada yayıldı ki, ortaya dökülmüş, alenileşmiş en açık ucunu dahi kapatamıyor, kesip ondan kurtulamıyor. Belli ki onun etrafına, üzerine kurulu ilişkiler ağı çözülmeye başlarsa, zincirleme bir reaksiyona de sebep olabilir. Bir yerde elbette sınır çekilecektir.

Devlet ve çeteler ilişkisinde Türkiye'nin dünya ile benzeşen ve ayrışan yönleri nelerdir?

Türkiye’nin suç ilişkilerinin daima bölgesel bir karakteri vardı. Ama bu karakteri adım adım büyüdü ve bu büyüme genel ekonomik ve siyasi yönle doğru orantılı oldu. Örneğin; 1990’ların “Adriyatik’ten Çin’e” mottosuyla Orta Asya ülkeleri ile kurulan ekonomik ve siyasi ilişkinin bir biçimi de organize suçtu. Hali tüccarı olarak oralara gidenler otel sahibi olarak döndü. Daha Türkiye’nin büyük sermaye grupları tek çivi çakmamışken Ömer Lütfü Topal otel-kumarhane zinciri kurmuştu. 2000’lerle beraber özellikle finansal araçların da gelişmesi, Türkiye’nin bölgesel bir aktör olarak daha etkin bir konuma gelme isteği, suç dünyasını da şekillendirdi. Azerbaycan’ın neredeyse sahibi sayılan SOCAR, Petkim özelleştirmesiyle pazara girerken, Azeri mafya da beraber geldi. Ya da Kazakistan’la kurulan ticaret hattından Kazak-Türk suç örgütleri de nemalandı. Neredeyse bir Avrasya suç ağı kuruldu tüm 2000’ler boyunca. Sonra Rus oligarklarla beraber Rus mafyası, Gürcü mafyası da çatışmalarını, hesaplaşmalarını dahi İstanbul’a, Antalya’ya taşıdı. Mafyanın taç giyme törenleri burada yapıldı. Latin kartellerinin uyuşturucu hattının yeni rotalarından birisi Afrika üzerinden Türkiye oldu. Balkanlar zaten eskiden beri suç ağının önemli parçası. Bir de Dubai’ye kadar uzanan uyuşturucu ve kara para hattı büyüdü. Suriye iç savaşı vb. ile suç faaliyetleri için daha büyük çaplı kontrolsün alanlar açıldı.  Kumarhanelerin burada yasaklanması ile yükselen yıldız KKTC ise Malta vb. üzerinde yoğunlaşan AB baskısı sonrasında kara para trafiğinin merkezi oldu. Türkiye-KKTC politikasındaki değişimde de bu belirleyici.

Özetle Türkiye adım adım son 40 yılda bölgesel bir suç ağının merkezi/geçiş ülkesi olmaktan, küresel çaptaki suç otobanlarının kesiştiği bir yonca kavşağına dönüştü. Sadece jeopolitik konumunun sağladığı avantajlardan dolayı değil, bizatihi siyasetinin ve ekonomisinin de böyle bir dönüşümün önünü açmasından dolayı gerçekleşti bu.

Farklı yönlerine gelince. Biz de suç örgütleri hep siyasetle, devletle uyumludur. Suç örgütü liderleri gizlenmez hatta saygın birer ‘iş insanı’ muamelesi görür. Toplum nezdinde de maalesef muteberdirler. Bakanlar, hatta cumhurbaşkanları açıkça görüşür, konuşur. Şarkıcısı, futbolcusu, bürokratı beraber fotoğraf vermeyi sever. Çoğu zaman bakanlardan, emniyet müdürlerinden daha itibarlıdırlar. Çünkü biz de suç örgütleri ile devletin güvenlik anlayışı uzun süre önce simbiyotik hale geldi. Suç örgütlerinin güçlenmesinin ardında asıl bu dinamik vardır. Ayhan Bora Kaplan’ın en büyük savunması 15 Temmuz’da vatanı koruduğudur. Bugün o gider yarın bir başkası aynı rolde itibar kazanır.

Dolayısıyla “dünyadan farkımız ne” sorusunun yanıtı, devlet anlayışında, devletin yapısında yatıyor. “Baş bir yana leş bir yana” diye başlayan tarihsel süreç bizi buralara kadar getirdi diyelim…

                                                          /././

Marmara Denizi de Karadeniz de hasta!(Özer Akdemir)

Yaz aylarının başlaması ile birlikte sıcaklıklar da hissedilir derecede arttı. Meteorolojinin verdiği bilgiye göre son bir haftadır hava sıcaklığı, mevsim normallerinin 3-10 derece üzerinde seyrediyor. Önümüzdeki hafta da “Cezayir sıcakları”nın hüküm süreceği söyleniyor. Sıcaklık, kuraklık, susuzluk ve son dönemlerde müsilaj tehlikesi...

MÜSİLAJ TEHLİKESİNE KARŞI NE YAPILDI?

Ülkemizde, küresel ısınmanın yanı sıra evsel, deniz taşımacılığı ve sanayi kirliliğinin en yoğun olarak gözlemlediği denizlerden birisi kuşkusuz Marmara Denizi. Müsilaj tehdidinin iyice kendini gösterdiği denizin, bu tehditle yeniden yüzleşmemesi için şu ana kadar atılan somut hiçbir adım yok desek yalan olmaz. Bu durum haliyle Marmara Denizi’nin birçok yönden bir sorun yumağı olmasına ve gideren ölü bir deniz haline gelmesi yolunda hızla ilerlediğini gösteriyor.

MARMARA DENİZİ GÜNÜ

Son üç yıldır 8 Haziran tarihi Marmara Denizi Günü olarak kutlanıyor. Oysa tüm araştırmalar Marmara Denizi’nin çok yoğun bir şekilde kirlilik baskısı ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.

Marmara Denizi 1980’lerden bu yana artan insan kaynaklı baskılar nedeniyle belirgin şekilde zarar görüyor. Denizi çevreleyen yedi ilin en az 25 milyonluk nüfusu ve özellikle İzmit Körfezi’nde yoğunlaşan sanayi; kentsel ve endüstriyel kirlilik yaratıyor. İzmit’in yanı sıra Gemlik, Bandırma ve Tekirdağ’daki limanlar da gemicilik kaynaklı kirliliğe sebep oluyor.

Marmara Denizi kentsel ve endüstriyel kirliliğin yanı sıra aşırı avcılık ve iklim değişikliği baskısı altında. Bu nedenle deniz ekosistemi son 50 yılda telafisi mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Bilim insanlarına göre Marmara Denizi “hasta” ve ekosistemi, eski haline döndürülemeyecek şekilde zarar görmüş durumda.

BÜYÜK AVCI BALIKLARI ARTIK YOK!

Büyük avcı balıklarının Marmara Denizi’nden kaybolması, sistemin bu türleri barındıramayacak hale geldiğine işaret ediyor. Yapılan araştırmalara göre bugün Marmara’daki balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor. Bu türlerin başında, av verimi her geçen yıl azalan hamsi geliyor. 

İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsünden Prof. Dr. Nazlı Demirel bu konuyu araştıran bilim insanlarından birisi. Marmara Denizi’nin, yüz ölçümü anlamında diğer denizlerimizden çok daha küçük olmasına karşın balıkçılık anlamında verimli olduğunu belirten Demirel, 2000’li yılların sonuna kadar Türkiye balıkçılığındaki payının, Akdeniz ve Ege’den yüksek seyrettiğini aktarıyor.

Marmara Denizi ekosisteminin, temelde insan kaynaklı çevresel etkiler yüzünden, son 30 yılda önemli değişim ve dönüşümler geçirdiğini belirten Demirel kendisinin de içinde yer aldığı bir grup bilim insanı tarafından 2023 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre Marmara Denizi ekosisteminin dirençliliğinin, son 30 yılda insan kaynaklı rahatsızlıklara karşı hiç olmadığı kadar kırılgan olduğuna dikkat çekiyor.

EKOSİSTEMİN DENGE EŞİĞİ AŞILDI

Yine 2023 yılında yayımlanan bir başka araştırmada son 35 yılda Marmara Denizi’nde yaşanan değişimlere kapsamlı bir şekilde bakmaya çalıştıklarını dile getiren Demirel, “Bugün geldiğimiz noktada, Marmara’nın 40-50 yıl önceki eski haline dönebilmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle de gözlenen değişiklikleri, ekosistemin denge eşiğinin aşıldığı ‘Doğrusal olmayan ekolojik rejim kayması’ olarak tanımlıyoruz” diyor.

Marmara Denizi’nde kaybolan türler arasında büyük, avcı türlerin bulunmasının ekosistemin dengesinin giderek bozulduğuna yönelik önemli bir gösterge olduğunu ifade eden Demirel, “Besin zincirinin üst basamaklarında ne kadar tür varsa, sistemin de o türleri besleyebilecek kapasitede olduğunu söyleyebiliriz. Marmara, iki tane dar boğaz ile daha büyük denizlere bağlanan ve su sirkülasyonu sınırlı olan, küçük bir deniz. Açık bir deniz olmadığı için tüm bu olumsuzluklar karşısında kendini hızlıca yenileyebilecek kapasitesi yok. Nitekim 2000’li yılların ortasından itibaren Marmara Denizi’nde balıkçılık kaynaklarının veriminde de ciddi bir düşüş yaşandı. Bugün Marmara’da, 48’i balık ve 16’sı kabuklu tür olmak üzere 64 türün avcılığı yapılıyor. Ancak avcılığı yapılan tür sayısı yıldan yıla azalıyor. Nitekim son yıllarda Marmara’daki toplam balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor (hamsi, istavritler, sardalya, palamut, lüfer, mezgit, tekir, kefal ve derin su pembe karidesi). Balıkçılığımızın en önemli türü olan hamsinin her geçen yıl av verimi giderek azalıyor. Çalışmalarımız şunu gösteriyor: Sardalya hariç tüm stoklar üzerinde aşırı avcılık baskısı var.”

Demirel, etkisini giderek arttıran iklim değişikliğinin tüm sorunları büyüttüğüne dikkat çekerken küresel ısınmayı sınırlandırma mücadelesinde 1.5°C eşiğinin oldukça önemli olduğunun altını çiziyor. Oysa yeni yapılan araştırmalarda bu eşik çoktan aşıldı!..

DÜNYA MARMARA DENİZİ’NDEN DERSLER ÇIKARMALI

Akdeniz’deki yabancı istilacı türler üzerine çeşitli bilimsel çalışmalar yürüten Deniz Biyoloğu Dr. Aylin Ulman ise Marmara Denizi’nin geldiği durumun dünyanın dersler çıkarmak için inceleyebileceği önemli bir örnek olduğunu söylüyor:

“Bugün birçok balık türü için geri dönülemeyecek, toparlanmalarına imkan vermeyecek bir noktadayız çünkü Marmara’nın ekosistemi tamamen değişti. Bugün deniz tamamen hasta; ne Karadeniz ne de Marmara, artık sağlıklı değil. Bir denizdeki tür sayısı arttıkça, direnci de artıyor. Ancak denizdeki biyoçeşitliliğin yüzde 80'ini yok ettiğinizde bu mümkün değil.' Karadeniz ve Marmara Denizi arasında çok yakın bir ilişki var; birinde yaşanan durum ne yazık ki diğerini de etkiliyor. Bu anlamda Marmara Denizi, küçük kararların ne gibi sonuçlara yol açabileceğini göstermesi açısından tüm dünya için önemli bir örnek diyebilirim.”

Marmara Denizi ve Karadeniz'in geri dönüşü olmayan bir hastalığın pençesinde olduğunu söylüyor bilim insanları. Veriler ölü denizler olmaya bir adımları kaldığını gösteriyor. Doğanın kendini iyileştirmesini beklemek, bunun için de onu hasta eden ne varsa durdurmak ve hatta yok etmekten başka şansımız yok gibi!..

(Evrensel)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder