23 Ekim 2024 Çarşamba

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -23 Ekim 2024-

Unutulan tarih: AKP’yi kapatılmaktan kim kurtardı? -Ali Ufuk Arikan-

''Gülen ölse de hesaplaşılması gerekenler orta yerde duruyor, yeniden inşa edilmesi gereken de…''

Topluma yönelik öyle bir hafızasızlaştırma operasyonu yürütülüyor ki, bazı gelişmeler bizim cephemizden bu operasyona 'dur' demek adına da bir fırsata dönüşüyor.

Gülen’in önceki günkü ölümü aslında tam da böyle bir fırsat…

Ülkemiz bundan yıllar sonra cemaat ve tarikatların neden olduğu tahribat dolu yılları konuştuğunda kuşkusuz akla gelecek ilk isimlerden biri olacak Fethullah Gülen.

Ölümünün ardından eski arkadaşları, yandaşları, AKP’li ve liberal destekçileri ikiyüzlü sevinç naraları attı.

Ama biliyoruz ki, hepsi oradaydı!

Bu ülkede çocukları, kadınları, gençleri hedef alan karanlık ağ, en çok onların uğursuz ittifakı döneminde güç kazandı. Adaletsizlik zirve yaptı, keyfe göre siyasi operasyonlar bu ittifak döneminde adeta sıradan, rutin bir hal aldı. Emekçilerin, halkımızın üzerine üzerine gidildi, patronlar ülke tarihinin en büyük kâr rekorlarını kırdıkları dönemleri yaşadı.

Ve belki de en önemlisi, onların ittifakları Cumhuriyet'in tasfiyesiyle sonuçlandı…
 
Dolayısıyla 'hepiniz oradaydınız' diyerek hafızasızlaştırmaya karşı bir direnç örülmesi gereken günlerdeyiz.

Bu yazıda uzun uzun Gülen-AKP ittifakını, bunun tüm kritik dönemeçlerini anlatma şansımız yok, böyle bir niyetimiz de. Ancak tarihten bir yaprak ve üç isim seçip, bir dosyayı kısaca yeniden hatırlatmak, bu ittifakın doğduğu zemini yeniden gündem etmek istiyoruz.

AKP-Cemaat ittifakı nasıl başladı?

Danıştay saldırısı, Dink suikasti, Zirve Yayınevi cinayeti, e-muhtıra, Cumhuriyet mitingleri ve kapatma davası…

Tüm bu başlıklar bu düzen için hem kriz hem de bir olanak anlamına geldi.

Artık ayak bağı olarak gördükleri Cumhuriyet’ten kurtulmak, Yeni-Osmanlıcı yayılma hayallerini gerçekleştirmek için ortaklaştıkları zeminde AKP iktidarı doğdu.

Krizi ve olanakları gördüler, harekete geçtiler.

Bu süreçte 2002-2007 bir tür hazırlık, 2007 sonrası ise icraat dönemi anlamına geldi.

2007 ile açılan yeni perdede AKP’nin en büyük ortağı, düzen tarafından bunun için yıllardır hazırlanan Gülen Cemaati oldu.

ABD emperyalizmi ve Türkiye sermaye sınıfı tam boy yanlarındaydı, buradan da cesaret alarak ortak hedeflerine kilitlendiler.

O ortak hedef, 1923’te kurulan Cumhuriyet'in tasfiyesiydi.

Tam da bu kuruluş zemininin nasıl işlediğini kritik bazı başlıklar üzerinden, şimdilerde farklı noktalarda olsalar da, dönemin AKP-Cemaat destekçisi isimlerinin yazılarıyla hatırlayalım…

Ümraniye ve Gül'ün rahatlığı

İlk olarak söz dönemin Taraf gazetesi yazarı, şimdinin DEM Parti vekili Cengiz Çandar’a ait:

“Bazı köşe yazıları kayda geçirmek için yazılır. Bu, onlardan biri. Gecikmeden, ‘Zekeriya Öz’e teşekkür’ yazısı. 2007 yılında seçime yaklaşık bir ay kala, bir haziran akşamı dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile uluslararası bir toplantının ardından İstanbul’da Çırağan Oteli’nin bahçesinde gecenin çok geç vaktinde baş başa sohbet ediyordum. Hrant Dink öldürülmüştü. Birçoğumuzun üzerine can güvenliği kaygısı karabasan gibi çökmüştü. Abdullah Gül’ün kişiliği de müdahale edilen Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ağır saldırılar altında kalmıştı. Gül’e kaygılarımı ve 22 Temmuz seçimlerinin gerçekleşebilmesi konusunda birçoğumuzun ortak kaygısını aktardığımda, yüzüme hayretle bakmış ve Ümraniye’de bulunan silahlar ve bombalar ile ilgili başlayan soruşturmaya atıf yapmıştı.”

Gerçekten kayda geçmesi gereken bir yazı!

Gül’ün rahatlığının kaynağı, Cemaat’in AKP-ABD-sermaye sınıfı ortaklığıyla başlattığı Ergenekon ve sonrasında devam eden operasyonlar süreciydi.

Cemaat sadece AKP’yi ve Gül’ü rahatlatmakla kalmadı, aynı zamanda akılsızlaştırmanın da ana aktörü oldu. Gülen Cemaati bu dönemde kendini 'sol' olarak tanımlayan bazı örgütleri dahi kendi yörüngesinde fikir yürütür hale getirdi. Onlara göre derin devlet temizleniyordu, Türkiye demokratikleşiyordu, Kemalist vesayet yok ediliyordu…

Oysa ortaklığın kaynağı Cumhuriyet'in tasfiyesi, tasfiyenin aracı da siyasi operasyonlardı.

‘Alnı secdeye değenlerin ittifakı’

Bu bağlamda gelişen ortaklığın zeminini dönemin Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu üzerinden okuyalım şimdi:

"27 Nisan muhtırası ve 2007 seçimlerini takiben açılan kapatma davası AK Parti’yi devlet alanında çıplak bıraktı. Üzerini örtebilecek tek örgütlü güç ise Cemaat'ti. Cemaat'in tehdit algısı ve siyasi örgütlenmeye yönelişiyle, AK Parti’nin askerle karşı karşıya kalışının paralelliği beklenen sonuca yol açtı. Polis ve adliye içindeki Cemaat yapılanmasıyla AK Parti’nin arayışları buluştu. Bu buluşma AK Parti için siyasi bir ittifak değil, baskı ve hukuksuzluk karşısında doğal, meşru ve olması gereken bir durumdu. Başbakan açısından "alnı secdeye değenlerin adalet ve hukuk arayışı etrafında buluşması"ydı... Bu çerçevede darbe girişimlerine, siyasi iktidarın siyasi ve sosyolojik varlığına karşı imha çabalarına verilen cevaplarla 2008 tarihinden itibaren yeni bir sayfa açıldı. Ergenekon adli süreci bu dönemi simgeleyen ilk hamleydi.”

“Alnı secdeye değenlerin” ittifakı ülke tarihinin en karanlık dönemlerinden birinin kapısını açtı. İşçi sınıfına, emekçilere yönelik saldırılar giderek arttı, hukuksuzluk düzenin en temel enstrümanı haline geldi, gerici saldırı ülkenin her yerine yayıldı.

İttifakın harcı Cumhuriyet'in tasfiyesiydi, bunu da elbirliğiyle başardılar.

AKP’yi kapatılmaktan kim kurtardı?

Ve son olarak yazının başlığındaki dosyaya uzanalım…

Laiklik ve Cumhuriyet düşmanlığında çok net ve kararlı olan, bunun için Gülen’in, ABD’nin ve Türkiye sermaye sınıfının desteğini alan AKP, bir kapatma davasıyla karşı karşıya kaldı hatırlayacağınız üzere.

Peki, bu davanın nasıl bir hukuksuzlukla sonuçlandırıldığını hatırlayan kaldı mı?

Pek sanmıyoruz…

Bugünlerde “silahlı terör örgütü üyesi” olarak hakkında hüküm verilen Ekrem Dumanlı’ya gidelim şimdi de:

"Açık söylemek gerekirse kapatma yönünde çıkacak bir karar Türkiye'yi çok ciddi bir sıkıntının içine atar. Demokrasimiz çok ağır bir yara alır ve kapatma kararı demokrasi tarihine maalesef 'yargı darbesi' diye kaydedilir. Aylardır ifade edilen 'jüristokrasi', 'yargıçlar devleti' gibi üzücü yakıştırmalar halk tabanında yaygınlık kazanır ve hukuk sistemimiz bu ağır ithamdan yakasını en az çeyrek yüzyıl daha kurtaramaz. AYM'nin 367 kararı bile kuruma duyulan güveni temelden sarsmıştı. Şimdi her iki seçmenden birinin oy verdiği; üstelik AB reformları konusunda köklü reformlar yapan bir partinin kapatılması söz konusu."

Cemaat’in has adamlarından biri olan Dumanlı, AKP’nin yanında duran örgütüyle birlikte AKP’nin kapatılmasını engelleyen ana unsurlardan biri oldu. Tabii ki yukarıda sıraladığımız ana aktörlerin desteği ve yönlendirmesi sayesinde…

Şimdilerde herkes unutmuş durumda, gelin o süreçteki Cemaat payını kısaca hatırlatalım.

AKP’nin kapatılması sadece bir oy farkıyla engellenmiş, aradan yıllar geçtikten sonra Cemaat’in o dönem oy kullanacak tüm AYM üyelerini dinlediği ortaya çıkmıştı.

Cemaat önce AYM’ye soktuğu kendi adamları üzerinden AKP’nin kapatılmasına karşı bir duvar örmüş, sonra da en klasik yöntemiyle, hukuksuz dinlemelerle AYM üyelerinin özel hayatlarına dahil olup, bunları da çok muhtemeldir ki kapatmaya karşı pozisyon almaları için kullanmıştı.

Peki, bunu yapan Cemaatçiler bu nedenle yargılandı mı? Tabii ki hayır…

Sonrası mı?

Önce elbirliğiyle Cumhuriyet'i tasfiye ettiler, sonra ülkeyi kanlı bir iç hesaplaşmaya sürüklediler. 15 Temmuz aynı zamanda bunun da zeminidir ve ölüp giden Gülen kadar, AKP iktidarı, patronlar ve ABD’nin de doğrudan eseridir.

Gülen ölse de hesaplaşılması gerekenler orta yerde duruyor, yeniden inşa edilmesi gereken de…

Burada son sözleri eski ortaklara, Erdoğan ve Gülen’e bırakalım:

"Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'Evet' oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da, ben zannediyorum ruhları koşar da.” (2 Ağustos 2010-Gülen)

"Dünyanın dört bir yanından Okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum. Ne yapayım, buradan Okyanus ötesine mesajlar olduğuna göre bizim de bu mesaja bir karşılığımız olması lazım."  (12 Eylül 2010-Erdoğan)

Beraber yürüdüler bu yolları…

                                                           /././

Bir karşı devrimcinin ölümü -Fatih Yaşlı-

''Bugün Gülen Cemaati büyük ölçüde etkisizleşmiş olsa da devlet başka tarikat ve cemaatler arasında parsel parsel bölüşülmüş durumdadır, dolayısıyla karşı-devrim yoluna devam etmektedir.''

24 Ekim 2013’te, yani AKP ile Cemaat arasındaki gerilimin iyiden iyiye görünür hale geldiği günlerde ve 17-25 Aralık operasyonlarına yaklaşık iki ay kala, Fethullah Gülen gazetelere tam sayfa ilanlar vermiş ve geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunan isimlere tek tek teşekkür etmişti.

Listede Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra, TÜSİAD, TUSKON ve İstanbul Sanayi Odası Başkanları, Mustafa Koç, Bülent Eczacıbaşı, Ferit Şahenk gibi “seküler” sermayenin patronları, eski ve yeni bakanlar, CHP Genel Başkan Yardımcıları Erdoğan Toprak ve Gürsel Tekin, MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder gibi “muhalefet”ten isimlerin yanı sıra çok sayıda “gazeteci”nin ismi de yer almaktaydı.

İlanın da ortaya koyduğu üzere Gülen’in sağlığı bir dönem Türkiye’nin düzeni açısından bir “milli mutabakat” konusuydu ve düzen siyasetinin neredeyse bütün aktörleri o mutabakata dahildi, Gülen de zaten o ilanla bu mutabakatı bir kez daha hatırlatıyor, yaklaşan fırtına öncesi muhataplarına “hepiniz oradaydınız” diyordu. 

İlanın yayınlanmasından yaklaşık iki ay sonra, Gülenci polis ve savcılar, AKP’nin Cemaat’in dershane ve okullarını kapatma hamlesine karşı yolsuzluk kozunu masaya sürdüler ve çok geniş bir operasyon başlattılar. İlk dalgası 17 Aralık’ta, ikinci dalgası 25 Aralık’ta gerçekleştiği için Türkiye’nin siyasi tarihine “17-25” koduyla geçen bu operasyonlarla birlikte ortalığa sayısız belge ve dinleme kaydı, tape saçıldı, yolsuzluğun boyutları ve iktidarın en tepesine kadar uzandığı çok net bir şekilde ortaya çıktı. 

17-25 Aralık operasyonlarıyla birlikte 10 yılı aşkın bir süredir bir tür gayri resmi koalisyon gibi hareket eden AKP-Cemaat ittifakı bozuldu ve oradan da cemaatin 15 Temmuz başarısız darbe girişimine uzanan süreç devreye girdi. AKP ise bu başarısız girişimi “Allah’ın bir lütfu” olarak gördü ve önce OHAL ilanıyla, ardından da OHAL koşullarında gidilen referandumla “Türk tipi başkanlık” sistemine geçerek rejim inşasını hızlandırdı ve o rejimi anayasal bir statüye kavuşturdu. 

Fethullahçı çete, AKP’yle ortak olduğu dönemde Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davalarla AKP açısından bir tür zemin düzleyici işlevi gördü. AKP’nin hükümet olmaktan devlet olmasına geçiş sürecine taş koyabileceği düşünülen kadrolar bu davalar aracılığıyla ve ciddi bir direnişle karşılaşmaksızın tasfiye edildiler. O tasfiyelerden boşalan kadrolar ise hızlı bir şekilde Fethullahçılar tarafından dolduruldu, cemaatin “sızma” stratejisi yerini aleni bir kadrolaşmaya bıraktı.

Ancak mesele sadece sahte deliller, montaj tapeler vs. değildi; bu davalara bir de liberaller aracılığıyla ideolojik bir altyapı tesis edildi: AKP-Cemaat ikilisi aslında demokratikleşme adına Kemalist vesayetçilerle savaşıyordu, sivil zihniyet darbeci zihniyetle mücadele halindeydi, merkez-çevre kavgasında nihayet çevredekiler merkezdekileri, yani halk, elitleri yenecekti vs. 

Bu ideolojik altyapı tesisinin ete kemiğe büründüğü hadiselerden biri 12 Eylül referandumuydu. Bilinçli bir şekilde 12 Eylül gününe denk getirilen 2010 tarihli bu referandumun propagandası 12 Eylül darbesiyle hesaplaşma üzerinden yapıldı, güya darbecileri koruyan anayasa maddesi kaldırılacak ve darbeciler cezalandırılacaktı. Oysa asıl amaç bambaşkaydı; 12 Eylül referandumunda yapılan değişikliklerle yargı bütünüyle iktidarın ve cemaatin kontrolüne geçti. Bu da AKP’nin rejim inşasında bir aşamanın daha geride bırakılması anlamına geliyordu. 

Velhasıl, Gülenciler AKP ile ortakken onun rejim inşasına en büyük katkıyı yapan aktör olmuşlardı ama AKP’nin darbeyi bir fırsata çevirip rejim inşasını hızlandırmasıyla birlikte, ittifak bozulduğunda da rejim inşasına en büyük katkıyı bu sefer tersinden yapmış olacaklardı. 

Gülen Cemaati’ni doğru bir şekilde anlayabilmek için Soğuk Savaş Türkiye’sine gitmek gerekiyor. Erken Cumhuriyet döneminde kamusal alandan uzaklaştırılarak yeraltına çekilmeye mecbur bırakılan ve hem siyasal hem toplumsal etkileri azalan tarikat ve cemaatler 1946’dan itibaren yeniden sahneye çıkıyorlar. IMF, Dünya Bankası ve NATO üyeliği üzerinden emperyalizmle yeni bir entegrasyon çabasına içeride antikomünizm ve dinselleşme eşlik ediyor. Özellikle eğitim alanı dinselleşmeye açılırken buna tarikat ve cemaatlerin yeniden görünür hale gelmesi ekleniyor ve buradan 1950’ye, yani Demokrat Parti iktidarına varılıyor.

Menderes döneminin iki önemli İslamcı figürü var; bunlardan biri Said Nursi, diğeri ise Necip Fazıl. Necip Fazıl Abdülhakim Arvasi adlı bir Nakşi şeyhine intisap etmişken Nursi, kendi ekolünü kuruyor. Necip Fazıl’a örtülü ödenekten sık sık para gönderen Menderes, Said Nursi ile de bazen doğrudan bazen dolaylı yollardan ilişki kuruyor, İslamcılık on yıllık Menderes iktidarında iyiden iyiye palazlanıyor ve güçleniyor.

Said Nursi’nin takipçisi Gülen’in sahneye çıkışı ise “ağaçların bile sola doğru eğildiği” 1960’lar Türkiye’sinde söz konusu oluyor. 1962-63 yıllarında Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Erzurum şubesinin kuruluşunda aktif rol oynayan ve 1966 yılında İzmir’de vaizlik yapmaya başlayan Gülen, yükselen sol karşısında burada kendi kadrolarını yetiştireceği ilk kampları kuruyor, cemaatin çekirdeği burada şekilleniyor. 12 Mart darbesine kadar örgütlenme faaliyetlerine devam eden Gülen darbeden sonra tutuklanıyor ama cezaevinde kısa bir süre kalıyor ve sonra da Yargıtay aldığı cezayı bozuyor.

Cemaat 70’li yıllardan itibaren yayın organlarına da adını veren “sızıntı” stratejisiyle devlet kurumlarında ve özellikle de polis ve yargıda örgütlenmeye başlıyor. Kuşkusuz bu örgütlenmeden devletin güvenlik ve istihbarat kaynaklarının haberi var ama sola karşı dinselleşmenin önünün açılması, tarikat ve cemaatlerin komünizmle mücadelede birer aktör haline gelmesi gerekiyor ve bu nedenle de Cemaat’e dokunulmuyor. 

Gülen’in bizzat kendisinin yazdığı “Son Karakol” adlı yazıyla selamladığı 12 Eylül darbesi de Gülen’e ve örgütüne dokunmuyor; bilakis Özal’ın kefilliği altında Cemaat faaliyetlerini hızlandırıyor, ardı ardına dershaneler, okullar, yurtlar açıyor ve 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezi ideolojisi Fethullahçıların icraatlarında somutlaşıyor, vücut buluyor. 

90’lar ise Gülen ve örgütünün yıldızının parladığı yıllar oluyor; Sovyetler’in dağılması sonrası yükselen liberal dalgaya Gülen de yerleşiyor ve kendisinden “demokrat, bilge bir din adamı” portresi çıkartılıyor; gazetelerde boy boy röportajlar yayınlanıyor, şöhretler Gülen’i ziyaret edip pozlar veriyor, Cemaat’in düzenlediği ödül törenleri birer gövde gösterisine ve halkla ilişkiler çalışmasına dönüşüyor. 

Tüm bu şaşaalı günler 28 Şubat’la birlikte sona eriyor ve Gülen ABD’ye kaçmak zorunda kalıyor ama bu Cemaat için yeni bir dönemin de başlangıcı anlamına geliyor. Soğuk Savaş sonrası dünyada Rusya’ya karşı yeniden bir kuşatma stratejisine girişen ABD, eski Sovyet coğrafyasında çok sayıda Cemaat okulu açılması projesini hayata geçiriyor. Yani bir Soğuk Savaş görevlisi olan Gülen, Sovyetler dağılıp Soğuk Savaş bittikten sonra da görevine devam ediyor. 

Bu dönemi taçlandıran şey ise AKP’nin 3 Kasım 2002’de iktidara gelişi oluyor; Milli Görüş’ün içerisinden çıkıp gelen ve kuruluşunun üzerinden bir yıl geçmişken iktidar olan AKP’nin devleti yönetebilecek kadroları yok. Tam da bu nedenle AKP, yukarıda anlatıldığı üzere Cemaat’e sarılıyor ve Cemaat kadrolarıyla birlikte adım adım yeni bir rejim inşasına girişiyor. O inşa süreci açıkça bir karşı-devrim anlamına geliyor ve sürecin bir noktasında karşı-devrim kendi evlatlarını yemeye başlıyor. Liberallerin ve Cemaat’in denklem dışına düşüşü böyle söz konusu oluyor, AKP kendisine yeni bir müttefik buluyor ve MHP’yle yola devam ediyor.

Tekrar söyleyelim; Türkiye’de dinselleşme, tarikatlar ve cemaatler devletin sınıfsal karakterinden ve Türkiye’nin sermaye düzeninden ayrı ele alınamaz; tüm bunların önü solla, komünizmle mücadele adına açılmış, hepsi toplumsal uyanışı durdurmak adına sahaya sürülmüştür. Bugün Gülen Cemaati büyük ölçüde etkisizleşmiş olsa da devlet başka tarikat ve cemaatler arasında parsel parsel bölüşülmüş durumdadır, dolayısıyla karşı-devrim yoluna devam etmektedir. 

Bu gidişat ise ancak devrimciler tarafından durdurulabilir; emeğin sömürüsüyle dinin istismarının aynı yerden kaynaklandığını gören ve Türkiye’nin sermaye düzenine karşı mücadele ile dinci gericiliğe karşı mücadelenin birbirinden ayrıştırılamayacağını bilen devrimciler tarafından.                           /././

Irak Kürdistanı seçimleri: Güç dengesi korundu, Yeni Nesil çıkışını sürdürdü -Özkan Öztaş-

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde hafta sonu yapılan seçimler sona erdi. Barzani birinci, Talabani ikinci oldu, ancak Barzani tek başına hükümet kuramıyor. Üçüncü parti, çıkış yapan Yeni Nesil.

Irak'ta 20 Ekim Pazar günü yapılan yerel seçimlerde Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi (IKBY) halkı sandığa gitti. Seçimlerde partiler 100 sandalyelik Kürdistan parlamentosu için yarıştı.

Normalde her 4 senede bir yapılması gereken seçimlerin sonuncusu 2018'de yapılmıştı. Araya giren pandemi sürecinde siyasi istikrarsızlığı da mazeret gösteren hükümet seçimleri ertelemiş ve bu durum IKBY'de siyasi rahatsızlıklara neden olmuştu. Özellikle Bağdat hükümeti, anayasayı işaret ederek seçim yapılması konusunda baskı kuruyordu. 

Bölgelere göre durum ve taraflar

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde mevcut durumda iki ana siyasi gelenek var. Özellikle 1990'lı yıllarda yaşanan ve Kürtçede "Birakuji" yani kardeş katliamı olarak tarif edilen süreçte siyasi harita her ne kadar değişmiş olsa da yaklaşık 30 yıldır devam eden statüko bu seçimde de bir istisna dışında korundu. İstisna, Yeni Nesil Hareketi oldu. 

Mevcut durumda aşiret ve akrabalık ilişkileri ve geçmiş dönemlerdeki aşiret iktidarlarından belirlenen siyasi iklimde Irak'taki Kürt siyaseti iki ana hatta bölünmüş durumda. Bir tarafta Barzani ailesi olarak bilinen ve IKBY'nin kuzeyinde hakim güç olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), diğer yanda IKBY'nin güneyinde hakim güç olan Talabani ailesinin hakimiyetindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) yıllardır devam edegelen siyasi kutupları oluşturuyor. 

Seçimlere 4 vilayette giriliyor. Bunlar Erbil, Duhok, Halepçe ve Süleymaniye. Bu şehirlerden Erbil ve Duhok'ta KDP, Süleymaniye ve Halepçe'de ise KYB daha etkin ve seçimlerde daha fazla sandalye kazanıyor. 

IKBY'deki seçimler 4 farklı şehirde gerçekleşiyor. Bu kentler arasında Duhok ve Erbil KDP çizgisine yakınken Süleymaniye ve Halepçe'de KYB öne çıkıyor. Kaynak: Rudaw

Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) 190 ve Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin (KYB) 172 adayla girdiği seçimlerde Halk Cephesi 123, Yeni Nesil (Nwey Nwe) 92, Kürdistan Bölgesi İttifakı 84, Helwest Hareketi 72, Değişim Hareketi (Goran) 64, Kürdistan İslami Birliği (Yekgirtû) 63,  Kürdistan Adalet Topluluğu (Komel) 59, Ulusal İttifak 59, Serdem Listesi 41, Kürdistan İslami Hareketi 35, Kürdistan İslami İlişkiler Hareketi 15 ve Irak Türkmen Cephesi ise 11 aday ile seçimlere girdi. 

Normal şartlar altında 11 tane azınlık kotası olan IKBY parlamentosundaki kota sayısı bu seçimlerde 5'e düşürüldüğü için parlamentodaki Türkmen temsilci sayısı da azalmış oldu. 

Seçimin sonuçları ve yükselen Yeni Nesil Haraketi

Seçim süresince Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin (KYB) lideri Bafıl Talabani'nin yaptığı mitingler bir tür şova dönüşmüş ve Talabani için "pop star" yorumları yapılmıştı. Bafıl Talabani'nin Barzanilerin KDP iktidarını yeneceğine dair inançlı konuşmaları yerelliklerde heyecan yaratmış olsa da tablo bunun çok ötesindeydi. 

Ancak Talabani'nin kendi ailesinden kimi yakınları ve destekçileri başka partilerden aday olmuşlardı. Bu halihazırda Talabanilerin oylarının bölünmesine neden oldu. KYB buna rağmen oylarını artırdı ancak KDP'yi geçemedi. 

KDP ve KYB arasındaki iki partili temsiliyeti vaktiyle ciddi manada sarsan hareket Goran olmuştu. Goran hareketi KDP ve KYB'nin yolsuzluklarına, işbirlikçiliklerine karşı verdiği mücadelede halk tarafından ciddi beğeni almış ve kısa zamanda yükselmişti. KYB'den kopan Goran Hareketi, Neçirvan Mustafa tarafından 2009 yılında kurulmuş ve akabinde gelişen seçimlerde ciddi bir nüfuz elde etmişti. Ancak eleştirdiği neredeyse tüm sorunlara bir süre sonra kendisi de bulaşınca bu seçimlerde ciddi bir gerileme yaşadı. Bir önceki seçimlerde 16 sandalyesi olan Goran hareketi bu seçimlerde sadece 1 sandalye kazandı. 

Ancak bu seçimlerin yükselen partisi Yeni Nesil (Nwey Nwe) oldu. Daha önceki Irak'ta yapılan genel seçimlerdeki yükselişiyle adını duyuran Yeni Nesil, yükselişini yerel seçimlerde de sürdürerek 3. parti oldu. Yeni Nesil hareketi Goran'ın KDP ve KYB karşısındaki siyasi temsiliyetini devraldı. Daha çok Talabanilerin temsiliyetinde olan KYB'nin tabanından gelen Yeni Nesil buna rağmen Barzanilerin güçlü olduğu Erbil ve Duhok'tan da ciddi bir oy alarak tüm IKBY'ye seslendiğini ortaya koydu. 

Sık sık yaşanan elektrik kesintileri, yatırılamayan memur maaşları, yolsuzluklar ve partiler arasında yaşanan çekişmede heba edilen Irak'taki Kürt emekçilerin önemli bir kısmı sandığa gitmedi. Irak Yüksek Seçim Kurulu seçim günü saat 12.00'de katılım oranını yüzde 30 olarak duyurunca tüm siyasi partiler taraftarlarına sandığa gitme çağrısı yaptı ve öğleden sonra bu sayı yüzde 70'lere ulaştı. 

Seçimlerin sonucuna göre KDP 39 sandalye, KYB 23 ve Yeni Nesil de 15 sandalye kazanarak IKBY parlamentosundaki yerini aldı. Bu sonuçlara göre KDP, hükümeti kurmak için ittifak kurmak zorunda. Seçimlerin Ortadoğu ve Türkiye açısından sonuçlarıysa tartışılmaya devam ediyor. 

KDP 2018 yılına kıyasla oylarını arttırmasına rağmen milletvekili sayısı 45'ten 39'a (bazı verilere göre 40'a) düştü. KYB özellikle Barzani karşıtlığı üzerinden epey ses getirse de sadece 2 sandalye daha kazanarak 23 sandalye kazandı.

Ancak bu seçimlerin en başarılı partisi, 2017'de kurulan ve kurucusu bir medya şirketi patronu olan Şeşvar (Şehsuvar) Abdulvahid Kadir'in partisi Yeni Nesil Hareketi oldu. IKBY'de bölgeci değil, Irak'ın bütünlüğüne işaret eden ulusal bir politika izleyen Abdulvahid Kadir özellikle KYB tabanına seslenerek bir çalışma sürdürüyor. Bu durum hem Barzanilerin işine geliyor hem de mevcut durumdan rahatsızlık duyan IKBY halkının dikkatini çekiyor. Geçtiğimiz seçimlerde 8 sandalyesi olan Yeni Nesil Hareketi, oylarını ikiye katlayarak 15 sandalye kazandı. Ancak Yeni Nesil Hareketi halka kalıcı ve yeni bir çözüm önermekten ziyade, çözümün yolunu Bağdat olarak göstermekten başka bir şey yapmıyor.

Resmi olmayan ön sonuçlara göre IKBY'deki seçim sonuçları ve partilerin kazandığı sandalye sayıları. Kaynak: K24

Seçimin bölgesel sonuçları ve Türkiye'nin mesaisi

Irak'ta yapılan seçimler bir yandan İsrail'in bölgedeki katliamlarını arttırdığı diğer yandan da Türkiye'de Kürt sorunu bağlamında yeni bir çözüm sürecinin olduğu döneme denk geldi.

Seçimlere birkaç gün kala IKBY Başkanı Neçirvan Barzani'nin Türkiye ziyareti, diğer yandan Rojava'da Mazlum Kobani'nin ve Türkiye'de DEM Parti'nin KYB'ye destek açıklamaları, devlet tarafının Barzani, Kürt ulusal hareketinin Talabani'yi desteklediğini bir kez daha ortaya koydu.

Seçim sonuçları IKBY'de değişen çok bir şey olmadığını gösteriyor. Neçirvan Barzani acilen hükümet kurma çağrısı yapsa da KDP tek başına hükümet kuramıyor. Birbirine karşı bilenmiş iki geleneksel parti olan KDP ve KYB'nin birleşerek hükümeti kurması ise kısa zamanda pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla da Yeni Nesil Hareketi ister istemez daha kritik bir rol sahibi haline geliyor. 

Seçim sonuçları, Türkiye'de ortaya atılan ama içeriği henüz bilinmeyen çözüm süreci bağlamında da ele alınıyor. Kürt basınında yer alan kimi haberlerde Öcalan'ın ev hapsine alternatif olarak Türkiye'den çıkarılması ve IKBY'nin başkenti Erbil'de 34 arkadaşıyla birlikte yerleştirilmesi konuşuluyor. 

                                                               /././

                                                soL - GÜNDEM

Oyunuzu almasalar bile paranızı alıyorlar: Hazine'den 5 parti için 5 milyar lira çıkacak

Hazine'den yardım alıyorlar, aday adaylarından para alıyorlar, patronlardan hibe topluyorlar…(https://haber.sol.org.tr/haber/oyunuzu-almasalar-bile-paranizi-aliyorlar-hazineden-5-parti-icin-5-milyar-lira-cikacak-395687)

(https://haber.sol.org.tr/haber/tkpden-guc-ver-cagrisi-nasil-ki-her-isini-cozen-dayin-yok-partinin-arkasinda-da-hazine)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder