30 Eylül 2024 Pazartesi

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -30 Eylül 2024-

                                                   Evrensel - GÜNDEM

Keçiören’de okulu temizlemeye giden belediye ekipleri okula alınmadı -Kübra KIRIMLI-

Keçiören Barış Manço Ortaokuluna temizlik için giden Keçiören Belediyesi temizlik ekibi okula alınmadı. Eğitim Sen 3 Nolu Şube Başkanı Aşır: “Acilen okullara temizlik personelleri görevlendirin” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/529410)

                                                                ***
Ek zam isteyen işçiye pamuk şeker indirimi -Murat Uysal-

Sakarya’da Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçilere ve birinci derece yakınlarına pamuk şeker, Osmanlı macunu ve patlamış mısır yüzde 20 indirimle verilecek!(https://www.evrensel.net/haber/529429)

                                                                 ***
TÜBA'da araştırma desteğiyle "kişisel aksesuar" alımı 

Sayıştay raporuna göre, Türkiye Bilimler Akademisi’nde (TÜBA) araştırma için verilen ödeneğin bir kısmıyla akıllı saat, çalışma koltuğu, cep telefonu kılıfı alındığı ortaya çıktı.(https://www.evrensel.net/haber/529449)

                                                                ***
Tersane işçisi Soner: Yoksulluk her hastalığın sebebi olmuş -Eren Yüceboy-

Şişmiş ayaklarıyla doktora giden Tersane İşçisi Soner, "Önce fazla kırmızı etten olabilir dedi doktor. Ama bunun mümkün olmadığını öğrenince yetersiz beslenme teşhisi yaptı" diyor.(https://www.evrensel.net/haber/529399)

                                                                ***
İDÇ büyüyor ücretler küçülüyor -Emre Gökmen-

İzmir Demir Çelik (İDÇ), yeni açtığı çelikhanesiyle birlikte üretimini katladı. İDÇ'de çalışan işçiler ise ağır çalışma koşullarına rağmen ücretlerin yetersiz olduğunu söylüyor.(https://www.evrensel.net/haber/529397)

                                                                 ***
Termo Teknik işçileri: Patrondan daha fazla vergi veriyoruz -Tuncay Sağıroğlu-

Termo Teknik patronu üretimdeki düşüşü kapatmak için işçileri zorla fazla mesaiye bırakmak isterken, vergi matrahının arttığını belirten işçiler ise fazla mesaiye kalmıyor.(https://www.evrensel.net/haber/529398)

                                                        Evrensel - KÖŞEBAŞI
TBMM açılırken!.. Sermaye ve emek güçlerinin cepheden karşı karşıya geleceği bir dönem -İhsan Çaralan-

1 Temmuz günü tatile giren TBMM 1 Ekim günü “kendiliğinden” toplanacak.

Milletvekilleri, 15 Ağustos’ta Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas‘ın TBMM’de bir konuşma yapmak için gelmesiyle yapılan şov ve 16 Ağustos’ta Can Atalay’ın durumunun görüşülmesinin bir skandala çevrilmesi için yapılan olağanüstü toplantılar birleşimi bir yana bırakılırsa; iki aydır Genel Kurulda bir araya gelmemişti.

Yarın iki aylık dinlenmenin ardından kaldıkları yerden devam edecekler!

TBMM’NİN 28. DÖNEM 3. YIL GÜNDEMİNDE NE VAR?

Yarın 3. yasama yılına başlayacak TBMM’nin gündeminde neler var, kısaca göz atalım:

- Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) var. Ki ilk 22 maddesi geçtiğimiz haziran ayında görüşülmüş ama itirazlar genişleyince tamamlanması bu döneme ertelenmişti.

- Yine haziranda komisyondan geçirilen ama Genel Kurula indirilemeyen 9. yargı paketi de yeni yasama döneminde gündeme getirilecek. Arkasından da 10. yargı paketinin Meclise getirileceği belirtiliyor.

- Tamamlayıcı emeklilik sistemi (TES), emeklilik sistemin özelleştirilmesi, emeklilik süresinin 70 yaşa kadar çıkarılması gibi sosyal güvenliği baştan aşağı yeniden emekçiler aleyhine düzenlemeyi amaçlayan teklif de Meclisin gündeminde. Ki, bu teklifin 2025 başından itibaren Meclis gündemine getirileceği belirtiliyor.

- Sermayenin yarım yüzyıllık hayali olan “esnek çalışma”nın yasal bir güvenceye kavuşturularak kurallı çalışmanın çalışma hayatından kovulmasını amaçlayan girişim de bu dönem TBMM’nin gündeminde olacak.

- 2. vergi paketinin de bu yasama döneminde gündeme getirileceği belirtiliyor. Ancak Mehmet Şimşek, borsa ve kripto para piyasasına vergi düşünmediklerini açıkladı. Ki, bu da 2. vergi paketinin büyük olasılıkla avukatlar, muhasebeciler, doktorlar, mühendisler, mimarlar, esnaf ve zanaatkarlar… gibi serbest çalışan orta sınıf emekçilerin vergilendirilmesini kapsayacağı görülmektedir.

- 2025 bütçesi 17 Ekim’de TBMM Bütçe ve Plan Komisyonunda tartışılmaya başlanacak. Aralık ayı başında ise bütçe Genel Kurula indirilecek. “Sivil ve demokratik anayasa” girişimleri yeni dönemde de AKP tarafından gündemde tutulacak. Numan Kurtulmuş’un Meclisin açılışından sonra partilerle “istikşafi” görüşmelere devam edeceği belirtiliyor. Ama yeni anayasa girişimi sadece bu dönem değil, seçime kadar her dönemin girişimi olmaya devam edecek. Çünkü bu girişimler gerçekten bir anayasa çıkarmanın değil; gündemi istismar etmenin, iktidarın halkı ezen icraatının üstünü perdelemenin bir aracı olarak kullanıldı, kullanılacak!

EMEKÇİLERİN GÜNDEMİ ÇOK DAHA KAPSAMLI

Meclisin gündemi böyle, ama işçi sınıfı ve emekçilerin de halkın da bir gündemi var. Bu gündem-belki yeterince değil- ama giderek daha kitlesel ve daha etkili eylemlerle alanlara da yansıyor.

Halkın gündeminin başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:  

* Vergi yasasının düzenlenmesi; az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınan adil bir vergi düzeni,

* İşçilerin, emekçilerin, emeklilerin ücret ve maaşlarına yapılacak zamları TÜİK enflasyonuna ya da “beklenen enflasyona” endeksleyen sistemden vazgeçilerek insanca yaşayacakları bir düzeye çıkaracak bir sisteme kavuşmak,

* TİS’lerin üstündeki grev yasağının kaldırılması, dayanışma, siyasi ve genel grev hakkının tanınması,

* Kamu emekçilerinin “Grevli, TİS’li sendika hakkı”nın tanınması, İşçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarının uygulanması, denetiminin ve iş güvencesinin güçlendirilmesi, Sendika iş kolu barajının kaldırılması, sendikal yetkinin referandumla belirlenmesi,

*Tarımın desteklenmesi, küçük orta üreticilerin desteklenmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması,

* Laik, demokratik, bilimsel, parasız, ana dilde bir eğitim, parasız, nitelikli, ulaşılabilir bir sağlık hizmeti... gibi temel kamusal hizmetlerin karşılanması,

* İsrail’in Filistinlilere yönelik giriştiği soykırıma varan katliamlar, emperyalistlerin bölge gericilikleri üstünden giriştikleri mücadeleler, iktidarın ülkemizde Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü terörle mücadele adına boğma girişimleri, ülkemizde ve bölgede barış mücadelesi; ülkemiz işçi sınıfı ve halklarının gündeminin olmazsa olmaz maddesi olarak öne çıkmaktadır.

EMEK GÜÇLERİ KENDİ GÜNDEMLERİNİ MECLİSE DAYATABİLİR

Meclisin yapısı dikkate alındığında, Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP-MHP ittifakının, istediği yasaları çıkararak; sermaye ve onun tek adam rejiminin istekleri doğrultusunda “enflasyonla mücadele” ve “tasarruf tedbirleri” adı altında sıraladıkları önlemlerin hayata geçirilmesi için, gerekli gördükleri bütün yasal düzenlemeleri yapabileceği söylenebilir.

Bunun örneklerini yıllardır muhalefetten gelen her önerinin AKP ve MHP’li vekillerin oylarıyla reddedilmesinde ya da Saray ile AKP ve MHP guruplarından gelen tekliflere yine onların oylarıyla evet dendiğinde yaşadık.

Ancak gerek işçi sınıfının uzak ve yakın geçmiş mücadelesi gerekse bizzat ülkemiz işçi sınıfı ve halklarının yakın geçmişteki mücadelesi apaçık göstermektedir ki; eğer işçiler, emekçiler, sermayenin gündemine karşı kendi gündemlerinin arkasında birleşir ve bu gündemi kendi talepleri olarak öne süren bir mücadele hattına girerse, sermaye partileri kendi gündemlerini hayata geçirmekte zorlanacakları gibi emekçilerin taleplerini dikkate almak zorunda kalacaklardır.

Tabii bu dikkate almanın ölçütünü belirleyen de sermaye partilerinin niyetleri değil, işçi sınıfı ve halk yığınlarının kendi talepleri etrafında oluşturdukları gücün siyasi gündeme müdahalesi ile doğru orantılı olabilmektedir.

EMEKÇİ YIĞINLARDAKİ HOŞNUTSUZLUK GİDEREK EYLEME DÖNÜŞÜYOR

- Sendika bürokrasisinin işçi yığınlarının katılımını bilerek ve isteyerek engelledikleri kontrollü mitinglerle ayak sürüme çabalarına karşın büyük kentlerdeki işçi buluşmaları, yurt sathına yayılan basın açıklamaları,

- Yerellerde kimi fabrika ve hizmet birimlerinde ortaya çıkan grev ve direnişlerin sayısının artmaya başlaması,

- Orta ve küçük tarım üreticilerinde iktidara öfkenin öne çıktığı yaygın eylemler, kırsal alanda köylülerin çevreyi koruma eylemlerinin yaygınlaşması,

- CHP’nin tematik mitinglerine katılımların yüksekliği,

- Kadınların eşit hak; öğrencilerin barınma, bilimsel eğitim ve özgürlük talepleri etrafında yaygınlaşan tepkileri… işçi ve emekçi yığınlarındaki hoşnutsuzluğun eyleme dönüşmeye başladığının, hatta bu taleplerin birbirine çok yaklaştığının ve yer yer de iç içe geçmeye başladığının da ciddi göstergeleridir.

Bu gelişmelere, iktidarın “En kötüsü geride kaldı”, “biraz daha sabır” vaat ve öğütlerine karşın;

* Halkın boğazını sıkan hızlı yoksullaşma; lafta “düştü”, “düşüyor” denen enflasyonun sofradan bir parça daha çalmaya devam etmesi;  aralık ayında asgari ücrete, emeklilerin ücret ve maaşlarına yapılacak zammın beklenen enflasyona endekslenmek istenmesi,

* Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK)’nin yanı sıra memur ve memur emeklilerine yapılacak zammın “beklenen enflasyon”a bağlanmak isteneceği de eklendiğinde kamu emekçilerinin ve sendikalarının önemli bir bölümünün sahaya çıkması,

* 2025’in başlarında başlayacak olan kamu işçilerinin TİS görüşmelerinde ve özel sektörde kimi iş yerlerinde başlayacak TİS’lerde de “beklenen enflasyon” baskısının belirleyici olacağı,

* Sosyal güvenliğin ‘yeniden yapılandırılma’ adı altında özelleştirilmesi ve “esnek çalışma”nın da Meclis gündemine getirileceği dikkate alındığında; sonbahar ve kış aylarında sermaye ve emek cephesinin gündemlerinin cepheden karşı karşıya geleceğini söylemek hiç de abartı olmaz. Ki, hangi gündemin galebe çalacağını da bu karşı karşıya gelişteki güçler belirleyecektir.

Yani sermaye kendi gündemini dayatıp ülkeyi sömürü ve yağma için bugüne göre bile daha dikensiz bir gül bahçesine mi dönüştürecek? Yoksa emekçiler bu gidişata ‘dur’ diyerek kazanımlarını koruyup yeni talepleri için adımlar mı atacak? Sonraki yaşamımızın nasıl olacağını bu soruya verilecek yanıt belirleyecek.

                                                            /././

Gediz bitti!..-Özer Akdemir-

Manisa Turgutlu yakınlarında bulunan biyogaz enerji santralinin atıklarını Gediz Nehri’ne boşaltması nedeniyle nehirde ölen binlerce balıkla ilgili haberimizin ardından bölgeden ulaşan yeni görüntülerde birinci sınıf tarım topraklarının da atıklarla doldurulduğu görülüyor. Tarlalara boşaltılan tonlarca atıkla Gediz Nehri yan yana.

Yöreden yurttaşların paylaştığı yeni görüntülerde biyogaz tesisinin tarlaların üzerine tonlarca atık döktüğü, Gediz Nehri’nin kıyısında bulunan bu atıkların tarlayı simsiyah kapladığı görülüyor.

Turgutlu Çevre Derneği Başkanı Mahir Er tarafından Gediz Nehri ile İzmir / İstanbul otoyol kesim noktasından çekildiği belirtilen görüntülerde biyogaz tesisinden döküldüğü ileri sürülen atıkların tarlada adeta bir havuz gibi göllendiği görülüyor. Mahir Er videoda, tonlarca atığın yaklaşık 100 metre boyunca tarlayı kapladığı ve simsiyah rengi olduğunu söylüyor. Atıkların bir kısmının da Gediz Nehri’ne aktığı görülürken tarlaların üzerindeki atıklarla ölü balıkların olduğu nehir arasında 20 metre mesafe var.

MANZARA KORKUNÇTU!

Görüntülerle ilgili konuştuğumuz Turgutlu Çevre Derneği Başkanı Mahir Er, "Görüntüler korkunç!  Bu katliama dur diyecek bir devlet yetkilisi yok mu?" diye isyan etti.

Atıkların döküldüğü alanın İzzettin köyü ile Sinirli köyü arasında İzmir-İstanbul otobanı altında Sinirli Köprüsü’nün hemen yanında olduğunu belirten Er, şunları söyledi; "Böyle bir şey olamaz! Pervasızca tonlarca atık dökülmüş. Sadece Turgutlu biyogaz değil aynı gün Halilbeyli'deki biyogaz tesislerinin olduğu yere de gittim. Manzara burada da korkunçtu! Birinci sınıf tarım topraklarına tonlarca atığı döküyorlar. Biz oradayken bir kamyon atık döküldü. Şirketler kâr için bu hukuksuzluğu yapabilirler ama devlet nerede? Doğayı koruması gereken devlet ortada yok! Buradaki olan biteni bütün herkes biliyor. Ancak ses çıkarmıyor".

ARKALARINDAKİ GÜÇ KİM?

Herşeyin jandarmanın gözünün önünde olup bittiğini aktaran Er, "Ama adamlarda nasıl bir güç varsa artık hiç kimse bir şey yapamıyor.  Süleymancılar denilen tarikatın işin içinde olduğu söyleniyor." dedi. Yeni Asır gazetesindeki balık ölümlerinin susuzluk ve oksijen eksikliğinden kaynaklandığı, biyogaz tesisi ile ilgisinin olmadığı haberinin doğru olmadığını söyleyen Er, “Nehrin suyu simsiyah. Atıkların döküldüğü yer Gediz Nehri’ne sıfır. Balık ölümleri ile atığın döküldüğü tarla yan yana. Kesinlikle bu atıklar kirletmiş tarlaları ve Gediz'i” dedi.

ZEYREK: "EKİPLERİMİZ NUMUNE ALDI, SONUÇLARI PAYLAŞACAĞIZ"

Öte yandan Turgutlu ilçesine bağlı İzzettin köyü yakınlarındaki bulunan biyogaz enerji santralinden Gediz Nehri’ne boşaltıldığı ileri sürülen atıkların çaydaki bütün balıkları öldürdüğü ile ilgili haberimiz ve ölü balık görüntüleri yetkilileri harekete geçirdi. 26 Eylül tarihli Evrensel'de yayımlanan haberin ardından konuya ilişkin tweetimizi alıntılayan Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek belediye ekiplerinin harekete geçtiğini açıkladı. X hesabında yaptığı açıklamada Zeyrek; "Ekiplerimizi yönlendirdik, numuneleri aldık. Sonuçları kamuoyuyla paylaşacağız. Sorumluların gereken cezayı alması için konunun takipçisi olacağız. Suyumuza toprağımıza hiç kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğiz" dedi. 

"GEDİZ SİMSİYAH AKIYOR"

Manisa CHP Milletvekili Bekir Başevirgen de yaptığı açıklamada Gediz Nehri’nin Turgutlu Ovası’ndan simsiyah bir renkte aktığını belirterek, "Her yerde bütün canlılar ölmüş vaziyette. Eskiden Gediz'de hem tarlalar sulanıyordu hem de vatandaşlar suya girebiliyordu. Şimdi böyle bir şey söz konusu değil, kokudan dahi durulmuyor" diye konuştu. Gediz Nehri’nin artık bitme noktasına geldiğini ifade eden Başevirgen, "Göz bebeğimiz Gediz bitmiş durumda. Rengi siyaha dönen nehir balık ölümlerinin yanı sıra kaplumbağa gibi diğer canlıları da öldürüyor. Hatta ölü balıklarla beslenen kuşlar dahi etkileniyor. Kirlilik Gediz ile bağlantılı her bölgeyi etkiliyor, İzmir Körfezi’ne kadar yayılıyor. Bu sadece Gediz'in sorunu değil. Burada yetişen sebze, meyve Türkiye'nin her yerine gidiyor" dedi.

ÇEPEÇEVRE YAŞAM'DA BUGÜNLERE İŞARET EDİLMİŞTİ

26 Eylül 2024 tarihinde "Gediz Nehri’nde göz göre göre gelen felaket: Biyogaz tesisinden boşaltılan atıklar binlerce balığı öldürdü" başlığı ile yayımlanan haberde görüşlerine yer verdiğimiz Turgutlu Çevre Platformundan Vedat Özçömlekçi nehirdeki kirlilik ve balık ölümlerinden biyogaz enerji tesisini sorumlu tutmuştu. Biyogaz enerji tesisinin nehre atıklarını boşaltması ve yörede yarattığı kirlilikle ilgili  25 Ocak 2024 tarihinde yaptığımız Çepeçevre Yaşam programında bugün yaşanacak olan olaylara dikkat çektiklerini hatırlatan Özçömlekçi, “Biyogaz tesisi Gediz Havzası’nı zehirliyor’’ başlığı ile yapılan programda gelecekte olacaklar konusunda sizler sayesinde herkesi bilgilendirmiştik. Yine herkes kulağının üstüne yattı. Jandarma bilgilendirildi. Kimseden tık yok! Oysa herkes olacakları biliyordu” demişti. Özçömlekçi, nehre biyogaz tesisinden günde 1000 tonun üzerinde atık döküldüğünü ileri sürmüştü.

Kütahya'nın Gediz ilçesindeki Muratdağı ve Şaphane Dağlarından doğan Gediz Nehri, Manisa'nın Alaşehir, Salihli ve Turgutlu ilçelerinden geçip İzmir'in Foça ilçesi ile Çamaltı Tuzlası arasındaki bölgeden Ege Denizi'ne dökülüyor. Toplam 401 kilometre uzunluğu olan nehir, Ege bölgesinin can damarı olan su varlıklarından birisi idi.

                                                       /././

Hukukta zamanın geçmesi düzenlemeleri: Zaman aşımı ve hak düşürücü süre -Devrim Avcı-

SORU: Merhaba, ben 29.09.2017 tarihinde savunmamı vermiş olmama rağmen Kod 29 ile işten çıkarıldım. İş yerine ait nakdi bankaya yatırmakla mükellef olduğum (Normalde mağaza müdürünün görevi, iş tasvir garson görünüyor benim) o zamanın parası ile 2 bin 300 TL’yi düşürdüğümü, olayın sıcaklığı ile bildirmeme rağmen savunma sonrası 2 gün ücretsiz izin ve sonrasında çıkışım verildi. 30 güne yakın yıllık izin haklarım, son ayki maaşım hiçbir şekilde tarafıma ödenmedi. Düşürdüğüm tutar neredeyse bir maaşıma denk geliyordu. Geriye dönük maddi ve manevi tazminat davası açabilir miyim? Çünkü bu Kod 29 hâlâ karşıma çıkıyor ve her iş görüşmemde bunu izah etmek zorunda kalmaktayım. Teşekkürler.

CEVAP: Öncelikle ilginiz için teşekkür ederim. Zamanın geçmesi, hukukta haklar üzerinde de çeşitli etkiye sahiptir. Bunlar zaman aşımı, hak düşürücü süre gibi çeşitli adlar altında düzenlenmektedir. Hak düşürücü sürede, hakkın kullanımı açısından düzenlenen süre içerisinde söz konusu hak kullanılmadan zaman geçirilmiş ise bu durumda, hakkın özü de sona ermektedir. Hak düşürücü sürenin dolması ile birlikte sadece hakkın dava edilebilmesi hususu değil hakkın kendisi de ortadan kalkmaktadır. Örneğin, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle işçi dava açmaz ise bu sürenin geçirilmesi ile birlikte bu hak düşürücü bir süre olduğu için işe iade dava açma hakkı da ortadan kalkmaktadır.

Zaman aşımı ise, zaman aşımı süresinin dolması ile birlikte, sahip olunan hak sona ermemekte sadece borçlunun zaman aşımı süresinin dolduğunu öne sürmesi ile bu hakkın dava yolu ile talep edilebilirliği ortadan kalkmaktadır.

Genel olarak kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı sürece zaman aşımı süresi 10 yıl olarak uygulanmaktadır. Kanunda aksine düzenleme olarak İş Kanunu’ndaki 5 yıllık zaman aşımı süreleri verilebilir. Kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti talebi daha önce 10 yıllık zaman aşımı süresine tabii iken 2017 yılında yapılan değişiklik ile, iş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla hangi kanuna tabi olursa olsun yıllık izin ücreti, kıdem tazminatı, iş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat, kötü niyet tazminatı ve iş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminatlar 5 yıllık zaman aşımı süresine tabi kılınmıştır.

Zaman aşımı, hukukta def’i niteliğindedir ve dava açılması durumunda ön inceleme aşamasının sonuna kadar veya sözlü oturumda esasa girilmeden önce ilk duruşmada ileri sürülebilir. Hakim, hak düşürücü sürede kendiliğinden inceleme yapmasına rağmen zaman aşımı açısından ancak bir itiraz olması durumunda inceleme yapabilmektedir. Sizin sorunuzda belirtmiş olduğunuz maddi ve manevi tazminat davası açma açısından da zaman aşımı süresi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve herhalde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zaman aşımına uğrayacaktır. Ancak sizin açınızdan “öğrenme”nin üzerinden iki yıllık süre geçtiği için dava açmanız durumunda karşı tarafın zaman aşımı itirazı halinde davanız açısından zaman aşımı nedeni ile davanız hakkında ret kararı verilmesi söz konusu olabilecektir. Kaldı ki iş sözleşmeniz işveren tarafından haklı nedenle feshedilmiş olduğu ve kalan ücret alacağınız için dava açmamış olmanız bu açıdan aleyhinize de işleyebilir.

                                                     /././

Bu sadece bir İsrail savaşı değil -Fatih Polat-

Uzun bir süredir savaşların merkezinde olan Ortadoğu, son çeyrek yüzyıldır ise, ortaya çıkış gerekçeleri farklı olsa da, birbirine bağlanan çatışma ve savaşlarla çalkalanıyor.

Filistin’e yönelik soykırım boyutuna varan saldırılarını sürdüren İsrail, hedefini, bölgede kendisine yanıt veren tek güç olan Lübnan Hizbullahı’nı kapsayacak şekilde genişletti. İsrail’in Lübnan'ın başkenti Beyrut’un Dahiye bölgesindeki Hizbullah’ın ana karargahına 27 Eylül günü düzenlediği hava saldırısında Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah öldürülürken, İran devlet haber ajansı İRNA, İran Devrim Muhafızları Ordusundan Tuğgeneral Abbas Nilfuruşan'ın da Nasrallah'ın öldürüldüğü İsrail saldırılarında hayatını kaybettiğini açıkladı.

İsrail’in Hizbullah’a saldırısını, İran’a karşı bir yanıt olarak da okumak gerekir. Netanyahu, bunu zaten BM Genel Kurulundaki konuşmasında açıktan ifade etti. Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin, cumhurbaşkanı seçimini kazanan Mesud Pezeşkiyan'ın yemin törenine katılmak üzere bulunduğu İran’ın başkenti Tahran'da İsrail’in suikastı sonucu hayatını kaybetmesinin ardından, İran yönetimi İsrail’e en sert biçimde yanıt verileceğini açıklamıştı.

Ardından ağustos ayının ilk haftasında, bir özel uçakla gizlice Türkiye’den havalanıp İran’a giden bir ABD heyetinin, İranlı yetkililerle yaptığı görüşmede, “Netanyahu büyük bir bölgesel savaş istiyor. Netanyahu'nun oyununa gelmeyin” mesajı verdiği gündeme geldi. ABD heyeti bu görüşmede Netanyahu’nun “kontrolden çıktığını” belirtirken, “İran'ın saldırması durumunda İsrail'i savunacaklarını ancak büyük savaş istemediklerini” İranlı yetkililere ilettiler.

Sonrasındaki gelişmeler, bu haberi doğrular nitelikteydi. İran, İsrail’e kendi ülkesinden misilleme yapmanın maliyeti yerine, başta Hizbullah olmak üzere, destek verdiği örgütler üzerinden cephe açmayı tercih etti.

Bu politikanın Hizbullah’a maliyeti, genel sekreteri dahil olmak üzere, üst düzey yetkililerini kaybetmeye varacak kadar ağır olurken, İran’ın tavrı, deyim yerindeyse, topu taca atmak biçiminde oldu. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney, ülkesinde beş günlük yas ilan ederek, “Nasrallah'ın kanının yerde kalmayacağını” söyledi ve “Bölgenin kaderinin başta Hizbullah olmak üzere direniş güçleri tarafından belirleneceği” ifadelerini kullandı. Yani ateşi doğrudan kendi eliyle tutmama siyasetini sürdürmek olarak okunabilecek bir mesaj. Ve bu aşamada, Hamaney'in güvenli bir yere götürüldüğünü öğrendik.

Sürece, 23 yıl kadar geriye çekilerek bakalım. ABD; 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek 7 Ekim 2001’de Afganistan’a karşı savaş başlatırken, 20 Mart 2003’te de Irak işgalini başlattı. 10 yıl sonra geride büyük bir yıkım ve istikrarsızlık bırakan ABD, 2011 yılı sonunda Irak’tan çekilirken, elini bölgenin üzerinde tutmaya devam etti.

İran’ın Irak’taki etkisini kırmak amacıyla, 3 Ocak 2020’de ABD tarafından, Irak'ın başkenti Bağdat'ta havaalanına düzenlenen füze saldırısında İran Devrim Muhafızları Ordusuna bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve İran yanlısı Haşdi Şabi Örgütünün Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis öldürüldü.

Bu saldırının emrini veren dönemin ABD Başkanı Trump, “ABD'nin yıllardır Irak'a milyarlarca dolar harcadığını” belirterek, "İran, 15 yıl boyunca Irak'ta giderek daha fazla kontrolü ele aldı ve Iraklılar bundan mutlu değil. Bu durum asla iyi bitmeyecekti" ifadelerini kullandı. İran Dini Lideri Ali Hamaney ise “ABD saldırısının intikamının alınacağını” iddia ederken, ülkesinde 3 gün ulusal yas ilan etti.

Yani, ABD’li yetkililerin iddia ettiği gibi “Kontrol edemedikleri” bir İsrail değil, ABD’nin silah ve diplomatik desteğiyle, işgal ve suikastlar dahil olmak üzere onun yöntemini taklit ederek bölgenin ‘ABD’si olmaya çalışan bir İsrail var karşımızda.

İran yönetimi ise, Rusya’nın, Ukrayna ile savaşla meşgul olduğu için, cephe genişletip kendisine destek verebilecek durumda olmadığını da dikkate alarak, prestij kaybı maliyetiyle topu, domine ettiği, “Başta Hizbullah olmak üzere direniş güçlerine” atıyor.

Bu tablo içinde NATO üyesi hiçbir bölge ülkesinin İsrail’e diş göstermeyi göze alması beklenemez.

Tüm bu gerçeklik içinde, bazılarına ütopik bir retorik gibi gelse de, bölge ve dünya halklarından başka hiçbir güç caydırıcı bir varlık gösteremez.

                                                               /././

Nasrallah’ın öldürülmesinin direniş eksenine ve bölgesel gelişmelere etkisi -Yusuf Karadaş-

Ocak 2020’de Bağdat’ta ABD tarafından öldürülen İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani gibi direniş ekseninin sembol isimlerinden biri olan Lübnan Hizbullah’ı Lideri Hasan Nasrallah, İsrail’in Beyrut’taki Hizbullah karargahına yönelik bombardımanında öldürüldü. Ortadoğu’da ABD-İsrail karşısında merkezinde İran’ın yer aldığı güçlerin oluşturduğu direniş ekseni bakımından Lübnan Hizbullah’ı, İsrail’e karşı mücadelenin ön cephesinde yer alması nedeniyle özel bir konumda bulunuyor. 2000’de İsrail’in Lübnan’daki işgalini sona erdirmesinde ve 2006 Lübnan-İsrail savaşında İsrail’in yenilgiye uğratılmasında oynadığı rol, Lübnan Hizbullah’ı ve Lideri Nasrallah’ın bölgedeki prestiji ve rolünü önemli bir oranda artırmıştı.

Son dönemde Lübnan Hizbullah’ına üst üste darbeler vuran İsrail’in 85 ton bombanın kullanıldığı bir bombardımanın ardından Nasrallah’ı öldürerek direniş ekseni karşısında moral üstünlük sağladığı söylenebilir. Dolayısıyla şimdi en etkili isimlerinden Nasrallah’ın öldürülmesinin direniş ekseninin geleceği ve bölgesel savaş tehdidi bakımından sonuçlarının ne olacağı tartışılıyor.

Öncelikle Hizbullah’ın yediği darbelere rağmen Lübnan toplumu içinde hem askeri ve hem de siyasi gücünü korumasını sağlayacak ciddi dayanaklara sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Hizbullah önemli oranda İran tarafından finanse edilen askeri gücünün yanı sıra eğitim ve sağlıktan yoksullara yardıma kadar Lübnan içinde önemli bir sosyal örgütlenmeye ve dayanışma ağına sahip bulunuyor. Bununla birlikte Hizbullah’ın İsrail’in saldırılarına karşı Lübnan toplumunun birliğini savunma temelli bir politikayı benimsemesi, nüfusun üçte birini oluşturan Şiilerin yanı sıra Lübnan toplumunun diğer kesimleri tarafından da desteklenmesinin önünü açmıştı. 1982’de Lübnan İç Savaşı devam ederken İran yanlısı Şii güçler tarafından kurulan Hizbullah’ın başına 1992’de 32 yaşındayken geçen Nasrallah, bu politikanın mimarı olarak öne çıkıyordu.

Suriye savaşı, direniş ekseninin bölgesel gelişmeler karşısında aldığı pozisyonu ve Hizbullah’ın bu eksen içindeki rolünü görünür kılmıştı.

Erdoğan iktidarı, Katar ve S. Arabistan ile öncülüğüne soyunduğu ve ABD ile Fransa tarafından desteklenen Suriye savaşında Esad yönetimini 6 ayda devirmenin hesaplarını yapıyordu. Ancak bu hesabın boşa düşürülmesinde Lübnan Hizbullah’ı belirleyici bir rol oynadı. Erdoğan iktidarı ve Körfez ülkeleri tarafından desteklenen cihatçı gruplara karşı Suriye savaşına 2012’de katılan Hizbullah’ın mayıs 2013’te Lübnan sınırında stratejik bir konumda bulunan Kusayr’ı bu gruplardan geri alması, savaşın önemli dönemeçlerinden biri olmuştu. Devamında Hizbullah, Şam ve Halep başta birçok cephede Suriye rejim güçleri ile birlikte mücadeleye katılmıştı.

O dönem Suriye rejimini devirme hesaplarının boşa düşürülmesinde oynadığı rol nedeniyle Hizbullah’a tepki gösteren AKP iktidarının sözcülerinden Bekir Bozdağ, “Adlarını hizbulşeytan yapsınlar” açıklamasını yapmıştı. Ancak daha ilginç olanı aynı dönemde İsrail’in de Hizbullah’ın Suriye rejimini destekleyen kuvvetlerine karşı hava saldırıları düzenlemesiydi. Dolayısıyla Suriye savaşı, yapılan açıklamaların aksine Erdoğan iktidarının bugün neden İsrail’e karşı tutum almadığının görülmesi ve bu iki rejimin bölgesel pozisyonlarının anlaşılması bakımından oldukça açıklayıcı olmuştur. Bu nedenle Erdoğan Lübnan halkına “başsağlığı” dilerken Nasrallah’ın adını bile anmıyor ve iktidar destekçileri de Nasrallah’ın ölümünden duydukları sevinci gizlemiyorlar.

ABD ve AB’li emperyalistler de kendi bölgesel çıkarları önünde tehdit yarattığı için Hizbullah’ı “terör örgütü” ilan ederek İsrail’in saldırganlığını meşrulaştırmaya ve “İsrail’in kendini savunma hakkı” adı altında bu saldırı ve katliamları desteklemeye yönelik bir tutum izliyorlar.

Nasrallah’ın öldürülmesi sonrasında direniş ekseninin nasıl konumlanacağı ve bu saldırıya nasıl bir yanıt vereceği konusunda İran’ın tutumu belirleyici olacaktır. İran, Süleymani’nin öldürülmesi ve Şam Konsolosluğunun bombalanması örneklerinde olduğu gibi ABD ve İsrail’in kendi güçlerini hedef alan saldırılarını yanıtsız bırakmasa da bu yanıtları gerilim ve çatışmaları tırmandırmayacak ve bölgesel savaşın fitilini ateşlemeyecek bir noktada tutmaya çalışıyor. İran’ın ‘stratejik sabır’ olarak tanımlanan bu politikasının arka planında Suriye savaşıyla başlayan süreçte yapılan hesapların aksine (Direniş eksenini parçalamak), kendi bölgesel gücünü Suriye ve Irak’tan Lübnan ve Yemen’e kadar artırıcı bir sonuç doğurması gerçeği bulunuyor.

Bu süreç aynı zamanda İran’ı destekleyen Rusya’nın bölgedeki (özellikle Doğu Akdeniz) askeri gücünü ve Çin’in de siyasi manevra alanını da büyüttüğü bir süreç oldu. Bu nedenle bugün İran gibi güç ve dikkatini Ukrayna savaşına veren Rusya’nın ve ABD ile erken bir kapışmadan kaçınmaya çalışan Çin’in de çatışmaların bölgesel savaşı tetikleyecek bir noktaya tırmanmasını istemediklerini söyleyebiliriz.

Böylesi bir siyasi tabloda Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra düzenlediği füze saldırılarıyla İsrail’e karşı savaşma kapasitesini koruduğunu ortaya koyan Hizbullah ve yine zaman zaman balistik (uzun menzilli) füzelerle İsrail’e saldırı düzenleyen Yemen’deki Husiler gibi direniş ekseni içindeki güçler üzerinden İsrail’e karşı mücadelenin sürdürülmesi beklenir olandır. Ancak dünyanın en önemli enerji kaynaklarının bulunduğu ve emperyalistler arasında ticaret yolları (Kuşak-Yol ve İMEC) mücadelesinin sürdüğü bir coğrafyada gerilim ve çatışmaların kontrolden çıkması ve bölgesel bir savaş ihtimalini de hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekiyor.

ABD ve AB’li emperyalistlerin Filistin’de Hamas’ı ve Lübnan’da Hizbullah’ı öne sürerek saldırı ve katliamlara verdikleri destek ve Erdoğan iktidarı gibi bölgesel güçlerin lafın ötesinde bu güçlerin ekseninden çıkmaması, bölge halklarının İsrail saldırganlığına karşı barış ve özgürlük mücadelesinin bu güçleri de hedefe koymadan başarı şansı olmadığını ortaya koyuyor.

                                                            /././

Nasrallah suikastı ardından: İran bir yol ayrımında mı? -Yusuf Ertaş-

Hizbullah Lideri Nasrallah’ın ve çok sayıda Hizbullah komutanının katledilmesi Ortadoğu’da yeni bir döneme işaret ediyor. Arap basınında İran’ın bir yol ayrımında olduğu yorumları yapılıyor.

Beyrut ve güney banliyöleri dahil güney Lübnan’ın köy, kasaba ve şehirlerini hedef alan acımasız İsrail bombardımanı hız kesmeden devam ediyor. İşgal devleti aynı zamanda Gazze Şeridi’ne karşı imha savaşını da sürdürüyor ve bombalama ve yıkımın kapsamı; açlık, kuşatma ve yerinden edilme gibi savaş suçlarının her çeşidi ile her geçen saat genişliyor. Bu kapsamda İsrail’in Beyrut’ta bulunan Hizbullah’ın genel karargahına yönelik bir ton ağırlığında 80 adet bomba ile düzenlediği saldırıda Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın ve çok sayıda Hizbullah liderinin katledilmesi Ortadoğu’da yeni bir döneme işaret ediyor. Gözlemciler “İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü savaş düzeyinde ortaya çıkabilecek yansımalara ilişkin bir beklenti halinin hakim” olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca İran’ın bir yol ayrımında olduğu yorumları da yapılıyor.

NASRALLAH’IN YERİNİ KİM ALACAK?
Hasan Nasrallah’ın yerini kimin alacağı da merak konusu. Yorumcular Hizbullah içinde bu konuda bir acele olmadığına dikkat çekse de Arap basınında bu konu yoğun tartışılıyor. Şu ana kadar çıkan haber ve yorumlarda, Hizbullah çevrelerine göre Nasrallah’ın yerine geçmesi en muhtemel adayın Haşim Safieddin olduğuna işaret ediliyor. Haşim Safieddin’in Hizbullah’ın Yürütme Konseyi Başkanı ve Hasan Nasrallah’ın ardından Hizbullah’ın ikinci adamı olarak görülmesi ve yıllardır medya çevrelerinde Nasrallah’ın “gölgesi” olarak anılması bu ihtimali arttırıyor. Ancak aynı çevreler tarafından yine de sürprizlerin olabileceği ifade ediliyor.

İŞGAL ORDUSUNUN MEVZİLERİNE YÖNELİK SALDIRILAR DEVAM EDECEK
Hiç kuşkusuz Nasrallah’ın katledilmesi sonrası en çok merak edilen konulardan biri de bundan sonra Hizbullah’ın nasıl bir tutum alacağı konusu. Kimse Hizbullah’ın tutumunda köklü bir dönüşüm beklemiyor. Hizbullah, İsrail’e füze saldırılarını sürdürerek bunun işaretini verdi. Yayın organı Al Mayadin de Lübnan’dan fırlatılan bir roketin Kudüs’ün doğusundaki Ma’ale Adumim yerleşim birimine düşerek hasara ve paniğe yol açtığını bildirdi. Al Arabiya Al Cedid gazetesi, Hizbullah’taki çevrelerin, “Nasrallah’ın yerinin doldurmasının zor olduğunu, ancak direnişin onun düşüncesi, ilkeleri ve yürüyüşü temelinde devam edeceğini” söylediklerini aktardı. 

Aynı çevreler, “Her şey zamanı geldiğinde açıklanacak, ancak kesin olan şu ki Gazze’yi desteklemek ve Lübnan’ı ve halkını savunmak için işgal ordusunun mevzilerine karşı direniş operasyonları devam edecek, durmayacak ve direniş cephesi devam edecek” diyor. Öte yandan Al Mayadin, Hizbullah liderliğinin, Nasrallah’ın “en yüce ve en kutsal şehit” olduğunu vurgulayarak, Gazze ve Filistin’i desteklemek, Lübnan ve halkını savunmak için düşman İsrail’e karşı cihadını sürdürme sözü verdiğini aktardı.

Bu arada Nasrallah suikastının bölgede bir “Sünni-Şii” yakınlaşmasına vesile olacağı yorumları da var. Örneğin Mısır merkezli Al Ahbar’daki bir makalede, “Hasan Nasrallah’ın kanı Sünni-Şii yakınlaşması için bir kurban ve düşmanın tek ve aynı, yani siyonist düşman olduğunun bir teyidi olabilir” değerlendirmesi dikkat çekti.

İRAN NE YAPACAK?
Bu katliam karşısında İran’ın tepkisi merak konusu oldu. “Stratejik sabır” tutumunu sürdürerek bu katliamı sineye mi çekecek yoksa aktif bir saldırı politikasını mı benimseyecek? Kendi topraklarında katledilen Hamas Lideri İsmail Haniye için herhangi bir şey yapmaması da eleştirilere neden oldu.

Rai Al Youm Yazarı, Filistinli Gazeteci Abdulbari Atwan, İran’ın bugün “Teslim olmak ya da yıkıcı bir savaşla ve liderlerine yönelik suikastlarla yüzleşmek” gibi bir yol ayrımında olduğuna dikkat çekiyor. Atwan “Uzun soluk, stratejik sabır ve rasyonellik politikası angajman kurallarına, savaş hukukuna ve ahlaki değerlere saygı gösteren ülkelerde işe yarayabilir. Ancak Gazze’de, Lübnan’da ve hatta İran’da liderlerin, çocukların ve kadınların kanıyla lekelenmiş çizmeleriyle tüm bu kuralları çiğneyen İsrailli bir düşmanla bu ters etki yaratır” diyor.Atwan ayrıca Netanyahu’nun bir sonraki hedefinin “İran ve nükleer tesisleri” olacağı yorumu da yapıyor.

DİRENİŞ EKSENİNDEN İSRAİL’E KARŞI MÜCADELE ÇAĞRISI 
Al Mayadin, Filistin direnişi tarafından yapılan ortak açıklamada “Seyyid Nasrallah’ın kanı işgal için bir felaket ve Kudüs’e doğru parlayan bir ışık olacak” denildiğini aktardı. Haberde “Tüm alan ve cephelerdeki direniş grupları, şehitlerin ve liderlerin kanlarının intikamını almak, Filistin ve Lübnan halkları ile Arap ve İslam uluslarına karşı yürütülen soykırım savaşına karşı koymak için direnişi tırmandırma, siyonist varlığı ve çıkarlarını vurma ve hedef alma çağrısında bulundu” denildi. Filistin’in Kurtuluşu için Demokratik Cephe de yaptığı açıklamada “Mücadeledeki en önemli ortaklarından biri olan Büyük Lider Seyyid Hasan Nasrallah’ı kaybeden Filistin halkına ve Lübnan’ı dünya haritasında kendine özgü bir konuma getiren, özgürlüğüne, bağımsızlığına, egemenliğine ve ulusal onuruna düşkün ulusal bir liderini kaybeden Lübnan halkına en içten taziyelerini” ifade etti. Direniş ekseninin önemli bileşenlerinden biri olan Yemen Ensarullah (Husi) Lideri Abdulmalik Husi, “Lübnan ve Filistin’i hayal kırıklığına uğratmayacaklarını” söyleyerek, “Destek cepheleri ve İslam sancağı, siyonist düşmanın kibirlenmesine rağmen kalacak ve yükselecektir” dedi.
İRAN ŞEHİT HASAN NASRALLAH’IN İNTİKAMINI ALACAK MI? NE ZAMAN, NASIL VE NEREDE?
Abdulbari ATWAN-Rai Al Youm
Hasan Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından, aralarında Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı ve Lübnan Sorumlusu General Abbas Nilvoroshan’ın da bulunduğu İslami Direniş’in (Hizbullah) askeri liderlerinden çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği bu katliama İran devletinin nasıl karşılık vereceği sorusu gündeme geldi.

Bu soruya cevap vermeden önce, biz de dahil olmak üzere birçok analistin Lübnan, Irak, Yemen, Suriye ve işgal altındaki Filistin’de direniş silahlarına verdiği niteliksel destek nedeniyle Benyamin Netanyahu’nun bir sonraki ve “kronik” hedefinin İran ve nükleer tesisleri olacağına inandığını belirtmek gerekir. Bu destek, İsrail işgal devletinin güvenlik ve istikrarının bozulmasına ve Gazze Şeridi’ndeki büyük insani ve manevi kayıplara ve başta Hamas hareketinin ve diğer direniş gruplarının ortadan kaldırılması ve Gazze Şeridi’ndeki hakimiyetlerine son verilmesi, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve iki milyon insanın Gazze Şeridi’nden Sina Çölü’ne göç ettirilmesi gibi başlıca hedeflerine ulaşamamasıyla temsil edilen aşağılayıcı yenilgisine yol açmıştır.

Netanyahu’nun cuma günü BM Genel Kurulunda diplomatik heyetlerin büyük çoğunluğunun terk etmesinin ardından boş koltuklara yaptığı konuşmada İran’ın önemli bir yer tuttuğu açıktı. Daha da önemlisi Netanyahu her zamanki gibi iki harita salladı: Birincisi, iyi olarak nitelendirdiği ve normalleşen ülkeleri içeren yeşil bir harita. İkincisi ise direniş ülkeleri için bir kötülük haritası olduğunu söylediği siyah bir harita. İran bu haritada geniş yer kaplıyor. “Terörizme” yani direnişin kollarına destek verdiği için İran’ı cezalandıracağı yönündeki tehditlerini yineledi, İran’ın her noktasına ulaşabileceğini söyleyerek, İran’ı işgal etme tehdidinde bulundu.
Bizim değerlendirmemize göre Netanyahu, imha savaşını Gazze’den Lübnan’a taşıyarak ve füze ve bombardıman saldırılarını yoğunlaştırarak İran liderliğini, Lübnan’daki vurucu kolunu (Hizbullah) ve halk desteğini terörize etmek ve İran’ı iki seçenekle karşı karşıya bırakmak istedi: Teslim olmak ya da yıkıcı bir savaşla ve liderlerine yönelik suikastlarla yüzleşmek.

Suikast ve İsrail’in doğrudan ya da dolaylı tehditlerine İran’ın en güçlü yanıtı bugün (cumartesi) öğleden sonra Dini Lider Ali Hamaney’den geldi. “Hizbullah’ın güçlü yapısına ciddi bir darbe indiremeyecek kadar küçük” dedi. “Bölgenin kaderini Hizbullah’ın başını çektiği direniş güçleri belirleyecek” diye ekleyerek “Bölgedeki tüm direniş güçlerinin Hizbullah’ın yanında olduğunu ve onu desteklediğini” vurguladı. “Lübnan halkının ve asil Hizbullah’ın yanında durmak ve gaspçı ve şeytani varlığa karşı koymalarına yardımcı olmak tüm Müslümanların görevidir” diyerek açıklamasını sonlandırdı.

İran’ın en üst düzey karar vericisinden gelen bu tehdidin güçlü ve etkili olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte, kimileri geçmiş yıllarda bu tür tehditleri çok duyduğunu iddia edebilir. Özellikle şehit İsmail Haniye’nin İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın göreve başlama törenine katılırken Tahran’ın göbeğinde öldürülmesinin ardından bu sözler lafta kaldı ve pratikte uygulanmadı.

Sonuç olarak diyoruz ki İranlı yetkililerin İsrail’in gerek Lübnan’da gerekse Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği katliamlara ve imha savaşına doğrudan direnişin silahlarıyla karşılık vermekten kaçınması İslami kamuoyu nezdindeki prestijini, imajını ve inandırıcılığını sarstığı gibi Seyyid Nasrallah’a yönelik İsrail suikastının intikamını almak için güçlü bir karşılık vermemesi de direniş ekseninin lideri olarak prestijini kaybetmesine neden olabilir. İsmail Haniye’ye düzenlenen suikast ile Veliyyül Fakih’e inanan ve şehit komutanlarının çoğu askeri kanadının ilk sıralarında yer alan Hasan Nasrallah’a düzenlenen suikast arasında büyük bir fark vardır.

Kimse İran’ın İsrail ya da Amerika ile savaşa girmesini istemiyor. Ancak İsrail’in İran’ın gerek doğrudan kendi sınırları içinde gerekse Lübnan, Yemen ve Irak’ta dolaylı olarak kendisini hedef alan saldırı ve suikastlara doğrudan karşılık vermemesinden yararlanarak daha fazla katliam ve saldırılar gerçekleştirdiği ve belki de İran’ın derinliklerinde gelecekte hava saldırıları düzenlemeye teşvik ettiği açıkça ortaya çıkmıştır.

Uzun soluk, stratejik sabır ve rasyonellik politikası angajman kurallarına, savaş hukukuna ve ahlaki değerlere saygı gösteren ülkelerde işe yarayabilir. Ancak Gazze’de, Lübnan’da ve hatta İran’da liderlerin, çocukların ve kadınların kanıyla lekelenmiş çizmeleriyle tüm bu kuralları çiğneyen İsrailli bir düşmanla bu ters etki yaratır.

HASSAN NASRALLAH’IN KANI
Abdul Muhsin SALAMA - Al Ahram/Mısır
Lübnanlı Lider Hasan Nasrallah’ın öldürülmesine tamamen karşı çıkılırken ve bunu siyonist düşmanın Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’da işlediği suçlar dizisinde yeni bir İsrail savaş suçu olarak görürken, Hasan Nasrallah’ın kanı Sünni-Şii yakınlaşması için bir kurban ve düşmanın tek ve aynı, yani siyonist düşman olduğunun bir teyidi olabilir.

Tüm Araplar için ilk ve son düşman olan, Sünni ve Şii arasında ayrım yapmayan, Gazze’deki ya da Batı Şeria’daki bir Filistinli ya da Lübnanlı bir Şii ya da Sünni arasında ayrım yapmayan siyonist düşman dışında bir düşman yoktur.
Lübnan Sağlık Bakanı, Kahire haber kanalında canlı olarak yayımlanan basın toplantısında İsrail saldırıları sonucunda 104’ü çocuk ve 194’ü kadın olmak üzere 1640 Lübnanlının şehit olduğunu ve şu ana kadar 8 bin 408 Lübnanlının da yaralandığını açıkladı.

İsrail, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’daki konutları ve tesisleri hedef almak için 2 bin kiloluk ABD yapımı bombalar kullanıyor, binaları ve tesisleri tamamen tahrip ediyor ve yerin 20 metreden fazla derinliğine iniyor ki bu bombaların yerleşim alanları içinde kullanılması yasak.

İsrail düşman ordusu tarafından açıklandığı üzere, Lübnan Lideri Hasan Nasrallah, ABD yapımı İsrail F-35 savaş uçaklarının tonlarca patlayıcı ağırlığında yaklaşık 85 tahkimat delici bomba atmasıyla öldürüldü.

Bu bombalar en büyük Mark 84 bombalarıdır ve Gazze’de Filistinli sivillere yönelik en kötü saldırılardan sorumludur. ABD İsrail’e bu tür bombaları vermeyi kısa bir süreliğine durdurmuş, ancak daha sonra yeniden vermeye başlayınca ABD Senatörü Bernie Sanders bunu kınayarak şunları söylemişti: “ABD bir gün İsrail’den sivilleri bombalamayı durdurmasını talep edip ertesi gün tüm şehir bloklarını yerle bir edebilecek 2 bin kiloluk binlerce bomba daha gönderemez, bu çok çirkindir.”
İsrail, ABD’nin tam desteğiyle Gazze’de yaptıklarından tatmin olmadı ve şimdi aynı trajediyi Lübnan’da tekrarlayarak okyanustan Körfez’e kadar Arap olan her şeyin İsrail’den başka düşmanı olmadığını teyit ediyor.

SEYYİD NASRALLAH’IN SUİKASTI SONRASI BEKLENTİ
En Naşra/Lübnan
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından, İsrail tarafından sürdürülen hava saldırıları ve Hizbullah tarafından devam ettirilen saldırılar kapsamında, özellikle İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü savaş düzeyinde ortaya çıkabilecek yansımalara ilişkin bir beklenti hali hakim. Bu bağlamda ordu komutanlığı vatandaşlara “ulusal birliği korumaları ve düşman İsrail’in yıkıcı planlarını uygulamak ve Lübnanlılar arasında ayrılık tohumları ekmek için çalıştığı ülkemizin tarihinin bu tehlikeli ve hassas aşamasında iç barışa zarar verebilecek eylemlere sürüklenmemeleri” çağrısında bulundu.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, “Sayın Nasrallah’ın şehadeti cevapsız kalmayacak, Hizbullah’ın gücünü arttıracak ve direnişi sarsmayacaktır” dedi. ABD Başkanı Joe Biden, İsrail’in Lübnan’a yönelik yoğun bombardımanının ardından ateşkes çağrısında bulundu. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, “Düşmanlarımızı vurmaya devam etmeye kararlıyız ve önümüzdeki günlerde önümüzde birçok zorluk var” dedi.

DEVAM 
İbrahim EMİN - Al Ahbar/Lübnan
Direniş’in şu anda karşı karşıya olduğu, bazıları örgütsel, bazıları operasyonel ve bazıları da stratejik olan ve işgal varlığının kuruluşundan bu yana direniş hareketlerinin baş tacını temsil eden bu hareketin imajını ilgilendiren eşi benzeri görülmemiş zorluklar var. Sayın Hasan’a eşlik edenler, onunla aynı fikirde olanlar, ona ve seçimlerine güvenenler bilmelidir ki düşmanın başlattığı savaş kolay kolay durmayacaktır. Düşman ancak etkili bir direnişle daha fazla katliam yapmaktan caydırılacaktır. Tüm bunların yanı sıra Lübnan’da, bölgede ve dünyada büyük ustanın yoldaşları artık tek bir slogan yükseltebiliyor: Devam!
                                                   
(Evrensel)


                                 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder