17 Ekim 2024 Perşembe

T24 "KÖŞEBAŞI" -17 Ekim 2024-

Büyük deprem skandalı: 12 yıl önceki rapor binlerce kişinin nasıl öldüğünü ortaya koydu -Gökçer Tahincioğlu-

2020 tarihli AFAD raporunda “Olası büyük bir deprem gerçekleşmesi durumunda şehrin büyük bir kısmının etkileneceği öngörülmektedir” uyarısı yer alıyordu. İller Bankası tarafından 2011’de hazırlanan raporda da Kahramanmaraş’ta 50 yıllık bir zaman diliminde 6.0 büyüklüğündeki bir depremin olma olasılığı ise yüzde 48.1 olarak belirlenmişti.

Türkiye, dün yine güne deprem korkusuyla başladı.

Malatya Kale merkezli depremden sonra herkesin eli yüreğindeydi; kaç bina yıkıldı, kaç kişi altında kaldı?

Başına geldikçe anımsayan bir ülke burası, felaket yaşanmadan önce önlem almak yerine rantla yatıp kalkan, felaketten sonra gözyaşları içerisinde büyük sloganlar atan bir ülke…

* * *

6 Şubat Maraş depremlerinin üzerinden neredeyse 21 ay geçti.

Davalar, soruşturmalar sürüyor. Hâlâ yakınlarını bulamayan insanlar var. Hala aydınlatılmayı bekleyen skandallar orta yerde duruyor.

Ama hepsinin üzerinde, unutulmaması, not edilmesi gereken büyük bir skandal var.

Başta Maraş olmak üzere depremin vurduğu kentlerde insanların göz göre göre kaderlerine terk edilmesi, ölmeleri, her şeylerini kaybetmeleri…

Ve bugüne kadar bu nedenle tek bir kişinin hesap vermemiş olması…

* * *

Depremin hemen ardından AFAD’ın aslında son dört beş yıldır bölgede çalışmalar yaparak raporlaştırdığı, tespitlerini ilgili kamu kurumlarına ilettiği ortaya çıktı.

Depremin olduğu gün, bu raporlar AFAD’ın sitesinde duruyordu, nedense aniden o bölümler kapatıldı, raporlara erişim engellendi.

2020 tarihli “Afet Risk Azaltma Planı” başlıklı AFAD raporunda, Kahramanmaraş için şu uyarılar yer alıyordu:

- Zemin koşullarının sıvılaşmaya müsait olması, yer altı su seviyesinin yüksekliği, bölgenin aktif fay zonuna yakınlığı risklerdir… Olası büyük bir deprem gerçekleşmesi durumunda şehrin büyük bir kısmının etkileneceği öngörülmektedir. Expo 2023 alanının zayıf bir zemin üzerine kurulu olması ve şehrin 3 ana girişindeki ulaşımın köprülerle sağlanması, bu bölgelerin yapı güvenliğinin kontrolünü önemli hale getirmektedir.

Elbette bu uyarıların bir bölümü için yapılacak fazla da bir şey yoktu. Kenti 6 Şubat depremlerinden önce bütünüyle değiştirmek gerekiyordu. Belki de tek yapılacak binaların hızla güçlendirilmesi, bir bölümünün tahliye edilmesiydi ancak bu da yapılmadı.

* * *

Ancak daha da vahim bir tablo var ortada.

2020 tarihli AFAD raporuyla ilgili olarak, “6 Şubat’a kadar yeterli zaman yoktu” eleştirisini getirenlerin de kayıtsız kalamayacağı, mutlaka hesabının sorulması gereken bir skandal…

Mart 2011’de, Kahramanmaraş’a bir rapor gönderildi. Belediye Başkanlığı, valilik, diğer yetkili resmi makamlar.

İller Bankası tarafından hazırlanan rapor, “KAHRAMANMARAŞ BELEDİYESİ İMAR PLANINA ESAS JEOLOJİK-JEOTEKNİK ETÜT RAPORU (DOĞU BÖLÜMÜ)” başlığını taşıyordu.

Raporun can alıcı bölümleri şöyle:

- Çalışma alanının 1. derece deprem bölgesinde yer alması, Kahramanmaraş şehrinin içerisinden Kahramanmaraş Fay zonunun (Ahırdağı Bindirmesi) ve şehrin yaklaşık 12 güneydoğusundan Doğu Anadolu Fay zonunun geçmesi nedeniyle, çalışma alanı ve hatta tüm Kahramanmaraş ili deprem etkisinde olacağından yapılan çalışmalarda bu risk hiçbir zaman unutulmamalıdır.

- Çalışma alanında zemin litolojisine sahip bütün birimlerde, Doğu Anadolu Fay zonu ve Kahramanmaraş Fay zonu üzerinde meydana gelebilecek olası depremin, çalışma alanı üzerindeki yıkıcı etkisini arttıracağını düşündürmektedir.

- Gösterilen bu alanlarda, bina önem katsayısı daha düşük binaların az katlı ve az yoğunluklu olarak planlanması önerilir. Planlama aşamasında “parsel bazında yapılacak çalışmalar” için yapılan öneriler, plan notu olarak belirtilmelidir.

- Planlama aşamasında; gösterilen bu alanların da alüvyon çökelleri üzerinde yer alması nedeniyle ve alüvyon çökellerinde dayanımın az olması nedeni ile az katlı yapılaşmaya gidilmesi önerilmektedir. Bu alanların içerisinde büyük oranda tarım arazileri bulunmaktadır. Bu haliyle durması en ekonomik çözüm olacaktır. Yerleşim açısından değerlendirilmesi zorunlu ise mümkün olduğunca bina önem katsayısı yüksek olan yapılar bu bölüme yerleştirilmemelidir.

- Sıvılaşma tehlikesi vardır. Mühendislik sorunları (taşıma gücü, şişme, oturma vb.), diğer mühendislik sorunları (Yumuşak zeminler, aşırı ayrışmış kaya vb.), yukarıdaki sorunların bir arada olduğu çoklu problem alanları bulunmaktadır.

- Bu tehlikelerin değerlendirilmesinin ardından, her bir tehlike için altlık haritalar hazırlanmış olup, bu haritalar doğrultusunda oluşturulan mühendislik jeolojisi haritasından da yerleşime uygunluk haritaları üretilmiştir.

* * *

- Çalışma alanında büyüklüğü 5.0 olan bir depremin dönüş periyodu 6 yıl iken 6.0 büyüklüğündeki bir depremin dönüş periyodu ise 76 yıldır. Bunun yanında; 6.0 büyüklüğündeki bir depremin 10 yıl içerisinde olma olasılığı yüzde 12.3 iken standart bir yapının ömrü olarak düşünülebilecek 50 yıllık bir zaman diliminde 6.0 büyüklüğündeki bir depremin olma olasılığı ise yüzde 48.1 olarak belirlenmiştir.

* * *

Sabırla okuyanlar ne kadar net tespitler yapıldığını görecektir.

Daha 2011’de, İller Bankası açık açık tarım alanlarının imara açılmaması, belirtilen bölümlerde az katlı, aralıklı yapılar dışında yapıya izin verilmemesi, kent merkezinin doğrudan birinci derecede deprem bölgesine kurulduğu, Kahramanmaraş’ta mutlaka deprem olacağı konularında uyarıda bulunuyor.

Kentin imar planı hazırlanırken bunların dikkate alınmasını istiyor.

Dikkate alan oldu mu, hayır…

Belirtilen, altı çizilen bölgeler, tarım arazileri imara açıldı, “buraya yüksek katlı bina yapılmasın” denilen alanlarda depremde ağır hasar gören yüksek binalar yapıldı.

Binlerce kişi öldü, on binlercesi yaralandı, on binlercesi evsiz kaldı…

* * *

Mesele sadece yıkılan binaların müteahhitlerinin eksik, kuş gibi ceza talepleriyle yargılanması değil.

Bu raporları dikkate almayan, riskli bölgeleri imara açan, ruhsat veren belediye başkanlarının, diğer kamu görevlilerinin hesap vermesi gerekiyor.

Ağır hesaplar bunlar, insanlar öldü, acı çekerek öldüler…

Böyle bir hesap verilebilir mi meçhul ancak en azından yargı önüne çıkartılmaları, bundan sonraki olası cinayetleri engelleyebilir.

Biraz olsun akademisyenlerin, uzman kurumların uyarılarına kulak verilebilir.

Hayatın rant ve paradan ibaret olmadığı belki bir gün böylece anlaşılabilir.

                                                                   /././

Madencinin sesi olmak -Mine Söğüt-

Çıplak ayakla Soma’dan Ankara’ya yürüdüler. İş baretlerini yerlere vura vura “Ölmek istemiyoruz” dediler. Açlık grevine girdiler. Ve gözaltına alındılar. Bir iş kazasında ölmemek ve tok karınla insanca yaşamak isteyen bir avuç maden işçisinin nezdinde şimdi bu ülkenin çok önemli bir ödevi var. Herkesin bu işçilerin kısılmaya çalışılan sesi olması gerekiyor.

Kalabalıklar, anca bir deprem olup koca bir şehir insanların tepesine yıkıldıktan sonra ayaklanırlar ama o da kötü şehirleşmenin sorumlularının üzerine yürümek için değil, onlar yüzünden toprağa gömülen insanları kurtarmak, kurtulanlara yardım etmek içindir.

Kalabalıklar, anca bir çocuk öldürüldüğünde o çocuğun ölümüne yol açanlardan nefret ederler ama öldürülme tehdidiyle sarmalanmış sayısız hayatın içine doğup büyüyen çocukların yanından kaygısızca geçip giderler.

Kalabalıklar, anca bir madende göçük olduğunda o göçüğün altında kalan madenci için üzülmeyi akıl ederler ama madencilerin çalışma şartlarının iyileştirilmesi için attıkları çığlıkları duymazdan gelirler.

Yine öyle oluyor.

Haftalardır madenciler bas bas bağırıyorlar.

“Ölmek istemiyoruz” diyorlar.

Onları duyan yok.

Herkes medya tarafından reyting hesabıyla servis edilen acılara odaklı. Para etmeyen trajediler gözden ırak, gönülden de ırak.

Kapitalizmin egemenliğindeki sistemin en büyük başarılarından biri, toplumun duygusal zekasına atılan politik format. Sistem, hak istemeyi, hakkını almayı, hak vermeyeni sarsmayı haddini aşmak sanan kalabalıkları, adalet talep etmenin risklerine kolayca ikna ediyor.

O yüzden haftalardır direnen maden işçilerinin eylemleri ülkede olup biten onca şeyin arasında hak ettiği sesi asla getiremiyor, ilgiyi bir türlü kendisine çekemiyor.

Oysa maden işçilerinin hikayesi herkesin hikayesi. Onların başına ne geliyorsa, aynısı herkesin başına geliyor. İktidarla el ele veren patronlar, tüm sektörlerde yasa, kural tanımadan sadece kendi kazancının peşine düşüyor, çalışma şartlarının iyileştirilmesini talep eden işçiler anında kendilerini kapının önünde buluyor.

Tek fark birileri susuyor, birileri susmuyor.

Eğer bir gün susmayanların susanlardan daha kalabalık olacağı bir dünya hayalimiz varsa;

Emsallerinden daha düşük ücretle ve korkunç koşullarda çalıştırıldıkları, haklarını aramak istediklerinde, sendikaya üye olduklarında, örgütlenmeye kalktıklarında işten atıldıkları ve taleplerini dinleyen hiçbir muhatap bulamadıkları için haftalardır eylem yapan yani susmayan bir avuç maden işçisinin sesini çoğaltmamız ve her yere yaymamız gerekiyor.

Sistemin iktidarla el ele vererek inşa ettiği hileli güce değil, işçinin üretimden gelen gücüne tekrar ve tekrar güvenmemiz gerekiyor.

Madenciler hatırlayalım ne istiyorlar ne istemiyorlar?

Sürekli gaz kaçağı ve elektrik çarpması tehlikesi olan maden ocağında boğazlarına kadar suyun içinde yeterli donanım olmadan çalıştırılarak ölmek, kimyasallara maruz kalarak kanser olmak, kör olmak istemiyorlar.

Çalışırken maskeleri, baretleri, tulumları, gözlükleri eksiksiz olsun istiyorlar.

Yemeklerini zehirli maddelerle dolu varillerin üzerinde, kabloların arasında ve nem içinde yemek istemiyorlar.

Kuru ve güvenli bir ortam olarak inşa edilebilecek yaşam odaları olsun istiyorlar.

Maden ocağında gerekli denetimler düzenli yapılsın, iş makineleri kontrollü kullanılsın istiyorlar.

Çok ağır koşullarda ölümüne çalışıyorlar; bunun karşılığında hak ettikleri ücreti almak istiyorlar.

En önemlisi de karşılarına muhatap olacakları bir yetkili çıksın istiyorlar.

Onun için haftalardır direnişteler. Çıplak ayakla Soma’dan Ankara’ya yürüdüler. İş baretlerini yerlere vura vura “Ölmek istemiyoruz” dediler. Açlık grevine girdiler. Ve gözaltına alındılar.

Bir iş kazasında ölmemek ve tok karınla insanca yaşamak isteyen bir avuç maden işçisinin nezdinde şimdi bu ülkenin çok önemli bir ödevi var.

Herkesin bu işçilerin kısılmaya çalışılan sesi olması gerekiyor.

Ürkek vicdanları nicedir, işlerini kaybetmekten korkmakla, sosyal medyada yazacakları bir cümle yüzünden hapse atılmak arasına sıkışıp kalan kalabalıklar artık gözlerini ekranlardaki abur cuburdan ayırmalı ve sokağa ve gerçeğe bakmalılar.

Medya tarafından acı pornosu haline getirilip “Hadi şimdi kahrolun” diyerek servis edilen haberlerin büyüsüne kapılıp onlarla oyalanmak yerine, ana akım medyalarda kendisine yer bulmayan haberleri etraflarına duyurmanın peşine düşmeliler.

Ve en önemlisi o kalabalıklar, kalabalık olmanın anlamını kavramalılar.

Mevcut iktidarla yaşıt olanlar ve hatta 12 Eylül sonrası doğanlar doğal olarak bilemezler ama geri kalanlar hatırlarlar, bir zamanlar hem bu ülkede hem de tüm dünyada işçiler ayaklandığında dünyanın durduğu olmuştu.

Şimdi dünya dursa, kimse ayaklanmıyorsa…

Bunun tek nedeni kalabalıkların üretimden gelen güçlerini unutması ve tüketimle gelen bağımlılıklarını kanıksamasıdır.

Bir de bunu fırsat bilen eşkıyanın dünyaya hükümdar olmasıdır.

                                                                /././

Kira ödemelerinde yeni dönem başladı: Örneklerle yeni uygulama…-Murat Batı-

Konutlar için tutar ne kadar olursa olsun kira, banka ya da finans kurumları aracılığıyla ödenmesi gerekmektedir.

Kira ödemeleri ile alakalı 268 Seri No'lu Gelir Vergisi Genel Tebliği, 29 Temmuz 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. 268 Seri No'lu Tebliğ uyarınca kira ödemelerinde daha önce konutlarda aylık 500 lirayı aşmayan kiralar elden ödenebiliyordu. Oysa haftalık ya da günlük (kısa süreli) konut kiralamalarında banka ya da finans kuruluşu aracılığıyla gönderme zorunluluğu bulunmaktaydı. Dükkân kiralarında ise tutar ne olursa olsun banka ya da finans kuruluşları aracılığıyla ödenmesi gerekiyordu. Banka ya da finans kuruluşları aracılığıyla ödenmesi gerektiği halde elden ödenir ve bu durum tespit edilirse özel usulsüzlük cezası kesilmektedir. Ve daha önemlisi uygulanan idari para ceza tutarları daha düşük idi.

Bu konuyla alakalı yani kira ödemelerinin artık elden verilmemesini düzenleyen ve aksi durumda yüksek cezaların uygulanacağını içeren 328 Seri No'lu Gelir Vergisi Genel Tebliği 17 Ekim 2024 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe girdi. Ayrıca bu 328 Seri No'lu Genel Tebliğ ile 268 Seri No'lu Gelir Vergisi Genel Tebliği de yürürlükten kaldırıldı.

328 Seri No'lu yani yeni Tebliğe göre konutlar için uygulanan 500 TL’lik kira sınırı kaldırılmakta, tutar ne kadar olursa olsun banka ya da finans kurumları aracılığıyla ödenmesi gerekmektedir. Kirayı öderken de açıklamaya kira ödemesi yazılması önerilmektedir.

Bu zorunluluğa uymayanlara yani kirayı elden verenlere idari para cezası –VUK mük. m.355 uyarınca özel usulsüzlük cezası- kesilecek.

Konuyu örneklerle izah etmeye çalışayım…

Örnek 1

Ahmet Amca İstanbul Kadıköy’deki evini Öğretim Üyesi Murat Bey’e 1 Kasım 2024 tarihinde aylık 20 bin liraya kiraya vermiştir. Ancak Kasım 2024’e ilişkin aylık 20 bin lirayı Murat Bey’in ev sahibine bankadan değil de elden verdiği tespit edilmiştir.

Buna göre elden tahsil edilen ve ödenen 20 bin TL kira tutarı için bu tutarın yüzde 10’u oranında hesaplanan (20.000 TLx0,10=) 2 bin lira ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı olan 5 bin TL’nin altında kaldığından, Ahmet Amca ve Murat Bey’e ayrı ayrı Kasım ayı için (1 ay x 5.000=) 5 bin TL özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Ancak kiracı Murat Bey, ödemenin elden yapıldığını, ödemeyi takip eden beş (5) iş günü içerisinde kendiliğinden vergi idaresine bildirirse Murat Bey’e özel usulsüzlük cezası kesilmeyecektir. Ahmet Amca için böyle bir seçenek bulunmamaktadır.

Konut/dükkân sahibi ile kiracının tüccar, avukat, doktor gibi serbest meslek erbabı olması durumunda ceza tutarları artmaktadır, aman dikkat…

Örnek 2

Kira geliri (gayrimenkul sermaye iradı) yönünden mükellefiyeti bulunan Yalçın Bey 1 Temmuz 2024 tarihinde Sarıyer’deki konutunu bir şirkette ücretli olarak çalışan Erol Bey’e aylık 25 bin liraya kiraya vermiştir.

Vergi idaresi, kiracı Erol Bey’in 2024 Kasım ve Aralık ayına ilişkin yani iki aylık kiranın 10 bin lirasını bankadan kalan 15 bin lirasını ise elden verdiğini tespit etmiştir.

Buna göre; her bir işlem için ayrı ayrı olmak üzere, elden tahsil edilen ve ödenen 15 bin lira kira tutarı için bu tutarın yüzde 10’u oranında hesaplanan (15 bin TL x 0,10=) 1.500 TL ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı olan 5.000 TL’nin altında kaldığından, ev sahibi Yalçın Bey ve Kiracı Erol Bey’e ayrı ayrı Kasım ve Aralık ayları için (2 ay x 5.000=) 10 bin TL özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Örnek 3

Kira geliri (gayrimenkul sermaye iradı) yönünden mükellefiyeti bulunan Mehmet Bey 1 Ağustos 2024 tarihinde Muğla’da bulunan dairesini serbest meslek erbabı olan Avukat Duygu Hanım’a konut olarak aylık 25 bin liraya kiraya vermiştir. Serbest meslek erbabı Avukat Duygu Hanım, kiraladığı konutu mesleki faaliyetinden bağımsız olarak ikamet amaçlı olarak kullanmaktadır.

Ancak Muğla Vergi İdaresi yaptığı tespitte Avukat Duygu Hanım’ın Kasım ve Aralık (2024) aylarına ilişkin kira tutarlarını bankadan değil de elden ödediği tespit edilmiştir.

Buna göre; her bir işlem için ayrı ayrı olmak üzere, elden tahsil edilen ve ödenen 25 bin lira kira tutarı için bu tutarın yüzde 10’u oranında hesaplanan (25.000 TLx0,10=) 2.500 TL ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı olan 5 bin TL’nin altında kaldığından Mehmet ve Duygu’ya ayrı ayrı Kasım ve Aralık ayları için (2 ay x 5.000=) 10 bin lira özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Örnek 4

Kira geliri (gayrimenkul sermaye iradı) yönünden mükellefiyeti bulunan Ali Bey ve Ayşe Hanım yarı yarıya (yüzde 50) hisse sahibi oldukları Antalya Lara’da bulunan iş yerini 1 Eylül 2024 tarihinde bilanço esasına göre defter tutan ticari kazanç yönünden gelir vergisi mükellefi olan Ayhan Bey’e iş yeri olarak aylık 40 bin liraya kiraya vermişlerdir.

Ancak Antalya Vergi İdaresi yaptığı tespitte kiracı Ayhan Bey’in 2024 Kasım ve Aralık ayına ilişkin kiraları bankadan ödemediği elden ödediği anlaşılmıştır.

Buna göre; kiraya veren Ali Bey ve Ayşe Hanım’a, her bir işlem için ayrı ayrı olmak üzere, hisseleri oranında (yarı yarıya hisse oldukları için 40 bin liranın yarısı 20 bin lira) elden tahsil ettikleri 20 bin lira kira tutarlarının yüzde 10’u oranında hesaplanan (20.000 TLx0,10=) 2.000 TL ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı olan 5 bin TL’nin altında kaldığından, toplamda iki ay için (2 ay x 5.000=) 10 bin TL tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Kiracı Ayhan Bey’e ise her bir işlem için ayrı ayrı olmak üzere, elden ödediği 40 bin lira kira tutarlarının yüzde 10’u oranında hesaplanan (40 bin lira x 0,10=) 4 bin TL ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı 20 bin TL’nin altında kaldığından, toplamda iki ay için (2 ay x 20 bin=) 40 bin lira tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Kiracı Ayhan Bey tarafından, kira bedelinin tamamının hissedarlardan herhangi birine (Ali Bey ve Ayşe Hanım’a) bankalar veya Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi aracılığıyla ödenmesi durumunda ise hem kiraya verenler hem de kiracı tarafından tevsik yükümlülüğünün yerine getirildiği kabul edilecektir.

Örnek 5

Emekli Kemal Amca Kadıköy’deki dükkânını kafe olarak kullanması için bilanço esasına göre defter tutan Batı Bey’e 1 Kasım 2024’ten itibaren aylık 30 bin TL’ye kiraya vermiştir. Batı Bey Kasım ayı için 30 bin liralık kiranın 10 bin lirasını bankadan kalan 20 bin lirayı ise elden vermiştir. Bu durum tespit edilmiş ve Kemal Amca’ya, elden tahsil ettiği 20 bin TL kira tutarlarının yüzde 10’u oranında hesaplanan (20.000 TLx0,10=) 2.000 TL ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı olan 5 bin TL’nin altında kaldığından 5 bin TL tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir. Kiracı Batı Bey’e ise elden ödediği 20 bin TL kira tutarlarının yüzde 10’u oranında hesaplanan (20.000 TLx0,10=) 2.000 TL ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı 20.000 TL’nin altında kaldığından Kasım ayı için 20.000 TL tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Özetle kira ödemelerine ilişkin koşullar daha da sertleşti ve cezalar fazlasıyla artırıldı. Bundan sonra çok dikkat etmekte fayda var. Zira mahkemelerin yolları çok fazla aşındırılacak gibi duruyor.

Örnek 6

Samsun Atakum’da restoran işleten (bilanço esasına göre defter tutan) ticari kazanç mükellefi Seyithan Bey, ticari işletmesine kayıtlı bir gayrimenkulü 1 Temmuz 2024 tarihinde Batı A.Ş.’ye aylık 350 bin liraya kiraya vermiştir.

Ancak Samsun Vergi İdaresi yaptığı tespitte kiracı Batı A.Ş.’nin 2024 Kasım ve Aralık ayına ilişkin kiranın 100 bin lirasını banka aracılığıyla kalan 250 bin lirasını ise elden ödediği anlaşılmıştır.

Buna göre kiraya veren Seyithan Bey ve kiracı Batı A.Ş.’ye, her bir işlem için ayrı ayrı olmak üzere, elden ödenen ve tahsil edilen 250 bin lira kira tutarlarının yüzde 10’u oranında hesaplanan (250 bin TLx0,10=) 25 bin TL ceza tutarı, asgari ceza tutarı 20 bin liranın üzerinde olduğundan, toplamda iki ay için (2 ay x 25.000=) 50 bin lira tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Örnek 7

Sahibi olduğu konutu kısa süreli olarak günlük, haftalık veya aylık olarak kiraya veren ve bu faaliyeti nedeniyle işletme hesabı esasına göre defter tutan ticari kazanç mükellefi Sertuğ Bey, 2024 yılının Kasım ayında 15’er günlük konaklayan müşterileri Mehmet ve Murat Beyin her birinden 60 bin lira hizmet bedelini peşin olarak elden tahsil etmiştir.

Buna göre; kiraya veren Sertuğ Bey’e, her bir işlem için ayrı ayrı olmak üzere, elden tahsil ettiği 60 bin lira kira tutarlarının yüzde 10’u oranında hesaplanan (60 bin TLx0,10=) 6 bin lira ceza tutarı, 2024 yılına ilişkin belirlenen asgari ceza tutarı 10 bin liranın altında kaldığından toplamda iki işlem için (2x10.000=) 20 bin lira tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

Müşteri Mehmet ve Murat Bey’in her birine ise elden ödedikleri 60 bin TL kira tutarının yüzde 10’u olarak hesaplanan ve asgari ceza tutarı üzerinde kalan (60.000 TLx0,10=) 6 bin lira tutarında özel usulsüzlük cezası kesilecektir.

                                                                    /././

Denize düşen yılana sarılırmış..-Mustafa Durmuş-

Olası bir saldırıdan potansiyel olarak en fazla zarar görebilecek kesim büyük mülklerin, işyerlerinin ve zenginliklerin sahibi olan sermaye sınıfı olacağından, eğer bir çelik kubbe inşa edilmek isteniyorsa bunun finansmanı bu kesimlerden alınacak servet vergisi ile yapılmalıdır.

İsrail devletinin Orta Doğu’da, Gazze ve Lübnan başta olmak üzere neden olduğu insan ve doğa kıyımı sürerken, siyasal iktidar ülkemizin İsrail’in askeri olarak hedefinde olduğu açıklamasında bulundu. (1)

NATO üyesi ve dünyanın en büyük altıncı ordusuna sahip bir ülke olarak, üstelik de İsrail’in “Kutsal Topraklar” tanımı içinde yer almamasına rağmen, “bir sonraki hedef olduğumuzun” en yetkili ağızdan söylenmesinin ardındaki sır perdesi ise gündeme gelen bir torba yasa ile biraz aralanır gibi oldu.

Ekonomik ve sosyal kriz derinleşiyor!

Ancak önce bir arka plan okuması yapmakta yarar var. Şöyle ki son 40 yılın en derin krizini yaşayan Türkiye ekonomisi izlenen her türden emek karşıtı kemer sıkma politikasına rağmen krizden bir türlü çıkamıyor; enflasyon beklendiği hızda düşürülemiyor, üstelik de ekonomi aynı anda ciddi bir durgunluğa doğru sürükleniyor.

Yurt dışından beklenen sermaye akımları ise, başta carry trade olmak üzere spekülatif portföy yatırımları (sıcak para) ve yüksek maliyetli dış krediler dışında gelmiyor, bütçe ve genel devlet açığı ise giderek artıyor.

Sınıf mücadelesi sertleşiyor: “Zordayız, geçinemiyoruz!”

Kuşkusuz bu durum, başta işçiler ve emekliler olmak üzere, toplumun en zor durumdaki kesimlerinin tepkilerine neden oluyor. İşçiler birçok işyerinde grev ve iş yavaşlatma dâhil eylemlere başladı. Öyle ki alanlardan uzak durmayı tercih eden TÜRK-İŞ yönetimi dahi 20 Ekim’de Ankara’da “zordayız, geçinemiyoruz” mitingi düzenleme kararı aldı.

Kısaca, ekonomik krizin derinleştiği bu günler sınıf mücadelesinin de sertleşmeye başladığı günler. Siyasal iktidar ve temsil ettiği egemen sınıflar açısından böyle dönemleri atlatabilmenin en kestirme yolu, işçi sınıfını, emekçileri ve demokratik kitle örgütlerini baskı altına almaktan geçiyor, böylece onların seslerini kısarak örneğin ücret artışı taleplerini savuşturmaya çalışıyor. Bu arada giderek büyüyen bütçe açığını azaltabilmek için de yeni vergiler koyarak ilave gelir yaratmaya çalışıyor.

İşte böyle bir emek ve toplum karşıtı stratejinin hayata geçirilebilmesi için, dolayısıyla da açlığın, yüksek enflasyonun, işsizliğin, yoksulluğun konuşulmaması için, iktidar bloku bir yandan muhalefete el uzatıyormuş gibi yaparken, diğer yandan da militarist ve milliyetçi söylemleri yükseltiyor. Ülkemize yönelik savaş tehditlerinden, örneğin Orta Doğu’daki savaşı gerekçe göstererek, İsrail’in bir gece ansızın gelebileceğinden söz ediyor.

Ertelenen kanun teklifi

İki gün önce ertelenen torba yasadaki teklifi bu arka plana bakarak değerlendirmekte yarar var.

Bilindiği gibi, 11 Ekim’de “Savunma Sanayii ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis’e Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmek üzere gönderilmişti. Ancak toplumun değişik kesimlerinden gelen yoğun tepkiler üzerine teklif geri çekildi ve şimdilik ertelendiği söylendi.

Bu teklifin analizi /ertelenmiş olsa da) önemini sürdürüyor çünkü bu teklif ülkedeki militarist otoriterleşme, askeri sanayi karması sektör ve vergileme arasındaki ilişkiyi de açığa çıkartıyor. Bu kanun teklifiyle Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun (SSDF) finansman kaynaklarının daha da güçlendirilmesinin amaçlandığı ileri sürülüyor. (2)

SSDF, kökleri 1985 yılına kadar giden ama asıl şeklini 2017 yılında alan bütçe dışı bir fon olup ve Savunma Sanayi Başkanlığı bünyesinde yer alıyor. Fonun karar mekanizması ise Savunma Sanayi İcra Komitesi (SSİK) ve bu komitenin başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan.

Bu Fon 5018 Sayılı Kanun’a tabi değil. Ödenek tahsisleri, serbest bırakma işlemleri bu kanuna tabi olmadığı gibi, Fon üzerinde TBMM’nin herhangi bir doğrudan denetim yetkisi de mevcut değil. TBMM adına hareket etse de Sayıştay Fonu sadece biçimsel olarak denetleyebiliyor. Bu denetim de genelde son derece yetersiz kalıyor. Fon’un denetimi asıl olarak, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın iki yıl süreyle seçeceği bir kurul tarafından yapılıyor. (3)

Fon’un büyüklüğü              

2023 yılında Fonun bütçe büyüklüğü 135,1 milyar TL ve 2024 yılı bütçesi 162,5 milyar TL. 2023 yılında Fon 21 milyar TL’lik bir bütçe fazlası verdi. Fonun gelirlerinin yüzde 95’i vergilerden ve kalanı bağışlar ve TSK Güçlendirme Vakfı katkılarından; giderlerinin yüzde 91’i ise piyasalardan satın alınan mal ve hizmet bedellerinden oluşuyor.

Bu noktada bu satın alımların hangi sermaye gruplarından ve hangi fiyatlar ve koşullar altında yapıldığı önem kazanıyor. Örneğin bu tedarikçi gruplar içinde iktidara çok yakın silah ve mühimmat üreticilerinin olup olmaması önemli. Fon’a yönelik eleştirilerin başında bu konuda yeterli şeffaflığın olmaması geliyor.

Fon’un vergi geliri kaynakları

Fon’a her yıl Gelir Vergisinden yüzde 6, Kurumlar Vergisinden yüzde 6, Motorlu Taşıtlar Vergisinden yüzde 20 (yeni kanun teklifi ile küçük ölçekteki motosikletler de bu kapsama alınıyor), Veraset ve İntikal Vergisinden yüzde 25, alkollü içki ve tütünden alınan Özel Tüketim Vergisinden yüzde 20 pay aktarılıyor. Ertelenen teklifle Fon’a ayrıca 5 bin TL değerini aşan kol saatleri ve drone oyuncaklardan alınacak olan ÖTV de ekleniyordu. Özetle, Fon’un kaynakları asıl olarak emekçilerin ödediği gelir vergileri olmak üzere toplumun tüm kesimlerinden alınan vergilerden oluşuyor.

Meclis’e gönderilip de tepkiler üzerine görüşülmesi ertelenen kanun teklifine göre ise bu vergilere “katılma payı” adı altında yeni gelir kaynakları ekleniyor. Öyle ki:

1-Her türden verilecek beyannameden (vergi, gümrük, muhtasar gibi) alınan Damga Vergisi kadar katılma payı (4) alınacak (Gelir Vergisi beyannamelerinde bu yarıya iniyor.)

2-Tapu ve kadastro işlemlerinden; taşınmazlarda hem satın alan hem de satandan 750’şer TL ve diğer işlemlerden 375 TL alınacak.

3-Limiti 100 bin TL’nin üzerinde olan kredi kartlarından kart başına 750 TL (yıllık) katılma payı alınacak.

4-Noterlik işlemlerinden; taşınmazlarda alıcı ve satıcıdan 750’şer TL, ilk araç tescilinde 3 bin TL, daha önce tescil edilmişlerde bin 500 TL ve diğer noterlik işlemlerinde 75 TL katılma payı alınacak. (5)

Beklenen gelir

Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na (SSDF) aktarılacak katılma payı tutarı 2025 yılı için 69,3 milyar TL olarak hesaplanıyor. Şöyle ki (yapılan etki analizine göre), 100 bin TL üzeri limiti bulunan kredi kartlarından 13,1 milyar TL, beyannamelerden 28,8 milyar TL, tapu ve kadastro işlemlerinden 9 milyar TL ve noter işlemlerden de 18,4 milyar TL gelir sağlanması öngörülüyor. Ayrıca motor gücü 100 cc altındaki motosikletlerden alınacak MTV tahsilatının yüzde 20’si de fona aktarılacak. (6)

Adaletsiz bir düzenleme

Bu düzenleme, adına her ne kadar vergi denmese de Anayasa’da yer alan mali güce göre vergi alma ilkesine (Md. 73) aykırı. Çünkü 100 bin TL’lik kredi kartı sınırını aşan çok sayıda mükellef söz konusu ve bunların harcama güç ve kapasiteleri aynı değil.

Ayrıca bir tür dolaylı vergi gibi değerlendirilebilecek bu katkı payı ve diğer vergiler adaletsiz dolaylı vergilerin vergi sistemi içindeki payının daha da artmasıyla sonuçlanacaktır. Oysa sistem içindeki dolaylı vergilerin payının azaltılması, buna karşılık Gelir, Kurumlar ve Servet Vergileri gibi dolaysız vergilerin payının artırılması toplumun büyük bir kesiminin yararınadır.

Sermayeye taviz, emeğe ilave yük!

Keza aynı kanun teklifinde “yapılmakta olan yatırımlara”, “henüz tamamlanmadıkları gerekçesiyle”, enflasyon düzeltmesinden vazgeçilerek daha fazla vergi ödenmesini önleyen bir düzenleme yapılırken, tüketicilere harcanmamış, borca dayalı gelirlerinden vergi alınması büyük haksızlık.

Aynı teklifte yapılan bu iki düzenleme, iktidarın sermaye kesiminin vergi yükünü azaltırken, emekçilerin vergi yüklerini nasıl artırmak istediğini ortaya koyuyor.

Çünkü etki analizinde, “enflasyon düzeltmesinin yatırım döneminde ertelenmesine dönük düzenleme ile 16 milyar TL vergi ertelemesi yapılacağı kaydediliyor. 2024 yılı ikinci geçici vergi döneminde 20 bin 6 mükellefin yatırımlar hesabını düzeltme işlemine tabi tutulduğu ve yaklaşık 200 milyar TL enflasyon düzeltmesi kârının ortaya çıktığı belirtilen etki analizi raporunda şu tespitler yer alıyor:

“Bu mükelleflerin mali tablolarındaki kâr/zarar durumları (Kurumlar Vergisi mükelleflerinin yaklaşık yarısı kâr beyan etmektedir) ile efektif Kurumlar Vergisi oranı (yüzde 10) dikkate alınarak yapılan analizde yıllık yaklaşık 16 milyar TL vergi ertelemesi söz konusu olacaktır. Bu miktar yatırımların tamamlandığı sonraki dönemlerde yeniden değerleme oranları uygulanmak suretiyle tahsil edilecektir.” (7)

Bu kanun teklifini Orta Vadeli Program’da yer alan sıkı maliye politikalarının ilk adımı ve ekonomik krizin bedelini halka ödettirmenin bir aracı olarak görmek daha doğru olur. Ancak bu vergiler de çözüm olmayacağı gibi, ikinci çeyrekten bu yana daralan ekonominin bu kez küçülmesiyle sonuçlanabilecektir.

Bu teklifi değerlendirirken, iktidarın daha önce Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun şans oyunlarından gelen kaynağını yarı yarıya düşürerek Demirören Grubuna sağladığı haksız kazanç ve neden olduğu kamu geliri kaybı da unutulmamalı. (8)

Ulusal güvenlik için ayrılan pay yetersiz mi?

Bakan M. Şimşek bu kanun teklifini savunurken, “toplanacak bu paralarla ülkeye çelik kubbe yapılacağını böylece de hava savunma sisteminin güçleneceğini” ileri sürdü. (9)

Diğer yandan, ulusal güvenlik meselesi toplumu bir korkutma ve buradan hareketle de bütçe açıklarını kapatma ve yandaş silah şirketlerine kaynak aktarma aracı olarak kullanılmamalıdır.

Zira Cumhurbaşkanlığının verilerine göre (10); 2024 yılında ulusal güvenliğe ayrılan kaynak SSDF ile birlikte 1,2 trilyon TL’yi buluyor. (Merkezi Yönetim Bütçesinin yüzde 10,2’si.)

Bunun ne anlama geldiği bütçeden 2024 yılında diğer programlara ayrılan paylara bakılarak daha iyi anlaşılabilir. Örnek olarak, Program bazında; İstihdam için 238,1 milyar TL, Toprakların Kullanımı ve Yönetimi için 121 milyar TL, Tarım için 142,3 milyar TL (2023), Orman ve Doğanın Korunması için 22 milyar TL, Kültür ve Turizm için 28 milyar TL, Gençlik için 8,5 milyar TL ve Kadının Güçlendirilmesi için 3,8 milyar TL kaynak ayrılmış bulunuyor.

Kısaca, kaynaklar giderek daha fazla ulusal savunmaya ayrıldıkça diğer hizmetler için yeterince kaynak kalmıyor. Oysa eğitim ve sağlık hizmetlerindeki son dönemde artan kötüleşme, öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek verilememesi, başta üniversite öğrencilerinin barınma sorunu olmak üzere, ülkede bir krize dönüşmeye başlayan barınma sorunu gibi sorunlar abartılmış bir ulusal güvenlik algısı yaratarak göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak

Bir ülkenin gücünün asıl göstergesi “çelik kubbe” gibi aparatlara sahip olmaktan ziyade, sosyal adalet, insan hakları, eşit yurttaşlık ve hukukun üstünlüğünün yanı sıra, temel kamusal mal ve hizmetlerin nicelik ve niteliği ve tüm yurttaşların bu hizmetlerden asgari maliyetle faydalanabilmeleridir.

Bu bağlamda, “saldırı tehdidi altındayız” algısı yaratmaktan vazgeçilmeli ve tüm kaynakların, TBMM denetimine tabi olacak şekilde bütçe içine alınması sağlanmalı, kaynaklar daha etkin ve verimli bir biçimde dağıtılmalı, kullanılmalı ve bu bakış açısı 17 Ekim’de Meclis’e gelecek olan 2025 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifine de yansıtılmalıdır.

Kaynak için, yeni vergiler ya da katılma payları yerine öncelikle, bu yılın ilk 6 ayında 653 milyar TL’yi bulan ama sadece 58 milyar TL’si tahsil edilebilen (yüzde 9,1) vergi, para ve idari cezalar tahsilatı yoluna gidilmelidir. (11)

Keza sermayeye bu yıl için sunulan ve 2 trilyon TL’yi bulan vergi indirim, muafiyet ve istisnalardan vazgeçilmelidir. Olası bir saldırıdan potansiyel olarak en fazla zarar görebilecek kesim büyük mülklerin, işyerlerinin ve zenginliklerin sahibi olan sermaye sınıfı olacağından, eğer bir çelik kubbe inşa edilmek isteniyorsa bunun finansmanı bu kesimlerden alınacak servet vergisi ile yapılmalıdır.

Asıl yapılması gerekense; emperyalist, siyonist saldırganlığa karşı dururken, tüm halkların eşitliğini ve kardeşliğini ve barışı savunmaktır. Eşitliği sağlayacak, yoksulluğu ortadan kaldıracak, doğa ile dost, ezilen kimlikleri ve kadını güçlendiren, sınırların, toplumsal sınıfların ve savaşların olmadığı bir dünya inşa etmek, bunun için de emperyalist kapitalist sisteme karşı çıkmak gerekir.


Dip notlar:

                                                             /././

Basın Kampı’nın hatırlattıkları: Yeni nesil mafyayı araştırmak için sahaya inmenin tam zamanı! -Candan Yıldız-

Bu yıl kampta yerel medya ve yerel yönetimler arasındaki ilişki çok daha açık, samimi bir içerikle konuşuldu. Yerelin patronu belediye başkanı alışkanlığının sonuçları ortada. Karşısındaki yerel medyanın çoğunda ‘simit sat onurlu yaşa’ romantizminin işlemediği de… O zaman ne olacak?

Her İzmir'e geldiğimde CHP içindeki tartışmaları sık duyarım. Örneğin Malatyalı bir iş insanının aldığı Bir TV kanalının siyasete ve medya sektörüne canlılık katıp katmayacağı konuşuluyordu bu kez... Bazı gazetecilere tekliflerin gittiği... 

Herkes bilir, medya demek siyaset demek… Medyadaki hareketlilik siyasetin bir izdüşümüdür.

Meslekte deneyimli gazetecilerin, iletişim fakültesi mezunlarının, akademisyenlerin, sendikacıların buluştuğu ortamda ‘Kâinatın bütün seslerine Açık Radyonun lisansının iptaline ilişkin durdurma kararının reddedildiğini de öğrendik. Neler yapabileceğimizi konuştuk.

İşte bu yüzden gazetecileri buluşturan her yapı çok önemli. Çünkü gazetecilerin, gazeteciliğin derdi çok.

Geçen yıl Seferihisar’da bizi, ‘yol arıyoruz’ diyerek bir araya getiren Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları Derneği- BAMAD’a bir kez daha teşekkürler.

Gazeteciliğin irtifa kaybettiği, gazetecilerin örgütlenmekten kulaç kulaç kaçtığı, meslek örgütlerinin güven kaybettiği bir ortamda akıntıya karşı kürek çekmek çünkü bu…

Bu yılki kampın sözüne atfen ‘yol açılabilir’ mi bilinmez ama, meslektaşlarımız  Hrant DinkMetin GöktepeMusa Anter ve Uğur Mumcu gazetecilik yolunu açanlardan ve onlar da kamptaydılar…

Açılan yolların tıkandığı zamanlardan geçiyoruz… Dert çok, derman yine kendimiziz.

Bu tür buluşmalar bunları hatırlamak/hatırlatmak açısından da önemli.

Örneğin gazeteci arkadaşlarım Cengiz Erdinç ve Bahadır Özgür’ün suç ekonomisine/sosyolojisine ilişkin anlattıklarını dinleyen yeni gazeteciler herkesin ‘çürüme’ olarak tariflediği bir dönemin nasıl oluştuğunu belki merak edeceklerdir, meslektaşlarının anlattıkları onlara ilham olacaktır.

Zira haber, birileri üzerine çalışır, bilgileri toplar ve haberleştirirse var…

Erdinç ve Özgür’ün anlattıklarını herkes bilsin isterim. Yeni nesil mafya-çetecilikten söz eden iki gazeteci, yurt dışına gidebilen, geleceğini başka bir ülkede arama şansına sahip olan Z kuşağından herkesin bahsettiğini ama yurt dışına gidemeyen, öfkeli, yoksul ve sayıları daha fazla olan Z kuşağından kimsenin söz etmediğini ifade etti. Yeni nesil mafya tanımını kullanan iki gazeteci, bu oluşumların insan kaynağının nerelerden geldiğini, bu gençlerin sınıfsal öfkesini nasıl örgütlediğini, devlet ve sermayeye neden mesafeli durduklarını, kendi popüler kültürlerini nasıl ürettiklerini anlattı.

Masa başı haberciliğin asla kotaramayacağı bir konu yeni nesil mafya… Şimdi tam sahaya inme zamanı.

Bu yıl kampta yerel medya ve yerel yönetimler arasındaki ilişki çok daha açık, samimi bir içerikle konuşuldu. Yerelin patronu belediye başkanı alışkanlığının sonuçları ortada. Karşısındaki yerel medyanın çoğunda ‘simit sat onurlu yaşa’ romantizminin işlemediği de… O zaman ne olacak?

Konak ve Karşıkaya Belediyesi basın müdürleri Fırat Soylu ve Can Özlü’ye kulak verelim:

“Belediye başkanı ile o yerel medya arasındaki ilişki seçim öncesi başlıyor aslında. Hep haberim çıksın isteniyor. O ilişki bir zaman sonra dostluk ilişkisine dönüşüyor. İlişki halk ne istiyor üzerinden kurulmuyor. Oysa medya kuruluşu halkın haber alma hakkı üzerinden ilişki kurmalı, belediye de medyaya PR ve tanıtım olarak bakmamalı.”

“Belediye başkanı kötü haber çıkmasını istemez. Kendi işinin parlatılmasını ister. Belediye başkanı etki de ister.  Yerel basın halka yüzünü dönerse güçlü olur. Belediye başkanı da sevsin ya da sevmesin yüzünü yerel medyaya dönecektir. Bir sorun olduğunda patronla halletmeye çalışıyoruz. Çok ayıp bir şey yapıyoruz aslında. Utanılacak bir şey… “

Aslında sadece yerel basının değil ulusal basının da temel sorununa geldik… Mali bağımsızlık ile editoryal bağımsızlık arasındaki ilişkiye… Ya da gazetecilikle çalıştığın kurumun gelir kaynağının ne olduğuna…

Bu mesele hem dünün hem de bugünün meselesi… Tartışmayı canlı tutmak gazeteciliğin refleksi olmalı. Kampın her yıl bu konuyu gündemine alması bu derdin bir çıktısı olsa gerek…

Gazeteciler az nefes alabiliyorsa yerel yönetimlerin de sorumluluğu var. Gazeteciliğe daha az saygı duyuluyorsa haber mecrasını politik çıkar, şantaj, para için kullanan kötü gazetecilerin de sorumluluğu var.

Haberciliğin kılcal damarı olan yerel basındaki bazı kurumlar ise gazeteciliği yaşatıyor.

Örneğin Yenigün gazetesi… Cemaat yurtlarıyla ilgili bir haber yapıyorlar, ‘Boşluğa Işık sızdı’ manşeti nedeniyle Işıkçılar Cemaati’ne ait olduğu bilinen İhlas Matbaacılık gazeteyi basmayı reddediyor. Bu kez gazete daha yüksek bir fiyata başka bir matbaa ile anlaşıyorlar.

Bu örnek bile yereldeki ekonomik ve politik ilişkilerin nerelere kadar uzandığını, gücünü yerel medya üzerinde ‘sansür’ olarak nasıl kullanmaya çalıştığını göstermesi açısından çarpıcı.

İyi ki yerel medya var… Ama nasıl yaşatılacağı sadece yerel yönetimlere bırakılmayacak kadar kritik.

Kampta yapay zekâdaki hızlı gelişmeler, yapay zekânın gazeteciliğe etkileri de konuşuldu.

Özellikle editoryal işlerin yapay zekâ tarafından yapılabilme, gelecekte hangi haberin nasıl yayımlanacağına yapay zekânın karar verebilme ihtimali mesleğimiz adına hem heyecan verici hem de düşündürmesi gereken gelişmeler.

Basın Kampı’ndaki başlıklar çok daha fazlaydı tabii… Gazetecilerin mesleğini açıkça konuştuğu, iğneyi kendisine batırdığı, genç gazetecilerin de daha çok söz aldığı, daha çok soru sorabildiği nice buluşmalara diyelim…

(T-24)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder