22 Ekim 2024 Salı

T-24 "KÖŞEBAŞI" -22 Ekim 2024-

 Yenidoğan çetesinde adı geçen hastane, SGK borcundan kurtulmak için konkordato ilan etmiş! -Tolga Şardan-

SGK, Özel Şafak Hastaneler Grubu’na 490 milyon liraya yakın ceza kesti. Süreç devam ederken hastane yönetimi, şirket yönetiminin ceza borcunu ödemek için devletle görüştü ancak kendilerinden istenilen yaklaşık 20 milyon lira aracılık bedeli nedeniyle görüşmekten vazgeçti

Ülkenin görüp göreceği en büyük suç örgütlerinden birisi, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturmasında gün yüzüne çıkarıldı.

Bildiğimiz klasik mafya/çete yapılanmalarına rahmet okutacak cinsten hem de.

Haksız kazanç elde etme ve devleti dolandırmanın yanında evlat sahibi olanların, annelik/babalık duygularını sona erdiren, mutluluklarını acılara dönüştüren, evlat yetiştirme hayallerini yıkan bir grup cani ile karşı karşıyayız.

Tek amaçları elbette ki para.

Parayı elde etmek için -şimdilik- yenidoğan bebeklerin yaşamlarına son vermekte hiçbir sakınca görmeyen suç örgütü yapılanması.

Dünya suç tarihine giren bir tablo ile karşı karşıyayız toplumca.

SGK’dan gönderilen ceza yazıları

Farkındaysanız; geçen haftadan bu yana gündeme olan konuda hiçbir siyasi bakış ya da dünya görüşü ayrımı yok! Sağcısı, solcusu, siyasal İslamcısı, PKK’dan yargılanıp affedileni hemen her kesimden insanlar, paranın çevresinde toplanmış durumdalar.

Hepsi insanlığın bittiği noktadalar artık.

Yenidoğan bebekler başta olmak üzere insanların canları üzerinden dolarları, euroları cebe atmaya çalışan “insan görünümlü caniler” sayesinde Türkiye, dünya suç tarihinde bir iz daha bıraktı.

Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturmasıyla ilgili bilgiler ve belgeler çarşaf çarşaf kamuoyuna yansıdı.

Haklarında suç örgütü davası açılan sanıkların telefon görüşmeleri, organizasyondaki konumları, faaliyetleri, siyasi bağlantıları en ince ayrıntısına kadar detaylıca biliniyor artık.

Dosyanın ucundan tutunca, Sağlık Bakanlığı’nın skandalla birlikte faaliyetine son verdiği özel hastanelerden Özel Şafak Hastaneler Grubu’yla ilgili bazı bilgilere ulaştım.

Söz konusu hastaneler grubuna, SGK İstanbul İl Müdürlüğü Topkapı Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi’nce 16 Mayıs 2022’de bir yazı gönderildi.

Bugün son aşamasına gelinen soruşturmanın başlatılmasından yaklaşık bir yıl önce.

Yazının konusu, hastaneler grubuna yönelik teftiş sonucunu aktarılması ve SGK tarafından kesilen ceza miktarı.

Üç sayfalık resmi yazıya bakıldığında; gerçeğe aykırı fatura veya faturaya dayanak oluşturan belge hazırlandığı, sağlık hizmeti sunulmadığı halde sağlık hizmeti sunulmuş gibi gösterildiği, izinli olduğu görülen doktorlar üzerinden sağlık hizmeti verildiği, sağlık hizmeti verilen hastalara ait verilerin sisteme kaydedilmediği, Sağlık Bakanlığı’nca onay verilmemiş ilaç ve sağlık malzemesi kullanıldığı müfettişlerce tespit edilmesi sonrasında yaklaşık 44.5 milyon lira ceza kesildi.

Yazıda, on iş günü içinde itiraz edilmediğinde cezanın kabul edilmiş olduğuna dikkat çekildi.

Ardından aynı sağlık grubuna 19 Aralık 2022 günü yeni bir yazı daha gönderildi.

Yazıyı gönderen yine aynı kamu kurumuydu.

İçerik ise, ilkinde olduğu gibi hastaneler grubuna uygulanan cezaydı.

Bağcılar Özel Şafak Hastanesi'nin "yenidoğan çetesi" soruşturması kapsamında ruhsatı iptal edildi (Fotoğraf: Anadolu Ajansı)

SGK, hastaneler grubuna gönderdiği yazıda, 43 bin 889 sorunlu sağlık hizmeti işlemi karşılığından 438 milyon 889 bin lira ve sağlık işlemlerine ait evrak ile belgelerin saklanması hükmüne aykırı davranıldığı gerekçesiyle 20 bin lira olmak üzere toplamda 438 milyon 891 bin lira ceza uygulandığı bildirildi.

Böylece, SGK tarafından Özel Şafak Hastaneler Grubu’na 490 milyon liraya yakın ceza kesti.

Bu süreç devam ederken hastane yönetimi ilginç bir adım attı.

Bakırköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde konkordato davası açtı. Davanın açılmasının sebebi, hastanelere ait mal varlığına SGK cezaları ve diğer borçlar nedeniyle haciz konulmasının önüne geçmekti.

Konkordato sürecinde hastanelerin sahip olduğu şirketin hisseleri 8 ay içinde “üç kez” el değiştirdi. Şirketin tek sahibi 2021 şubatta Atakan Bekmezci iken, aynı yılın nisan ayında Halil İbrahim Demir şirketin tek sahibi oldu.

2021 Ekim’de ise, şirket önceki sahibi Seçim Öztürk’e geçti.

Tabii ki, burada aslolan şirketin devlete olan borcunu ödeyip ödemediği kuşkusuz.

Benzer süreçlerde mahkemeler çoğunlukla borçlunun lehine karar veriyor. Özel Şafak Hastaneleri’nin süreci nasıl sonuçlandırdığı yönünde sağlıklı bir bilgiye ulaşamadım.

Buna karşın, şirket yönetiminin ceza borcunu ödemek için devletle görüştüğünü ancak kendilerinden istenilen yaklaşık 20 milyon lira aracılık bedeli nedeniyle görüşmekten vazgeçtiği bilgisine ulaştım.

Zaman içinde tablo daha net anlaşılacak zannımca.

Bahçeli’nin koruma müdürü nasıl kurtarıldı?

Aynı araştırmalar sırasında başka bir bilgiye daha ulaştım.

Bu bilginin merkezinde yoğun bakım çetesi dosyasında sanık olarak yargılanan Özel TRG Hospitalist Hastanesi’nin genel müdürü olarak bilenen eski polis müdürü Murat Mantuş var.

Mantuş’un MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin koruma müdürüydü.

Murat Mantuş (en sağda)

Mantuş, soruşturma sırasında sessiz sedasız gözaltına alındı. Aslında tam gözaltı da denilemez!

Şüpheli sıfatıyla ifadesi alındı. Dosyadaki benzer konumda olanlar, tutuklanarak cezaevine gönderilirken, Mantuş ise adli kontrol ile serbest kaldı.

Mantuş, şimdi cinayet suçundan yargılanacak.

Edindiğim bilgiye göre; Mantuş’a gözaltı işlemi yapıldıktan sonra Ankara’dan bir Yargıtay savcısı İstanbul’a geldi. Bu savcı, soruşturmanın yürütüldüğü Büyükçekmece Adliyesi’nde görüşmeler yaptı.

Görüşme yaptığı isimler arasında soruşturmayı yürüten yargı personeli de vardı kuşkusuz.

Sonrasında ise ne hikmetse aynı durumdakiler tutuklanmasına rağmen Mantuş, adli kontrol şartıyla evine gitti.

Başsavcı için “değerli dostum” tanımlaması

Bu arada, soruşturma savcısını söz konusu dosyayla ilgili makamında aleni şekilde tehdit eden Mustafa Kemal Zengin’in pek çok isimle fotoğrafı çıktı ortaya.

Kendisini İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak tanıtan Zengin, büyük pişkinlikle tehdit ettiği savcıya da kendisiyle fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşması tavsiyesinde bulundu.

Zengin’in birlikte fotoğraf çektirip kendi sosyal medya hesabından paylaşım yaptığı isimler arasında hemen herkes var. Kısa süre öncesine kadar İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olan Şaban Yılmaz da bu isimlerden biri.

Mustafa Kemal Zengin'in sosyal medya paylaşımı

Zengin’in, soruşturmanın devam ettiği dönemde, 14 Ekim 2023’te paylaştığı fotoğrafa açıklama olarak Yılmaz için “Değerli dostum” hitabı fazlasıyla dikkat çekici.

Siyasetçiler ve kamu personelinin yanı sıra yargı camiasını da “es geçmeyen” Zengin’in, aynı yöntemi sürekli uyguladığı anlaşılıyor.

Savcının konum bilgilerine nasıl ulaşıldı?

Yoğun bakım çetesi dosyasıyla beraber aynı zamanda ayrı bir soruşturma daha var Büyükçekmece Adliyesi’nde. Henüz hazırlık aşamasında.

İşin başında Mustafa Kemal Zengin var. Bu soruşturmada, soruşturma savcısının anlık konum bilgileri, aracının geçtiği güzergahların tespiti, irtibatları ve telefonunun HTS kayıtlarının bazı polisler tarafından Zengin ve ekibine ulaştırıldığı iddiası mevcut.

Böyle bir sürecin yakın tarihte yaşandığını bilmem hatırlıyor musunuz?

Bilmeyenler için “Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi” sırasında anlık konum bilgilerinin tetikçilere ulaştırıldığını hatırlatayım.

İşte yine benzer bir durum.

Para hırsları insanlıklarının önüne geçmiş bir grup, tıpkı Sinan Ateş olayında yaşandığı gibi soruşturma savcısını vurmak için polisten destek almışlar anlaşılan.

Bu tabloda sıra Emniyet Genel Müdürlüğü’ne geldi tabii.

İddiayı araştırmak için müfettiş görevlendirmesi yapılması gerekecek. Bu polis/polisler kimler ortaya çıkarılması lazım. Kimlerle nasıl bağlantıları var, kamuoyuna açıklanması zorunlu.

                                                        /././

İnternet hızında yerinde sayıyoruz ama 2,5 yılda fiyatlar 4 kat artmış -Füsun Sarp Nebil-

Tüketicinin "mecburi operatör seçimi"ne maruz bırakıldığı, fiyatların uçtuğu, yatırım yapılmayan, tüketicilerin ödediği fahiş fiyatların nereye gittiği belli olmayan bir telekom sektörü var. Teknoloji çağında, ülkeye ve gençliğimizin geleceğine yapılan pek çok kötülükten birisi de budur.

Geçen ay en çok internet fiyatlarını konuştuk. Çünkü herkes şikayetçi. Birdenbire fahiş fiyatlarla karşılaşmış durumdayız. Tüketiciler Birliği’nin bir ay kadar önce yaptığı açıklamanın başlığı "Tüketici Mecburiyetini Kötüye Kullanmak Kabul Edilemez" şeklindeydi. Ne kadar haklı bir başlık.

İletişim hizmetlerine yapılan zammı değerlendiren Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz şöyle diyordu:

iletişim firmalarının hizmet bedellerine yaptıkları zam; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, T.C. Anayasası, 5369 sayılı Evrensel Hizmet Yasası, TÜİK verileri ve Orta Vadeli Programı yok sayıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2024 Eylül dönemi için 12 aylık ortalama enflasyon yüzde 64,91 olarak açıklanmıştır. T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından 5 Eylül 2024te açıklanan Orta Vadeli Program (2024-2027) belgesinde de enflasyonun 2024 yılı için yüzde 41,50, 2025 yılı için yüzde 17,50 olarak öngörülmektedir.

Bayiler yanıltıcı beyanlarla ve ‘robocall'larla satış yapıyor

Zaten telekom bayileri bir facia. Yüzbin defa “robocall” aramaları yaptığı yetmiyormuş gibi, daha kontrat bitmesine 3 ay varken, sizi acele ettirmeye, yeni kontrat bağlamaya (böylece 3 ay önceden pahalı tarifeye geçirtmeye) uğraşıyorlar. Bir yandan da alabildiğine yüksek fiyat söylüyorlar. Yeni fiyatlar hepimizi fazlasıyla şaşırtıyor ama bayilerin söyledikleri fiyatlar bazen, o hattı operatörün kendisinden alabileceğiniz fiyatın 50-100 TL kadar üstü bile olabiliyor. Bana ulaşan son bir şikâyette 70 TL'ye kadar fark olduğunu gördüm. Tüketiciyi koruyan bir mekanizma yok.

Güya BTK tüketici lehine bir sektör oluşturmalıydı ama istihbaratla uğraşmaktan telekom işi ile ilgilenemiyorlar anlaşılan. Geçen hafta arayan bir okuyucum, kendisini arayan bayinin mevcut 100 Gbps olan hattını 500 Gbps'e çıkarmayı önerdiğini ve işi nedeniyle kabul ettiğini ama geçiş yaptıktan sonra birak 500'ü, hattın hala 100 Gbps altında (60-70 civarı) bir hız aldığını şikâyet ediyordu.

30 ayda 4 katına çıkan kullanıcı başına gelir

Fiyatlardaki aşırı yükseliş acaba bir işe yarıyor mu -mesela altyapı yatırımına dönüyor mu?- 10 aydır internet hızlarını raporluyoruz. Bu 10 ay içinde, Türkiye’nin internet hızları, dünyadaki ülkelerin sıralamasındaki yeri mobilde 50-60’ıncı sıralarda, sabitte ise 100-110’uncu sıralar arasında değişti. Başka deyişle, internete yatırım yapılmıyor.

Peki bu süreçte acaba fiyatlar nasıl değişti. Buna da ARPU (Average Revenue Per User) denilen kullanıcı başına gelir rakamı ile bakalım.

3 operatörün birbirine paralel bir artışla, 2024 ikinci çeyrekte kullanıcı başına 172 - 179 ve 197 TL mobil gelir elde ettikleri görülüyor. Hızda artış olmadı ama 2022 İlk Çeyrek, 2024 İkinci Çeyrek arasındaki (30 ayda) kullanıcı başına artışı yüzde 400'lerde. (Ya da 4 kat diyebiliriz.)

30 ayda € bazında yüzde 72 artan kullanıcı başına gelir

Eylül 2024’te internet hızlarımız yine dünya sıralamasında sonlarda kalmaya devam ediyor. Dünyanın en yüksek mobil hızının ancak yüzde 11,6'sına ve en hızlı sabit hızının ancak yüzde 15,1'ine sahibiz. Durum o kadar kötü ki hem mobilde hem de sabitte bırakın dünyanın en hızlıları ile kıyaslamayı, dünya ortalamalarını bile tutturamıyoruz. Mobilde dünya ortalamasının yüzde 15 altında, sabitte ortalamanın yarısından bile altında bulunuyoruz.

Ama aşağıdaki tabloda ARPU'nun sadece TL değil, € bazında da hem de 30 ayda 2 katına doğru hareket ettiğini (yüzde 72) görüyoruz.

Enflasyonun üzerinde artışa karşın, yatırım yapılmış mı?

Bu noktada çok kârlı bilançolar açıklayan firmaların, "yatırım yoğun" bir sektör olan Telekom altyapısına ne kadar yatırım yapmış olduklarına baktık. Aşağıda 2022-2024 ikinci çeyrek arasındaki 30 ayda firmaların gelirleri ve yatırımları görülüyor. Üstteki doğrusal çizgiler gelirler, alttaki nokta nokta çizgiler yatırımlar:

Burada gördüğümüz şey şu, 2023'ün ikinci çeyreğinden itibaren dik bir şekilde yükselen gelirlere karşın, yatırımlarda hareket yok. Aynı düzeyde devam ediyor. Tabii ki bunun peşine düşmesi gereken kişiler, tüketicilerin (kendi haklarına sahip çıkarak) ta kendisi.

Çünkü 24 yıllık BTK dönemi, 20 yıllık serbestleşme ve 19 yıllık özelleştirme döneminin sonuçlarına bakarsak, sonuç berbat. Rekabetin sıfırlandığı, 3 operatörden 2sinin devlet olduğu, Tüketiciler Birliği'nin açıklamasındaki gibi tüketicinin "mecburi operatör seçimi"ne maruz bırakıldığı, fiyatların uçtuğu, yatırım yapılmayan, tüketicilerin ödediği fahiş fiyatların nereye gittiği belli olmayan bir telekom sektörü var. Teknoloji çağında, ülkeye ve gençliğimizin geleceğine yapılan pek çok kötülükten birisi de budur.

Bu yazıdaki grafikler için Mehmet Ali İnceefe'ye teşekkür ederim.

                                                            /././

Ticaret savaşları ve ABD’nin vergi silahı -Ercan Uygur-

ABD’de alınan gümrük vergilerini yükseltme kararı AB ve Türkiye dahil olmak üzere tüm ülkeleri etkiliyor ve dikkate alınmak zorunda.

Eski ABD Başkanı ve iki hafta sonra ABD’de yapılacak başkanlık seçiminde aday olan Donald Trump, geçen hafta 15 Ekimde Chicago’da yaptığı bir seçim konuşmasında şöyle dedi: 

“Bana göre sözlükteki en güzel kelime gümrük vergisidir (tarifesidir). Benim favori kelimemdir ve ben gümrük vergilerine inanırım.”

Garip bir ifade gibi gelebilir. Ama seçimi Trump kazanırsa, daha önce yaptığı gibi, gümrük vergilerini bir kez daha yükselteceğinin habercisi gibi görülebilir.  

Geçen hafta 17-19 Ekimde Hacettepe Üniversitesi Maliye Bölümü 38. Uluslararası Maliye Sempozyumu’nu düzenledi. Beni de konuşmacı olarak davet ettiler. Sempozyum, Rektörün desteği ve Maliye Bölümü Başkanlığının çabalarıyla gerçekten başarılı idi. 

Trump’ın gümrük vergisi ile ilgili garip sözlerini okuyunca, sempozyumda konuyla ilgili konuşmak istedim. Zaten üzerinde çalışmakta olduğum bir konu olduğu için, “Uluslararası ticaret savaşları ve vergi silahı” başlıklı bir sunum yaptım. 

Bu yazıda, son dönemde ABD’nin vergi silahını kullanarak özellikle Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşlarını ve bu savaşlarda gümrük vergisini silah olarak kullanmasını ele alıyorum. Bu savaşların, örneğin, AB’yi ve Türkiye’yi nasıl etkilediğini de kısaca irdeliyorum.

Konular içinde elektrikli ulaşım araçları (EV) yer aldığından, kısaca TOGG ve Türkiye’deki diğer ulaşım araçları üreticilerinin durumuna da değiniyorum. Yazıda, 38. Maliye Sempozyumunda yaptığım sunumdan da bölümler yer alıyor.

Kısaca şunu söyleyeyim; ABD özellikle yeni teknoloji sektörlerinde başta Çin ile rekabette zorlanıyor ve ticaret açığı veriyor. Değişik bahanelerle, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına aykırı da olsa, gümrük vergilerini yükseltiyor ve bu sanayilerde rekabetçi hale gelmeye çalışıyor.  

ABD’nin ticari savaşları ve vergi silahı

Askeri ve her tür savaşta olduğu gibi, uluslararası ticaret savaşında da silahlar kullanılır. Bu bağlamda ticarete, ithalata konulan vergi en önemli silahtır. Zaman zaman kotalar ve döviz kurları da ticarette silah olarak kullanılabilirler.

ABD, günümüzdeki askeri savaşlar içinde, önde veya arkada, hep yer alıyor. ABD’yi yakın zamanlardaki ticaret savaşlarında da genellikle görüyoruz. ABD’nin tarihine baktığımızda ticari savaşlara, diğer bir ifadeyle korumacılığa hep yatkın olduğunu anlıyoruz.

ABD, vergi silahını kullanarak 1800’lü yılların başından 2. Dünya Savaşı bitimine kadar ithalata yüksek gümrük vergileri uyguluyor. Zaman zaman gevşetse de, sanayisini sıkı biçimde koruyor.

Klasik iktisatçıların önerdiği “serbest ticaret”e izin vermiyor.

Gerekçesi de daha çok ülkenin kuzeyinde yer alan sanayisini korumak ve, daha önemlisi, “dünyanın önde gelen sanayileri ile rekabet edebilir hale getirmek.” 2. Dünya Savaşı sonunda ABD “serbest ticareti” savunur hale geliyor ve küresel yapılanmayı da buna göre öneriyor.

ABD’nin bu dönemde “serbest ticaretçi” olmasının nedeni, sanayilerinin artık dünyadaki sanayilerle  rekabet edebildiğini, daha düşük maliyetle üretim yapabildiğini görmesidir. (Yeri gelmişken; 1800’lü yıllarda Osmanlı’da sanayi yoktur ama, dönemin aydınlarının ve idarecilerinin önemli bölümü “serbest ticareti” savunurlar.)

2010’lu yıllara gelelim. 2016 başkanlık seçimi öncesinde, sırasında ve sonrasında özellikle Çin’e karşı Trump’ın gümrük vergisi yükseltme söylemi başlıyor. 2018 ve 2019’da Çin’den yapılan ithalatın önemli bölümü için ve tüm ülkelerden yapılan demirçelik ve alüminyum ithalatı için gümrük vergileri yükseltiliyor. Diğer ülkeler içinde Türkiye de var.

2018 ve 2019 yıllarında ABD, Çin’den ithal ettiği ürünlerin değer olarak yüzde 60’dan fazlasının gümrük vergilerini yükseltiyor. Gümrük vergileri, çoğunluğu tek hane oranlardan, yüzde 25’e yükseliyor. Tong ve Zhang (2023)

ABD’nin Çin’den yaptığı ithalata ek vergi koyduğu sektörlerin ithalatı 2017 ile 2022 arasında yüzde 12,5 azalmıştır. Tong ve Zhang (2023). Ancak, aynı sektörlerin Çin dışındaki ülkelerden yaptığı ithalat önemli ölçüde artıyor. Bunlar genellikle diğer Asya ülkeleridir ve onların da Çin’den yaptığı ithalat yükseliyor.

Covid-19 küresel salgını ile bazı sektörlerde arz zincirleri kırılıyor. Bu kırılma yarı-iletken sektörü gibi yeni teknoloji sektörlerinde daha dikkat çekiyor. Bu kırılmaların da etkisiyle “yerli ve milli üretim” sloganı başta ABD’de ve, Türkiye dahil, her yerde daha çok duyuluyor.

1940’lardan sonra ABD’nin sloganı olan «serbest ticaret ile kalkınma ve büyümeyi bizzat ABD  unutuyor. Yüksek gümrük vergileri getiriyor. ABD’nin gerekçesi “haksız rekabet ve ulusal güvenlik” oluyor. Sonuçta küresel ticaret GSYH oranı olarak daralıyor.

Sektörel ticaret savaşları, gemicilik ve AB’nin vergileri

Toplam ticaret içinde payı en hızlı yükselen sektör, hem mallarda, hem hizmetlerde ICT (Bilgi ve İletişim Teknolojileri) sektörüdür. Asıl savaşlar da ICT ve yeşil üretime katkı yapan sektörlerdedir.

Şöyle ki, ABD Başkanı Biden, 2024 Mayıs ayında, Trump ile rekabet içinde, Çin’den yapılan elektrikli araçlar (EV) ithalatının gümrük vergisini yüzde 100’e, güneş panellerinin vergisini yüzde 50’ye ve EV pillerinin (batarya) vergisini de yüzde 75’e yükselteceğini açıkladı.

Bunu duyan Trump, seçim kampanyasında vergileri Biden’ın önerdiğinin iki katına (sırasıyla yüzde 200, yüzde 100 ve yüzde 150’ye çıkaracağını vurguladı. Biden vergileri 27 Eylül 2024’te yürürlüğe girdi.

Vergiler şu nedenlerle arttırılmış oluyor.

(i) Bu sektörlere verilen teşviklerin de devreye girmesiyle üretimin verimli olarak yapılması ve artmasına yönelik zaman kazandırmak için

(ii) Ticaret açıklarının kapanması için

(iii) başkanlık seçim yarışında siyaset malzemesi olarak kullanmak için.

Dikkat edelim;

(1). İthalat vergisi arttırılmış olan sektörler yeşil üretim yapan veya onlara girdi sağlayan sektörlerdir.

(2). Eğer Çin bu sektörlere sübvansiyon veriyorsa dünyada karbon miktarını azaltmaya yardım ediyor demektir. Yani Çin bir dışsallık sağlıyor demektir. Ceza alması gerekmez.

(3). Kaldı ki, en önemlisi, başta ABD olmak üzere bu tür sektörlere tüm dünya sübvansiyon ve destek veriyor.

Çin’in ilgili sektörlerde çok sübvansiyon verdiği ve bu sektörlerde atıl kapasite yarattığı söyleniyor. Çin’in yarattığı atıl kapasite varsa kendi sorunu olması gerekir.  

İlgili bir başka örnek gemicilik sektörüdür. Foreign Policy dergisindeki makalesinde Demarais  (Nisan 2024) şöyle bir soruyla başlıyor; “Her gün ABD limanlarına yanaşan binlerce gemiden kaç tanesi ABD’de yapılmıştır? Yanıt şaşırtıcı olabilir. Uluslararası taşımacılık yapan gemilerden ancak yüzde 1’i ABD yapımıdır.”

Bu noktadan hareketle gemi sektörü, işçi sendikalarının öncülüğünde, ABD Ticaret Temsilciliğine (TR) şöyle diyor; “ABD, yerli gemi yapımı sanayisini desteklemek zorundadır, bu sektörün zayıf durumu büyük sübvansiyonlarla desteklenen Çin’in adaletsiz uygulamalarından kaynaklanıyor.”

Böylece sektörden şu öneri geliyor; “Eğer uluslararası taşımacılık şirketleri Çin yapımı gemilerle ABD limanlarına yanaşırlarsa, önemli bir ücret ödesinler. Diğer ülke yapımı gemiler ödemesin.”

Hemen ertesinde Başkan Biden gemicilikte (yapımında ve ulaşımında) Çin uygulamaları için soruşturma başlatıyor.

Aynı yazar diyor ki; “Çin, EV, yarı iletkenler, piller ve güneş panelleri yanında gemicilik sektörüne de önem veriyor. Burada da bir gerginlik yaratılabilir....ve sektörün mavi yakalılarından destek ve oy alınabilir.” Bu inanılmaz.

AB de, ABD’nin peşinden, 2024 Ekim ayı başında vergi silahını çekti ve Çin'den ithal edilen EV’lere vergi artışı getirme kararı aldı. Oran yüzde 45’e kadar çıkacak, Kasım ayında başlayacak ve uygulama 5 yıl için olacak. AB Komisyonu şöyle diyor: ABD ve Kanada vergi oranlarını yükselttiler, bu nedenle Çin ihracatını şimdi AB’ye yöneltecek.

Ancak karara Almanya itiraz ediyor, çünkü Çin misilleme yapacağını açıkladı ve Almanya’nın Çin’e önemli otomobil ihracatı var. Oylama sonucu 10 gümrük vergisi lehine, 12 çekimser ve 5 vergi aleyhine oldu. Fransa, İtalya ve Polonya lehte oy verdikleri için vergi önerisi geçmiş oluyor. Ancak Çin ile görüşmeler sürecek.  

AB’nin vergi artışında da gerekçe yine Çin’in verdiği yüksek sübvansiyonlar ve haksız rekabettir. 

Yaklaşık 10 yıl önce AB’de Çin’in güneş panellerine vergi artışı getirilmedi ve şimdi bu konuda AB piyasasının yüzde 90’a yakını Çin’in elindedir.  

Diğer yandan, yüksek vergileri aşmak için Çinli otomobil üreticileri AB içinde üretim yapmak üzere girişim başlattılar. Ancak başlıca AB otomobil üreticileri bundan da korkuyorlar çünkü bu girişimler yerel otomobil üretimini geriletecektir.

Bu noktada belirteyim; ABD’de ve AB’de yükseltilen vergiler Çin’de üretilen araçlar içindir ve Çin dışındaki ülkelerden ithal edilenler aski vergi oranlarına tabidir. Bu nedenle Çinli üreticiler AB’de ve Türkiye’de üretim için başvuruda bulundular.

Türkiye’de TOGG ve diğer otomobil üreticileri

Türkiye’de üretim için başvuran iki Çin araç üreticisi var. Bunlar daha çok AB’ye ihracatı düşünüyorlar, ama elbette iç pazara da yönelecekler. Çinli üreticilerin üretimi özellikle EV’leri oldukça düşük maliyetle yaptıkları biliniyor. Bu durumda TOGG’un durumu ne olacaktır?

Son dönemde TOGG’un satış yapmakta zorlandığı ve bu nedenle çok düşük faizli krediler verdiği  ifade ediliyor. Bir de Çinli üreticilerin rekabeti gelince TOGG üretimi mutlaka olumsuz etkilenecek. Zaten TOGG ölçek olarak görece küçük bir kapasiteye sahiptir ve birim maliyeti yüksektir.

Türkiye’deki diğer araç üreticilerinin rekabeti de etkilenecektir. Ancak asıl sorun şöyle bir soru ile ilgilidir:

ABD’de Trump, sadece Çin’de üretimi yapılanlara değil, tüm ülkelerde üretilen Çin markalı EV’lere de aynı yüksek gümrük vergilerini uygulayacağını söylüyor. Benzer bir yaklaşımı AB ülkeleri de kabul ederse, Çin markalı EV’lerin Türkiye’den AB’ye ihracatı ve üretimi ne olacak?

Üstüne bir de Çin hükümetinin teknoloji paylaşımı konusunda getirdiği kısıtlamalar var. Tüm bunları dikkate alınca Çin markalarının yatırımı ve üretimi konusunda sorunlar yaşanabilir.

Görüldüğü gibi, ABD’de alınan gümrük vergilerini yükseltme kararı AB ve Türkiye dahil olmak üzere tüm ülkeleri etkiliyor ve dikkate alınmak zorunda.   


Kaynaklar

Demarais, Agathe (Nisan 2024) Forget About Chips - China Is Coming for Ships

Foreign Policy

Tong Hui ve Entian Zhang ( 2023) US - China Tensions and Trade Relocation: The Role of Financial Development. World Bank.

                                                                          /././

2025 yılı vergi panoraması….-Murat Batı-

BSMV 2024 yılına nazaran yüzde 154 bir artış öngörülmüş. Bunun anlamı acaba 2025 yılında TCMB faiz indirimine gidip de kredi genişlemesi sağlaması olabilir mi? Bilemedim.

17 Ekim günü 2025 yılı Bütçe Kanun Teklifi TBMM Plan Bütçe Komisyonuna sunuldu.

Kanun Teklifine göre 2025 yılında merkezi yönetim bütçe giderleri 14 trilyon 731 milyar TL, 12 trilyon 800 milyar da gelir hedefi bulunmaktadır. 1 trilyon 930 milyar da bütçe açığı görülmektedir.

Beklenen vergi gelirleri ise 12 trilyon 651 milyar 462 milyon TL’dir. 

2025 yılı Kanun Teklifine göre hedeflenen vergi geliri 2024 yılı Kanunu’na nazaran yaklaşık yüzde 51,77 artmış görünüyor.

Aşağıda 2025 yılı Bütçe Kanun Teklifinde yer alan vergi hedeflerini (c sütununda) ve 2024 yılı Bütçe Kanununda yer alan hedefleri (b sütununda) karşılaştırmaya çalıştım (d sütununda).  2024 yılının ilk dokuz aylık tahsilat tutarları ise a sütununda bulunmaktadır.

Görüldüğü üzere 2025 yılı sıkı bir vergi yılı olacak gibi görünüyor. Bu tablonun yorumlanmasını size bırakmakla birlikte isterseniz gelin bazı vergi kalemlerini birlikte değerlendirelim; biraz şeytanın avukatlığını yapalım.

Gelir vergisi

Gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılında elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır. Gelir vergisi, gerçek kişilerin bir takvim yılında elde ettikleri ve mükellef ya da sorumlularca beyan edilen gelirler üzerinden alınan dolaysız vergilerden biridir.

Örneğin; A gerçek kişisinin araba alım satımından, bir iş yerine bağlı olarak ya da kendi nam ve hesabına -ücret mukabilinde- öğretmenlik faaliyetinden, çiftçilik faaliyetinden, kendi evi ya da dükkânını kiraya vermesinden, bankadaki tasarruflarından elde edeceği mevduat faizinden, hisse senedi, tahvil ya da hazine bonosundan elde edeceği faizden, ortağı olduğu şirketten aldığı kâr payından ya da satın aldığı fiyattan daha fazlaya sattığı arsasından elde ettiği tüm gelirleri, gerçek kişi olmak şartıyla gelir vergisi kapsamındadır.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu kadar çok örneği yazmak oldukça fazla zaman alacaktır. Bu nedenle Gelir Vergisi Kanunu’nun 2’nci maddesinde yapılan faaliyetler, gelirin unsurları başlığı altında düzenlemiştir.

Gelir vergisi, beyan usulü yani kişiler elde ettikleri gelirleri kendileri vergi dairesine beyan edip ödeyebilmekteler. Ancak mevduat faizlerinden, iş yeri kira stopajlarından, çalışanların maaşlarından genel olarak kaynakta kesinti yoluyla (stopaj) vergi alınmakta ve gelir sahibini vergi idaresiyle pek muhatap etmeyen bir yöntem kullanılmaktadır.

2025 yılında hedeflenen gelir vergisi 2 trilyon 150 milyar 959 milyon TL iken bunun 1 trilyon 980 milyar lirası stopaj yoluyla alınması hedefleniyor. Daha basit bir ifadeyle kendi gelirini beyan etmek üzerine kurulu sistem biraz kadük kalmış.

Hedeflenen gelir vergisinin yüzde 92’si stopaj yoluyla alınacak. Elbette bu tutar sadece çalışanların ücretlerinden kesilen tutar değildir. Kira stopajları, mevduat faizlerinden vs.’den de alınan stopajlar bu kalem içinde yer alacak.

Stopaj yoluyla alınacak gelir vergisinin bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden bir tanesinin özellikle mevduat faizlerinden, devlet tahvili ve hazine bonusundan, KKM’den elde edilen gelirlerden yapılacak stopaj oranlarının artırılacağını tahmin etmekteyim.

Özel tüketim vergisi (ÖTV)

300 adete yakın mal türü üzerinden tek seferde alınan özel tüketim vergisi yaklaşık 22 yıldır hayatımızda. ÖTV, sadece malın üretim ve ithalat aşamasında bir defaya mahsus alınır ve bu vergiye sadece “mallar” konu olur. Hatta her mal konu olmayıp Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nda sayılan mallar girmektedir. Hizmetler, ÖTV kapsamı dışındadır. Ayrıca ÖTV’ye tabi bu ürünlerden ÖTV dahil tutar üzerinden KDV de alınmaktadır. Ballı kaymaklı bir vergi anlayacağınız.

Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere son yedi yıldaki ÖTV tahsilatları ile 2024 yılı bütçe tahminleri bulunmaktadır. Tablodaki 2024 yılı verileri, 2024 yılı Bütçe Kanunu’ndaki tahminlerden oluşmaktadır.

Görüldüğü üzere 2023 dahil son yedi yıldaki ÖTV tahsilatlarının toplam vergi tahsilatına oranının ortalaması yaklaşık yüzde 21,45’tir.

2024 yılında 1 trilyon 409 milyar 766 milyon lira ÖTV’den gelir hedeflenmektedir. Bu hedef içindeki en büyük pay ise petrol ve doğal gaz ile motorlu araçlardan elde edilecek ÖTV’dir. Sadece petrol ve doğal gaz ile motorlu araçlardan hedeflenen tahsilat tutarı 953 milyar 353 milyon liradır.

2025 yılı bütçe hedefinde ise beklenen toplam ÖTV 2 trilyon 145 milyar 950 milyon liradır. 2024 yılındaki hedefe nazaran yaklaşık yüzde 52 artış beklenmektedir.

Bu hedef içindeki payı en yüksek kalem yüzde 81 ile tütündür. Yani tütünden yüzde 81 artışla ÖTV tahsilatı hedeflenmektedir. Bu da 2025’te yeni zamlar olarak mı bize yansır? bilemedim.

Motorlu araçlardan ise beklenen gelir 2024’e nazaran yaklaşık yüzde 64’tür. Buradan şu sonuç çıkmaktadır; motorlu araçlar için hesaplanan ÖTV’nin tabi olduğu tarife basamaklarının yükseltilmesi otomatik olmamakta, bu durum Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmaktadır. Özetle ÖTV tarifesinin güncellenmesi tamamen Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmıştır.

Hatta en son matrah güncellemesi 24 Kasım 2022’de yapıldı24 Kasım 2022’de yürürlüğe giren 6417 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile otomobillere ilişkin hem ÖTV matrahları hem de tarifedeki matrah dilimi sayısı artırıldı.

Bu nedenle motorlu araçların ÖTV’sinden 2025 yılında beklenen gelirin bu denli artmasının anlamı Cumhurbaşkanının motorlu araçların uygulandığı vergi basamaklarını değiştirmeyeceği anlaşılmaktadır.

Banka ve sigorta muameleleri vergisi (BSMV)

6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu’nun 28 ila 33’üncü maddeleri arasında düzenlenen ve 6 maddeden ibaret olan Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV) ile Katma Değer Vergisi Kanunu kapsamı dışında bırakılan bankacılık ve sigortacılık hizmetlerinin vergilendirilmesi amaçlanmaktadır.  BSMV lehe alınan paralar üzerinden alınır. Yani paranın kullanımı karşılığı oluşan artı değer üzerinden alınır. Örneğin paranızı bir bankaya faiz karşılığı yatırırsanız kazandığınız faiz üzerinden BSMV hesaplanır. Toplam tutar üzerinden değil.

BSMV 2024 yılına nazaran yüzde 154 bir artış öngörülmüş. Bunun anlamı acaba 2025 yılında TCMB faiz indirimine gidip de kredi genişlemesi sağlaması olabilir mi? Bilemedim. Bunu zaman gösterecek.

                                                       /././

Demirtaş mesajlarını neden CHP üzerinden verdi? -Candan Yıldız-

“Demirtaş gibi bir aktörün adı kalın kalın çizilmelidir” diyen Özgür Özel’in bu cümlesi, olası yeni sürecin aktif aktörlerinden biri yine Demirtaş olacaksa bu CHP üzerinden mi olacak sorusuna neden olacak vurguda değil mi?

Kafalar karışık… MHP lideri Bahçeli’nin DEM’e uzattığı elin nereye evrileceği, somut adımların atılıp atılmayacağı konusunda sadece tahminler var.

En somut adım her halde, Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrının bir çıktısı olarak Öcalan’ın yeğeni DEM milletvekili Ömer Öcalan’ın İmralı’ya gidişine izin verilmesi olacak. Zira Öcalan’dan 44 aydır ne ailesi ne de avukatları haber alabiliyor.

Çözüm Süreci’nin bir benzerinin olmayacağı herkesin kabulü… TBMM’ye daha fazla rol biçileceğini söylemek aşırı bir yorum olmaz. Ancak Kürtlerle nasıl barışılacağı konusunda farklı siyasal repertuarlar olduğu anlaşılıyor.

Kimi DEM’i vesayetten kurtarmaktan söz ediyor, kimi ise siyasetin güçlenmesi gerektiğini söylüyor. Bu farklılıklar işaret ediyor ki olası yeni süreçte farklı ajandalar olabilir!

Erdoğan’ın danışmanı Mehmet Uçum’un içinde tehdit ve üstten bakış içeren dilini hatırlayalım:  

“Eğer DEM kendisine sunulan terör vesayetinden kurtulma imkanını değerlendirmezse veya bu imkanı kötüye kullanırsa o zaman hukuk yoluyla tasfiye edilir.”

Çözüm Süreci döneminin önemli aktörlerden biri olan, olası yeni bir süreçte yine önemli aktör olması beklenen Efkan Ala’nın dili ise daha dikkatli…

“Yani biz başkalarını sürekli tanımlamayalım ama her parti de Türkiye'de işler daha iyiye gitsin istiyor ise işlerin daha iyiye gitmesini sağlayacak inisiyatifleri almalı. Siyasi zemini tahkim edelim.”

Peki siyaseti ne tahkim edecek, hangi aktörler daha öne çıkacak, kimler konuşacak, kamuoyuna kimler seslenecek?

Bunlar önemli ayrıntılar ve olası sürecin de sensörleri…

Görüşmeye ilişkin edindiğim ayrıntılara gelince…

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugün yüz yüze görüştü. Demirtaş ve Mızraklı ile Özel ve Tanrıkulu ayrı ayrı, baş başa avukatlar için ayrılmış bölümde görüşmüşler.

Masada su ve çayın yanı sıra Demirtaş ve Mızraklı, ev sahibi özeniyle cezaevi kantininden aldıkları kurabiye ve bisküvileri ikram etmiş.

Demirtaş, takım elbise ile gelmiş görüşmeye.

Bir buçuk yıl önce aktif siyaseti bıraktığını söyleyen Selahattin Demirtaş’ın, somut bir şeyler olmasa da bir şeyler oluyor dediğimiz bu sürece ilişkin ‘Kadınların Çığlığını Duyuyoruz’ çıkışı önemli.

Demirtaş kadına yönelik şiddet gibi kapsayıcı ve bir araya getirici bir başlıkla toplumsal barış çağrısı yaptı.

Kadına şiddetle, militarizm, savaş, erkekliğin kışkırtılması gibi konular arasında doğrudan bir bağ olduğunu yıllarca Kürt siyaseti söylüyor zaten.

“Toplumsal barışı inşa etmek istiyorsak gelin önce buradan başlayalım. Çünkü özgürlük ve demokrasi herkes için hayata geçmeden barış da sağlanamaz” diyen Demirtaş bu çıkışı DEM'le de uyumlu.

Zira aralarında benim de olduğum bir grup gazeteciyle bir araya gelen DEM Eş Başkanlarından Tuncer Bakırhan da yol temizliğine ilişkin somut adımlar bağlamında söyle demişti.

“Sadece Kürtlerin değil Türkiye toplumunun, 85 milyonun lehine olan her şeyde biz gayet de muhatabız. Buradayız. Bu somut adımlar Kürt sorunu ile başlamaz da ekolojik kırımla ilgili bir mesele ile başlar. Emeklilerle ilgili bir mesele ile gelir.”

Ancak görüşmeye konu hakkında özel çalışarak giden Özgür Özel’in Demirtaş’ı öne çıkaran cümlelerinin altını çizelim.

“Tüm aktörler kıymetlidir ama Demirtaş gibi bir aktörün adı kalın kalın çizilmelidir ve ihtiyaç olduğunda yüz yüze görüşmeler devam edecek.”

Özel’in cümlesi olası yeni sürecin aktif aktörlerinden biri yine Demirtaş olacaksa bu CHP üzerinden mi olacak sorusuna neden olacak vurguda değil mi?

Bence hak ediyor böylesi bir soruyu…

Demirtaş gibi sağ seçmene de ulaşabilen bir siyasetçinin ziyaret edildiği zaman dilimini dikkate aldığımızda bu ziyaretin stratejik olduğu açık.

Zaten DEM de olası yeni süreç için “CHP olmazsa olmaz” demişti.

Benim değerlendirmelerim ve kimi konuşmalarımdan çıkardığım sonuç şu:

Demirtaş’ın evi belli: DEM… Bu ziyaret CHP’nin rolünün altını çizen bir ziyaret aslında. 2017’den beri devam eden taban ittifakı siyasetine de uygun…

Aynı zaman da Demirtaş’ın sözlerinin Türkiye’nin birinci partisi üzerinden dolaşıma girmesi daha da duyulmasını mümkün kılan bir şey.

Özel’in altı gün sürecek bölge ziyaretleri öncesi Demirtaş’la görüşmesi CHP’nin de sözünün duyulmasını sağlayacak.

Bir şeyler oluyorsa, ki oluyor, CHP ve DEM arasında da ilişki trafiğinin güçleneceği anlaşılıyor.                                     /././

Öcalan’ın tahliyesi için tek maddelik değişiklik yeterli: Bahçeli'nin sürpriz çağrısıyla gündeme gelen “umut hakkı” nedir? -Gökçer Tahincioğlu-

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki konuşmasıyla gündeme gelen “umut hakkı”, AİHM kararlarının uygulanması halinde İmralı’da tutulan Abdullah Öcalan’ın serbest kalmasını sağlayabilecek. Buna göre Türkiye, AİHM kararlarını uygulamak için İnfaz Kanunu’nda tek maddelik bir değişiklik yaparak Öcalan’a kapıyı açabilir.

Öcalan, 15 Şubat 1999’da yakalandı ve 28 Nisan 1999’da idama mahkum edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, bu kararı 25 Kasım 1999’da onadı.

İdam cezası, 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle verildi. Bu ceza, yeni TCK uyarınca, “Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozma suçu” olarak tanımlandı ve ceza ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi.

Söz konusu ceza, koşullu salıverme hükümlerine tabii olmadığı için Öcalan’ın ömür boyu cezaevinde kalması gerekiyor. Cinayet vb. suçlarda ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, eski düzenlemelere göre “36 yıl cezaevinde kalmak” olarak hesaplanıyordu.

İnfaz Kanunu değiştirmek yeterli

1 Haziran 2005 tarihli İnfaz Kanunu’nun 107. maddesinin 16. fıkrasında, Öcalan’ın mahkum olduğu suçun koşullu salıverme hükümlerine tabi olmadığı açıkça düzenlendi. Bu da Öcalan’ın cezaevinde ömür boyu kalmasını garanti altına aldı.

AİHM kararı

AİHM, 18 Mart 2014’te Öcalan’la ilgili verdiği kararda, cezaevinde ölünceye kadar kalmasına yol açacak düzenlemeyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı buldu. İmralı’da yalnız tutulmasını da ihlal nedeni saydı. İmralı’ya bu karardan sonra farklı hükümlüler de nakledildi.

Umut hakkı kararı

AİHM, “umut hakkı” kararını ise 2013 tarihli Vinter kararında tartıştı. Bu kararda, ömür boyu hapse mahkum edilenlerin de “serbest bırakılma ve gözden geçirme” haklarının bulunduğu vurgulandı. Müebbet hapis cezasının 25 yıl geçtikten sonra değerlendirilebileceği belirtildi. AİHM, kişilerin ömür boyu cezaevinde tutulmasının doğru olmadığını vurguladı.

Tek madde yeterli

Türkiye, bu ihlal kararının gereğini yerine getirmek isterse, İnfaz Kanunu’nun 107. Maddesinin 16. Fıkrasını kaldırması yeterli olacak. Bu fıkradaki “koşullu salıverme hükümleri uygulanmaz” hükmü kaldırılırsa Öcalan 25 yıldır cezaevinde olduğunda, koşullu salıverme koşulları değerlendirilebilecek. Bu süre AİHM’nin işaret ettiği süreye denk.

İnfaz Kanunu’nda ise bu değişiklik yapılsa bile söz konusu suç için 36 yıldan sonra koşullu salıvermenin uygulanabileceği belirtiliyor. Ancak Türkiye, AİHM standartlarını uygulama hakkına sahip. Prof. Dr. Ersan Şen, bu sürenin 15 Şubat 2035’te dolacağına işaret ediyor. Yine Şen’e göre, anayasanın 90. Maddesine göre Türkiye, 25 yıllık süreyi esas alabilir ve aksini uygulaması da aslında mümkün değil. 

(T-24)

                                                             





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder