1 Ekim 2024 Salı

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -1 Ekim 2024-

Madem İsrail'in hedefi Türkiye, derhal Türkiye'den İsrail'e giden Azeri petrolünü kesin! -Yalçın Çuğ-

AKP'li TBMM Başkanı Kurtulmuş, İsrail saldırganlığının nihai hedefinin Türkiye olduğunu söyledi. Madem öyle, o zaman Anadolu topraklarından geçerek İsrail'e giden Azeri petrolünü kesin.

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları 7 Ekim 2023'ten beri devam ederken, Orta Doğu'daki saldırganlığını hızlandıran İsrail ordusu Gazze'nin yanı sıra Lübnan, Suriye ve Yemen'e de saldırılar gerçekleştiriyor.

AKP’li Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş ise “İsrail saldırganlığının nihai hedefi Türkiye” açıklamasında bulunuyor ve bunu bilmek için saf olmamanın yeterli olacağını söylüyor.

Bu açıklamaların bir yönü, AKP'nin ikiyüzlülüğünü gizlemek. 7 Ekim'den sonra aylarca, tepkilere boyun eğene kadar İsrail'le ticareti sürdürenler, Hizbullah'ın canını ortaya koyan mücadelesi karşısında meşruiyetlerini sağlamak için konuyu Türkiye'ye çekmeye çalışıyor.

Ama, madem Türkiye'nin yasama organının başındaki isim, her yerde savaş çıkaran İsrail'in hedefinde Türkiye'nin olduğunu söylüyor...

Acilen yapılması gereken şey belli: TBMM toplanmalı, Anadolu topraklarından geçerek İsrail’in ölüm araçlarının depolarına giren Azeri petrolünü kesmeli.

'İsrail'in nihai hedeflerinden birisinin Türkiye olduğu aşikar'

AKP’li TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, dün Meclis Tören Salonu'nda düzenlenen 28. Dönem 1. ve 2. Yasama Yılı Değerlendirme Toplantısı'nın ardından açıklamalarda bulundu. Kurtulmuş’un gündemlerinden biri de İsrail’in Ortadoğu’daki saldırganlığı oldu.

“İsrail'in bu saldırgan politikasının iyi anlaşılması lazım" diyen Kurtulmuş, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail saldırısında öldürülmesinin ardından ABD’nin aldığı tutumu eleştirerek “Neredeyse 'Teşvik ediyoruz, onaylıyoruz' manasına gelen sözler söylüyorlar” dedi.

Kurtulmuş, konuşmasına, “İsrail, hazır bölge ülkelerini bu kadar dağılmış vaziyette bulmuşken, kendi içlerinde problemleri çözemez inisiyatifsiz bir hale gelmişken ve ABD ile Batı bu coğrafyaya fiziki varlığıyla abanmışken 'Ben de son adımı atayım yani Nil'den Fırat'a kadar büyük İsrail'i kurayım' diyor” ifadeleriyle devam etti.

İsrail’in derdinin Filistin olmadığını söyleyen Kurtuluş, nihai hedefin “vadedilmiş topraklar” içerisinde yer alan Türkiye olduğunu savundu:

"Gazze meselesinin ilk gününden itibaren söylediğimiz şudur; sanılmasın ki İsrail'in derdi Gazze'dir, Filistin'dir. İsrail Gazze'deki katliamları kadar aynı şeyi Batı Şeria'da da yapıyor. Ama İsrail'in hemen Lübnan'a saldırmaya başlaması, ardından Suriye'yi hedef aldığını ortaya koyması, Nil'den Fırat'a kadar vadedilmiş toprakların nihai hedeflerinden birisinin Türkiye olduğu aşikardır. Bunu bilmek için saf olmamak yeterlidir."

Düne kadar saftınız da gözünüz yeni mi açıldı?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, “İsrail saldırganlığının nihai hedefi Türkiye” açıklamasında bulunuyor ve bunu bilmek için saf olmamanın yeterli olacağını söylüyor.

Bizlere de “Peki, sizin iktidarınız düne kadar saftı da bugün mü gözü açıldı” sorusunu sormak düşüyor.

7 Ekim 2023'ten beri saldırı altında olan Filistin'e yönelik destek söylem düzeyinde kalırken, "stratejik ortak" İsrail'le olan ticaret aylarca hız kesmeden devam etti. AKP bir yandan mitinglerle, gıyâbî cenaze namazlarıyla şovu sürdürdü, bir yandan İsrail’le rekor seviyelere ulaşan ticaretle patronların servetlerine servet kattı.

Hatta kamuoyunda Gazze'de soykırıma devam eden İsrail ile "ticareti durdurun" talebi yükselirken, AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekci açıkça "katliam ayrı, ticaret ayrı" şeklinde savunma yaptı.

Tepkileri çeşitli yalanlarla inkar eden AKP iktidarı, Gazze'deki can kaybı 33 bini, yaralı sayısı ise 75 bini aştıktan sonra geri adım attı. İsrail'le ticaret önce 9 Nisan'da kısıtlandı, ardından 2 Mayıs'ta tamamen durduruldu. Ancak 2 Mayıs'tan itibaren Filistin'e ihracatın katlanması ve üç aylık artışın yüzde 1275'e ulaşması da dikkat çekti.

Daha birkaç hafta önce ABD’nin İsrail’i korumak üzere bölgeye gönderdiği gemilerden biri olan USS Wasp adlı amfibi hücum gemisi 5 gün boyunca İzmir Limanı'na demirledi. İktidardan da “Gazzeli din kardeşlerimiz” edebiyatı yapan gericilerden de herhangi bir ses çıkmadı.

Madem öyle Azeri petrolünü kesin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, “İsrail saldırganlığının nihai hedefi Türkiye” açıklamasında bulunuyor ve bunu bilmek için saf olmamanın yeterli olacağını söylüyor.

Bizlere de “Madem İsrail’in hedefinde Türkiye var, Anadolu topraklarından geçerek İsrail’in ölüm araçlarının depolarına giren Azeri petrolünü kesin” demek düşüyor.

2006 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı, Azerbaycan’dan gelen petrolü önce Gürcistan’dan ardından Türkiye’den geçirerek Adana Ceyhan’daki deniz terminaline ulaştırıyor. Petrol buradan dünya pazarına aktarılıyor. 1768 kilometre uzunluğundaki hattın 1066 kilometresi ise Türkiye’den geçiyor.

Hattın ortakları paylarının büyüklüğüne göre sırasıyla BP, SOCAR, MOL, Equinor, Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı, Eni, TotalEnergies, ITOCHU, INPEX, ExxonMobil ve ONGCVidesh.

21 Ekim 2023’den 12 Temmuz 2024’e kadar İsrail'e yapılan 65 petrol ve yakıt sevkiyatını inceleyen Oil Change International isimli oluşumun raporuna göre Azerbaycan yüzde 28 ile İsrail’e ham petrol ihracatında zirvede yer alıyor. Azerbaycan’ı yüzde 22 takip eden Kazakistan da BTC Boru Hattı’nı kullanan ülkeler arasında bulunuyor.

Öte yandan Azerbaycan’ın İsrail'e sadece 2024'ün ilk üç ayında yaklaşık 1 milyon 21 bin 917 ton ham petrol ve ham petrol ürünleri ihraç ettiği biliniyor.

Bu da mı bizim inisiyatifimizde değil?

Petrol akışını kesmeye dair gündem İsrail ile ticareti durdurma kararının ardından gündeme gelmişti.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ise “Buradaki petrolün sahibi Türkiye Cumhuriyeti değil ve dolayısıyla bizim buradaki görevimiz bu petrolü sağlıklı bir şekilde yaklaşık bin kilometrenin üzerindeki petrol boru hattıyla Ceyhan'a taşımak ve oradan yüklenmesini temin etmek, gemilerin hangi destinasyonlarına gittiği doğrusu bizim inisiyatifimizde, bizim tasarrufumuzda olan bir konu değil” demişti.

Akışın kesilmemesine gerekçe olarak petrolün Azerbaycan’a ait olması, Türkiye’nin “sadece” lojistik destek sağlaması, kararın alınması halinde piyasanın Türkiye’ye yönelik güvenin sarsılacak olması ve uygulanabilecek yaptırımlar gösteriliyor.

Oysa Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, “İsrail saldırganlığının nihai hedefi Türkiye” açıklamasında bulunuyor ve bunu bilmek için saf olmamanın yeterli olacağını söylüyor.

Bizlere de “Türkiye’den taşınarak İsrail’e giden petrolün, ülkemizin topraklarından geçmemesine yönelik karar almak da mı bizim inisiyatifimizde değil” sorusunu sormak düşüyor.                                                    /././

İsrail’in son dönemdeki en gözde 6 yalanı -Ogün Eratalay-

Son dönemde “pager” saldırılarından, İsrail ordusunun yenilmezliğine kadar ülkemizde de alıcısı çıkmaya çıkan medyadaki yalanları deşifre ediyoruz.

Emperyalizmin ve NATO’nun desteğini alan İsrail, Gazze’nin ardından Lübnan’da insanlık suçu işlemeye, katliam yapmaya devam ediyor. Dünyada ve ülkemizde bu saldırılar pek çok farklı açıdan yorumlara, analizlere konu oluyor. Bunlardan en dikkat çekici olanı ise ülkemizde de başını utangaçca kaldıran liberal analizler. Bu değerlendirmelerde uluslararası alandaki güç dengeleri kabalaştırılıyor, toplumsal ölçekteki çelişkiler görmezden geliniyor, kolaycı çıkarımlar pahasına kestirimler yapılıyor. Bunun da ötesinde sınıfsal çelişkiler görmezden gelinip, İsrail saldırganlığı mazur görülüyor. Bu yazıyla başımıza kakılan bu liberal yalanları ifşa etmeye çalışacağız.

Yalan-1: Lübnan pager saldırısı siber bir saldırıydı

Bu analiz teknik bir bilgisizlikten ileri gelmiyor. Özellikle korku salmak, karşıda tarif edilemeyen ve hiçbir şekilde engellenemeyecek bir hasım olduğu hissi özellikle pompalanıyor. Burada anahtar kelime “siber”. Çok yüksek teknoloji ürünü, ne yapılırsa yapılsın önü alınamayacak anlamı çıkarılmaya çalışılıyor. Oysa yapılanın güçlü bir istihbarat faaliyeti ardından ancak emperyalizmin onayı ve desteğiyle devlet ölçeğinde yapılabilecek bir organizasyon olduğu ortaya çıkmış durumda. Burada teknik ayrıntılar, üretimin yapıldığı ülke, paravan şirket vb. önemli değildir. Emperyalizmin açık ve doğrudan desteğini alan İsrail istihbaratı uzaktan kumanda edebileceği patlayıcılar koyduğu cihazların satın alınmasını (pek muhtemel kendi hesabına çalışan ajanlar eliyle) sağlamış ve sonrasında saldırı gerçekleştirilmiştir. Ortada “siber” bir durum yoktur.

Yalan-2: İsrail’in böylesi bir saldırısı terör saldırısı değil operasyondur

Aslında bu yorum, sınıfsal analiz yapılmamasından ileri gelmektedir. İsrail’in ilan edilmemiş bir savaş kapsamında çeşitli iletişim araçlarını patlatması adlı adınca devlet terörüdür. Ancak eğer yaşananları medeniyetler savaşı veya Batılı İsrail ile çağdışı Araplar arasındaki mücadele olarak okursanız bu tarz analizlere kapı açılabilmektedir. İsrail anında Ortadoğu bataklığında bir medeniyet beşiği, Araplar da o coğrafyanın pislikleri halini almaktadır. Dolayısıyla asker-sivil-kadın-çocuk demeden adeta kitlesel bubi tuzaklarıyla insanları öldürmek ve ağır yaralamak derhal teröre karşı operasyon olabilmekte, haklılığı asla sorgulanmamaktadır.

Yalan-3: 7 Ekim 2023 terör saldırısıydı

Aynı bakış açısının bir başka yalanı da budur. 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas önderliğinde tüm Filistin direniş örgütlerinin ortak olarak katıldığı saldırı bu bakış açısına göre medeniyete karşı bir saldırı, bir vahşettir. Bu bakış açısı, Filistinlilerin kendilerine yakıştığı gibi çağdışı ilkel Orta Çağ koşullarında yaşamasını layık görmekte, yıllar boyunca istisnasız her gün süren sivil-faşist yerleşimci terörünü, İsrail içinde çalışmak zorunda yoksul Filistinlilerin gündelik hayatlarında maruz bırakıldığı toplama kampı hayatını bilmemekte, hatırlamak dahi istememektedir. Onlara göre, canları istediği gibi komşu Filistinli ailelerin kapısına bir gece vakti dayanan silahlı milislerin başlattığı katliamlar, Filistin topraklarındaki sayısız askeri kontrol noktasında her gün yaşanan insanlık dışı muameleler ve cinayetler aslında hiç olmamaktadır! Bunlar unutulduğunda ise bir halkın onu boyun eğdirmeye çalışan işgalciye karşı giriştiği silahlı ayaklanma da “terör saldırısı” olmaktadır. Ayrıca Batı medyasında anlatılanın aksine saldırıların asıl ekseni askeri karakollar ve komuta merkezleriydi. Buralarda yaşanan ağır çarpışmaların ardından çok sayıda İsrail askeri tesisi düşmüş, azımsanmayacak seviyede İsrail subayı esir edilmiştir.

Yalan-4: Adamlarda öyle bir teknoloji var ki, hepimiz tehlike altındayız

Hem doğru hem yalan. Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi ortada başarılmış bir “siber” saldırı yok ancak bu böylesi bir saldırının olmayacağı anlamına gelmiyor. Özellikle ülkemizde devletin kamu güvenliği için elzem basit bir veri tabanı olan e-devlet kişisel verilerini koruyamadığı düşünülürse. Burada önemli olan egemen olduğunu ilan eden bir ülkenin teknolojik altyapısında dışarıya (yani emperyalizme) bağımlı olması gerçeğidir. Kullandığınız yazılım, güvenlik protokolleri, veri tabanları yabancı şirketler eliyle üretilmiş olunca buradaki güvenlik açıkları veya sızıntılar engellenebilir olmaktan uzaktır. Dolayısıyla egemen bir ülkenin iletişim, veri paylaşımı ve kamusal bilgilerin güvenliği için mutlaka ulusal bir teknoloji geliştirmek, bunu gelişen tehditlere karşı sürekli güncel tutmak sorumluluğu vardır. Böylesi bir ulusal teknolojik altyapının olduğu ortamda emperyalizm eliyle benzer saldırı girişimleri kolaylıkla boşa düşürülebilir. Ancak bunun için emperyalizmle bağını kesebilen bir iktidar ön şarttır.

Yalan-5: Özel savunma şirketleri 'vatansever'dir ve kamusal çıkarı düşünür

Buradan güncel başka bir alana geçiyoruz. Aynı liberal bakış açısı özel silah şirketlerine güzelleme düzmekte, kapitalizmin onlara izin verdiği sınırları asla geçmeyecek şekilde gezmektedir. Bu bakış açısına göre damat Baykarların Azerbaycan’da İsrailli silah şirketiyle bir silah fuarına ortak sponsor olmasında hiçbir terslik yoktur! Oysa iddia edildiği gibi kapitalist patronlar için önemli olan vatan savunması falan değil, kârdır. Bu durum insanlık tarihinde sayısız örneklerle kanıtlanmıştır. Kendi çıkarları için toplumları ateşe atan şirket isimlerini alt alta yazmaya kalkışmayacağız, sadece her yıl açıklanan dünyadaki en çok kâr eden 100 silah şirketi listesine, bu listedeki Türk şirketlerine bakmak yeterli olacaktır.

Yalan-6: İsrail pek çok cephede aynı anda savaşabilecek kabiliyete sahiptir

Liberalizmin düşüncemizi ve refleksimizi teslim almaya yönelik bir diğer hamlesi de İsrail’in “yenilmez” olduğu tezidir. Askerî anlamda bunun böyle olmadığını 7 Ekim günü yaşanan hezimetle ifade etmeye çalıştık. Ancak bunun da ötesinde olan bitenin İsrail ile alakalı olmadığını açık bir biçimde ifade ettiğimizde göreceğiz. 7 Ekim gününden bu yana İsrail durmadan her gün Gazze’ye ölüm yağdırdı, işgal harekâtı düzenledi, sınır dışı saldırılar yaptı, şimdi de Lübnan cephesini açıyor. Bütün bunların emperyalizmin ve NATO’nun doğrudan ve gayretli desteği olmadan asla olamayacağını söylemek durumundayız. ABD ve Avrupa’daki emperyalist merkezlerin maddi fon ve kredi yardımı, her anlamda askeri desteği, istihbarat paylaşımı, mühimmat-teçhizat yardımı, sonu kesilmeyen nakliye-lojistik destek uçuşları, kesintisiz jet yakıtı desteği vb olmasaydı bırakın savaşın bir gün daha sürmesini bugün İsrail’de çökmüş ve iflasını isteyen bir ekonomiden bahsediyor olurduk. İsrail, emperyalizm eliyle her alanda desteklenmekte ve daha da ileri gitmesi için yüreklendirilmektedir. Tersinden okursak, İsrail’in bölge halklarına kusturduğu kanın durması için emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin ifşa edilmesi ve geriletilmesi elzemdir.                                                       /././

DEM Parti'nin Nasrallah açıklaması: İki kanat da partiden memnuniyetsiz -Özkan Öztaş-

DEM'in Nasrallah açıklaması, hareketteki derin görüş ayrılıklarını yine ortaya koydu. Bir taraf daha Kürtçü bir çizgi istiyor, partiyi "solcu" buluyor. Diğer kanada göre durum tam tersi.

İsrail'in yürüttüğü savaş, önemli siyasi kırılmalar yarattı. İslamcılar, AKP iktidarının ikiyüzlü pasifliğinin üstünü örtemiyor. Kemalistler arasında ABD'cilik ve İsrail'cilik iyice görünür hale geldi.

Tartışmadan, halihazırda kendi içinde farklı eğilimlerin çatışmasına sahne olan Kürt hareketi de nasibini aldı.

İsrail'in işgal ve zulmüne direnen Filistin ve şimdi Lübnan halklarıyla dayanışmak gerektiğini söyleyenlerle, her şeyin yalnızca "Kürtlere fayda" terazisinde tartılması gerektiği fikriyle gizli veya açık İsrail destekçiliği yapanlar arasındaki itiş kakış, DEM Parti'nin Nasrallah açıklamasıyla su yüzüne çıktı.

Nasrallah'ın İsrail tarafından öldürülmesinin ardından, 28 Eylül günü DEM Parti tarafından yapılan ve eşbaşkanlar Tuncer Bakırhan ile Tülay Hatimoğulları'nın imzasını taşıyan açıklamada "Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Beyrut’ta İsrail saldırısı sonucu öldürülmesini kınıyoruz." denilmiş ve uluslararası güçlerin İsrail'in saldırganlığına karşı sorumluluk alması gerektiği ifade edilmişti. 

Aslında açıklama epey dikkatli bir dille yazılmış, Hizbullah ve Nasrallah için "direnen güçler" denilmemiş, soğuk ifadeler kullanılmıştı.

Buna rağmen açıklamanın ardından Kürt siyasetinden ve parti tabanından tepkiler yükseldi.

Kimi örneklerde İsrail'in kınanması, kimi örneklerde de Nasrallah için yapılan açıklama eleştirildi. İsrail'le dost olunması gerektiğini vurgulayan ifadelerin yanı sıra Nasrallah'ın Kürt düşmanı olduğuna dair ifadeler de yapılan yorumlar arasında yer aldı. 

Partide kendini solda gören kimi isimler, açıklamayı zayıf bulduklarını, "Sünni basınca karşı yetersiz bir açıklama" yorumuyla aktardı. Fakat yapılan yorum ve açıklamalara bakılacak olursa, Nasrallah açıklamasını yapan DEM Parti'nin merkezi dışında Lübnan'da ve Gazze'deki İsrail'in soykırımcı saldırılara parti tabanında karşı duranların pek sesleri çıkmıyor gibi görünüyor. 

Sorun ne yetersiz açıklama ne de mezhepsel bir basıncın sonucu olarak değerlendirilebilir. DEM Parti'de vücut bulan, Kürt ulusal hareketinin yıllara yayılan sol-sosyalist siyasetten kopuk, dinsel referanslarla üretilen ve ulusal siyaset açısından Barzani çizgisinin basıncını göğüsleyemeyen politikaları, hareketin içindeki fay hatlarını besleyen sebepler arasında yer alıyor.

'Parti tabanını temsil etmiyor'

Sosyal medyadan yapılan açıklamalara gelen yorumlar için "Ya bu ortamdakiler partiyi temsil etmiyor, ya yönetim tabanı temsil etmiyor" diyen Ayşe Hür, sosyal medya paylaşımında DEM Parti'nin açıklamasıyla parti tabanı arasındaki radikal açıya dikkat çekti.

Hür, paylaşımında "Yorumların neredeyse tümünü okudum. Hangi tutum doğru, hangisi yanlış tartışmasına girmeden söylüyorum: Parti yönetimi ile sosyal medyaya giren tabanı arasındaki makas inanılmaz derecede açılmış. Ya bu ortamdakiler partiyi temsil etmiyor, ya yönetim tabanı temsil etmiyor. Üzücü." ifadelerine yer verdi.

'DEM Parti zehirli ve ağır hasta bir partidir'

DEM Parti'nin İsrail'i kınadığı açıklamaya sadece parti tabanından değil, aynı zamanda Kürt siyaseti içinde farklı çizgi ve görüşlerde olan yazar, gazeteci ve siyasetçilerden de tepkiler geldi. 

Nasrallah'ın öldürülmesini kınayan açıklamaya tepki verenlerden birisi, yazar Azad Penaber'di. Penaber sosyal medyada hesabından yaptığı açıklamada "Yapılan açıklamanın altında şu ana kadar, çoğu partili 1500 kişi yorum yazmış, 300'den fazla yorum okudum ve bu açıklamayı savunan 1 kişi bile yok! Dünyanın hiç bir yerinde kendi tabanıyla bu kadar zıt siyaset yapan bir parti yoktur" ifadelerine yer verdi. Açıklamayı yapan "parti merkezi" içinse "Selahattin Demirtaş'ın bahsettiği 'içerideki haşereler" yorumu yaptı. 

"Dem Parti, artık Kürtler'e dair ne varsa içi boşaltılmış, Türk Solu virüsüyle ağır enfekte olmuş ve artık kurtarılamayacak derece de zehirli ve ağır hasta bir partidir. Dem Kürtler nezdinde artık miladını doldurmuş, Kürtler'in uluslararası mücadelesine ve siyasi menfaatine zarar veren bir duruma gelmiştir." diyen Azad Penaber DEM Parti'yi Kürt halkını temsil etmemekle eleştirdi. 

İsrail demeden İsrail'e destek

İsrail'in yaptığı saldırıları kınayan DEM Parti açıklamasına bir eleştiri de İbrahim Halil Baran'dan geldi. Partiya Kurdistani (PAKURD) kurucusu ve siyasi liderlerinden olan Baran, sosyal medyadan yaptığı açıklamada "Kürtler bu partiye oy veriyor ama şükür ki hiçbir aklı başında Kürt bunlar gibi düşünmüyor. Sizce de virüs bulaşan bu siyasete bir format gerekmiyor mu artık?" dedi.

DEM Parti'nin solla kurduğu ilişkiyi partiye bulaşan bir virüs olarak izah eden yaygın görüşü tekrarlayan İbrahim Halil Baran'a benzer bir eleştiri de gazeteci Günay Aslan'dan geldi. Aslan yaptığı açıklamada gerici olarak yorumladığı Lübnan Hizbullahı ve onu himaye eden Lübnan "aşılmadan" Kürtlere özgürlük gelmeyeceğini ifade etti.

Günay Aslan'ın yaptığı açıklamada dikkat çeken bir diğer unsur da İsrail demeden İsrail'e verdiği destek oldu. Aslan açıklamasında "Kürtlerin insani, ulusal, demokratik haklarını gasp eden, bu hakları talep ettiği için Kürtlere karşı insanlık suçları işleyen Türk, İran, Irak, Suriye devletleri ve onların uzantıları Ulusalcılar, Kemalistler, İslamistler, Hüda-Par, Hamas, Hizbullah, Devrim Muhafızları, Haşdi Şabi, Difa El Watani vd. ile aynı safta olmak; ırkçı ve dinci gericiliği savunmak, onların işlediği suçlara ortak olmak anlamına geliyor..." ifadelerine yer verdi. Hal böyle olunca da tarif ettiği denklemin dışında kalanlar yalnızca Amerika ve İsrail oldu. 

DEM Parti'nin açıklamasını dinci gerici devletlere ve onu kollayan güçlere "köpeklik etmek" olarak yorumlayan Günay Aslan'ın, İsrail'in saldırılarına karşı yapılan kınamayı eleştirdiği paylaşımda, PKK'nin Paris'te öldürülen kadrolarından Sakine Cansızların olduğu bir fotoğrafı ve arka planda sözleri Marksist Şair Cegerxwîn'e ait olan bir şarkıyı paylaşması dikkat çeken bir diğer ayrıntı oldu. 

Yine emperyalizme karşı mücadeleyi "İttihatçılığın maskesine sığınmak" olarak yorumlayan ve ABD'ye karşı çıkanları "çakma aydın" olarak yorumlayan Eren Keskin de DEM Parti'yi hedef göstermeden yapılan açıklamaya karşı çıktı.

DEM Parti'nin yaptığı açıklamaya gelen eleştirilerden dikkat çeken bir diğer örnek de Nikos Mihailidis oldu. Ortadoğu üzerine çalışan Yunan araştırmacı, DEM Parti'yi MİT'in ele geçirmiş olabileceğini ifade etti. 

Diğer kanatta 'DEM Parti'de artık HDP'nin esamesi okunmuyor' eleştirisi

DEM Parti'de son yaşanan İsrail saldırılarını kınayan açıklamaya gelen eleştiriler, aslında partide bir süredir devam eden tartışmaları yeniden görünür kılmış oldu. 

İsrail'i açıktan ya da örtülü bir şekilde destekleyen parti üyeleri ya da Kürt siyasetindeki yazar ve gazetecilerin basıncıyla baş başa kalan DEM Parti yönetimi, parti içinde farklı biçimlerde de eleştiriliyor. 

Bu eleştirilerden biri geçtiğimiz günlerde Ertuğrul Kürkçü'den geldi. 

Kürkçü Yeni Yaşam gazetesinde kaleme aldığı yazısında DEM Parti'nin HDP çizgisinden uzaklaştığını ve sınıfsal ve ekonomik başlıklardan koparak dar ve bölgeyle sınırlı bir siyasal alana direksiyonu kırdığını ifade etti. DEM Parti''nin geçtiğimiz haftalarda tamamladığı  örgütlenme konferansının ardından yine Mehmet Nuri Özdemir imzasıyla yayımlanan “Çokluğa dönüş” başlıklı makaleyi eleştiren Ertuğrul Kürkçü, "2023 Mayıs seçimleri sonrasında artık HDP’nin esamisi okunmazken, HDP üzerinden elde edilen, ortak mücadele tarihinde bir eşi olmayan kazanımların birer günah olarak karalandığından" söz etti. 

HDP döneminde öne çıktığını düşündüğü Türkiye Devrimci Hareketinin bugün karşı karşıya kaldığı durumu "günah çıkarma" ya da "şeytan taşlama" imgeleriyle yorumlayan Kürkçü, DEM Parti Tüzüğünün HDP programından HDP Tüzüğüne aktarılmış maddelerinin bir cerrah titizliğiyle ayıklanarak oluşturulduğunu ifade etti. 

Kürkçü yazısını "Ancak, hala vakit varken, başımıza geleni gerçekten anlamaya bakalım. Anlamak adlandırmakla başlıyor" diye bitirdi.

Kürt siyasi hareketindeki milliyetçi "her şey Kürtlerin çıkarlarına göre ölçülmeli" yaklaşımı ağırlığını artırırken, DEM Parti, iki kanadın da memnuniyetsiz olduğu bir yapı görüntüsü veriyor.                                                 /././

Kadıköy’de ilkokul müdürüne yolsuzluk suçlaması: Toplanan paralar nerede? -Burcu Günüşen-

Devlet okullarında çeşitli bahanelerle velilerden toplanan paralar yolsuzluklara konu olmaya devam ediyor. Kadıköy’deki Semiha Şakir İlkokulu velileri müdürden şikayetçi oldu.

İstanbul Kadıköy’de Semiha Şakir İlkokulu Müdürü Sibel T. hakkında Okul Aile Birliği iki kez şikayetçi oldu. Okul için toplanan paraları kendisine ve kendisine yakın firmalara harcamakla suçlanan müdür hakkında şikayet üzerine inceleme başlatılırken, veliler müdürün görevine devam etmesine tepkili.

Semiha Şakir İlkokulu Okul Aile Birliği yönetimi ilk olarak Mart ayında İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir dilekçe vererek okulda yaşandığını belirttikleri usulsüzlükleri sıraladı, okul müdüründen şikayetçi oldu. 

Okul Aile Birliği’nin şikayet dilekçesinde ders saatleri içinde yasak olmasına karşın halk oyunları, robotik kodlama, zeka oyunları gibi etkinlikler yapıldığı; okulda yapılması gereken onarım gibi işlerde Okul Aile Birliği’ne bilgi verilmeden okul müdürünün kendi bağlantılarına bu işleri yaptırdığı; belediye tarafından ücretsiz yaptırılabilecek ilaçlama, çöp atma gibi hizmetler için de para karşılığı okul müdürüne yakın firmalardan hizmet alındığı belirtildi.

Okul gezileri ve etkinliklerden elde edilen paralar nerede?

Okul gezileri ve okulda yapılan etkinliklerden elde edilen maddi gelirlerin okul müdürüne teslim edildiği ancak bu paraların nereye harcandığı konusunda kendilerine bir evrak ya da bilgi verilmediği de Okul Aile Birliği’nin şikayetleri arasındaydı.

Bu şikayetlerinin ardından Okul Aile Birliği yöneticileri Haziran ayında bu kez İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bir dilekçeyle başvurarak okulda müdürlük makamınca yapılan usulsüzlük iddialarını sıraladılar.

'Sahte teklif ve faturalar hazırlanarak devlet bütçesinden ödeme yaptırıldı'

Buna göre okulun ihtiyaçları giderilmediği ya da belirtilen masraflar yapılmadığı halde belirli firmalara sahte teklif ve faturalar hazırlattırılarak bu firmalara devlet bütçesinden ödeme yaptırılmıştı. Okul Aile Birliği’nin iddiasına göre bu firmalar devletten aldıkları ödemeleri daha sonra okul müdürü Sibel T.ye teslim ediyordu.

Okul Aile Birliği, okulun ana sınıflarında öğle yemeği verilmediği halde öğle yemeği veriliyormuş gibi gösterilip sahte faturalarla gıda alımı yapıldığına dair belgeyi de dilekçe ekinde sundu.

Dilekçede ayrıca okulda yakın zamanda boya yapıldığı halde bu tarihlerden sonra da defalarca boya alımı için fatura kesildiği, okul müdürünün toplanan paraların nereye harcandığının sorulması üzerine aylar sonra sunduğu fatura ve fişlerinse daha sonradan kendisi tarafından uygunsuzca düzenlenmiş sahte evraklar olduğu iddia edildi.

Müdürün MHP bağlantısı olduğu belirtiliyor

Okul müdürünün kendisine yönelik usulsüzlükler hakkında şikayetçi olan Okul Aile Birliği’nin yapısına da müdahale etmeye çalıştığını belirten veliler, hakkında inceleme başlatılsa da okul müdürünün görevde kalmasına tepkili.

soL’a konuşan bir veli, okul müdürü Sibel T.’nin Milli Eğitim Bakanlığı’nda tanıdıkları olduğunu, MHP bağlantısı bulunduğunu, bu yüzden “arkasını sağlam” hissettiğini belirterek yolsuzluğun üstünün kapatılmasından kaygılı olduğunu söyledi. 

Okul Aile Birliği seçimlerinin bu Cuma yapılacağını belirten veli, müdürün kendisine yakın isimlerle bir Okul Aile Birliği yapısı oluşturmak istediğini de sözlerine ekledi.

                                                                 /././

Kübalılarla Yuvarlak Masa(I+II) -Yiğit Günay- 

İsyan edesimiz geliyor!(I)

Türkiye’ye ziyarette bulunan Küba heyetiyle hem adayı hem dünyayı konuştuk. Başları dik, vakurlar, umutlular, ama çok öfkeliler.


Tüm dünya çalkalanıyor. Özellikle bizim buralar.

Ama binlerce kilometre ötedeki bir adadaki fiili savaş hali, altmış yılı aşkındır sürüyor.

Sosyalist Küba’dan üst düzey bir delegasyon, geçen hafta Türkiye’deydi. Türkiye Komünist Partisi ve José Martí Küba Dostluk Derneği’nin davetlisi olarak geldiler. Çeşitli görüşmeler yaptılar, İstanbul’da “İnsanlık tarihinin en uzun soykırımı” başlıklı, Küba’ya karşı ablukanın her boyutuyla konuşulduğu ve yüzlerce kişinin katıldığı bir sempozyumda konuştular, İstanbul ve Ankara’da dayanışma etkinliklerinde Küba dostlarıyla buluştular.

Heyet üst düzey ve kendi içinde çok dengeli bir heyetti. Heyet başkanı, yıllarca Küba Yazarlar Birliği’nde sorumluluk aldıktan sonra milletvekili olan ve Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde ideoloji departmanında görevli olan Luis Morlote Rivas’tı. Morlote’ye yine milletvekili olan Adalet Bakanı Birinci Yardımcısı Rosabel Gamón Verde, Küba Genç Komünistler Birliği (UJC) İkinci Sekreteri Dilberto Manuel González García, Küba Dünya Halklarıyla Dostluk Enstitüsü (ICAP) Temsilcisi Raúl Cardoso Cabrera ve Havana Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Ayuban Gutiérrez Quintanilla eşlik ediyordu.

İstanbul’da Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde söyleşi için oturduk. Gençlik örgütünden dostumuz, başka bir toplantı nedeniyle katılamadı. Söyleşi, tam Küba usulüydü: Herkesin söze daldığı, birbirini dinleyip birbirini tamamladığı serbest bir sohbet. Bölümler halinde yayımlayacağımız bu uzun söyleşinin ilk kısmında ablukayı, dayanışmayı, Küba’yı ve Filistin’i konuştuk.

Yiğit Günay: Bir dayanışma misyonu kapsamında Türkiye’ye geldiniz. Ankara’da görevli büyükelçimiz yakından biliyor, Türkiye halkında Küba’ya karşı büyük bir sevgi var. Ama Küba’yla dayanışma denildiğinde Türkiye’dekiler, yalnızca burada yapılan etkinlikleri, José Martí Küba Dostluk Derneği başta olmak üzere Küba dostlarının faaliyetlerini biliyor. Oysa Küba’dan bakıldığında çok daha geniş, tüm dünyada yürüyen bir dayanışma faaliyeti var. Biz bunun Küba için ne anlama geldiğini kestiremiyoruz. Buradan başlamak istiyorum. Okurlarımız için, büyük resmi çizebilir misiniz?

Raúl Cardoso Cabrera (Küba Dünya Halklarıyla Dostluk Enstitüsü - ICAP): Bugün 168 ülkede 3 binin üzerinde Küba’yla dayanışma örgütü var. Çeşitli ülkelerde, Türkiye de bunlardan biri, Küba’yla dostluk örgütleri o ülkelerin komünist partileri tarafından kuruldu. Elbette bunlar yalnızca komünistlerden ibaret değil, Küba dostu herkese açık örgütlenmeler.

Ama kimi ülkelerde on, on iki ayrı örgütlenme var. Bunların hepsi, Küba’nın temsil ettiği haklı dava için mücadele ediyor. Nedir o haklı dava? Yalnızca Küba’dan ibaret değil. Batı Sahra halkının davası, Venezuela’daki mücadele, Latin Amerika’daki barış örgütleri… Ve elbette Filistin. Kanımca bugün dünyada adaletten yana olan herkes, Filistin halkının egemenlik hakkını savunmak durumunda.

Yani, Küba’yla dayanışma, Küba’yı aşan bir dava. Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü, işte bu örgütlenmelerin koordinasyonunu sağlıyor. Ve elbette, şu ara yaşadığımız ekonomik sıkıntıların yarattığı zorlu koşullarda Küba’yla dayanışma hareketleri, bizim ayaklarımız yere daha sağlam basarak devrimin kazanımlarını savunmamıza çok yardımcı oluyor.

                        Raúl Cardoso Cabrera - Küba Dünya Halklarıyla Dostluk Enstitüsü (ICAP) Temsilcisi

Luis Morlote Rivas (Milletvekili, Merkez Komite İdeoloji Departmanı): Tabii, sorduğunuz sorunun bir boyutu da, Küba’nın dünyada kimlerle dayanıştığı, çünkü bu tek taraflı bir ilişki değil.

Cardoso (ICAP): Dayanışmak, insana ait bir değer. Toplumsal bir değer. Küba devrim yılları boyunca dünyanın tüm haklı davalarıyla dayanışma içinde olduğunu herkese gösterdi. Dayanışma, Küba Devrimi’ne içkin bir değer. 

Bakın… Fidel 1960’ta ICAP’ı kurma fikrini ortaya attığında, devrimin hemen sonrasında, ABD’nin de baskısıyla Küba’daki hemen tüm devletlere ait diplomatik misyonlar ülkeden ayrılmıştı. Dolayısıyla Fidel’in fikri, dünyadaki devletleri değil, halkları bir araya getirmekti. ICAP dünyanın tüm halklarıyla dayanışmak için yola çıktı. Başlarda daha ziyade Küba, dünyadaki sol, ilerici, emek güçlerine dayanışma gösteriyordu. Sonradan dünya Küba’ya karşılık vermeye başladı.

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Fidel’in, Raúl’ün, şimdi Díaz-Canel’in, tüm Kübalı liderlerin savunduğu devrim kavrayışı, fazlalığı, arta kalanı paylaşmak değildir. Bizim çok eksiğimiz var, tüm dünya biliyor, abluka nedeniyle Küba halkının çok eksiği var. Buna rağmen dostlarımızın bize ihtiyaç duyduğu yerde yanlarında olmak bizim hep sahip çıktığımız bir değer.

Bazen kendimize bile ilaç bulamıyoruz, ama bir dostumuz muhtaç olduğunda, bir felaket yaşandığında, burada olduğu gibi deprem olduğunda örneğin, Kübalı sağlıkçılar oradadır. Dayanışmak, arta kalanı vermek değil, elindekini en ihtiyaç duyanla paylaşmaktır. José Martí’den beridir Küba devriminin savunduğu bir ilke oldu bu.

Luis Morlote Rivas - Küba Komünist Partisi Merkez Komite İdeoloji Departmanı Üyesi ve Halk İktidarı Ulusal Meclisi Milletvekili

Bu yüzden Küba dünyanın kalanı asker, silah ihraç etmiyor, doktor, ilaç, kültür gönderiyor. Küba’nın Afrika kıtası için yaptıkları örneğin… Şu an dünyanın kaç ülkesinde Kübalı sağlık ekipleri var? Çoğu zaman öyle yerlerde görev yapıyorlar ki, akrabaları bile kestiremiyor coğrafi olarak, o kadar ırak yerler. Ama oradalar, çünkü ihtiyaç var.

Henry Reeve Sağlık Tugayı mesela… ABD’deki bir doğal afetin ardından, bizi ablukaya alan, bize düşmanlık yapan hükümetin olduğu ülkenin halkına yardım etmek için kuruldu ilk başta. Dünyanın çeşitli halklarından on binlerce öğrencinin yolu Küba’dan geçti, dayanışma deyince bunlar geliyor akla. Geçen gün Díaz-Canel, İsrail’in katliamına uğrayan Filistin halkı için 100 Filistinli öğrenciye daha burs verileceğini açıkladı. 

Bu çok güzel bir şey. Ayrıca unutmayın, bu öğrencilerin memleketlerinde aileleri de var, çok geniş bir nüfustan söz ediyoruz. Bugün Afrika’da liderler var, daha çocukken akrabaları katledilmiş, Küba sahip çıkmış, Küba’da eğitim almışlar. 

İşte bu dayanışmadır ve niye bunca insanın Küba’yı savunduğunun yanıtı da buralardadır. 

                              Küba’nın dostları İstanbul'da büyük dayanışma etkinliğinde buluştu.

Yiğit Günay: Ablukadan bahsetmeden Küba üzerine konuşmak imkansız. Ve Küba’nın dünya halklarıyla dayanışması madalyonun bir yüzüyse, diğer yüzünde de bu var. Sizin de Türkiye’de katıldığınız etkinliğin temel sloganının dediği gibi, “insanlık tarihinin en uzun soykırımı”ndan söz ediyoruz. soL okurlarının ablukaya dair temel bir kavrayışı var. Biraz daha açalım isterim. 2016-2017 yıllarında, iyi hatırlıyorum, Küba ekonomisi iyi koşullara sahipti, özellikle bugünden geriye bakınca bu çok net görünüyor. ABD kamuoyunda hep tartışıldı abluka meselesi, ama özellikle o yıllarda “Küba’ya karşı abluka işe yaramıyor” fikri çok güçlenmişti. Fakat hemen ardından Trump iktidara geldi, var olan ablukaya 200’den fazla yeni yaptırım ekledi, üzerine pandemi gibi, küresel tedarik zincirindeki kriz gibi nesnel etmenler eklendi, ve Küba şu an bambaşka bir momentte. Şu an ablukanın etkisi ne durumda? Ve, abluka işe yarıyor mu?

Ayuban Gutiérrez Quintanilla (Havana Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi): Abluka her zaman işe yaradı. Trump seçilmeden hemen önce, ablukanın kimi kısımlarının bir miktar esnetildiği, özgün bir dönem yaşandı. Ama ablukanın yasal listesi çok uzun, bunlar devede kulaktı ve abluka hep çok etkili oldu. 

Ardından Trump geldi. Küba’nın ABD hükümetiyle ilişkilerinde epey mesafe kat edilmişti. ABD halkından söz etmiyorum, Küba’nın ABD halkıyla, aydınlarıyla hep iyi ilişkileri oldu. Neyse, Trump iktidara geldi. Dediğiniz gibi, 240’tan fazla yeni yaptırım kararı alındı. Elbette hepsi aynı ağırlıkta değil, ama bazıları ağır suç niteliğinde.

Yiğit Günay: Örnek verebilir misiniz?

Gutiérrez (İktisatçı): Elbette. Örneğin bizi “terörü destekleyen ülkeler” listesine sokmak…

Yiğit Günay: Hah, o konuya varacaktık zaten.

Gutiérrez (İktisatçı): Yani, bizi listeye almalarına gösterdikleri sözde sebep bile nasıl bir ikiyüzlülükle karşı karşıya olduğumuzu, yalanın norm haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Türkiye halkının da bilmesini isterim. 

Bizi niye listeye soktular? Kardeş Kolombiya halkı barış istiyordu. Biz arabulucu olduk. Sonradan barış görüşmelerine taraf olan kişilerden birinin kendilerine iadesini istediler. Garantör olarak bunun ne saçma bir hareket olacağını anlıyorsunuz değil mi? Ama bir önceki Kolombiya hükümeti, ABD’nin yönlendirmesiyle bir tiyatro sahneledi ve barış görüşmelerindeki muhataplarının kendilerine iadesini istedi.

                          Ayuban Gutiérrez Quintanilla - Havana Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi

Yiğit Günay: Ayrıca altını çizelim, o barış görüşmeleri sürecinde aracılık eden tek aktör de değildi Küba, Vatikan gibi başka aktörler de aracıydı.

Gutiérrez (İktisatçı): Ama işte, görüşmeler Küba topraklarında yapılıyordu ya… Sonuçta böyle saçma bir şekilde bizi o listeye soktular. Öncesindeki esnekleşme tersine çevrildi. Ama Trump ötesini de yaptı. Ablukanın ünlü yasalarının, Helms Burton gibi, Torricelli gibi, şimdiye dek hiç uygulanmamış maddeleri vardı. Trump bunları da uygulamaya başladı. 

Tüm bunlar bize muazzam zorluklar çıkarıyor. Küba küçük bir ekonomi, çok açık bir ekonomi, yani dış ticarete çok bağımlıyız. Ada olduğumuz için ya deniz ya hava yoluyla ticaret yapabiliyoruz, kimseyle kara sınırımız yok… Yani, diyelim Avrupa’nın ortasındaki, çeşitli ülkelerle kara sınırı olan bir yeri ablukaya almak çok zordur. 

Yiğit Günay: Türkiye gibi, nasıl engelleyeceksiniz?

Gutiérrez (İktisatçı): Aynen. Sonuçta biz çok açık bir ekonomi olduğumuz için, çok döviz ihtiyacımız var. Trump’ın yeni yaptırımlarının büyük kısmı, Küba’nın dövize erişimini engellemeyi amaçlıyor. Örneğin, bizi bir listeye soktular, normalde havale işlemleri yaptığımız uluslararası finans kuruluşlarıyla ilişkilerimize ket vurdular.

O listeye girmek ne demek, bakın, bizim üniversitede yaşanan bir olayı anlatayım. Yakın zamanda iki öğrencimiz, değişim programı kapsamında başka ülkeye gitti. Bankadan kendi paralarını çekmek istemişler, kasiyer “Küba pasaportu olan kişiye nakit veremeyiz” demiş. Sonuçta başka ülke pasaportlu bir arkadaşlarına çektirmişler parayı, yaşayabilmek için.

ABD ince ince hesaplıyor ablukanın tüm boyutlarını. Küba’nın normal bir şekilde ticaret yapabilmesinin önüne geçmek için elinden geleni ardında koymuyor. 

Geçen gün burada bir sohbette bahsettik. Kübalı bir devrimci için, pandeminin ortasında, Küba’nın solunum cihazı satın almasını engellemek unutulabilecek bir alçaklık değil.

Yiğit Günay: Yalnızca makineleri de değil, elinizdeki makinelerin yedek parçalarını dahi almanıza mani oldular.

Rosabel Gamón Verde (Milletvekili, Adalet Bakanı Birinci Yardımcısı): Aynen öyle.

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Oksijen bile aldırtmadılar.

Gutiérrez (İktisatçı): Ya evet, pandemi döneminde oksijen depolarımızdan biri arızalandı, acil ihtiyacımız vardı, binadaki sorunu çözene kadar dibimizdeki ABD’den oksijen satın almak istedik, alamadık. Ablukanın suç niteliği buralarda işte.

Neyse. Tamam, ABD Küba’yla ticaret yapmak istemiyor, peki yapmasın. Ama dünyanın geri kalanıyla yapalım normal ticaretimizi. Bunu yapabilseydik, çok net biliyoruz, Küba ekonomisi çoktan toparlanırdı. 

Yalnız, şimdi yine madalyonun öbür yüzüne bakalım. Pandemi sırasında okul binalarının çoğu hastaneye dönüştürüldü. Bizim öğrencilerimiz gönüllü olarak buralarda idari işlerde, lojistikte çalıştılar. Ve tüm bu operasyonun, onca insanı barındırmak, yemek, temizlik ihtiyaçları, hükümete maliyeti çok büyük oldu. Ama bizim geleneğimiz bu, önce insan yaşamı.

Küba heyeti, José Martí Küba Dostluk Derneği’nin İstanbul'da düzenlediği “Tarihin En Uzun Soykırımı: Küba’da Abluka” başlıklı sempozyuma katıldı.

Yiğit Günay: Şimdi soracağım soruya çok kısaca yanıt vermenizi istiyorum. Bugün Filistin’de olan bitenler yaşanırken bir Kübalı, kendi ülkesinin o kötü şöhretli “terörü destekleyen ülkeler” listesinde olduğunu düşününce ne hissediyor?

Cardoso (ICAP): İsyan edesim geliyor.

Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı): İsyan edesimiz geliyor, tam olarak bu ifade.

Cardoso (ICAP): Öfkeli. Hatta aklınıza gelebilecek tüm olumsuz sözcükler. Bu açık bir ahlaksızlık, ikiyüzlülük. Dünyanın gördüğü en büyük terörist olan devlet, bizi terörü destekleyen ülkeler listesine alıyor. Kendileri tüm dünyaya terör saçarken nasıl başka birini terör listesine alacak ahlaki yeterliliği kendilerinde bulabiliyorlar?

Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı): Ayrıca tam bir adaletsizlik. Bir sürü ülkeyi kınıyorlar, sonuçta hiçbir şey yapmıyorlar. Bizi listeye alıyorlar ve sonuçlarını çekiyoruz. Bu yüzden Filistin davasının sonuna kadar yanındayız. Orada bir soykırım var. İsyan etme hissimiz, Kübalı gençlere, çocuklara bile Filistin’i sorsanız, hepimizde ortak duygudur. Kadınlar, çocuklar, siviller katlediliyor orada.

             Rosabel Gamón Verde - Küba Cumhuriyeti Adalet Bakanı Birinci Yardımcısı ve Milletvekili

Yiğit Günay: Siz buradayken İsrail, Lübnan’da binlerce çağrı cihazını patlattı. Bu tip saldırılar, 1983’te imzalanan “Aşırı Derecede Yaralayan ve Ayırım Gözetmeyen Etkileri Bulunan Belirli Konvansiyonel Silahların Kullanımının Yasaklanması veya Sınırlandırılması Sözleşmesi”ne aykırı. Sonradan, 1996’da, bu anlaşmaya mayın ve bubi tuzaklarının kullanımının yasaklanması da eklendi. Fidel o dönem bu karara karşı çıkmıştı. “Mayınlar”, diyordu, “yoksul halkların savunma silahıdır”. O sırada ABD’nin son teknoloji savaş uçakları dünyanın birçok ülkesinin semalarında bomba yağdırıyordu, ama mayınları ve Vietnam’da ne kadar işe yaradığı görülen bubi tuzaklarını yasakladılar. Aradan yıllar geçti ve İsrail, o dönem yasaklanan bu savunma yaklaşımını bir saldırı silahına dönüştürdü. Ki İsrail de o sözleşmenin imzacısı. “Kimse kullanmasın, yasaklansın, devletler kendilerini mayınla tuzakla savunamasın” diyen İsrail, yıllar sonra aldı, bubi tuzaklarını başka bir ülkeye saldırmak için kullandı, binlerce sivile zarar verdi. ABD’nin en yakın müttefiki bunu yapıyor, ama Küba “terörü destekleyen ülkeler” listesinde. Ne diyeyim bilmiyorum, benim de isyan edesim geliyor, öyle diyebilirim sanıyorum. Şu an nasıl Küba’yla Filistin’in ilişkileri?

Cardoso (ICAP): Az önce Bakan Yardımcısı yoldaşımızın dediği gibi, Küba halkı olarak 7’den 70’e hepimiz Filistin davasının yanındayız. Adaleti, Filistin halkının egemenlik haklarını, Gazze’nin derhal terk edilmesini istiyoruz. Şu an olan biten bir soykırım. Tüm mevcut uluslararası anlaşmalara aykırı. Dünyanın Filistin’in yanında olması gerekir yani, ama hiçbir şey olmuyor. 

Çünkü dünyanın bir imparatoru, bir efendisi var, o yönetiyor, insanlığın kaderini belirliyor. İmparatordan bahsederken ABD hükümeti kadar İsrail hükümetinden de söz ediyorum, ikisi aynı şey. Benim açımdan hiçbir farkları yok. Aynı madalyonun iki yüzü bunlar. 

Kübalılar nasıl hissediyor? Kendine insanım diyen herkes nasıl hissetmeliyse öyle: İsyan edesimiz geliyor, öfkeliyiz, bir noktada canımızı vermemiz gerekirse çekinmeyiz. 

Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı): Ayrıca bu hükümetlerin yaptıkları, tüm uluslararası hukuk bakımından suç. Yoksul ülkelerin asla yapmasına izin vermeyecekleri şeyleri kendileri yapıyorlar ve hiçbir şey olmuyor. Tüm dünya kınıyor, hiçbir şey olmuyor. 

Biz bu dünyanın vatandaşları, birer insan olarak, insan haklarını hep savunmuş kişiler olarak, bir halkı bitirmeye çalışırlar ve hiçbir şey olmazken kollarımızı bağlayıp oturamayız.

Bizde vekilin maaşı, danışmanı, arabası yok, gururu var (II)

Türkiye’ye ziyarette bulunan Küba heyetiyle hem adayı hem dünyayı konuştuk. Başları dik, vakurlar, umutlular, ama çok öfkeliler.

Kübalı heyetle söyleşimizin ikinci kısmında, Küba’da yaşanan protestoları, iktidarın protestolara nasıl yaklaştığını, Küba’da vekil olmanın ne anlama geldiğini, demokrasinin nasıl işlediğini, halkın ülke yönetimine katılımının nasıl sağlandığını ele alıyoruz.

Söyleşiyi yaptığımız heyet, Türkiye Komünist Partisi ve José Martí Küba Dostluk Derneği’nin davetlisi olarak geçen hafta Türkiye’deydi. Çeşitli görüşmeler yaptılar, İstanbul’da “İnsanlık tarihinin en uzun soykırımı” başlıklı, Küba’ya karşı ablukanın her boyutuyla konuşulduğu ve yüzlerce kişinin katıldığı bir sempozyumda konuştular, İstanbul ve Ankara’da dayanışma etkinliklerinde Küba dostlarıyla buluştular.

Söyleşinin ilk kısmı buradan okunabilir.

Yiğit Günay: Yeniden Küba’ya dönelim. Küba devrim tarihi boyunca sıklıkla tekrarlanan bir imgeden konuşalım istiyorum: Halkın önündeki Kübalı liderler. Elbette devrimci liderler, başta Fidel, hep halkın arasında oldular. Ama kastım başka bir şey. Özel Dönem’de, 1990’ların ilk yarısında, Havana’nın kordon boyu Malecón’daki protestolarda örneğin…

Rosabel Gamón Verde (Milletvekili, Adalet Bakanı Birinci Yardımcısı) ve Raúl Cardoso Cabrera (Küba Dünya Halklarıyla Dostluk Enstitüsü - ICAP) (aynı anda): 5 Ağustos 1994.

Yiğit Günay: Fidel oradaydı, protestocuların karşısında, kelimenin soyut anlamıyla çırılçıplak…

Cardoso (ICAP): Hiçbir şeyden korkmaksızın.

Yiğit Günay: Protestocularla görüşüyordu. 2021’de 11 Temmuz protestolarında aynı imge tekrar yaşandı: Díaz-Canel derhal protestoların ilk başladığı mahalleye gitti, halkla görüştü. Ardından Gerardo’yu gördük neredeyse tüm mahallelerde halkla konuşurken. (Gerardo Hernández Nordelo, ABD’de 17 yıl tutuklu kalan “Küba Beşlisi”nden biri, şu an milletvekili ve Devrimi Savunma Komiteleri koordinatörü). Küba’da komünist parti ve ülkenin önderliği, halkla hep doğrudan bağlantılı oldular. Aramızdaki iki milletvekili de bizzat bu ilişkinin yürütücüleri. Bu bağlamda, protestoları ele alalım istiyorum. Kübalı liderlerin protesto yaşanan mahallelerde halkla görüşmeleri, hoşnutsuzluğun nesnel sebepleri olduğunun düşünüldüğünü gösteriyor. Öte yandan, sonradan, Küba televizyon kanalları, protestolarda ABD parmağı ve provokasyonu olduğuna dair kanıtlar da yayınladılar. Konunun karmaşık olduğu açık. Son yıllarda yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Luis Morlote Rivas (Milletvekili, Merkez Komite İdeoloji Departmanı): Bu meselede çok büyük bir medya manipülasyonu olduğunu söyleyerek başlamamız lazım bir defa. Elbette bazen sizin gibi ciddi basın organları Küba’da gerçekten ne olup bittiğini irdeliyor, ama çoğu zaman uluslararası medya tek bir hedef doğrultusunda çalışıyor: Küba’ya saldırmak. soL gibi basın organları, gerçekle ilgilenen kamuoyunun bilgilenmesi için bu açıdan da hayati.

11 Temmuz saldırılarının ardından Küba Dışişleri Bakanı, tüm yabancı basın kuruluşlarının çağrıldığı bir toplantıda, devrime karşı çok büyük bir politik-medyatik kampanya yürütüldüğünü açıkça ortaya koydu.

O günleri hatırlamamız lazım, çok karmaşık bir durumdaydık. Covid pandemisi vardı, daha önce bahsettiğimiz gibi abluka Küba halkının ihtiyaç duyduğu temel malzemeleri, pandemide en önemlileri olan sağlık malzemeleri ve ilaçları engelliyordu. Elektrik tedariğinde sorunlar yaşıyorduk. Gıda sıkıntısı vardı. Sadece Küba’da da değil, pandemi sırasında dünya genelinde vardı bu sorunlar.

Dolayısıyla, bu çok anlaşılır, çok insani bıkkınlık hissinden yararlandılar, öyle bir momentte harekete geçtiler. Başka ülkelerin bir şekilde eriştiği Covid aşılarına bile erişmemizi engellemişlerdi, Küba direnişinin bir ürünü olan ilaç sektörümüz olmasa, kendi aşılarımızı geliştiremesek, ortada kalacaktık.

İşte böyle bir konjonktürde devrimin düşmanları, Küba’da istikrarsızlık yaratmak üzere hamle yaptılar.

Ve biz de oradaydık, sokaktaydık. Çok önemli bir şey söylediniz. Düşmanlarımız hep devrimle halkı ayırmaya çalışıyor. Bakın, Küba’da halka yabancı hiçbir siyasi sürecin yürütülme şansı, ihtimali, zemini yok. Bazen insanın gülesi geliyor “Küba’da diktatörlük var” falan dediklerinde, ama ciddi mesele bu. “İnsanlar kendilerini ifade edemiyorlar Küba’da” diyorlar. Yok artık. Küba’da vakit geçirmiş herkes bilir, Kübalı ne düşünüyorsa tak diye söyler. Otobüs durağında, kahvede… Hoşuna gitmeyen bir şey varsa hemen sesini yükseltir. Ve en doğal haliyle yapar bunu. Her yerde yapar. Küba’yı tanıyan herkes bunun böyle olduğunu bilir, bizim kültürümüzle alakalı bir şey bu.

Dolayısıyla 11 Temmuz’da bu yaşandı. Ve çok doğru bir şey söylüyorsunuz. Ülkenin en üst düzey yöneticileri derhal kendi yerelliklerine gittiler, halkla konuştular, hatalar kabullenildi, çözüme nasıl yaklaşılacağı tartışıldı… Bu ülke liderliğinin çok dürüst bir yaklaşımıydı.

Ama, diğer yandan, ülkeyi istikrarsızlaştırmaya yönelik çok açık bir girişim yaşandı. Halkı isyana, kamu mallarını yağmalamaya, yetkilileri tanımamaya çağıran sayısız mesaj paylaşıldı bot hesaplardan, hepsi önceden belirlenmiş etiketlerle. Polisle çatışma çağrıları yapıldı, bazı yerlerde çatışmalar da oldu.

Şunu da söyleyeyim. Dünyanın her yanında polisle çatışmalar oluyor ve hemen hiçbirisi haber olmuyor. Ama Küba’da olduğu anda manşetlerde. Eduardo Galeano, büyük Uruguaylı yazar ve benim de kişisel dostum, bir keresinde şöyle demişti: “Küba’ya hep büyüteçle bakılır, başka hiçbir ülkeye bu kadar yakından bakılmaz.” Çok doğru.

Şimdi, bir başka şey daha var. Ki bu, Küba halkının devrime bağlılığının göstergesi: Protestoların hemen ardından Kübalıların kitlesel halde, devrimi savunmak için sokağa döküldüğü gerçeği. Bundan tabii hiç bahsedilmedi, işlerine gelmiyor çünkü. Ben sanatçılar örgütündeydim, ben de tanık oldum. Sayısız Kübalı sanatçı aradı, sokağa çıktı, bakanlığa, radyoya, televizyona gitti, devrime destek mesajları verdi, Fidel’den alıntılar yaptı, halkı sakinleştirdi. Dayanışma gösterdi. Çünkü, dediğimiz gibi, sahiden bıkmış, tak etmiş insanlar vardı.

Bakın, bizzat partinin Birinci Sekreteri, Cumhurbaşkanı toplumun her kesiminden temsilcilerle buluşup sorunları dinledi, ardından tüm illeri ziyaret etti. Özellikle koşulları kötü mahallelere gitti.

Sonuçta dünyanın büyük güçlerine yakın uluslararası medyaya yakından bakmak lazım. Medya tekelleri karşısında Küba gerçeklerini anlatmak çok zor. Berbat bir kavga bu. Kavgadan kaçacağımızdan değil elbette, ama çok zor koşullar…

Diğer yandan, bizim bu ziyaretimizin arkasındaki hissiyatla da bağlantılı bir boyutu var: Bizim de kendimizi daha iyi ifade etmemiz lazım. Biz kapalı bir toplum değiliz. Küba Komünist Partisi halktan kopuk, yasakçı bir parti değil. Parti kongresinin belgelerini inceleyenler hemen görür. Her şeyi tartışıyoruz biz. Devrimin temel ilkeleri, sosyal adalet dışında her şeyi tartışıyoruz. Halkımızın yaşam kalitesini yükseltmek için her türlü dönüşümü yapmamız lazım.

Bir başka mesele, ki muhtemelen sen zaten soracaktın ama… Küba, akıntıya karşı bir model. Dünyadaki komünist partilerin savunduğu fikirler, bizim savunduğumuz fikirler, dünya geneli düşünüldüğünde akıntıya karşı fikirler. Dünyada bir faşizm dalgası var, aşırı sağ dalga var, insanın kendisinin bir değeri olmadığı fikri yaygınlaşıyor. Hayat kalitesinin, sahip olduğunuz eşyalarla ölçüleceği fikri yaygınlaşıyor. Maneviyatın önemi, farklılıkları tanırken eşitsizliği giderme isteği… Bunların para etmediği bir dünyada yaşıyoruz.

                           Luis Morlote Rivas (Milletvekili, Merkez Komite İdeoloji Departmanı)

Ve bu çok tehlikeli bir dünya. Büyükelçimizle konuşuyorduk bugün, on yıl öncesinden farklı bir dünya var, 60’lar, 70’lerden çok farklı. Nükleer savaş tehdidinin çok gerçek olduğu, çok tehlikeli bir dünyadayız. Bu yüzden de bizim kavgamızı nasıl ifade ettiğimiz çok önem kazanıyor.

Bu bağlamda, imparatorluk, Küba’yı hep bir tehdit olarak görmeyi sürdürecek. 11 Temmuz da, Küba halkına karşı yıllardır yürütülen ekonomik savaşın bir uzantısı, bir sonucuydu. Senin dediğine çok katılıyorum, ekonomik olarak iyi bir noktaya gelmiştik 2010’larda, şu an çok farklı bir noktadayız.

Ha, bana kalırsa hükümet, parti, tüm kaynaklarımızı Covid’le mücadeleye ayırmakla doğru yaptı. İnsanları kurtarmalıydık, doğrusu buydu. Bunu öncelik yapmayan çok ülke vardı, unutmayalım. Biz mücadele ettik, üstelik dayanışmadan yana tavır aldık.

Bunu sorgulayan çok oldu, Küba halkından da çok oldu. Haklarıdır. Kübalıların tüm ihtiyaçları karşılanamazken, niye dünyanın başka halklarına kendi kaynaklarımızı gönderiyoruz, yardım ediyoruz diyenler oldu. Ama işte bu, daha önce konuştuğumuz paylaşmacılık ilkesiyle ilgili.

Şunu da söylememiz lazım: Biz de sizin gibi dünyadaki Küba dostlarının dayanışmasından çok fayda gördük. Küba Devrimi bugün ayaktaysa, bu sayede. Raúl bahsediyordu Küba’nın nasıl ABD emriyle, José Martí’nin “Bizim Amerika” dediği koca kıtada bir başına bırakıldığından, tıbbi cihazlara bile erişiminin engellendiğinden… Nasıl aştık bunları? Dostlarımızın dayanışması sayesinde.

Ha, şunu da anlıyorum. Hak vermiyorum, ama anlıyorum. Sen Küba’da yaşadın, ama Küba’da hiç yaşamamış kişilerin, Küba gerçekliğinin özgüllüğünü kavrayamıyor olmaları anlaşılır. Çok kısıt altında yaşayan, çok şeye muhtaç insanlarız biz. Küba Devrimi’nin hedefi bu olmamasına rağmen, eldeki kısıtlı kaynakları eşitlikçi bir şekilde dağıtabilmek için birçok politika uyguladık, hâlâ uyguluyoruz. Bunu yaparken attığımız adımlar, muhtemelen sosyalist devrim kavrayışının kapsamında adımlar değil. Ama bunlar konjonktürel olarak, hayatta kalabilmek için atmak zorunda olduğumuz adımlar.

Yiğit Günay: Oraya geleceğiz, ama önce kısa bir soru sormak istiyorum.

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Sen kısa sorular soruyorsun da, biz kısa yanıtlar vermiyoruz. (Gülüşmeler)

Yiğit Günay: Olsun, hiç dert değil. Siz milletvekilisiniz, ne zaman seçildiniz?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Geçen yıl.

Yiğit Günay: Hangi ilçeden?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Villa Clara ilinin Santa Clara ilçesi.

Yiğit Günay: Milletvekili seçildiğinizden beri kaç kez Santa Clara’ya gittiniz?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Bizde milletvekillerinin her ay bir haftalarını seçmenleriyle geçirme zorunluluğu var.

Yiğit Günay: Milletvekili maaşınız ne kadar?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Yok ki. Küba’da milletvekili olduğunuz için maaş almıyorsunuz. Şimdi, Küba’da milletvekili olmak dünyanın geri kalanından farklı. Küba’da milletvekilliği bir meslek değil, profesyonel bir iş değil. Küba’da seçildiğinizde normal mesleğiniz neyse onu yapmayı sürdürüyorsunuz, gerektiği zamanlarda iş yerinden izinli olarak seçmeni temsil etmek için faaliyetlerinizi sürdürüyorsunuz.

Şu an Küba’da hesap verme dönemi başladı, 20 Eylül’de. Nedir bu? Hükümet, yöneticiler, seçilenler, seçildikleri yerdeki insanlara gidip yapıp ettiklerini anlatıyorlar. Şu ara her gece mahallelerde toplantılar var. Burada ne yaptık, ne yapmadık tartışılıyor. Hangi kararları aldık, hangilerini yerine getirdik.

Yiğit Günay: Peki insanlar ikna olmazsa, performansı beğenmezlerse ne oluyor?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Gerektiğinde insanların geri çağırma hakkı var.

Yiğit Günay: Dolayısıyla bir kez seçilince beş yıl vekillik garanti değil?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Hayır, sorumluluğunuzu hakkıyla yerine getirmezseniz beş yılınız garanti değil.

Yiğit Günay: Kaç çalışanınız var peki? Milletvekillerinin kaç danışmanı var?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Hiç. Küba’da milletvekillerinin ofisi yok. Bir komisyonda görev alıyorsunuz. Ben mesela Eğitim, Kültür, Bilim, Teknoloji ve Çevre Komisyonu’ndayım. Dolayısıyla sadece seçmeninizi hakkıyla temsil etmeniz değil, ait olduğunuz komisyona yeterli, nitelikli katkıyı yapmanız da bekleniyor.

Somut örnek vereyim. Bizim komisyonda yakın zamanda kültürel ve doğal miras meselesi ele alındı. Çok yeni bir kanun çıkaracağız, bizi dünyada kolektif miras alanında öncü ülkelerden biri yapacak.

Şimdi, Türkiyeli okurlara şunu da açıklamamız lazım. Küba’da kanunlar Meclis önüne gelip, burada milletvekilleri tarafından tartışılmıyor. Hayır, hayır. Gidip halkla tartışmanız gerekiyor. Halk toplantıları yapılıyor, görüşler alınıyor, alınan görüşler internette yayımlanıyor. Bu çok geniş bir katılım süreci. Bazen bir kanun taslağı bir kişinin görüşü nedeniyle, bazen iki yüz kişinin görüşü nedeniyle tadil ediliyor.

Açık konuşayım, bazen dünyada bizim için “demokrasi değil” diyorlar ya… Küba’daki yasama organının halkın katılımıyla yürütülmesi süreci, benzeri olmayan bir olgu. Çünkü Küba’da milletvekilleri, partiyi temsil etmiyor. Yerellikte seçiliyorlar, partiyi temsil etmiyorlar. Fidel “Bizim milyonlarca partili bir meclisimiz var” derdi, çünkü herkes fikrini söylüyor.

Yiğit Günay: Partinin rolü ne o zaman seçimlerde?

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Parti, seçim sürecinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamakla sorumlu, bu kadar. Ama seçimlere katılamaz. Vekil adaylıklarında kitle örgütlerinin sözü dikkate alınıyor, işte gençlik örgütleri, kadın örgütleri, sendikalar… Bu örgütler aday belirleme sürecinde rol alıyor.

Çok ilginç bir süreç bizdeki aday belirlenmesi. Mahallelerde aday belirleme toplantıları yapılıyor. Burada örgütler de aday gösteriyor, halk da. Dileyen söz alıyor, bir adayın niteliğini övüyor, diğerini beğenmediğini söylüyor, herkese açık biçimde. Sonunda aday hep birlikte belirleniyor. Sonra seçim yapılıyor. Küba’da temsiliyet mekanizması çok ilginç bir süreçle işliyor.

Sonuçta benim insanların öğrenmesini özellikle istediğim kısmı şu: Seçildiğiniz beş yıllık dönemde halkla bağınızı asla yitiremezsiniz. Zaten ayda bir hafta geçiriyorsunuz, dönem dönem hesap veriyorsunuz. Dahası da var. Seçildiğiniz bölgedeki yerel meclis de sizi değerlendiriyor. Tam bir yetkiyle, “Bak sen şu işi yapmadın, burada boşluk bıraktın” diyor.

Bir diğer ilginç başlık, Küba meclisinin temsiliyet gücü. 490 vekil var şu an, toplumun her kesimi temsil ediliyor. Bir örnek vereyim, kimse bundan bahsetmiyor. Küba meclisi, dünyada kadınların en fazla temsil edildiği ikinci parlamento.

Yiğit Günay: Ruanda’nın ardından.

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Ruanda’nın ardından ikinci. Ki Ruanda parlamentosu çok daha dar. Küba meclisinde vekillerin yüzde 53’ü kadın. Küba, gençlerin mecliste temsiliyetinde de yedinci ülke. 35 yaş altındaki vekil sayısında yani. Bunlar önemli istatistikler.

Meclisimiz katılımcı. Ayrıca tüm tartışmalar yayınlanıyor. Sen Küba’da yaşarken henüz yoktu bu olanağımız (2007-2008 yıllarında Havana Üniversitesi öğrencisiydim—Y.G.), artık tüm oturumlar canlı yayınlanıyor.

Ön tartışmalar dahil. Çünkü bizde tartışmalar, dediğim gibi, çok önden ve herkesin katılımıyla yapılıyor. Meclis sürekli açık değil, olağan olarak yılda iki kez toplanıyor, son aşama orası. Bazen düşmanlarımız “Küba’da çok az tartışılıyor” diyorlar, alakası yok. Bir kanun tasarısı meclisin önüne gelmeden önce aylar süren bir tartışma süreci var. Ve itiraf edeyim, bazen çok da yorucu bir süreç bu. Çünkü, şakayla karışık söylüyorum, sürekli yeniden yeniden düşünmek zorunda kalıyorsun, bazen ilk taslak Meclis’e gelene kadar defalarca değişiyor.

Sonuçta, tabanın halk iktidarı deneyiminin kendisi… Sokakta, mahalledeki yurttaşın tüm yönetici organlar karşısındaki hakları, sorunlarını dile getirme, çözüm önerme yetkisi… Bunlar çok ilginç. Bunlar sosyalist bir toplumun olmazsa olmazları.

Yiğit Günay: Peki, bir yasa tasarısı aylarca tartışılıyor, sonunda Meclis’e geliyor. Meclis’te tartışılırken arada kavga çıkmıyor mu, yumruklaşma falan?

Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı): (Gülüyor) Hayır, hayır.

Yiğit Günay: Ne kadar sıkıcı. Peki devlet size ne marka araç tahsis ediyor?

Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı): (Gülüyor) Ne arabası, şaka yapıyorsun tabii ki, devlet vekillere araç vermiyor.

Yiğit Günay: E peki o zaman şunu sormam lazım: Maaş yok, araç yok, çalışanlarınız yok, ofisiniz yok, arada bir Meclis’te kavga gibi heyecanlı atraksiyonlar yok… Ne demeye vekil oluyorsunuz öyleyse, motivasyonunuz ne?

Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı): Gurur. Halkı temsil etmenin gururu. Ülkenin temel politikalarının belirlendiği, yasaların yapıldığı en yüce organda, parlamentoda katkıda bulunmanın kendisi.

Bizim vekillerimiz mütevazıdır, halkın içinden insanlardır. Hepimiz adına konuşuyorum, halkımızı temsil ettiğimiz için gurur duyuyoruz. Doğru, ağır bir görev, çok fazla sorumluluk yüklüyor insana, çok çalışmanız gerekiyor, ama bu bir adanmışlık. Çünkü karşılığında bir şey kazanmıyorsunuz.

Sizin “kavga olmuyor mu” şakanıza döneyim. Kavga olmuyor, ama herkes de dilediğini söylüyor. Bazen köylü bir vekil, bazen öğrenci bir vekil, bazen bir bakan veya bizzat cumhurbaşkanı çıkıyor, aynı şekilde konuşuyor, çünkü orada herkes vekil olarak eşit. Herkesin sözü aynı dikkatle dinleniyor.

Ama konuştuğumuz gibi, bir yasanın çıkması süreci karmaşık bir süreç, Meclis’in gündemine geldiğinde başlamıyor. Biz yasa yapımının etapları diyoruz, öncesinde halkın görüşlerinin yanı sıra ilgili uzmanlardan da komisyonlar kurulup değerlendirmeler alınıyor, sadece hukukçular da değil bunlar. Meslek odalarından geçiyor taslaklar, sürekli düzeltiliyor, tartışılıyor.

Mesela yakın zamanda çıkan Medeni Kanun sürecinde “özelleştirilmiş danışma” dediğimiz bir süreç daha soktuk devreye. Nedir o? Eldeki yasama metniyle bağlantılı belli kesimlerin işin içine dahil edilmesi. Bir örnek vereyim. Şu an çocukluk yasa tasarısı tartışılıyor, çocukları, gençleri, öğrencileri ilgilendiriyor. Biz bunu çocuklarla, öğrencilerle tartışıyoruz. Eğer yargıyla ilgili bir başlıksa, hukuk fakültelerine danışıyoruz.

Sonuçta taslak vekillerin tartışması için Meclis’in gündemine geldiğinde, öncesindeki tüm bu süreci de yayınlamış oluyoruz. Meclisin sitesinde yayınlanıyor bunlar ve vatandaş buradan da görüş ve önerilerini iletebiliyor.

Biz işin hukuk ayağındakiler, çok meşakkatli bir süreç yönetiyoruz. Özel ekipler tüm bu önerileri ele alıp, taslağın hukuki mevzuata uygun şekilde düzenlenmesi sürecini yönetiyor. Ve taslak meclisin önüne geldiğinde, o taslak ne kadar süre boyunca nerelerde tartışıldı, kaç görüş dile getirildi, hangi görüşler ağırlık kazandı, taslağın ne kadarı nasıl değiştirildi hepsinin hesabını döküyoruz. Sonra bize çok soru geliyor vekillerden, şunu nasıl değiştirdiniz, bu öneriyi ne yaptınız… Açıklamamız gerekiyor, şu ifade çoğunluğun itiraz etmesinden dolayı çıkarıldı, mevzuattaki şu kanunla çelişiyordu…

Sonuçta çok karmaşık bir süreç bu, üstelik çok vakit alıyor. Ama taslak Meclis’e geldiğinde halkın, uzmanların görüşü alınmış, üzerinde çok çalışılmış, olgun bir şekilde geliyor. Bu da çok kritik. Ülkedeki demokratik katılımın sağlanması açısından çok kritik.

Luis Morlote Rivas (Milletvekili, Merkez Komite İdeoloji Departmanı) ve Rosabel Gamón Verde (Milletvekili, Adalet Bakanı Birinci Yardımcısı)

Gutiérrez (İktisatçı): Küba birçok bakımdan çok tekil bir ülke, bunun anlaşılabilmesi lazım. Elbette her şey iyileştirilebilir, bizim yasama sürecimiz de böyle. Ama, bu bir yana, dünyanın geri kalanıyla Küba arasında bu meselede bir büyük fark var. Uçurum da diyebiliriz.

Geçen bu konuda bir dostumla sohbet ediyorduk. Dünyada konsensus, parlamentoda vekillerin verdikleri oylarla sağlanıyor. Meclisteki partilerin temsilcilerinin pazarlık görüşmeleriyle, meclisin içinde yürüyor süreç. Bu bir model. Ve bu model bize sorduğunuz o soruların, işte danışmanların çalıştığı ofisler, arabalar, yüksek maaşlar falan, onların arkasında yatan mantıktan doğuyor.

Bizim modelimizin mantığında, konsensus, meclisin dışında sağlanıyor. Tabandan yaratılıyor. Halktan geliyor. Bazen çok uzun sürdüğü bir gerçek, çünkü sürecin o kadar çok unsuru var ki, çok karmaşık.

Mesela, bizim üniversitede, yeni Anayasa tartışmalarının siyasi sürecini yürütme sorumluluğu bendeydi. Ve Hukuk Fakültesi’ndeki öğretim üyelerimiz, kendileriyle taslağın yeterince tartışılmadığı konusunda şikayette bulundular. Yönetim hiç sorun etmedi. Üç gün, toplam 18 saat, hukuk fakültesi kadrosuyla Anayasa taslağı tartışıldı. Ben üç gün boyunca oradaydım. Ve tartışmayı yürütme işi de bana kalmadı, doğrudan Devlet Konseyi’nin (Devletin en üst yürütme organı—Y.G.) sekreteri katıldı toplantılara. Zaten hukuk insanı kendisi. Anayasa profesörü vardı, Adalet Bakan Yardımcısı vardı. Üç gün taslağı tartıştık.

Bunlar detaylar, ama önemli detaylar. Bana kalırsa demokrasi tartışılacaksa, Küba’daki yönetim mekanizmasının bu tekil yönlerine bakılması gerekir.

Şimdi, başta dediğim gibi, bunlar bizim hiç eksiğimiz, boşluğumuz yok demek değil. Öyle diyen yalan söyler. Ama halkın nefesini ensenizde hissettiğinizde, bu eksiklerden, boşluklardan dolayı paniğe kapılmazsınız. Çünkü Kübalılar çok eleştireldir. Bahsettiğimiz tüm toplantılarda konuşurlar. Yolda önünüz keser pat diye fikirlerini söyler, itiraz ederler.

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı) ve Gamón (Milletvekili, Adalet Bakan Yardımcısı) (Aynı anda): Aynen öyle.

Gutiérrez (İktisatçı): Toplantı kötü geçebilir. Bu da bir baskı çeşididir. Vekillerin üzerinde sermayenin çıkarlarını savunmanın yarattığı baskıdan farklı bir baskı çeşididir. Küba toplumunun örgütlenme tarzının yarattığı baskıdır bu.

Morlote (Milletvekili, İdeoloji Departmanı): Küba halkı, kendi kaderine karar verme hakkına sahiptir. Temsilcisini doğrudan seçer, o temsilci onların çıkarlarını savunmakla yükümlüdür.                                               /././

                                                   soL - GÜNDEM

Erdoğan harcama şampiyonu Diyanet'i savundu: 'Sinsi bir kampanya yürütülüyor'

Diyanet'e yönelik sinsi bir kampanya yürütüldüğünü iddia eden Erdoğan, "28 Şubat zihniyetini 'başörtülü, çarşaflı, sakallı, cüppeli' diyerek yeniden hortlatmaya çalışıyorlar" dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/erdogan-harcama-sampiyonu-diyaneti-savundu-sinsi-bir-kampanya-yurutuluyor-395296)

                                                                   ***

Dolandırıcılıktan tutuklanan damadı aynı gün serbest kaldı: '25 bin akrabam var hangi birisini takip edeyim'

AKP’li Ensarioğlu'nun dolandırıcılıktan tutuklanan damadı aynı gün serbest kaldı. Ensarioğlu, "Artık bokunu çıkardılar. Böyle bir şey olur mu ya?" dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/dolandiriciliktan-tutuklanan-damadi-ayni-gun-serbest-kaldi-25-bin-akrabam-var-hangi-birisini)

                                                                     ***

Süleymancılar ve CHP'li belediye el ele: Cemaatin geleneksel kermesi yeniden hayata geçti

CHP'li Beykoz Belediye Başkanı Köseler ve beraberindeki heyet, Süleymancılar cemaatinin düzenlediği kermeste açılış kurdelesini kesti. Köseler ve cemaat sorumlusunun "dostluğu" dikkat çekiyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/suleymancilar-ve-chpli-belediye-el-ele-cemaatin-geleneksel-kermesi-yeniden-hayata-gecti)

                                                               ***

İsrailli gazete saldırılar sırasında bunu yazdı: Lübnan vaat edilmiş toprakların bir parçası mı?

The Jerusalem Post gazetesi, Lübnan'a saldırılar sırasında ülkenin vaat edilmiş toprakların bir parçası olduğunu öne süren bir makale yayımladı. Makale, tepkiler üzerine yayından kaldırdı.(https://haber.sol.org.tr/haber/israilli-gazete-saldirilar-sirasinda-bunu-yazdi-lubnan-vaat-edilmis-topraklarin-bir-parcasi)

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder