22 Ekim 2024 Salı

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -22 Ekim 2024-

 Bütçeler öncelikle siyasi belgelerdir -Oğuz Oyan-

Bütçeler teknik belgeler olarak gözükebilir. Ama bu, işin sadece bir yönüdür ve görünen yüzüdür. Asıl olan, bu teknik hesapların ardındaki sınıfsal güç dengeleridir.

2025 Bütçesi yasa gereği 17 Ekim’de Meclis’e sunuldu. Bütçeye ilişkin verilerin tümü ortaya yeni çıkıyormuş gibi medya organları üzerine üşüştü. Övmek veya yermek için. Ama sanki bir buçuk ay önce, Eylül başında, Orta Vadeli Program (2025-2027) üç yıllık dönemi bütçelerinin makro verilerini hiç açıklamamış ve her şey yeni ortaya çıkıyormuş gibi bir curcuna yaşandı. Gündemin çok hızlı değiştiği Türkiye’de ve veri akışının çok hızlandığı zamane dünyasında, belleklerin kısa ömürlü olması anlaşılır bir şey. Ama tam da bunu hesaba katarak biraz daha araştırmacı ve dikkatli olunamaz mı?

İktidarın güdümü dışında kalan televizyon kanallarında ve yazılı medyada, en çok üzerinde durulan konular da Cumhurbaşkanlığı ile Diyanet bütçeleri, Cumhurbaşkanı maaşı ve artış oranı, araç alımlarına/kiralanmasına ayrılan ödenekler, Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri için bütçeye konulan ödenekler… oluyor. Bunların çoğu, halkın ilgisinin buraya dönük olması nedeniyle gündeme getirilen konular. Hepsi içinde en önemlisi kuşkusuz KÖİ için ayrılan ödenekler, bunların deşifre edilmesi ve ayrıntılandırılması, geleceğe yönelik yüklerinin vurgulanması önem taşıyor.

Bu kalemler, KÖİ ve Diyanet hariç, bütçe büyüklüğü yanında küçük kalan ödeneklerden oluşuyor aslında. Diyanet bütçesinin çeşitli bakanlıkların bütçelerini aşması da her yıl en çok vurgulanan konulardan birini oluşturur. Geçenlerde bir televizyon kanalında “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) bütçesini kısmak için imam ve müezzin sayılarını azaltmak gerekir” deyince belirli bir şaşkınlık oluştuğunu gördüm. Çünkü sanki Diyanet’in lüks makam aracı ve ağırlama giderleri gibi nedeniyle bütçesinin çok şiştiği gibi izlenimler var. (Bunların olmadığını ve üzerine gidilmemesini kastetmiyorum; üstelik bunların bir bölümünün Diyanet Vakfı üzerinden yapıldığını da unutmadan). 2025 Bütçesinde Diyanet’in personel ödenekleri toplamı 124 milyar TL olup 130 milyarlık toplam ödeneğinin yüzde 95,3’ünü oluşturur. Demek ki sorun, şişkin Diyanet kadrolarında. Bu da meseleyi siyasi tercihlere yani siyasi boyuta taşır. Diyanet’in arka bahçesini oluşturan İmam Hatiplerin Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi içinde yer aldığını da dikkate alırsak, siyasi düzlemin önemi daha da belirginleşir.

Merkezi Yönetim Bütçesi

Bütçelere ilişkin bir başka mesele de kamu kesiminin boyutlarını tam görebilmek için Merkezi Yönetim Bütçesi (MYB) dışına da çıkabilmek gerektiğidir.  Ama biz öncelikle MYB 2024 ile 2025 yılları MYB verileri üzerinden gidelim. Bu açıdan bakılırsa, 2024 yılı başlangıç (program) ödenekleri ile gerçekleşme tahminleri (GT) arasındaki farklar dikkati çekicidir. Sorun şu ki, içinde bulunulan yıl için OVP’de sadece gerçekleşme tahmini verileri sunuluyor, dolayısıyla programlanan ile gerçekleşenler arasındaki farklılığı açıklama zahmetine girişilmemiş oluyor. Ama bu bir “zahmete girip girmeme” meselesinden ibaret değil. TBMM’nin onayıyla programlanan harcama ve gelir tahminlerinden önemli sapmalar gösterilmemiş oluyor, yani yasama organının bütçe hakkına tecavüz perdeleniyor. Bütçe açısından bakılırsa, çizelge-1’de görüldüğü üzere, 2024 yılında programlanan harcamaları 124 milyar TL aşan bir gerçekleşme tahmini (bu hala bir yakın tahmin, ancak yıl tamamlandığında gerçek sayıyı öğrenebileceğiz) varken, gelirlerde ise bu fark 628 milyar TL’ye çıkmaktadır (vergi gelirlerinde sadece 198 milyar TL artı fark vardır); dolayısıyla bütçe açığı da tahminlerin altında çıkmaktadır. Bütün bunlar için yıl sürerken Meclis’in izni yeniden alınmamakta (yani Ek Bütçe çıkarılmamakta), milletimizin ve onun siyasi ve sendikal örgütlenmelerinin bu konuya duyarlı olmadığına güvenilmektedir. Gerçekten de bütçe hakkına tecavüzler her yıl tekrarlanmakta ama bu ne milletvekillerinin çoğunun ne de onlara vekaleti veren necip milletimizin umurunda olmadığı için, manşetlere çıkmadan sessizce geçiştirilebilmektedir. AKP iktidarı da “gereksiz” tartışmalarla milletvekillerinin değerli zamanının boşa harcanmaması için elinden geleni (başlangıç tahminleri üzerine şal örtmeyi) esirgememiş olmaktadır!

Çizelge 1: Merkezi Yönetim Bütçesi (milyar TL)-Kaynak: SBB, Orta Vadeli Program 2025-2027. (İlk sütun 2024-2026 OVP’sine göre eklenmiştir)

Çizelge-1’in diğer bir sonucu, GSYH’ye oranla bütçe harcamalarının payının giderek gerilemekte oluşudur. 2024’te programlananın üzerinde bir harcama yapılmış olsa da, gelirlerdeki program dışı fazlalık daha fazla olacaktır. Dolayısıyla bütçe açığı, faiz dışı denge de dahil, beklenenin oldukça altında gerçekleşmiş olacaktır. Gerçi 2023 yılında bütçe harcamaları/GSYH oranının yüzde 25,8 olarak gerçekleştiği dikkate alınırsa, 2024 yılı gerçekleşme tahmini (yüzde 25,4) çok büyük bir değişiklik gibi durmamaktadır. Ama şu bir vakıadır: 2022 yılına kıyasla seçim yılı 2023’teki çok yüksek artış (bütçe harcamaları/GSYH: 2022 %19,6 >> 2023 %25,8), 2024’te dizginlenebilmiş gözükmektedir.

Harcamalarda asıl daralmanın ise 2025 için programlandığını kolayca görebiliriz. OVP 2026 ve 2027 verilerine girmiyoruz, çünkü tahminlerin isabeti genelde zayıftır, ama bir eğilim olarak izleyen yıllarda benzer seviyelerin korunacağını görüyoruz. Demek ki sıkı daralma (GSYH’ye oranla yüzde 1,5) 2025’te gerçekleşecektir. Nitekim faiz dışı dengenin (faiz harcamaları hariç tutulduğunda bütçe gelir-gider farkının) 2025’te pozitif alana geçeceğinin umulması da bununla bağlantılıdır. “Bütçe politikasının yeterince dezenflasyonist olmadığı” görüşünde ısrar eden liberal iktisatçılar, herhalde artık tatmin olabileceklerdir, çünkü 2025 bütçesi verileri maliye politikasının iyice sıkılaştırılacağına işaret etmektedir. Bu verilere göre milletin 2024’ü arayacak duruma geleceği şimdiden söylenebilir…

Genel devlet dengesi

Genel devlet dengesine ilişkin çizelge-2’deki veriler, sıkı maliye politikalarının daha geniş ölçekte uygulanacağının habercisidir. Genel devlet büyüklüğü denilince, Merkezi Yönetim Bütçesine ek olarak, yerel yönetimler, sosyal güvenlik kuruluşları, genel sağlık sigortası, fonlar, döner sermayeler ve işsizlik Sigortası Fonu da hesaba katılmaktadır. Bunların arasında Merkezi Yönetim Bütçesi yüzde 78’lik ağırlıkla kuşkusuz en önemli olanıdır. Genel Devlet açısından bakılırsa, 2024’ten 2025’e daralmanın çok daha sıkı tutulacağı (GSYH’ye oranla yüzde 2,5) görülmektedir. Bu durum faiz dışı dengenin çok daha büyük bir fazla vermesinden de anlaşılmaktadır. Demek ki Merkezi Yönetim Bütçesi dışındaki sıkılaştırma daha önemli olacaktır. Burada da asıl daralma 2025 yılına özgüdür, izleyen yıllarda bu eğilimin çok yavaşlayacağı öngörülmektedir.

Çizelge 2: Genel Devlet Dengesi (milyar TL)-Kaynak: SBB, Orta Vadeli Program 2025-2027. (İlk sütun 2024-2026 OVP’sine göre eklenmiştir).

Buraya kadarki saptamaları doğrulayan bir başka gösterge de, yıllık ortalama enflasyon verisine yakın bir düzeyi gösteren GSYH deflatörüne bakarak elde edilebilir. 2025 yılı deflatörü yüzde 33,9’dur. Harcamalar hem Merkezi Yönetim Bütçesi hem de Genel Devlet açısından bakıldığında bu düzeyin altındadır yani reel olarak geriletilmektedir. Buna karşılık gelirler her iki düzey için de deflatörün üzerindedir yani reel olarak artmaktadır. Dolayısıyla açıklar küçülmektedir hatta faiz dışı denge fazlaya dönmektedir...

Bu bize bir başka ipucunu daha vermektedir: Emek kesimi 2025 yılı ücret pazarlıklarını yüzde 17,5 yıl sonu TÜFE’si üzerinden değil, yüzde 33,9 civarında gerçekleşecek ortalama enflasyon üzerinden yapmalıdır.

Sonuç

Bütçeler teknik belgeler olarak gözükebilir. Ama bu, işin sadece bir yönüdür ve görünen yüzüdür. Asıl olan, bu teknik hesapların ardındaki sınıfsal güç dengeleridir. Çubuğu emeğin çıkarlarından yana bükebilmek için, emek-sermaye mücadelesinin ilk bölüşüm aşamasından ötesine bakabilmek gerekir. Bütçeler ikincil bölüşüm ilişkilerinin aynasıdır; hem gelirler/vergiler hem de harcamalar yönünden. İkincil bölüşüm aşamasının merkezinde devlet vardır; emekçi sınıfların siyasete ve devlete ağırlık koyma zorunluluğu da buradan kaynaklanmaktadır. Yoksa hep kaybedenler safında yer alacaklardır. O halde bütçe müzakereleri tam da şimdi sınıfı göreve çağırmaktadır!

                                                              /././

Erzurum'da öğrenciler barınma ve gericilik kıskacında: 'Namaz kılana yurt ücretsiz' -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Gerici yapılar, öğrencileri vuran barınma krizini fırsat olarak görüyor. Erzurum’da Saadet Partisi’ne yakın bir dernek erkek öğrencilere ücretsiz yurt sağlıyor ama namaz kılması şartıyla.

Her geçen sene daha yakıcı bir sorun haline gelen barınma krizi, öğrencileri de etkiliyor.

Kapasitesinin çok üstünde öğrenci alan, öğrencilere sağlıksız yemek veren ve güvenlik gibi temel problemlerini çözemeyen yetersiz sayıdaki Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı yurtların yerini gerici yapılanlamara ait yurtlar alıyor.

Öğrenciler, Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın sağladığı maddi destekle de tarikat ve cemaat yurtlarına yönlendiriliyor.

Barınma ücretsiz ama şartlı: Namaz kılacak, sigara içmeyecek

Erzurum’daki bir erkek öğrenci yurduysa öğrencilerden para dahi istemiyor.

soL’un ulaştığı bilgilere göre yurt, Saadet Partisi’ne yakın Milli Gençlik Vakfı (MGV) ve Anadolu Gençlik Derneği’nin (AGD).

MGV, 2022'de AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla “vergi muafiyeti statüsü” kazanmıştı.

Yurdun imkanları üç kişilik odalar, doğalgaz, internet, çamaşır makinesi, banyo ve mutfak olarak sıralanırken yurdun öğrencilerde aradığı özellikler ise sigara içmemek, beş vakit namaz kılmak ve dini sohbetlere katılmak şeklinde belirlendi.

                            Erzurum Atatürk Üniversitesi Kampüsü'ndeki ilan.

‘Krizi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmiyorlar’

Bir emlak ilan sitesinin araştırmasına göre, Erzurum’da ortalama kira fiyatları 14 bin 339 TL. Oysa devletin sınırlı sayıdaki öğrenciye sağladığı aylık burs tutarı 2 bin TL. 

Öğrenciler gerici yapıların yurtlarına itilirken KYK, üniversiteler açılmadan önce yurt ücretlerinde yüzde 50 artış yapmış, zam sonrası en düşük KYK ücreti 345 liradan 517 TL’ye, en yükseği ise 570 liradan 855 TL’ye çıkmıştı.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Erzurum İl Örgütü adına Eylem Özer, kentteki barınma sorununu soL’a değerlendirdi.

Bir süredir kampüs çevresine gerici yapıların yapıştırdığı “ücretsiz yurt” başlıklı ilanlarla karşılaştıklarını söyleyen Özer, bu kurumların öğrencilerin ülkedeki ağır ekonomik koşullardan yoğun biçimde etkilendiğinin farkında olduklarını belirterek “Bu krizi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmiyorlar” dedi.

Erzurum’da öğrenci nüfusunun giderek yoğunlaştığını kaydeden söyleyen Özer, çeşitli illerden gelen öğrencilerin barınma dahil pek çok sorunla karşı karşıya kaldığını söyledi.

“Şehir dışından gelen öğrenciler bazen yurt bulamıyor, bulsa bile bu kez yurttan okula ulaşım sorunu yaşıyor” diye Özer, öğrencilerin okurken düşük ücretlere çalıştığını hatırlatarak gerici yapılanmaların bu durumu kendi çıkarları için kullandığını söyledi.

                                                                /././

Kronos’un midesinde -Nevzat Evrim Önal-

İşte bu yüzden, bazılarımız, vicdan azabından deliye dönmek ya da kulaklarını çocuk çığlıklarına kapatıp şarkı söylemek yerine, sabır ve sebatla, umut ve kinle bıçak biliyor karanlıkta.

İki gün önce, konuk olduğum bir sohbette, bir dinleyicinin sorusu üzerine şu cümleyi kurdum: “İçinde yaşadığımız düzende, bebek öldürerek para kazanılabiliyorsa, birileri bunu yapar.”

Hâlâ üzerinde düşünüyorum. Önermenin doğruluğundan şüphem yok, zaten çevremizde her gün yaşananlar ile tekrar tekrar teyit ediliyor. Ben düşündüren şu: Bir canlı türü için, türünün devamı olanı bile isteye ve fütursuzca yok etmek; bunu hem yapabiliyor hem de yapıyor olmak, ne denli büyük bir çelişki. Bu yüzden, buna benzer olayları kamuoyuna taşımada önemli roller üstlenmiş bir gazeteci “Yenidoğan Çetesi” mensuplarını “Mağara Adamı”na benzetince, itiraz etmek durumunda kaldım. “Mağara adamı” diye aşağılanan ilkel insan, asla çocuklarına, bebeklerine kötülük yapmaz, kendisinden önce onları kurtarmaya çalışırdı. Çünkü onlar yaşamazsa kabilesinin yok olacağını bilirdi.

Peki şimdi?

Yenidoğan Çetesi “münferit” değil. Örneğin geçtiğimiz yılın sonlarında bir video gezmişti internette. Bir İsrail askeri, 12 yaşında bir kızı öldürdüğünü, şimdi ise öldürmek için bir bebek arıyor olduğunu söylüyordu.1 O da münferit değildi. İsrail’in Gazze saldırılarında çocuklar ve bebekler özellikle hedef alınıyordu. Mesela, gerçek hayatta yaşanmasa da bir filmde yer alsa abartılı bulacağımız bir sahnede, Gazzeli bir doktor, aralarında bebek ölülerinin de bulunduğu insan cesetleriyle dolu bir hastane bahçesine kurulmuş bir kürsüden basın açıklaması yapıyordu.2

Yaşananlar korkunç, ama bir mantığı var: İsrail, kendi beka stratejisi ve maddi çıkarları doğrultusunda, coğrafi yayılma amaçlı bir soykırıma girişti ve soylar, ancak çocuklar, bebekler öldürülerek kırılabilir. İsrail amaçlarına tam olarak ulaşabilmek için, tankına taş atan çocukları da mutlaka öldürmek zorunda. Nitekim, geçtiğimiz günlerde soykırım birinci yılını doldurdu ve bu süre zarfında henüz bir yaşını doldurmamış, yani birçoğu bombardıman altında doğmuş 786 Filistinli bebeğin İsrail saldırılarında öldüğü açıklandı.3

Yedi yüz seksen altı bebek, “anne” diyemeden göçtü gitti bu dünyadan.

                                                              ***

Yenidoğan Çetesi vakasının da bir mantığı var. Hiç dramatik değil üstelik. Bundan altı yıl önce, daha pandemi yaşanmamışken, ABD’nin en önemli finansal danışmanlık kuruluşlarından Goldman Sachs, tıpta yaşanan ilerlemelerin, bilhassa da genetik çalışmalarının pek çok hastalığı bir müdahalede ve kalıcı biçimde tedavi etme ihtimali belirginleştiğinde bir rapor yayınlamıştı. Raporun temel sorusu şuydu: “Hastalıkları kalıcı olarak tedavi etmek sürdürülebilir bir iş modeli midir?”4

İçinde yaşadığı sistemin insanlık dışı ve anti sosyal karakterini sorgulamaktansa bu gibi delillere şüpheyle yaklaşmayı konforlu bulanlar için dipnotta kaynak verdim. Vakit ayırıp raporu okurlarsa daha da olağanüstü önermelerle karşılaşacaklar. Örneğin bu tedavilerin nasıl fiyatlandırılması gerektiği tartışılırken, tedavi başına 1 milyon doların üzerinde fiyatların uygun olacağından bahsediliyor; örnek olarak da en yaygın çocukluk dönemi kanseri olan lösemi gösteriliyor.5

Ne kadar soğukkanlı ve mantıklılar, değil mi? İngilizcede bu tavrı anlatan sıfat “businesslike”, yani “şirket yönetir gibi.” Peki, aynı mantık çerçevesinde, bugün pek çok ölümcül hastalığın kalıcı tedavisi bulunduğunda, bunun toplumsal çıkarlar değil kâr maksimizasyonu doğrultusunda fiyatlanacağı, bunun sonucunda bazı tedavilerin sadece zenginler tarafından satın alınabileceği de açık değil mi?

Sağlığın satılabilir olması, içinde yaşadığımız düzenin mantıki bir sonucu. Ne var ki, aynı mantığın devamında parası olmayanın tedavi olamayıp ölmesi “normal” hale geliyor. Bununla kalmıyor, gereksiz ve yanlış tedavi satmak da mantıksız ve yapılamaz bir şey olmaktan çıkıp bir dolandırıcılık biçimine dönüşüyor; yani o da bir mantık kazanıyor.
Bebekler, bu mantık sonucunda katlediliyor.

                                                             ***

Dolayısıyla, hiçbir bebek ölümü “cinayet” değil. Cinayet münferittir. Bir kereye mahsus ve tekrarlanamaz bir anormalliktir. Burada ise münferit bir şey yok, çıkar amaçlı ve dünya çapında yürüyen bir katliam var. Biz hâlâ tekil olayların detaylarıyla uğraşıyoruz, ama içinde yaşadığımız düzen, Kronos gibi, çocuklarını yiyor.

Tartışmanın bu noktasında, bir sürü insan şunu soruyor: “İnsanlar niye duyarsız, niye tepki göstermiyor?”
Çünkü hiçbirimiz dışında falan değiliz bu düzenin. Hayat düzenden ibaret ve her birimizi, doğduğumuz anda yuttu zaten. Tek farkı, bizi çiğneyip öldürmedi. Kronos’un midesinin karanlığında, küçük kardeşlerimizin ölü bedenleriyle yan yana yaşıyor, yaşarken sindiriliyoruz.

Düzeni, dolayısıyla aynı zamanda kendi “düzenini”, yani alıştığı hayatı yıkıp parçalamayı göze alamadıkça; en korkunç vahşetleri bile kabullenmekten başka çare kalmıyor kimseye. Çürümenin de, duyarsızlaşmanın da kaynağında öncelikle bu var. İnsan her gün vicdan azabı çekip hiçbir şey yapmadan yaşayamaz. Bu yüzden pek çok insan, düzene uyum sağlamak için vicdanının yüzüne bir yastık bastırıyor ve sesi kesilene kadar (bazen yıllarca) bekliyor.
Öyleyse, umut nerede?

Umut şurada: Öyküde Kronos, çocuklarını, bir gün kendisini tahttan indirecekleri için yer. Burada büyük bir bilgelik saklıdır: Yeni her zaman eskiden doğar ve onu yıkarak egemen hale gelir. Düzenin dışında bir hayat yok, ama yeni hayatın tohumları bu düzenin içinde, Kronos’un midesinde filizlenmeyi bekliyor.6 

Marx, kapitalizm için “kendi mezar kazıcılarını yaratıyor” demişti.

Yani düzenin bir mantığı varsa, devrimin de bir mantığı var.

Biz zavallı biçareler falan değiliz, emekçi halkız. Kendimizi yalnız kaldığımız ve sadece kendi derdimize yandığımız için çaresiz zannediyoruz. Biz olmasak düzen aç kalır, ama biz hem o olmadan yaşayabilir hem de yeni bir düzen kurabiliriz. 

Öyküyle benzerlik de burada bitiyor. İstediğimiz kadar bekleyelim, küçük kardeşimiz Zeus gelip, Kronos’u kusturup bizi kurtarmayacak. Ya da bizi yutan dev balık, Yunus peygamberi kustuğu gibi bizi de kusmayacak. Ya da avcının biri gelip, Kötü Kalpli Kurt’un karnını yarıp bizi ve büyükannemizi sağ salim çıkartmayacak.

Düzenin dışında bir dünya yok, dolayısıyla ne bir kurtarıcı gelecek ne de düzen kendi kendisini imha edecek. Onun karnını içeriden yarıp çıkmaktan başka bir kurtuluşumuz yok.   

İşte bu yüzden, bazılarımız, vicdan azabından deliye dönmek ya da kulaklarını çocuk çığlıklarına kapatıp şarkı söylemek yerine, sabır ve sebatla, umut ve kinle bıçak biliyor karanlıkta. Etrafınıza biraz bakarsanız, çakan kıvılcımları görürsünüz. Kulaklarınızı tıkamaz, biraz da dikkat kesilirseniz, çığlıkların arasında, taşa her sürtündüğünde biraz daha keskinleşen çeliğin sesini duyarsınız.

Kronos’un midesinde demirden çelikten bol bir şey yok. Kapın bir tane, gelin yanımıza. Bıçak bileyelim birlikte.

(Bu haftadan itibaren soL’da salıları buluşacağız. Haftaya, Cumhuriyet’in 101. kuruluş yıl dönümünde görüşmek üzere…)  

                                                                            /././
E-ticaret patronlarına teşvik, motokuryelere güvencesiz çalışma: 'Ciddiye alınmadığımızın ispatı' -Safa Onur Elmas-
AKP Meclis'e getirdiği öneride e-ticaret patronlarını yabancı rakiplere karşı korumak için bir dizi muafiyet önerisi sundu. Pakette motokuryelerse es geçildi.
Geçtiğimiz günlerde Meclis komisyonlarına gelen öneriyle e-ticaret patronlarına vergi muafiyeti sağlanması hedefleniyor. Büyük patronlara sağlanan vergi muafiyeti bir yana neredeyse haftanın her günü çalışan ve yol kazalarında yaşamlarını kaybeden motokuryelerse görmezden geliniyor.

17 Ekim günü Meclis gündemine gelen tasarıda "güçlü sermaye yapısına ve yıkıcı rekabet gücüne sahip bazı küresel e-ticaret pazar yerlerinin ülkemize yönelik faaliyetlerine son bir yıl içinde hız verdiği, aşırı reklam ve indirim uygulamaları ile tanınırlığını arttırdığı ve yurtiçi piyasada önemli ölçüde güç kazandığının görüldüğü" ifadelerine yer verildi. Bu durumun yurt içindeki pazar paylarının küçülmesine ve kâr oranlarının düşmesine neden olduğu, destekleyici tedbirler alınmasının hedeflendiği belirtildi.

Yani AKP Türkiye'deki patronları biraz daha fazla korumak için harekete geçti. 

AKP Denizli Milletvekili Şahin Tin ve AKP Aydın Milletvekili Ömer Özmen tarafından sunulan tasarıda, işletmelerin ürünlerini yurtdışı pazarlara ulaştırmalarını kolaylaştıracak, yüksek teknoloji yatırımlarının teşvik edilmesini sağlayacak düzenlemeler hedefleniyor. 

Konuya dair Meclis'te yapılan konuşmalarda söz alan eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank da, "atılacak adımların e-ticaret pazarında yerli firmaların rekabet gücünü arttırmak için planlandığını" ifade etti. 

Patronların işine nasıl yarıyor?

Kanun teklifi ile "patronların yurtiçi piyasada kendilerini güvenceye alması iç piyasadaki kâr oranlarının arttırılması, yurtdışı menşeili yabancı şirketlerin yurt içindeki piyasada kâr oranlarını düşürmesi" hedefleniyor. Yurtdışı pazar açısından "ihracat yardımlarının ve lisans ücretlerinin düşürülmesi patronların yurtdışı pazar yerlerindeki kâr oranlarının da arttırılması" ön görülüyor.

Patronlara vergi muafiyeti varken motokuryelerin adı dahi geçmiyor

Bu kanun teklifi ile e-ticaret sektöründeki patronlara vergi muafiyetleri getirilirken sektörün önemli ve büyük bir kısmını oluşturan motorkuryeler dikkate alınmıyor.
 
Türkiye'de son yıllarda kârlarını katlayan e-ticaret firmaları özellikle Covid-19 pandemisi sonrası internet üzerinden gelen siparişleri artırdı. Böylelikle motorkuryelere olan ihtiyaç da fazlalaştı.

Bu da beraberinde motorkurye sömürüsünü getirdi.

Sayıları yaklaşık 1 milyona ulaşan motorkuryeler, uzun çalışma saatleri ve güvencesiz çalışma koşulları ile karşı karşıya kalırken, emeklerinin karşılığını da alamıyor.

Hızlı teslimat baskısı, trafik ve müşteri problemleri motorkuryelerin en çok karşılaştıkları sorunların başında yer alıyor. Güvenliklerini tehlikeye atmak zorunda kalan, olumsuz hava koşullarına maruz kalan motokuryeler sıkça kaza yapıyor veya kazalara tanık oluyor.

Motorkuryeler, meslek hastalıkları olarak nitelendirilebilecek birçok sağlık sorunuyla da karşı karşıya kalıyor. Ancak bunca soruna rağmen görmezden geliniyorlar.

'AKP yalnızca zenginleri seviyor, motokuryeleri görmezden geliyor'

Öneriye şerh düşen ve tasarıda motokuryelerin adının dahi geçmemesini eleştiren DEM Parti Milletvekili Meral Danış Beştaş Meclis'te yaptığı konuşmada bu duruma dikkat çekti ve AKP milletvekillerinin sunduğu öneriyi "AKP yalnızca zenginleri seviyor, motokuryeleri görmezden geliyor" diyerek eleştirdi. 

soL’a konuşan Meral Danış Beştaş, "Meclis kürsüsünde de ifade ettiğim gibi e-ticaretin düzenlenmesine ilişkin bir teklifte e-ticareti yaşama geçiren en önemli faktör olan motorkuryelerin yaşadığı sorunlar hiçbir şekilde yer almıyor bu çok ciddi bir sorun. AKP iktidarı ekonomi ile yapılan her düzenlemede yine asıl işverenleri koruyan bir kanun teklifi hazırlama gayreti içerisine giriyor. Türkiye'de giderek yoksulluk artıyor ve motorkuryelerin yaşadığı sorunlar dile getirilmiyor. Motorkuryelerin yaşadığı sorunlar göz ardı edilemez, edilmemeli" ifadelerini kullandı.

'Çok ağır koşullarda çalışmaktayız'

Kendisi de bir motorkurye emekçisi olan Gökhan bu süreci soL’a anlattı.

"Böyle bir durumda şirketlere vergi indirimi getirilirken, biz esnaf-kuryelere herhangi bir vergi indirimi  getirilmemekte. Şirketler desteklenirken, motorkuryelerin dikkate alınmaması gerçekten önemli bir sorun. Esnaf kurye olarak aldığımız ücret emeğimizin karşılığı olmamakla birlikte gerçekten kazandığımız ücret motorkuryelere yetersiz gelmektedir" diye anlatıyor yaşadıklarını. 

Çünkü esnaf kurye olduğumuzdan dolayı birçok masraf bizi zor duruma sokuyor. Misal benzin fiyatlarının artması bizim kazandığımız ücretin gerçekten havada kaybolması gibi bir şey” diyor Gökhan ve şu sözleri ekliyor:

"Patronlara vergi muafiyeti getirilirken biz esnaf kuryelerle alakalı bir şeyin geçmemiş olması bir bakıma bizim iktidar tarafından ciddiye bile alınmamış olduğumuzun ispatıdır aslında.”

Selim de bu süreci yakından yaşayan motokuryelerden bir diğeri. Ankara'da motokuryelik yapıyor Gökhan gibi o da.

“Bu, kanun teklifi ile birlikte biz emekçilerin düşünülmediğini ve bir bakıma umursanmadığımızı görmemek elde değil. Patronlara vergi muafiyeti getirilirken biz esnaf kuryelerle alakalı hiç bir şeyin geçmemiş olması bir bakıma bizim iktidar tarafından ciddiye bile alınmamış olduğumuzun ispatıdır diye düşünüyorum” diyor bu süreci anlatırken.

'Bizi köle yerine koyuyorlar'

Motokuryeler yaşadıkları sorunu anlatırken iktidarın kendilerini köle gibi gördüklerini ifade ediyor. Gökhan: "Çalışma koşullarımızı değerlendirdiğimizde gerçekten aldığımız ücretin yetersiz olduğunu görüyorum. Yaşadığımız sorunlara artık katlanılacak halimiz kalmadı. Misal esnaf kurye olduğumuz için sigortamızın şirket tarafından yapılmaması bizi gerçekten mağdur ediyor. Teslimat sırasında sorunlar yaşıyoruz. Trafikte karşılaştığımız problemler can güvenliğimizin olmamadığını gösteriyor. Emeğimizin karşılığını alamıyoruz ve mağdur oluyoruz. Tüm bunlar köle yerine konduğumuzu gösteriyor bize” şeklinde düşüncelerini anlattı.

https://haber.sol.org.tr/haber/2023-yilinda-en-az-68-motokurye-hayatini-kaybetti-388770

                                                               /././

Çalışma Bakanı 'mezarda emekliliği' tescil etti: 'Nefes alıyorken çalışın'

Çalışma Bakanı Işıkhan emeklilere “nefes alıyorken” çalışmaları çağrısı yaptı. 12 bin 500 lira maaş alan emekliye Erdoğan’ı örnek gösterdi: “Cumhurbaşkanımız bile nasıl özveri ile çalışıyor” (https://haber.sol.org.tr/haber/calisma-bakani-mezarda-emekliligi-tescil-etti-nefes-aliyorken-calisin-395660)                     ***

İsrail askerinden itiraf: 'Ölü ya da diri' yüzlerce Filistinlinin buldozerlerle üzerinden geçmişler

Bir İsrail askerinin Gazze'den döndükten sonra intiharını konu alan CNN’in haberinde bir İsrail askerinin buldozerlerle yüzlerce Filistinlinin üzerinden geçtikleri itirafı yer aldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/israil-askerinden-itiraf-olu-ya-da-diri-yuzlerce-filistinlinin-buldozerlerle-uzerinden)

                                                            ***

Bahçeli: Öcalan'ın tecridi kaldırılırsa gelsin Meclis'te DEM Parti grup toplantısında konuşsun

Bahçeli, Öcalan ile ilgili yeni çağrısında şöyle söyledi: "Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne Edirne, adres İmralı'dan DEM'e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Hodri meydan, buna varız.(https://haber.sol.org.tr/haber/bahceli-ocalanin-tecridi-kaldirilirsa-gelsin-mecliste-dem-parti-grup-toplantisinda-konussun)

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder