1 Ekim 2024 Salı

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -1/Ekim 2024-

 

Bizim program ne yana düşer usta? -Ercan Uygur-

Hükümetin ve bazı yabancı kurumların yaptığı açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de 16 aydır uygulanan “program” ancak ortodoks olabilir. Zaten hükümet kendisinin yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda sürekli artış yapıyor. Bu artışlar da diğer fiyat artışları için sinyal etkisi yaratıyor. Ancak, uygulanan programa ortodoks da diyemiyoruz.

Program dediğim, istikrar programı. Türkiye gibi yüksek kronik enflasyon ülkelerinde uygulanmak istenen “istikrar” programıdır. “Enflasyonu düşürme programı” veya bazen söylendiği gibi, “dezenflasyon programı” demek uygun değildir.

Çünkü, bizimki gibi ülkelerde yüksek kronik enflasyonla rayından çıkmış olan yalnızca genel ve göreli fiyatlar değildir. Yapısal sorunlar; kamu, özel ve dış dengesizlikler; eşitsizlikler hep artmıştır. Bu nedenle istikrar programında yapısal reformlar, cari denge, kamu kesimi dengesi, gelir dağılımı gibi konular da gündeme gelir.

İstikrar programında amaç, fiyat istikrarı yanında bu dengeleri de sağlayacak kalıcı genel istikrara ulaşmaktır. Başta ABD ve AB, gelişmiş batı ülkelerinde enflasyon geçici bir sorun olarak algılandığı için, enflasyonu düşürme programları vardır. Bu programlarda diğer sorunların, dengesizliklerin pek sözü edilmez.

Bu yazıda ilk amacım Türkiye’de uygulanan “programın” ne türden bir program olduğunu açıklamaya çalışmaktır. Hemen belirteyim; program denilen, geçmiş bir-iki yılın gerçekleşmelerini ve gelecek üç yılın tahminlerini (kamu kesimi için hedefleri) kapsayan “Orta Vadeli Program”dır (OVP). Daha önceki yıllardan farklı bir belge değildir.

İkinci amacım, türünü de dikkate alarak, programın aksayan yanlarını, daha doğrusu genel tanıma uymayan yönlerini irdelemektir. Bu irdelemeden sonra enflasyonun ve bazı dengesizliklerin geleceği konusunda değerlendirmeler yapmaktır.

Üçüncü bir amaç da son günlerde çok gündemde olan İsrail’in uyguladığı istikrar programından söz etmek. İsrail-ABD ilişkisinin niteliğini de uygulanan programı da çok iyi açıklıyor.

Ortodoks ve heterodoks istikrar programları

İstikrar programlarını kabaca iki gruba ayırabiliriz. Birinci grupta ortodoks, ikinci grupta heterodoks programlar vardır. Türkiye’deki program hangi gruba veya türe giriyor? Soruya yanıt vermek için ortodoks ve heterodoks programları tanımlayalım.

Ortodoks istikrar programı sıkı bir maliye ve sıkı bir para politikası ile uygulanmaya başlanır. Bu programların bazılarında, ek olarak, önceden ilan edilmiş bir döviz kuru patikası da vardır. Bu patika sabit kur şeklinde de olabilir.

Bu programlarda döviz kuru nominal çıpadır. Ancak kur patikasını veya çıpasını sürdürmek için yeterli resmi döviz rezervi olmalıdır.

Bazı ortodoks programlarda ise, ek olarak, önceden ilan edilmiş bir para/faiz veya kredi patikası da vardır. Bu gibi programlarda döviz kuru dalgalanmaya bırakılabilir. Bazı programlar ise karma patikalar içerebilir; örneğin kur patikası yanında kredi patikası da yer alabilir.

Heterodoks istikrar programları, ortodoks politikaları aynen içerir. Bu programlarda ek olarak fiyatlar ve ücretler için de patikalar da vardır. Bu patikalar sabit kalabilir; fiyatlar ve ücretler dondurulabilir. Buna kısaca gelirler politikası diyoruz. 

Heterodoks programlardaki gelirler politikası için üç toplumsal taraf; hükümet, işçi sendikaları ve işveren örgütleri programın koşulları ve uygulanması üzerinde anlaşmışlardır. Bu anlaşmadan sonra fiyat ve ücret patikaları belirlenir.

Heterodoks politikaların ortodoks bölümünde genellikle kur patikası da vardır. Öyleyse heterodoks programlarda döviz kuru, ücretler, kamu fiyaları ve özel fiyatlar olmak üzere üç patika yer alabilir. 

Heterodoks istikrar programı, özellikle kronik yüksek enflasyonun olduğu ülkeler için daha uygun görülür. Çünkü hetorodoks politikalarla daha kolay, daha hızlı ve daha az maliyetle sonuç alınabilir. Nedeni şudur: 

Kronik yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde enflasyon katılığı vardır. Bu katılık iki şekilde oluşabilir. Birincisi, fiyat ve ücretlerde sıkça geriye doğru endeksleme yapıldığı görülür. İkincisi, beklentilerde katılık vardır; enflasyon beklentileri kolay düşmez.

Enflasyon beklentilerinin hızlı düşmeyip katılık taşıması uygulanan ortodoks programa güvensizliğin ifadesidir ve iki nedeni vardır.

1) Geçmişte enflasyonu düşürmek için uygulanan politikalar başarısız olmuştur, yeni programın da başarısız olacağı düşüncesi yaygındır.

2) Programı uygulayan hükümetin açıklanan döviz kuru patikasını değişik nedenlerle sürdürmeyeceği veya sürdüremeyeceği düşünülebilir. Bunun da önemli bir nedeni siyasidir; hükümet daha çok oy almak için açıkladığı sıkı maliye ve para politikalarını gevşetebilir. Bu durumda ortodoks program çöker.

İşte bu nedenlerle kronik yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde heterodoks istikrar programları tercih edilebilir. Ancak bu tercih için daha başlangıçta, uygulama başlamadan, program için toplumsal mutabakata varılmış olmalıdır.

Türkiye’de uygulanan programın türü

Yukarıdaki anlatımdan, hükümetin ve bazı yabancı kurumların yaptığı açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de 16 aydır uygulanan “program” ancak ortodoks olabilir. Çünkü programın uygulanması için bir toplumsal mutabakat söz konusu bile olmamıştır.

Zaten hükümet kendisinin yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda sürekli artış yapıyor. Bu artışlar da diğer fiyat artışları için sinyal etkisi yaratıyor.

Peki, uygulanan program ortodoks mudur? Bu soruya da evet demek zor. Birkaç nedeni var.

1) Programın ortodoks olması için daha başta sıkı bir maliye politikasının olması gerekirdi. Siyasi nedenlerle böyle olmadı. Önce Mart 2024 yerel seçimlerini kazanmak için, sonra da “itibar” sağlamak için hükümet harcamaları olabildiğince arttırdı. Ortodoks politika için gerekli bir koşul olan sıkı mali politika olmadı ve yok.

2) Programın nominal çıpası döviz kurudur, ancak bir kur patikası da yoktur. Bu açıdan bir belirsizlik vardır. Bu nedenle kurun seyri konusunda çok farklı tahminler yapılıyor. Bu da önemli belirsizlik yaratıyor.

3) Döviz rezervleri yükselmiştir ama, bu rezervler oldukça istikrarsız olan portföy hareketleri ve swaplarla oluyor.

Bu eksikler bu eksikler programın maliyetini çok arttırmıştır.

1) Bir yandan mali bedel neredeyse tümüyle dar ve sabit gelirlilere yıkılmış durumdadır. Bu insanlar açlık ve yoksulluk sınırlarındadırlar.

2) Program büyük ölçüde yüksek faize ve döviz kuru baskılamasına dayanıyor. Bu politikanın sürmesi de üretimin ve istihdamın yavaşlaması anlamına geliyor.

3) Program, “itibar” ve tarikat harcamalarının kısılması yerine, eğitim ve sağlık alanlarında kısıntılar yapıyor. Bedeli çok ağır olan yapısal sorunları daha da arttırıyor. Halbuki IMF’nin ortodoks programları bile eğitim ve sağlıkta kısıntıya karşı olmaya başladı.

Kısacası, uygulanan programa ortodoks da diyemiyoruz. İşte bu nedenle yazının başlığında “Bizim program ne yana düşer usta?” sorusunu sordum.

İsrail’de heterodoks istikrar programı

Enflasyon İsrailde 1984’te yüzde 445’e varıyor. Aynı yıl temmuz sonunda yapılan genel seçimde soldaki İşçi Partisi ile sağdaki Likud Partisi çok yakın oylar alıyorlar. Her iki tarafın da hükümet kurması zorlaşınca, bir büyük koalisyon, bir uzlaşma hükümeti kuruyorlar. Razin (2018, Bölüm 1).

İstikrar programı uygulaması için hükümete baskılar artıyor. İlginç bir baskı, daha yeni İsrail hükümeti kurulmadan, ABD’den geliyor. Reagan hükümetinin dışişleri bakanı olan George Shultz, ABD’deki İsrailli bazı iktisatçıları toplayıp İsrail için bir istikrar programı hazırlamalarını istiyor.

Schultz şöyle diyor: “İstikrarsız, zayıflamış, hatta enflasyon nedeniyle çöküntüye giden bir İsrail istemiyoruz.” Güçlü bir İsrail istediklerini belirtiyor. Fischer (1995)

İsrail hükümeti öncelikle ABD’nin ne kadar parasal yardım yapacağını merak ediyor ve Stanley Fischer’e soruyor. Fischer de soruyu Schultz’a aktarıyor. Schultz’un yanıtı: “Gerektiği kadar.” Fischer şaşırıyor ve “Parayı alıp istikrar programını uygulamazlarsa ne olacak? Koşullar veya ön koşullar yok mu?” diyor.

Schultz şöyle diyor: “Kendilerine söyle, eğer dediğin gibi parayı alıp programı uygulamazlarsa, buna benzer bir sonuç ortaya çıkarsa, beni çok üzmüş olurlar. Onlar benim ne demek istediğimi anlarlar.” Fischer (1995).

İsrail’in istikrar programı 1985’in Temmuz başında açıklanıyor. Bu program heterodoks bir programdır. Programın iki ortodoks özelliği vardır. Birincisi, başta subvansiyonlar, kamu harcamalarının hızla azaltılması, bütçe açığının bir yıl içinde sıfıra yaklaştırılmasıdır.

İkincisi, merkez bankasının bütçe açıklarını parasal genişleme ile karşılamamasıdır. Daha da önemlisi, krediler için bir üst sınır belirlenmesidir.

Programın heterodoks özellikleri de şöyledir: Birincisi, üç toplumsal taraf; hükümet, işçi sendikaları ve işveren örgütleri programın koşulları ve uygulanması üzerinde anlaşmışlardır. İkincisi, bu anlaşma çerçevesinde başta yapılan bir ayarlamadan sonra fiyatlar ve ücretler dondurulmuştur.

Benzer şekilde döviz kuru, başta yapılan bir devalüasyon sonrasında, sabitlenmiştir. Fischer (1995), ABD tarafının özellikle fiyat sabitlemesinden hiç hoşlanmadığını bildiriyor.

Büyük ABD desteği ile de olsa İsrail istikrar programını uyguladı ve 1990’lara gelindiğinde enflasyonu tek hanelere indirmiş, gelişmiş ülkeler ile benzer konuma gelmişti.

İsrail, küreselleşme sürecinden yararlanmak için gerekli koşul olan enflasyonu düşürdü, istikrarı sağladı. Razin’in (2018, Bölüm 2 ve 3) açıklamasına göre İsrail iki önemli koşulu daha sağladı.

1) İyi eğitilmiş, nitelikli işgücü yetiştirdi. Böyle bir işgücü ile yeni teknolojilere uyum sağlayabildi. “İsrail baştan beri en iyi eğitimi vermeyi amaç edinmiş bir ülkedir.”

2) Teknolojiyi öne çıkaran yatırımlara olanak ve destek sağladı.

İsrail’in son dönemde yaptıkları bu konuda yeterince açıklayıcı olmalıdır.

Kaynakça

---------------

Fischer, Stanley (1995) “Recollections of the United States Role in the Israeli Stabilization Program”.

Razin, Assaf (2018) Israel and the World Economy: The Power of Globalization. MIT Press, Boston

                                                                           /././

Dört gündür kayıp olan Rojin Kabaiş'in babası konuştu: Kızımın yurda gelmediğini geç haber verdiler, şikâyetçiyim -Candan Yıldız-

Rojin’in babası Nizamettin Kabaiş: Van Yüzüncü Yıl Yurdu, kızımın yurda dönmediğini bize ve emniyete geç haber verdi.

Kayıp çocuklar, kayıp genç kızlar…

Diyarbakır-Tavşantepe köyünde öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran’ın aranma aşamasını hatırlayacaksınız…

“Allah nasip ederse kısa bir zamanda Narin'imize ulaşacağız" diyen İl Jandarma Komutanı’nın dediğinin tam aksi oldu. Yalan yanlış ifadeler, yanlış yönlendirmelerle zaman kaybedildi. Tam 19 gün…

Narin Güran’ın cansız bedeni bulundu.

19 gün uzun bir süre… Ve bu tür olaylarda zamanın, gerçeğin ortaya çıkması aleyhine nasıl işlediğini gördük.

Çünkü zaman ne kadar uzarsa olası delillere ulaşmak zorlaşıyor, delillerin niteliği zayıflıyor.

Narin’in kaybolduğu gün öldürüldüğü adli tıp raporuyla kesinleşti. 19 gün cansız bedeni suda bekletilen Narin’i kim ya da kimlerin öldürdüğü bir türlü bulanamıyor. Çünkü bulguların önemli bir kısmı kaybolmuş.

Zamana karşı yarışılması gereken bir olay da Van’da meydana geldi.

Rojin Kabaiş, Diyarbakır Hazrolu…

Rojin Kabaiş

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü’nü bu yıl kazandı.

Kaydını yaptırdığı üniversitenin yurdunda kalmak için 25 Eylül’de Van’a geldi. Yurda yerleşti.

Ancak 21 yaşındaki Rojin Kabaiş üniversite eğitimi için geldiği ilde üçüncü gün kayboldu.

27 Eylül akşamı saat 18.30 civarı son olarak annesiyle konuştu. Annesi kızını aradı. Rojin Kabaiş annesine üniversite kampüsü içindeki markete gideceğini söyledi.

Babası Nizamettin Kabaiş

Sonrasını kızını aramak için ailesiyle birlikte Van’a gelen, telefonda konuştuğum baba Nizamettin Kabaiş’ten dinleyelim.

“Annesi aramış, annesine marketten kahve alacağını söylemiş. Ama o gece gelmemiş yurda… Yurt bize ertesi gün saat 11:45’te haber verdi. ‘Kızınız yurda gelmemiş, haberini var mı, bir akrabanızda kalmış olabilir mi’ diye… Ben de neden geç haber verdiniz dedim. Yurt yönetiminden şikâyetçi oldum. Emniyete de geç haber vermişler.”

Baba Kabaiş’in altını çizdiği nokta önemli… Zira yurdun yönergesine göre “Yurt İşletmesinde 24 saat hizmet esastır. Bu nedenle yeteri kadar nöbetçi memur bulundurulur.”Saat 18.00 civarında yurttan çıkıp markete gittiğini söyleyen Rojin Kabaiş’in gece yurda dönmediği fark edilmedi mi? Fark edildiyse neden 10-11 saat sonra haber verildi?

Bütün bu gecikmeler, zamanın aleyhe işlemesine hizmet etmiyor mu?

Rojin Kabaiş’ten haber alınamadığı bilgisi hafta sonuna denk geldiği için soruşturma dosyasına nöbetçi savcı bakıyor.

Kamera kayıtlarına göre Rojin Kabaiş, üniversite kampüsü içinde kalan Van Gölü sahiline giderken görülüyor. Ama gidiş var dönüş yok. Dönüşe ilişkin bir kayıt yok.

Rojin Kabaiş'e ait telefon, kulaklık, pet şise ve kek

Baba Nizamettin Kabaiş, kızına ait telefon, kulaklık, plastik su şişesi ve bir adet kekin öğrenciler tarafından bulunduğunu söyledi.

“Markete gitmemiş anlaşılan, belki dönüşte alacaktı kahveyi… Oda arkadaşı müdürlerle konuşmuş. Rojin’in ‘Sahile gidelim, çakıl taşı toplayalım’ dediğini söylemiş. Ancak yorgun olduğu için arkadaşı Rojin’le gitmemiş. Kızım 19.05 gibi üniversite bahçesinde geziyormuş. Ayağında terlik, üzerinde eşofman varmış. Gittiği göl kenarının etrafı tellerle çevrili ama bir noktada tellerle, tellerin dışındaki alan arası açık. Çünkü yaz aylarında su çekildiği için oradan giriş çıkış yapılması mümkün. Zaten kızımın eşyaları da oraya yakın bir yerde bulunuyor.”

Babanın tariflediği noktanın ilerisinde bir köy varmış… Ama kimseyi zan altında bırakmak istemediğim için köyün adını şimdilik yazmayacağım.

Rojin'in yerleştiği KYK Yurdu

Baro Başkanı: Oda arkadaşlarının bile ifadesine başvurulmamış, telefon incelemesi bile daha yapılmamış

Ancak Van Barosu Başkanı Sinan Özaraz’ın dikkati çektiği şu nokta önemli.

“Etkili bir arama yok. Nöbetçi savcılık baktı dosyaya şu ana kadar. Pazartesi belli oldu asıl savcı. Başsavcılıkla görüşecektik ama ani bir işi çıktığı için görüşmemiz Salı gününe kaldı. Aramalar olay yeri ile sınırlı kalmamalı. Rojin gölün üniversite kampüsünün içinde kalan bölümü ile köyün çakıştığı noktada kaybolmuş. Şu ana kadar oda arkadaşlarının bile ifadesine başvurulmamış. Temel sıkıntı şu. Narin olayında da gördük. Bu tür olaylarda zamanla yarışıyorsunuz. Bu nedenle etkili arama noktasında eksiklik gördük. Telefon incelemesi bile daha yapılmamış.”

Rojin Kabaiş’in ailesi her gün kızının kaybolduğu bölgeye gidiyor. Baba Kabaiş, gölde aramaların akşam saatlerine kadar sürdüğünü söyledi.

Kimseyle husumetlerinin olmadığını ifade eden baba Kabaiş’e kızının sevgilisinin olup olmadığını, Diyarbakır’da herhangi biri tarafından rahatsız edilip edilmediğini de sordum.

Öyle bir durumun söz konusu olmadığını ifade etti.

Üniversiteyi bu yıl kazanan Rojin Kabaiş’ten 27 Eylül Cuma akşamından bu yana haber alınamıyor.

Zaman hızla ilerliyor.

Van Barosu Başkanı’nın ifade ettiği gibi etkili, seri ve geniş arama söz konusu olmadığında zaman Rojin Kabaiş’in aleyhine işliyor.

                                                            /././

Bahçeli ile Sinan Ateş cinayeti sanığı Demirbaş’ın cümlelerindeki benzerlik! -Candan Yıldız-

Halk TV, CHP ve dört gazeteci tehditlerin odağındaydı

Sinan Ateş cinayet davası MHP’nin tansiyonunu yükseltti. Karar duruşmasına doğru CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, isim vermeden ama herkesin malumu, MHP’li iki genel başkanı yardımcısının yargılanması gerektiğini söylemesi Devlet Bahçeli’nin de tansiyonunu çıkardı. O isimlerin kim olduğunu sağır sultan biliyor. Ateş ailesinin de işaret ettiği iki isim anlaşılan Devlet Bahçeli’nin kırmızı çizgisi…

İktidarla uyumlu muhalefet isteyen Cumhur İttifakı’nın ortağı Bahçeli Özgür Özel için daha önce “CHP'ye renk kattı ama hangi renk olduğu önemli” dedi. Rengi de belirledi, pembenin yakıştığını söyledi.  Ama ne zamanki Özel, MHP Genel Başkan Yardımcısı iki ismin yargılanması konusunda açıklama yaptı, Bahçeli için Özel birden düşman oldu. “Organize Pensilvanya operasyonu çekenlere Ülkü Ocakları ve MHP’yi çiğnetmem. Halk TV ve CHP ayağınızı denk alın. Özgür Özel, iddiaların şahsın gibi çürüktür. Kapımızın önünde baykuş öttürmeyiz. 4 soytarı muhabir ile MHP'yi sorgulayamazsınız!"

MHP lideri “Kapı önünde baykuş öttürmeyiz” derken Sinan Ateş cinayeti davasının partisi için uğursuzluk getirdiğini de kabul etmiş oldu. Gerçi baykuşla ilgili inanışlar farklı… Kimi inanışa göre bilgi ve bilgeliğin sembolü…

Bahçeli “MHP’yi sorgulatmayız” derken otoriter ve biat isteyen siyasetlerinin gerçek gazetecilik faaliyetine izin vermeyeceğini de duyurmuş oldu. MHP iktidarında gerçek gazetecilik yapılmasına izin vermeyeceğiz demek istedi.

Ama muhalefet ve basına ayar veren konuşmanın tonu bu kez daha sertti. “Kanat çırpan akbabaların kanatlarını koparmaktan” söz etti Bahçeli. Dört muhabir demesi aslında Sinan Ateş cinayetini takip eden bütün gazetecilere bir gözdağı… Bahçeli, daha önce de 154 kişilik bir listeyi yakın takibe aldıklarını duyurmuştu. Bence MHP liderinin konuşmasındaki en dikkat çeken nokta, Sinan Ateş cinayeti davasında tetikçi Eray Özyağcı’yı kaçırdığı iddia edilen, eski MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un Ankara’da kullandığı evde yakalandığı polis tutanaklarına geçtiği konuşulan, bugün tutuklu yargılanan Tolgahan Demirbaş’ın dünkü mahkeme ifadeleriyle örtüşmesi…

Sincan Cezaevi yerleşkesinde görülen dünkü duruşmayı takip eden gazeteci Barış Pehlivan Tolgahan Demirbaş’ın ifadelerini paylaştı.

 “Halk TV’de 4 tane, tek amaçları Türkiye düşmanlığı olanlar operasyon gazeteciliği yapıyor. Üzerine gidince de ‘yok, bizi hedef gösterdiler’ diyorlar. Ben bu ülkeye hizmet etmiş sporcuyum. Ülkü Ocakları’nı terörize göstermek için yapıyorlar. Ben varsayım tutuklusuyum.”

Tetikçi Eray Özyağcı da gazeteciler Barış PehlivanMurat Ağırel ve Timur Soykan’ı eli ile tetik işareti yaparak tehdit etmiş

Mahkeme başkanı Özyağcı hakkında tutanak tutularak hukuki işlem yapıldığını söylese de Özyağcı demir parmaklıklar ardında… Ama uzantıları dışarıda… Bu tehditlerden sadece MHP sorumlu değil, MHP’nin büyük ortağı AKP de en az MHP kadar sorumlu. Ortağının tehditlerinin sonuçları iktidar partisini de bağlıyor. Mesele kişisel bir mesele değil. Bu hukuk ve hukuksuzluğun mücadelesi. Gazetecilerin tehdit edildiği siyasal iklim, herkesin sorunu…

                                                   /././

Narin soruşturmasında baz verilerinden çıkan iki kişi kim? -Tolga Şardan-

Baz istasyonlarındaki HTS veri kayıtları “daraltma” uygulamasıyla analiz edildi ve olay yerinde olan ancak bugüne kadar kim oldukları bilinmeyen “iki kişi”ye ulaşıldı! Bunlar, Salim Güran’ın aracında bulunduğu ancak ağabey Enes Güran’la beraber araçtan indirilen iki genç olmasın? İddiaya göre bu iki genç, Narin’in öldürülmesinde görgü tanığı ve ağabey Enes’in arkadaşları


Dere kenarında cansız bedeni bulunan Narin Güran’la ilgili cinayet soruşturmasında 40 gün geride kaldı.

Diyarbakır’ın Tavşantepe Köyü’nde 21 Ağustos öncesinde yaşananlar, henüz tam anlamıyla aydınlatılabilmiş değil.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın koordinesinde yürütülen adli soruşturma devam ediyor, yeni gelişmeler yaşanıyor.

İfadelerine başvurulanlar var. Olay yerinden halen delil toplanıyor. En son Narin’in evindeki halıya kriminal inceleme yapılmak amacıyla el konuldu.

Halıda yapılacak incelemede Narin’in yanı sıra başkalarına ait vücut sıvısı bulgusu aranacak.

O günden bugüne halının üzerinde olması beklenen izler ve emareler kalmış mıdır, ayrı konu elbette!

Büyüteç’te 17 Eylül’de “Narin’in amcasının aracında ağabeyi Enes de var mıydı, diğer iki genç nerede?” başlıklı yazıyı kaleme aldım.

Linkini bıraktığım yazıda soruşturmada elde edilen ve o gün için henüz kamuoyuna yansımamış bulguları paylaştım.

Özellikle amca Salim Güran’ın aracında bulunduğu anlaşılan ancak sonra sırra kadem basan iki kişinin akıbeti konusunda bir gelişme olmadı.

Sürpriz delil nereden çıktı?

Fakat, bu konuda yeni bilgilere ulaştım; aktarayım.

8 yaşındaki Narin’in katledildiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte savcılık, adli soruşturmada gereken delillerin bulunması için geç de olsa harekete geçti.

Yapılan araştırmalardan birisi belki de en önemlilerinden olanı, zavallı miniğin cansız bedeninin bulunduğu günden öncesine ait şüphelilerin kullandığı cep telefonlarının sinyal bilgileri kuşkusuz.

Tek başında delil olmamakla birlikte adli soruşturmaların yön değiştirmesini ya da somutlaştırılmasını sağlayan deliller arasında HTS kayıtlarının incelenmesi ve veri analizi yapılması.

Bu çerçevede, savcılık talimatıyla gerek tutuklu gerekse serbest bırakılan tüm şüphelilerin HTS kayıtları soruşturmayı yürüten jandarma tarafından resmi olarak elde edildi ve analize tabi tutuldu.

Aldığım bilgiye göre; işte bu aşamadan sonra bu kez farklı bir işlem yapıldı.

Olayın yaşandığı bölgede ve yakınlarındaki cep telefonu iletişimini sağlayan üç firmanın baz bilgileri üzerinde “baz verileri üzerinde daraltmış analiz” yapılınca iki yeni kişinin varlığı ortaya çıktı.

Bu işlemi şöyle özetlersem daha anlaşılır olacak sanki:

Ülke genelinde cep telefonları ve internet üzerinden iletişimde servis sağlayıcı hizmetini veren üç firma var bilindiği üzere.

Bu üç firmanın da Tavşantepe Köyü’ndeki cep telefonu abonelerinin iletişimini sağlayacak baz istasyonları, yani kuleleri var.

Her üç firmaya ait istasyonların kendi içlerinde de belirli görüşme kota sayısı mevcut. Abonenin yaptığı telefon görüşmesi veya internet kullanımı sırasında sinyalleri, kendi servis sağlayıcı firmanın kotasını aşması halinde diğer boş kotaya sahip firmanın baz istasyonuna düşüyor. Böylelikle kendi servis aldığı firmanın yerine diğer şirkete ait baz istasyonunu o an için geçici olarak kullanıyor.

Mesela deprem olayları sonrasında yaşanan yoğunluk bu şekilde aşılıyor.

Narin’in katledilmesi olayı sonrasında adli kolluk görevindeki jandarma, savcılık talimatıyla aldığı baz istasyonlarındaki HTS veri kayıtlarını bu kez “daraltma” uygulamasıyla analiz etti.

İşte bu analiz sonucunda; olay yerinde olan ancak bugüne kadar kim oldukları bilinmeyen “iki kişi”ye ulaşıldı!

Şimdi geriye dönelim; 17 Eylül’deki Büyüteç’te konu ettiğim Salim Güran’ın aracında bulunduğu ancak ağabey Enes Güran’la beraber araçtan indirilen ve olayla ilgili oldukları değerlendirilen iki geç, varlıkları yeni tespit edilen iki kişi olmasın?

Bu iki genç; iddiaya göre, Narin’in öldürülmesinde görgü tanığı. Ağabey Enes Güran’ın arkadaşları.

Anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran

Gizli tanık iddiası

Bu arada soruşturma çerçevesinde “gizli tanık” bulunduğu iddiası gündeme geldi.

İddiayı gündeme getiren gazeteci Sözcü’nün Diyarbakır muhabiri Özgür Cebe. Gündem arasında kaynadı, ancak soruşturma kapsamında iki kişinin gizli tanıklık yaptığı iddiası var.

Hatta bu konuda, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de bir ekibini Diyarbakır’a gönderdiği biliniyor. Fakat, gizli tanık işlemleri, soruşturmayı yürüten adli kolluk olması sebebiyle Jandarma Genel Komutanlığı bünyesindeki Tanık Koruma Şubesi’nce yürütülüyor.

Gizli tanıkların verecekleri bilgiler soruşturmanın seyrini değiştirebilecek nitelikte zannımca.

Aksi takdirde zaten gizli tanık uygulamasının geçerliliği olmaz. İfadeleri henüz kamuoyuna yansımadı. Savcılık soruşturmasının tamamlanmasıyla birlikte günışığına çıkacak cinayetle ilgili anlatımları.

Ağabeyin anlatımları ikna etmedi

Diğer yandan, Narin’in öldürülmesi soruşturması çerçevesinde tutuklanan ağabey Enes Güran’ın köye neden geldiği konusunda adli makamları ikna edemediği bilgisi mevcut.

Ağabey Güran, dosyaya giren ilk ifadesinde, her ne kadar ağabeyinin askere gidecek olması ve akrabalarının düğünü için Malatya’dan 20 Ağustos’ta köye geldiğini açıklasa da gözaltına alındığında yapılan mülakatta köye gelişi konusunda soruşturma makamlarını ikna edemedi.

Kaldı ki, ağabey Baran Güran’ın olayın çözülmesi için Diyarbakır Barosu’ndan yardım istediğini hatırlatayım.

Ayrıca, şüphelilerin tamamına DNA testi yapıldı, bilindiği üzere. DNA testlerinin sonuçları henüz kamuoyuyla paylaşılmadı. Ancak, özellikle ağabey Enes Güran’la ilgili sonucu bu satırların yazarı olarak merak ediyorum doğrusu.

Çünkü, Enes Güran’ın zaman zaman uyuşturucu kullandığı iddiası gündemde. Ayrıca, tutuklu amca Salim Güran’ın da yeğeni Enes Güran’a kimi zaman harçlık verdiği bilgisi var.

Bu bilgilerin bütünleştirilmesi, olayın aşama kaydetmesine yol açabilir.

İfadelerin sızma krizi ve iki bakanlık arasındaki soğukluk

Narin Güran’ın öldürülmesiyle çerçevesinde bir bilgi daha verip yazıyı bitireyim.

Soruşturmayla ilgili ilk andan itibaren şüphelilerin savcılıkça alınan ifadelerinin “bir şekilde” kamuoyuna yansıması iki bakanlık arasında adı konuşmamış krize neden oldu.

Hatta bu krizi, bakanlık bürokrasisinin dışında bakanlar düzeyinde düşünmek mümkün.

Şöyle ki, ilk günden itibaren ifadeler ve metinlerin, iktidar yanlısı veya muhalif medya ayrımı olmaksızın sızması İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’nı karşı karşıya getirdi.

Gerek soruşturmanın içeriği ve ulaşacağı boyut, gerekse nasıl sonuçlanacağı bir kenara, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile Adalet Bakanı Yılmaz Tunç arasında, ben “limonilik” diyeyim, siz “kriz” diye nitelendirin ancak “soğukluk” var bir süredir.

Soğukluğun olası gerekçesi kamu güvenliğinin sağlanmasında yeknesaklığın olmaması gibi duruyor. Ama arkasında başka bir gerekçe var mı, henüz bilmiyorum.

Büyüteç’te bir önceki yazıda konu ettiğim, “polis yakalıyor, adliye bırakıyor” meselesi gibi duruyor şimdilik.

Şimdi size bir tablo aktarayım; Narin’in cansız bedeninin bulunmasıyla birlikte oluşacak toplumsal tepkide tansiyonu düşürmek amacıyla kabinenin üç önemli ismi Diyarbakır’a gitti.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, kente giderek Vali Murat Zorluoğlu başta olmak üzere savcılık ve adli kolluk yetkililerinden bilgi aldı.

Sonrasında valilikte basın açıklaması yapılması gerekti. Olayın asıl muhatabı Adalet Bakanı Tunç, yapılacak açıklamanın hazırlığını yaparken iki bakanla birlikte metin hazırlığına girişti.

Valilik yetkilileri ve bakan danışmanlarının gözü önünde cereyan eden anlarda, İçişleri Bakanı Yerlikaya, diğer bakanlardan uzak kalmayı tercih etti. Tunç ve Göktaş, basının karşısına çıkacak metin üzerinde çalıştılar.

İddiaya göre, Yerlikaya ile Tunç, ifadelerin kamuoyuna yansıması konusunda karşı karşıya geldi. Yerlikaya, savcılıktan ve Ankara’dan ifadelerin medyaya ulaştırıldığını, Tunç ise jandarmadan sızdığını gündeme getirdi. Böyle bir gerginlik yaşandı valilikte.

Bu yaşananlardan sonra geçen haftaya dönelim.

İstanbul’da polis memuru Şeyda Yılmaz, hakkında 26 ayrı suç dosyası bulunan Yunus Emre Geçti tarafından şehit edildi. Hem de kendisine müdahale eden polis memurunun silahını elinden alarak.

Olay ülke genelinde infial yarattı. İki bakanlık bir kez daha karşı karşıya geldi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, üst perdeden kamuoyu paylaşımı yaparken Adalet Bakanlığı, taziye mesajları dışında sessiz kalmayı tercih etti.

Ancak ertesinde beklenmedik bir bilgi kamuoyuna yansıdı. Üstelik hem polis teşkilatını hem de Bakan Yerlikaya’yı zor durumda bıraktı bu bilgi.

Hakkında adli kontrol kararı bulunan ve polis merkezine giderek imza vermesi gereken katil zanlısı Geçti’nin son dönemde imza vermediği ve bu durumun da polis tarafından savcılığa bildirilmediği bilgisi gündeme düştü.

İçişleri Bakanlığı’nın açıklamadığı bu bilgi, nasıl olduysa iktidara yakın televizyon kanalları ile belli başlı gazetelere ulaştırıldı.

Hangi kanal üzerinden bilginin paylaşıldığını söylemeyim; siz bulun!

                                                                /././

                                                  T24 - GÜNDEM

“Erdoğan’ı ayakta karşılama” kararı CHP’yi böldü: Vekillerin bir bölümü içeri girmedi, 6 vekil ayağa kalkmadı

chp meclis
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TBMM Genel Kurulu’nda ayakta karşılanması kararı CHP grubunu böldü. CHP’de, 127 vekilden yarısından fazlası Genel Kurul salonuna girmeyerek karara tepki gösterirken, içeri giren vekillerden 6'sı karara uymadı ve ayağa kalkmadı.(https://t24.com.tr/haber/erdogan-i-ayakta-karsilama-karari-chp-yi-boldu-vekillerin-bir-bolumu-iceri-girmedi-7-vekil-ayaga-kalkmadi,1187168)
                                                          ***

Özel'den "Genel Kurul'da Erdoğan'ı ayakta karşılama" açıklaması: Makama saygısızlık yapmadık

"Herkes girecek, ayağa kalkacak diye bir zorlamamız olmadı, ‘Biz böyle davranacağız’ diye gruba bildirilmişti"

Araştırma: CHP’nin iktidarda olmasını ve Özgür Özel’in Türkiye’yi yönetmesini ister misiniz?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Meclis Genel Kurulu'na girişi sırasında CHP grubu olarak ayağa kalkmalarına ilişkin gelen eleştirilere yanıt olarak, "Makama saygısızlık yapmayacağımızı daha önce defalarca söylemiştik" dedi.(https://t24.com.tr/haber/ozel-den-genel-kurul-da-erdogan-i-ayakta-karsilama-aciklamasi-makama-saygisizlik-yapmadik,1187182)
                                                            
(T-24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder