Ünlü yönetmen Francis Ford Coppola’nın, Mario Puzo’nun muhteşem eseri Godfather (Baba) üçlemesinin ilkindeki önemli sahnelerden birisidir, “Baba” Vito Corleone’nin hastanede yatarken rakiplerince öldürülme girişimi anında yaşananlar.
Don Corleone, küçük oğlu Michael’in hissiyatı ve dikkati sayesinde ölümden kurtulur sahnenin sonunda.
Godfather’da aktarılan olayın benzeri geçen cumartesi Edremit’te yaşandı.
Edremit Devlet Hastanesi’nin ortopedi servisinde tedavi gören Emrah İmamoğlu, silahıyla hastaneye girip odasına kadar gelen Efe Acar tarafından öldürüldü.
Efe Acar
Bu cinayet, pek de basit bir eylem gibi durmuyor. Zira cinayetin gerisinde faklı gelişmeler yaşandı.
Yaşananların ilk adımı, 27 Eylül’de gece yarısını biraz geçeye kadar gidiyor.
Edremit’in Bostancı Köyü’nde kahvehane işleten Tugay Görmen, daha önce birlikte iş yaptığı ancak sonrasında aralarında alacak/verecek meselesi olduğu bilinen eski ortağı Emrah İmamoğlu’nu köye davet etti.
Hatta Görmen, İmamoğlu’ndan yanında bira getirmesini istedi.
Görmen’in kısa süre önce işletmesini devraldığı kahvehanesindeki görüşmenin ilerleyen saatlerinde, iki eski ortak arasında geçmişten kalan borç/alacak meselesi sebebiyle tartışma başladı.
Tartışma büyüdü. Bu sırada Görmen, yanında taşıdığı tabanca ile İmamoğlu’na ateş etti. Görmen’in silahından çıkan mermi, İmamoğlu’nun sağ dizine isabet etti.
İmamoğlu için önce hayati tehlikesi bulunmadığı gerekçesiyle basit yaralamalı olay değerlendirmesi yapıldı. Ancak sonrasında, kurşunun damara isabet ettiğinin anlaşılması sonrasında İmamoğlu, hayati tehlike kaydıyla Edremit Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
Gerçekleştirilen ameliyat sonrasında sağlık durumu düzelen İmamoğlu, yoğun bakımdan alınarak hastanedeki ortopedi servisinde tedaviye alındı.
Bu arada, İmamoğlu’nun eski ortağı Görmen, silahlı yaralamanın faili olduğu iddiasıyla aranmaya başlandı. Görmen, halen firarda.
İmamoğlu, hastanede tedavi edilirken, 5 Ekim akşamı ikinci saldırının hedefi oldu. Akşam saatlerinde İmamoğlu’nun odasına giren bir kişi, elindeki silahla yatağında yatan İmamoğlu’na üç el ateş etti.
Mermilerden ikisi İmamoğlu’na isabet etti. Önce hayati tehlikesi olmadığı belirtilen İmamoğlu, durumunun kötüleşmesiyle birlikte Balıkesir’deki devlet hastanesine sevk edildi.
Burada yapılan tıbbi müdahale yeterli olmadı ve İmamoğlu yaşamını yitirdi.
Saldırının ardından kısa süre sonra “tetikçi” polise teslim oldu.
Zanlının Efe Acar adında 22 yaşında Edremitli genç olduğu anlaşıldı. Savcılıkça tutuklanan Acar, İmamoğlu’na ateş etme gerekçesi olarak “ailesi hakkında konuştuğu” iddiasında bulundu.
İki olayın arka arkaya yaşanması sonrasında başlatılan savcılık soruşturmasında zanlı Tugay Görmen hakkında yakalama kararı çıkartıldı.
Savcılık aynı çerçevede, Tugay Görmen’in ağabeyi Halil Görmen hakkında da “tasarlayarak adam öldürmek” iddiasıyla yakalama kararı verildi.
Halil Görmen, hakkındaki iddia kapsamında tutuklandı.
Ağabey Görmen, kısa süre öncesine kadar MHP’nin Edremit İlçe Başkanı olarak görev yaptı.
Halil Görmen
Bu arada soruşturmada tutuklu şüpheli sadece Halil Görmen değil. Tetikçi Efe Acar’a, İmamoğlu’nun devlet hastanesindeki odasının numarasını verdiği iddiasıyla bölgenin önemli turistik tesisinin sahibi de tutuklandı.
Polis, şimdi firari Tugay Görmen’in peşinde.
AKP MYK’de polis merkezlerinden şikâyet var!
Ülke genelinde bir süredir kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet olaylarının yarattığı infial ortamında son olarak İstanbul’da Semih Çelik’in, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’i katletmesi, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yönettiği MYK’nin de konusuydu.
Semih Çelik (solda), İkbal Uzuner (ortada), Ayşegül Halil (sağda)
MYK üyeleri, İstanbul’daki son olayda polisin de ihmalinin bulunduğunu bizzat Erdoğan’a iletti.
MYK üyesi olmamasına karşın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç toplantıya katılırken İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın olmaması dikkati çekti.
Toplantıda bazı MYK üyeleri, İstanbul’daki olayın ardından İstanbul İl Teşkilatı ile birlikte yaşamlarını yitiren Uzuner ve Halil’in ailesine yaptıkları ziyaretlerde edindikleri bilgileri paylaştı.
Aldığım bilgiye göre, MYK üyeleri, ailelerin anlattığı şekliyle, “Çok sefer polise gittik. Çelik’e yönelik önlem alınmasını istedik. Yardım istedik. Tutanak tutmadılar, bizi şerbetleyip gönderdiler” değerlendirmesini aktardı.
Söz konusu tespitler sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yerlikaya’yı arayıp eskinin deyimiyle karakol olarak bilinen günümüzde polis merkezi adıyla faaliyet gösteren polis birimleriyle ilgili sunum hazırlayıp MYK’ye anlatması talimatını verdi.
Aynı MYK’yle ilgili dikkat çekici bir bilgiye daha ulaştım.
Büyüteç’te daha önce Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya arasında “soğukluk” yaşandığını aktardım, hatırlayacağınız üzere.
Hafta başındaki MYK’de Tunç’un önce Narin Güran’ın öldürülmesiyle ilgili Diyarbakır’da yapılan basın açıklamasında Yerlikaya’nın tutumunu aktardığı, sonrasında sözü İstanbul’daki katliama getirdiği ve Yerlikaya’nın gıyabında “Topu bize atmaya çalışıyor ama topun büyüğü onlarda” diyerek polisiye önlemlerin alınmasında yaşanan sıkıntıları dile getirdiği kaynaklarca ifade edildi.
Aslına bakarsanız, sorun ne İçişleri Bakanlığı’nda ne de Adalet Bakanlığı’nda doğrudan doğruya.
İktidarın yıllar içindeki toplum ve birey üzerindeki politikalarının ve kamu personelinin devlet ve yurttaş yerine siyasetin emrine girmesinin doğurduğu sonuç bu maalesef.
Vali Bey’in dikkat çeken özgeçmişi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayladığı valiler kararnamesinde Karaman Valisi olarak atanan Mehmet Fatih Çiçekli, valiliğin resmi internet sitesindeki ilginç bir özgeçmiş paylaştı.
Bakan Yerlikaya ile birlikte İstanbul Vali Yardımcısı olarak görev yapan Çiçekli, yeni kabinede İçişleri Bakanı olmasıyla beraber Yerlikaya ile Ankara’ya taşındı.
Önce İçişleri Bakanı Özel Kalem Müdürü, akabinde de Bakanlık Genel Sekreteri’ydi.
Vali Çiçekli, 15 Temmuz sırasında da Sakarya’da vali yardımcısıydı. Dönemin Sakarya Valisi ise, merhum Hüseyin Avni Coş’tu.
Çiçekli, Karaman’a atanmasıyla birlikte pek benzeri görülmeyen bir özgeçmişi yayımladı.
Mehmet Fatih Çiçekli
15 Temmuz sırasındaki çalışmalarını detaylı biçimde paylaşan Vali Çiçekli’nin özgeçmişinin ilgili bölümünü olduğu şekliyle alıntıladım:
“15 Temmuz hain darbe girişimi sırasında Sakarya Vali Yardımcısı olan Vali Mehmet Fatih Çiçekli; o gece “Sakarya Valiliğindeki durum nedir?” düşüncesi ile geldiği valiliğin darbeci hainler tarafından henüz işgal edilmiş olduğunu ve valiliğin şehrin dışında olması nedeniyle halk tarafından bu durumun bilinmediğini fark edince, vaziyetin en kısa ve en etkili yoldan halka duyurulması ve halkın topyekûn desteği ile valiliğin kurtarılabilmesi için il müftüsüne tüm camilerden merkezi anons sistemi ile halkın valiliğe çağrılması talimatını vermiştir.
Bu emre direnen il müftüsüne karşı vali yetkisini kullanmak zorunda kalmış, hatta anons metnini dahi ‘Vatan için, millet için, devlet için, demokrasi için tüm halkımızı Valilik ve Emniyet’e çağırıyoruz’ şeklinde bizzat kendisi yazdırmıştır.
Anonslara icabet ederek valilik etrafına toplanan binlerce Sakaryalı ile halkın üzerine rastgele ateş açılmasına ve 16 kişinin ilk anda yaralanmasına rağmen Sakarya Valiliği’nin kahraman Sakarya halkıyla saat 01:00 sularında kurtarılmasına öncülük etmiştir.”
Vali Çiçekli’nin böylesi bir özgeçmişle “kendini izah etmeye çalışmasının” elbette kendine göre bir anlamı olmalı.
Yoksa, 15 Temmuz gecesinde, halen İçişleri Bakan Yardımcılıklarını yürüten Münir Karaloğlu’nun Antalya Valisi, Mehmet Aktaş’ın da Karabük Valisi olarak görev yaptığı döneme mi atıfta bulunuyor acaba?
/././
Sporcular neden Maliye’nin radarına girdi?-Murat Batı-
Sporcular, 1 Kasım 2019 sonrası yapılan sözleşmelerden kaynaklı aldıkları ücretleri beyan etmeleri gerektiğini bilmiyor olabilirler. O nedenle Şimşek’in radarına girmiş olabilirler
Kayıt dışılıkla mücadele kapsamında birçok sektör ve saha irdelenmeye başlandı. Önceki gün Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı açıklama ile bu kez sporcuların vergi kaçırdığını ve bunların mercek altına alındığını öğrendik.
Hazine ve Maliye Bakanlığı risk analizi kapsamında yaptığı araştırmada 400 sporcunun son 3 yılda yaklaşık 5 milyar TL gelirini beyan dışı bıraktığı ve 100 sporcunun da beyan etmesine karşın sıfır gelir gösterdiği görülmektedir[1]. Bu sayının daha da artma ihtimali var bu arada. Çünkü Maliye, sadece bin 900 sporcuyu incelemiş, inceleme sayıyı artarsa radara takılacak sporcu sayısının da artacağı muhtemeldir.
Futbol, voleybol ve basketbolculardan oluşan bu grup izaha davet edilecek. Yani 213 sayılı Vergi Usul Kanunu m.370 uyarınca bu kişilerden neden beyan etmediklerini ya da neden eksik beyan ettiklerini vs. izah etmeleri istenecek. Vergi idaresini ikna ederlerse sorun yok ama ikna edemezlerse minik bir sorun oluşacak.
Gelin sporcuların bu kadraja nasıl girdiğini ve bu minik sorunu birlikte anlamaya çalışalım.
Sporcuların aldıkları paralar “ücret” sayılır
Sporcuların aldıkları paralar ücrettir. Yani sporcuların aldıkları paralar Gelir Vergisi Kanunu m.61 uyarınca ücret olarak değerlendirilecektir. Daha basit bir ifadeyle maaşlı çalışan kişiler gibi ücretli olarak değerlendirilecektir.
Tıpkı ücretli çalışanlar gibi sporculara verilen paralardan -ücret sayıldığından- stopaj yapılacaktır. Ancak normal ücretlilerden yapılan stopaj, gelir vergisinin artan oranlı tarifesine (dilim usulü) tabi tutulurken sporculardan tek ve sabit bir oranla stopaj yapılmaktadır. Bu oran, sporcunun bulunduğu lige göre değişiklik göstermektedir.
Buna göre 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren sporculara yapılan ücret ve ücret sayılan ödemelerden;
a) Lig usulüne tabi spor dallarında;
- En üst ligdekiler için yüzde 20,
- En üst altı ligdekiler için yüzde 10,
- Diğer liglerdekiler için yüzde 5,
b) Lig usulüne tabi olmayan spor dallarındaki sporculara yapılan ödemeler ile milli sporculara uluslararası müsabakalara katılmaları karşılığında yapılan ödemelerden yüzde 5, oranında gelir vergisi stopajı yapılacaktır. Bu oranlar ve uygulanma süresi -bir değişiklik olmadığı sürece- GVK Geçici m.72 uyarınca 31.12.2028’e kadar sürecektir.
Buraya kadar bir sorun yok gibi ancak 1 Kasım 2019 tarihi önem arz etmektedir.
Şöyle ki…
1 Kasım 2019 öncesi
Sporculara verilen ödemeler stopaja tabidir. 1 Kasım 2019 tarihinden önce akdedilerek geçerlilik kazanan ve yine bu tarihten sonra süre uzatımı veya ücreti etkileyen bir değişiklik yapılmayan sözleşmeler sona erinceye kadar, bu sözleşmeler kapsamında elde edilen ücret gelirlerinin tutarı ne kadar olursa olsun beyanname verilmeyecek ve diğer gelirler dolayısıyla beyanname verilmesi halinde de bu gelirler beyannameye dahil edilmeyecektir. Yani stopaj nihai vergisi olacak ve stopaj oranı ise yüzde 15 olacaktır.
Örneğin en üst ligde faaliyet gösteren B Spor Kulübünde oynayan futbolcu Mustafa, 1 Ağustos 2018 tarihinde 3 yıllık sözleşme imzalamıştır. Böylece B Spor Kulübü futbolcu Mustafa’ya sözleşme süresinin sonuna kadar yapacağı ödemelerden -1 Kasım 2019 öncesi sözleşmeyi yaptığı için- yüzde 15 stopaj yapacak ve futbolcu Mustafa bunu ayrıca beyan etmeyecektir.
1 Kasım 2019 sonrası
1 Kasım 2019 tarihinden sonra akdedilerek geçerlilik kazanan veya 1 Kasım 2019 tarihinden önce imzalanmakla birlikte bu tarihten sonra (süre uzatımı veya ücreti etkileyen değişiklikler gibi nedenlerle) yenilenen sporcu sözleşmelerine istinaden elde edilen ücret gelirleri toplamı o yılın GVK m.103’ün son dilimini aşarsa sporcu tarafından ayrıca yıllık beyanname ile de beyan edilmesi gerekmektedir. Ayrıca en üst lig için yapılacak sözleşmelerden kesilecek stopaj oranı yüzde 15 değil yüzde 20 olacaktır.
İlaveten sporcu sözleşmesi olmadan çalışan sporcular tarafından elde edilen ücret gelirleri toplamının GVK m.103/son diliminde yer alan tutarı (2020 yılı için 600 bin lira, 2021 yılı için 650 bin lira, 2022 yılı için 880 bin lira, 2023 yılı için 1 milyon 900 bin lira, 2024 yılı için ise 3 milyon lira) aşması halinde, bu gelirler her koşulda yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan edilecektir.
Şimşek’in bahsettiği husus tam da burasıdır. Sporcuların son üç yılları dikkate alınmış ve elde edilen gelirleri ilgili yıldaki GVK m.103/son dilimi aşıyorsa (2021 yılı için 650 bin lira, 2022 yılı için 880 bin lira ve 2023 yılı için ise 1 milyon 900 bin lira) ayrıca yıllık beyanname verilmesi gerekmektedir. 2024 yılında elde edilen ücret toplamı da 3 milyon lirayı aşıyorsa 2025 Mart ayının sonuna kadar yıllık beyanname verilmesi gerekmektedir.
Örneğin en üst ligde faaliyet gösteren F Spor Kulübünde oynayan Futbolcu Sertuğ, 20 Ocak 2021 tarihinde 4 yıllık sözleşme imzalamıştır. F Spor Kulübü 2023 yılında sözleşme gereği futbolcu Sertuğ’a 5 milyon lira ödeme yapmıştır. F Spor Kulübü bu tutar üzerinden -sözleşme 1 Kasım 2019 tarihinden sonra yapıldığı için- GVK Geçici m.72 uyarınca yüzde 20 stopaj yapmış ve bunu vergi dairesine yatırmıştır. Futbolcu Sertuğ’un elde ettiği gelir tutarı 2023 yılındaki beyan sınırı olan -GVK m.103/son dilim- 1 milyon 900 bin lirayı aştığı için Futbolcu Sertuğ aldığı tüm parayı sonraki sene yani 2024 Mart ayının sonuna kadar vergi dairesine beyan edip hesaplanan vergiyi (yüzde 20 stopaj ödenme şartıyla hesaplanan bu tutardan düşülecek) Mart ve Temmuz’da iki eşit taksitte ödemesi gerekmektedir.
Şayet beyan etmezse o zaman şu an olduğu gibi Şimşek’in radarına takılacak idi.
Şöyle ki….
Şimşek’in radarına girme nedenleri
1 Kasım 2019 öncesi yapılan sözleşmelerde stopajın yapılması tek başına yeterliydi sporcu ayrıca tutar ne kadar olursa olsun yıllık beyanname vermemekteydi. Bu bir alışkanlık olmuş olabilir ve 1 Kasım 2019 sonrası yapılan sözleşmelerden kaynaklı aldıkları ücretleri beyan etmeleri gerektiğini bilmiyor olabilirler. O nedenle Şimşek’in radarına girmiş olabilirler.
İkinci husus ise sporcular ile kulüplerin yaptıkları sözleşmeler genellikle net ücret üzerinden yapılmaktadır. O nedenle tüm vergilerin kulüp tarafından ödendiğini ve dolayısıyla sporcuların kendilerinin de beyanname vermek zorunda olduklarını bilmemelerinden kaynaklı da olabilir.
Üçüncü husus, "amannn bize sıra gelene kadar" demişler de olabilir. Zaten kimse ölümü ve vergiyi kendine kondurmaz. Ama ikisi de kesindir. Yıllar önce Benjamin Franklin de ölüm ve vergiler dışında hiçbir şey kesin değildir demiştir.
Dördüncü husus ise sporcu ile kulüp arasında yapılan sözleşmelere bazen çıkabilecek tüm ekstra vergilerin kulüp tarafından ödeneceği şeklinde bir hüküm konulmaktadır. Ancak VUK m.8 uyarınca kişiler arasında yapılacak özel sözleşmelerin vergi idaresini bağlamayacağı net şekilde belirtilmiştir. Bu nedenle sporcu bu ekstra çıkan verginin de kulüp tarafından ödeneceğini sandığından kendisi ayrıca beyan vermeyebilmektedir.
Son husus ise özellikle sponsorluk kapsamında ödenen bazı tutarların kapsam dışı olduğunu sanmaları dolayısıyla beyan etmek zorunda olmadıklarını düşünüyor olabilirler. Ancak sponsorluk ödemeleri de nevi şahsına özellikleri uyarınca farklı vergi kanunlarının kapsamına gireceğinden bu yönüyle de Şimşek’in radarına girmiş olabilirler.
Özetle kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ama beyanname vermek zorunda olup da vermeyenler ile beyannameyi vermiş ama gelirini düşük göstermişler ya da hiç göstermemişler hakkında vergi idaresi bu gelir üzerinden verginin aslı, vergi cezası ve gecikme faizi alacaktır. Bu durum kendilerine bir ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilecektir. Buna hazırlıklı olmalarında fayda var…
[1] Recep Çetin; Vergi Ödemeyen Sporcular İçin Maliyeden “Var” İncelemesi (https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/vergi-odemeyen-sporcular-icin-maliyeden-var-incelemesi/772520)
/././
Gizli kamu borçları (I): Nasıl gizlenirler?-Binhan Elif Yılmaz-
Hem bilgi paylaşımı hem de sözleşme hükümlerinin açık olmasıyla mali riskleri hesaba katmak, borçlu açısından beklenen kayıpları hesaplamak ve bütçe ödeneklerini hazır tutmak borç yönetiminin kolaylaşmasına katkı sağlayacaktır.
Devletlerin borçları görünenden daha fazla olabilir mi? Yoksa bir kısmı gizli borç mu? Kamu borçları neden ve nasıl gizlenirler? Gizli kamu borçlarının büyüklüğünü ölçmek mümkün mü? Kamu borçlarını en çok gizleyen ülke hangisi? Gizliliğin ortadan kalkması için uluslararası düzeyde neler yapılabilir? Gizli borçların potansiyel ekonomik krizlere yol açmasını önlemek için hangi tedbirler alınmalı?
Tüm bu soruların cevaplarını aradığım bir yazı dizisi hazırladım. Bugün ilkini okuyacaksınız...
Son küresel kriz ve pandemi krizinin etkisiyle ülkelerin kamu borçları düzeyi, neredeyse dünya hasılasına eşitlenmiş durumda. Üstelik kamu borçları yeniden finansman ihtiyacı doğuruyor, borç geri ödemelerinin yeni borçlanmalarla finansmanı gerekiyor.
Ama kriz dönemlerinde gevşeyen para politikalarının ardından karşılaşılan yüksek enflasyonla mücadele edilirken, Fed, ECB başta olmak üzere büyük merkez bankalarının para politikalarını sıkılaştırmalarıyla gelişmekte olan yüzlerce ülkenin borçlanma maliyetleri artmaya başladı. Bu ülkeler yüksek faiz vb. maliyetlere katlanırken, bazı borçlanma araçlarını kamuoyuyla ve uluslararası kuruluşların veri akışına bildirmeden gizli borçlanmaya gittiler.
O nedenle her yeni finansman adımının bir kısmında ve finansmanın maliyetini arttıracak şekilde gizli borçlar da yer almaya başladı. Kamu borçları sorunu pandemi ile birlikte daha da büyürken, bir sonraki başlayan sorunun da gizli kamu borçları olduğu ortaya çıkmış oldu.
Gizli kamu borcu, bir hükümetin geri ödemekle sorumlu olduğu ancak vatandaşlarına veya diğer alacaklılara açıklanmayan borçlanmadır. Bu tür borçlar doğası gereği genellikle resmi hükümet bilançosundan uzak tutulan borçlardır (Bkz. Ashcroft, A., Vasquez, K. & Weeks-Brown, R. (2024). Hidden Debt Hurts Economies, Better Disclosure Laws Can Help Ease the Pain. IMF Blog (https://www.imf.org/en/Blogs/Articles/2024/04/02/Hidden-Debt-Hurts-Economies-Better-Disclosure-Laws-Can-Help-Ease-the-Pain).
Kamu borçları nasıl gizlenir ve gizli borç haline gelir?
- Kamu borçları, Dünya Bankası Borçlu Bildirim Sistemi gibi uluslararası kuruluşların istatistiklerine bildirilmez, eksik bildirilir ya da raporlanmazsa gizlenmiş olurlar.
- Borç sözleşmelerinin madde ve hükümleri, verilen taahhütler ya da garantiler yasal mevzuata göre kamu raporlarında açık hale getirilmezse de kamu borçları yine gizlenmiş olurlar.
- Kamu borçlarının dar tanımlanmasıyla çoğu kamu borcu gizlenir. O nedenle kamu kesiminin mali yapısını bir bütün olarak ele almak gerek. Kamu kesimi her ülkede merkezi yönetim, yerel yönetim, sosyal güvenlik kurumu, devlet işletmeleri gibi pek çok birime ayrılır. Bu birimlerin birbirlerine olan borçları, vade uzatarak veya silinerek ya da görev zararları menkul kıymetleştirilerek de gizlenir.
Özellikle ekonomik krizlerde artan nakit dışı iç borç stoku, gizli borçların en önemli şekillerindendir. Bu gizli borçlar, özel kanunlar kapsamında ihraç edilen ve karşılığında hazineye nakit olanağı tanımayan ikraz tahvilleri, kur farkları karşılığı ya da görev zararları karşılığı ihraç edilen devlet iç borçlanma senetlerinin ihracı ile artar.
- Kamu borcunun ilk görünümü anapara olsa da alacaklılara tanınan faiz gibi haklar var. Kamu borcu hesaplanırken bu borçlanma araçlarının piyasa fiyatı ya da işlemiş faizli değeri gibi farklı büyüklükler söz konusu olur. Bir kısım gizlilik de buradan doğar.
- Kamu borçları, koşullu yükümlülükler yoluyla da gizlenir. Bu yükümlülükler, gerçekleşme zamanı ve miktarı kamunun kontrolü dışında bulunan ve gerçekleşmesi gelecekte belirli bir olayın meydana gelmesine bağlı olan yükümlülüklerdir. Koşullu yükümlülükler, mevzuat veya sözleşme gibi hukukî niteliği olan bir metnin ya da açık politika beyanının kamuyu doğrudan yükümlü kılan ifadeler içermesi halinde “açık koşullu yükümlülük”, kamuyu yükümlü kılan herhangi bir belge bulunmamasına rağmen kamunun sosyal, politik ve ekonomik sorumluluklarından kaynaklanan yükümlülükler olması halinde ise “örtük koşullu yükümlülük” olarak tanımlanır. (Bkz. HMB, Kamu Borç Yönetimi Raporu)
Koşullu yükümlülüklerde ödemenin gerekip gerekmemesi konusunda belirsizlik olmakla beraber, ortaya çıkabilecek “olay”lara bağlı olarak ödeme yükümlülüğü doğar. O nedenle başta borç olarak kabul edilmezken, ne zaman olacağı belli olmayan “olay” gerçekleştiğinde borç olduğu anlaşılmış olur.
Koşullu yükümlülüklerin bir kısmı hazine garantileri, bir kısmı kamu kuruluşlarına verilen borçlar ve bir başka kısmı da KÖİ projeleri bağlamındaki borç üstlenim taahhütleridir.
KÖİ projelerine yönelik kamu garantileri ile özel sektör risk üstlenmezken, riske kamu sektörü ortak olur. Özel sektöre ihale edilen iş, ilk etapta devletin bütçesinden karşılanmadığı ve borçlar arasında yer almadığı için maliyet gizlenir, bütçe ve borç göstergeleri görünürde iyileşir. Siyasi karar alıcılar da köprü, otoyol gibi bu projelerin popülist yanını kullanmayı tercih eder.
Koşullu yükümlülüklerde asimetrik bilgi ve onunla ilintili ahlaki tehlike ve ters seçiş sorunlarına yol açar. O nedenle kamu borcunun gizliliğini sınırlayan yasal düzenlemeler yoksa, bu durum karar alıcılara geniş bir takdir yetkisi de sunar. Sözleşmeleri, milli güvenlik, devlet sırrı vb. nedenlerle “gizli” olarak etiketlemek ya da finansal zorlukla karşılaşan bir kuruluşu kurtarmak gibi.
Görüldüğü gibi gizli kamu borçları, borç sözleşmelerinin madde ve hükümlerindeki gizlilikten devlet yükümlülüklerinin diğer kamu ekonomik birimlerine devredilmesi ile ortaya çıkan yapıya ve açık ya da örtük koşullu yükümlülüklere kadar oldukça çeşitlidir. Tüm bunlar bilanço dışı ya da yarı mali işlem olarak kabul edildiklerinden resmî kurumların bilançolarında yer almayıp borçların hesaplanmasında dikkate alınmaz, ama zımni geri ödeme garantisi taşır.
Herhangi bir konuda gizlilik varsa, bilgi asimetrisi var, demektir. Doğru, gerçek gösterge ve rakamlarla yola çıkılmazsa, atılan politika adımları, çözüm yerine kaos yaratır.
Oysa şeffaflık, gizliliği ortadan kaldırır ve bilgi, simetrik yayılır. O nedenle hem bilgi paylaşımı hem de sözleşme hükümlerinin açık olmasıyla mali riskleri hesaba katmak, borçlu açısından beklenen kayıpları hesaplamak ve bütçe ödeneklerini hazır tutmak borç yönetiminin kolaylaşmasına katkı sağlayacaktır.
Ayrıca ekonomik gidişat iyi değilse gizli borçların maliyeti daha da büyük olur. Çünkü ne kadar gizli borç olduğunun ortaya çıkışı dolayısıyla kamu borcunun gerçek boyutu, kriz dönemlerinde anlaşılır.
/././
Türkiye’de erkek, 22 yılın sonunda resmen ‘üstün vatandaş’lık mertebesine oturtulmuştur -Tuğçe Tatari-
Türkiye için bu düzeyde bir seslilik hâli, tuhaf! Çok tuhaf! Kadın cinayetlerinin politik olduğunu düşünüp son günlerde ana akımda sürdürülmesine ‘izin verilen’ bu gündemlilik hâlinin rastlantıdan ibaret olduğunu düşünecek değiliz! Dün gelmedik Türkiye’ye!
Tüm Türkiye, ülkenin topyekûn kadınla olan meselesini, düşmanlığını, nefretini konuşuyor.
Sibel Can’a bile bu konuda mikrofon tutuluyor.
Bir yandan sokaklarda iki kadın yan yana gelecek diye ödleri kopuyor, üniversite eylemlerine göz açtırmıyorlar.
Diğer yandan ana akımın magazin ünlülerine durmaksızın aynı soru soruluyor:
Kadın cinayetleri hakkında ne düşünüyorsun?
Kendini güvende hissediyor musun?
Türkiye için bu düzeyde bir seslilik hâli, tuhaf!
Çok tuhaf!
Kadın cinayetlerinin politik olduğunu düşünüp son günlerde ana akımda sürdürülmesine ‘izin verilen’ bu gündemlilik hâlinin rastlantıdan ibaret olduğunu düşünecek değiliz!
Sonuçta iki dudağın arasından “bu konu kapansın” denmesine bağlı o soruların akıbeti, biliyoruz. Dün gelmedik Türkiye’ye!
Bir yandan (en azından şimdilik) emaresi bile olmayan ama sanki üçüncü dünya savaşına girmemiz an meselesiymiş gibi, İsrail-Türkiye konusu hükümetin daha doğrusu bizzat Cumhurbaşkanı’nın dilinde.
Diğer yandan Devlet Bahçeli emaresi bile olmayan (en azından şimdilik) bir barış sürecine kalkışmışlar havasında. Dışarısı yanarken -ki geçen ay yanmıyor muydu- içeride birlik olmaktan söz ediyor, Kürtlerle…
Bir sürü korku, bir sürü endişe pompalanıyor gibi ve ardından da ‘mecburi’ bir aradalık hâli gelecekmiş gibi…
Tuhaf evet.
Fazla tuhaf…
Bu ülkede kadın meselesine sahip çıkıp, kadın hareketine destek veren her kim varsa iktidara muhaliftir.
Çünkü kadınların itildiği bu değersizleştirme hâli, 22 yıllık AK Parti iktidarının bilerek ve isteyerek hayata geçirdiği eseridir.
Bile isteye yaratılan bu yozlaşmanın, çürümenin, erkek egemenliğin cehalet ve hamasetle yoğurulmuşluğunun da bir sonucudur bu.
Türkiye’de erkek, 22 yılın sonunda resmen de ‘üstün vatandaşlık’ mertebesine oturtulmuştur.
Kadın bu kast sisteminin en alt sıralarına konumlandırılmıştır.
Kadına yönelik işlenen suçlarda hep bir ‘ama’ ve ‘fakat’ aranır.
Failler için ‘iyi hâl’ en kolay ulaşılan mertebedir.
Saldırıya uğramış kadınlar için hemen sorarlar; “ne giymişti, içkili miydi, uygunsuz bir durum var mıydı?”
Kadın -öldürülse dahi- ilk önce kendisine saldıran erkek karşısında masumiyetini kanıtlamak zorundadır.
Tıpkı Âdem ve Havva’dan kalan, “Bu masum bu işe nasıl sürüklendi” diye, önce ona bakılan bir hâle getirildi ülke!
Neredeyse kadınlara recm cezası kapıda!
Her ne kadar kabul etmek zor olsa da bu yaşadıklarımız Türkiye’de değişen rejimin çekilen net bir fotoğrafıdır.
Demokrasi çoktan yok olup giderken, hiçbir söz konuşamayan ülkemizde şimdi tüm toplum tek bir ağızdan “bu ülkenin kadınlar için güvenli olmadığını, kadınların korkmakta ne kadar haklı olduğunu” konuşmaktadır.
Devletin tek bir yaptırıma dahi yeltenmediği ama korkunun, endişenin bol miktarda ‘serbestçe’ konuşulduğu, kandırmacalı bir ortam…
Hâlihazırda tüm şehirlerde sokaklara çıkan kadınlar iktidarı hedef alırken ana akımda magazin muhabirleri topu ünlü kadınlara atarak sormaktadır; kendini güvende hissediyor musun?
Bu yeni tutumdan haberi olmayan ve Türkiye’de ülkesini de tanıyarak yaşayan ana akım ünlüleri cevaplamakta zorlanır, çünkü bu yapılan resmen bir iktidar eleştirisi olacaktır.
Bunu yapmaya izinleri var mıdır ki?
Zaten verilen cevapların içeriksizliğinden de belli, henüz onlar da bu soruların karşılarına kadar gelebilmesine şaşkın!
Ve maalesef Türkiye gibi aşırı gerilemiş ülkelerde -Amerika’dan öğrenilmiş- politik olarak pompalanmak istenenin ünlü isimler üzerinden yapılması işi, hani artık alfabenin abc’si düzeyinde iyi bildiğimiz bir yöntem.
Neyse...
Sonuçta ölüyoruz, öldürülüyoruz.
Kapımızı tedirgin açıp kapatıyor…
Sadece karanlıkta da değil gündüz gözüyle dahi sokakta yürürken çevremizi kolluyoruz.
Çantamızda bize zaman kazandıracak alet, edevatla dolaşıyoruz.
Çoluğumuz çocuğumuza öz savunma yolları anlatıyoruz.
Sadece kadın olmak ayrı, bir de yaşamın getirdiği, ülkenin de keskinleştirdiği onlarca endişemiz daha var heybemizde!
Durumumuz vahim!
İmdat diyoruz.
Ama duyan var mı?
Duyan olacak mı?
Siyaseten elle tutulur, gözle görülür düzeltmelere gidilecek mi?
Yoksa bu konu magazin ünlülerinin “Çok korkuyoruz biz kadınlar olarak” demeçleri ile mi sınırlı bırakılacak?
Daha fazla korku daha da az yaptırım mı olacak?
Toplumun yüksek gerilim düzeyinde yaşadığını da göz önünde bulundurursak, son bir soru ile yazıyı bitirelim; daha fazla korkmak, korkutulmak, korkunun büyüklüğü kime ve neye yarayacak?
/././
T24 - GÜNDEM
Prof. Salih Zoroğlu davasında çocuklar ifade verdi: "Annemin çıplak fotoğraflarını çekmemi istedi, 'Baban seni taciz etti diyeceksin' dedi.
Çocuk hastalarına ketamin isimli uyuşturucu ilaçtan verip manipüle ederek ailelerinin cinsel istismarına uğradıklarına inandırdığı ve suç uydurduğu iddiasıyla yüzlerce yıl hapsi istenen Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu, bir kez daha hakim karşısına çıktı. Çocukların da ifade verdiği duruşmada, mağdur çocuklardan D.A., "‘Baban seni taciz etti diyeceksin’ dedi. Beni dinlemiyordu, ilaç veriyordu. Bir keresinde meyve suyuma ilaç kattı. Pipetle toz ilaç çektiriyordu. Üşüyordum, ışıkları kapatıyordu. Ne dediğimi bilemiyordum, kendimi hissedemiyordum" dedi.
Duruşma, Bakırköy 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya, tutuklu Süleyman Salih Zoroğlu ve tutuksuz yargılanan eşi Özgül Zoroğlu katıldı. 10haber'in aktardığı habere göre davanın son duruşmasını, önceki duruşmalara göre çok az basın mensubu takip etti.
Adli Görüşme Odası’ndan bağlanan ve sosyal hizmet uzmanı eşliğinde beyanda bulunan mağdur çocuk D.A. şunları anlattı:
“İlk önce Süleyman, İnci, Ahmet, Zeynep. Hepsinden şikayetçiyim. Anneannemin yakın arkadaşı varmış. O söyledi bize Süleyman’ı. Gittiğimizde o beni annemle babamla tehdit etti. Bana baskı yaptı ‘Baban seni taciz etti diyeceksin’ dedi. Beni dinlemiyordu, ilaç veriyordu. Bir keresinde meyve suyuma ilaç kattı. Pipetle toz ilaç çektiriyordu. Üşüyordum, ışıkları kapatıyordu. Ne dediğimi bilemiyordum, kendimi hissedemiyordum.
Beni mecbur etti ve ben babama suç attım onun yüzünden. Ben böyle bir şey yapmak istemiyordum. Annemden, babamdan beni ayıracağını söyledi, mecbur yaptım. Şu an çok pişmanım. Bana ilaçlar verdi, annemden saklamamı istedi. ‘Sen 16 yaşına geldiğinde seni annenden alıp bir ülkeye götüreceğim’ dedi.
"Annemin çıplak fotoğraflarını çekmemi istedi"
Çok korkmuştum beni annemden babamdan ayıracak diye. Ben mecbur kaldım babama suç atmaya. Benim arada yiyeceğime, içeceğime ilaç katıyordu. Bir gaz varmış, onu verecekmiş, annemin ve babamın yemeğine katacakmışım.
Anneme, babama şiddet uygulamamı istedi. Annemin çıplak fotoğrafını çekmemi istedi. Bana Salih Zoroğlu iğne yaptı. Hatta iğneden korktuğumu söylemiştim. Onların yüzünden okulda hafızam gidiyor, sanki silinmiş gibi oluyor. Hiç kimseyi hatırlamıyorum. Diyemedim, anneme de söyleyemedim, beni kurtar diyemedim. İlaçlardan hiçbir şeyi hatırlayamıyorum.”
Zoroğlu'nun eşi, "Bu dava tamamen insanlık sorgulaması" dedi
Bu noktada Özgül Zoroğlu “Bu dava tamamen insanlık sorgulaması. Biz başka bir çocuk için kendisini vakfetmekle suçlanıyoruz ve mahkeme bizi bununla yargılıyor” dedi.
Salih Zorluoğlu, ev hapsine alınmasını talep etti
Tutuklu sanık Süleyman Salih Zoroğlu ise ketaminin çok faydalı bir ilaç olduğunu ileri sürerek “Kendi babamda, eşimde, çocuğumda, kedimde kullandım. Ben yaşı başı ileri insanım. Kalp hastalığım var, şeker hastalığım var. Çok ciddi zorluk yaşıyorum. Ev hapsine alınmamı tahliye ediyorum” diye savunma yaptı.
Ara kararını açıklayan mahkeme, Süleyman Salih Zoroğlu’nun tutukluluk halinin devamına hükmetti. Duruşma, eksikliklerin giderilmesi için ertelendi.
Psikiyatrist Salih Zoroğlu'nun savunması: Ketamin mucize bir ilaçtır; ben torbacı değil profesörüm
Süleyman Zoroğlu hakkında iddianame hazırlandı
(T-24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder