19 Ekim 2024 Cumartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -19 Ekim 2024 -

Bir Türkiye resmi: Uyuşturucu, ölü bebek ve ölü bir kadın -Gökçer Tahincioğlu-

Esra Uşak, boşanabilmek için uzaklaştırma kararı aldırdığı eşi Enes Uşak tarafından, çocuklarının durumu konuşmak için gittiğinde uyuşturucu verildikten sonra bıçaklanarak öldürüldü. İnsanlar uyuşturucuya nasıl bu kadar kolay erişiyor, kadınlar neden şiddet görmekten kurtulamıyor?

Çarçabuk uyum sağlayarak yenebildiğimiz şaşkınlığımızın sınırı yok değil mi?

Şaşkınlığımız ne kadar çabuk geçse ve artık şaşırmayacağımızı düşünsek de çıta hep daha yükseğe çıkabiliyor.

Bu ülke her seferinde şaşırtabiliyor.

Bebeklerin ölümünden para kazanan bir düzenin işleyip gittiğini öğrenebiliyoruz bir sabah.

Diyaliz hastalarından…

Öyle yüzüme bakarak rahatça ahlaktan, vatandan bahseden adamların para için ne haltlar yediğini görüp, şaşıp kalabiliyoruz.

Ama bu da geçer üç güne… Dert eden birkaç kişi takip eder dosyaları, dert eden birkaç kişi sorar, koşturur, bildirir… Birileri o insanlar üzerinden vicdan rahatlatır… Bu düzen böyle gider!

* * *

Gitmez, gitmemeli elbette…

Zira kadınlar ölüyor, bebekler ölüyor, çocuklar ölüyor… Birilerinin sloganla koruduğu koltukları yüzünden insanlar ölüyor.

Bir kadın ve doğmamış bir bebeğin nasıl öldüğünü anlatacağım size.

“Ne zaman böyle olduk?” sorusunu haklı çıkartan bir cinayeti…

Yoksulluk içinde boğuşan kadınların, çocukların ne duruma gelebildiklerini…

* * *

Esra Uşak, 2017’de, ailesinin rızası olmamasına rağmen, henüz 20 yaşındayken Enes Uşak ile evlendi.

Yaşadığını sevgi sanıyordu… Mutsuz hissettiği o hayattan kurtulabileceğini, yoksulluğu geride bırakabileceğini, huzuru bulabileceğini sanıyordu.

Evlenir evlenmez hamile kaldı. Ve aynı dönemde şiddetle tanıştı.

Her gün dayak yiyordu…

Ve ardından uyuşturucu geldi.

Zaten öyle bir çevrede yaşıyorlardı ki uzak durabilmek de çok mümkün değildi.

Enes Uşak, yeni doğum yapmış karısını uyuşturucu ile tanıştırmıştı.

Günler böyle geçti. Esra Uşak, ikinci kez hamile kaldı ve bir çocuk daha dünyaya getirdi.

* * *

Zamanla öyle çok dayak yemeye başladı ki komşular kayıtsız kalamadı. Polis araştırmaya geldiğinde uyuşturucu kullandıklarını da saptadı.

Esra Uşak, o sırada ailesinin baskısıyla boşanma davası da açmıştı ama hem şiddetten korkuyordu hem uyuşturucuya kayıtsız kalamıyordu.

Devlet, biri bebek iki çocuğu koruma altına aldı.

Küçük çocuk yurda verildi, bebek koruyucu aileye…

* * *

Esra Uşak, çocuklarını da kaybettikten sonra bu hayatı geride bırakmaya karar verdi.

Annesinin yanına taşındı. Ancak yine hamileydi.

Annesinin yanında uyuşturucuya veda etti.

Boşanabilmek için uzaklaştırma kararı çıkardı.

Ama yetmedi.

Bir gün, cüzdanı, kişisel eşyalarını bile almadan annesinin evinden çıktı.

Çocuklarının durumunu konuşmak için yeniden Enes Uşak’ın yanına gitti.

İddiaya göre, önce darp etti Esra Uşak’ı. Ardından ilaç getirdiğini söyleyerek metamfetamin verdi.

O yoksullukta, o yoklukta nasıl uyuşturucu alabildiği bile meçhul ama hazırındaydı. Her zaman olduğu gibi…

* * *

Enes Uşak, o halde amcasının evine götürdü Esra’yı. Orada amcasının ve kuzeninin önünde yetiştirme yurdunda kalan çocukla ilgili tartışmaya başladılar.

Esra Uşak, bir an için kendine geldi. Yeniden saldırıya uğrayacağını anladı. Enes Uşak’ı alttan almaya başladı, sakinleştirmeye çalıştı.

Ama yetmedi.

Enes Uşak, mutfaktan aldığı bıçağı, hamile kadının göğsüne batırdı. Hastanede karnındaki 18 haftalık bebeğiyle birlikte can verdi Esra Uşak…

* * *

Ne acıdır ki savcılık, ölümünden önce uyuşturucu kullandığı için soruşturma başlattı Esra Uşak hakkında… Artık ne işe yarayacaksa…

Enes Uşak, karısını ve karnındaki bebeği öldürmekten cezaevine konuldu. İfadesinde uyuşturucu etkisi altında olduğunu, bıçağı öylesine salladığını, ne yaptığının farkında olmadığını söyledi. Niyetinin öldürmek olmadığını ekleyerek…

* * *

Esra Uşak’ın annesi şimdi avukatı Hediye Gökçe Baykal aracılığıyla adalet mücadelesi veriyor. Bir yandan da torunlarının velayetini almaya çalışıyor. En azından yanlarında büyümesini istiyor.

Sorular ise orta yerde duruyor.

İnsanlar uyuşturucuya nasıl bu kadar kolay erişiyor?

Kadınlar neden şiddet görmekten kurtulamıyor?

Kadınlar neden öldürülüyor?

Ve bu düzen nasıl oluyor da herkesi, her şeyi öğüterek böyle sürebiliyor?

                                                                 /././

Yargı camiasındaki iddia: Yargıtay yönetimi, 11 üyeye “emekli olun” tavsiyesinde bulundu -Tolga Şardan-

Emeklilik önerilen üyelerin ortak yönleri, haklarındaki akçeli iş iddiaları. Teklifin arkasındaki sebep ise, söz konusu üyelere yönelik sürecin haklarında soruşturma açılmasına dönüşmemesini sağlamak. Yargıtay yönetimi, böylece kurumun yıpranmasının önüne geçmek istiyor

Ülkenin genel siyaset ve ekonomi gündeminde sular durulmuyor. Buna karşın kurumların ya da camiaların kendi gündemi de devam ediyor.

Sürekli heyecan içinde olan camiaların başında yargı geliyor kuşkusuz.

Her an beklenmedik gelişmeler yaşanıyor. Matruşka misali birbirini tetikleyen süreçler ortaya çıkıyor.

Bilindiği üzere, yargı sistemi üzerinde kara bulutlar dolaşıyor epeyce zamandır. Özellikle adliyelerde yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili soru işaretlerine neden olan bilgiler ulaşıyor, kamuoyuna.

Bu çerçevede, Ankara’da yargı kulislerine yayılan bir bilgiyi paylaşayım.

Kısa süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayıyla beraber Yargıtay’a yeni üyeler atandı.

Aldığım bilgiye göre, bu atamalar yeni bir sürecin başlamasının gerekçesi.

Yargıtay yönetimi, farklı dairelerde görev yapan 11 üye ile yüz yüze görüşerek “emekli olmaları” teklifinde bulundu.

Emeklilik önerilen üyelerin ortak yönleri, haklarındaki akçeli iş iddiaları.

Teklifin arkasındaki sebep ise, söz konusu üyelere yönelik sürecin haklarında soruşturma açılmasına dönüşmemesini sağlamak. Böylece kurumun yıpranmasının önüne geçmek istiyor Yargıtay yönetimi.

Hatta öyle ki, kuruma yapılan son atamalar sırasındaki bire bir görüşmelerde isimleri geçen üyelere bir ay süre verilmiş durumda.

Ekim başında yapılan atamaların üzerinden neredeyse iki hafta geçti. Kaldı iki hafta.

Sürenin tamamlanmasının ardından gelişmelerin ne olacağı merakla bekleniyor yargı camiasında.

Yargıtay yönetiminin girişimi sadece üyelere yönelik değil.

Yargıtay Başkanlığı, kurumda “geçici görevle” çalışan iki kamu personelinin durumunu mercek altına aldı. Söz konusu iki personel, kadrolarının bulunduğu kurumlardaki asli görevlerine geri döndü.

Önceki başkanlık yönetiminde kuruma alınan iki personele yönelik yönetimin bu kararının nedeni, yargı mensubu olmayan iki kamu görevlisinin kurumda, görev tanımlarının dışına çıkarak dosya/iş takibi yapmaları.

İki personelin isimleri ve görevleri kurum içindekilerce biliniyor, ancak burada paylaşmayım. Zira haklarında “şimdilik” bir idari ya da adli süreç yok.

* * *

Muhtarların seçiminde Soylu – Yerlikaya çekişmesi

Ankara’da geçen hafta önemli, önemli olduğu kadar ilginç bir seçim vardı.

Ülke genelinde yaklaşık 50 bin muhtarın üye olduğu ve muhtarlar derneklerinin çatı örgütü konumundaki Türkiye Muhtarlar Konfederasyonu’nun (TMK) seçimleri yapıldı.

Önde gelen sivil toplum örgütleri kadar olmasa da TMK’nın yeni yönetiminin belirlendiği seçim, aynı zamanda AKP içindeki siyasi dengeleri net olarak ortaya koydu.

Şöyle ki; TMK’yı seçime götüren yönetimin başındaki isim Bekir Aktürk, Trabzonlu. Önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yakın olarak biliniyor.

Başkan Aktürk, geçen cumartesi günkü seçimde kendisi gibi Trabzonlu olan ve TMK’nın genel sekreterliğini yürüten Osman Aydemir’i destekledi.

Karşısındaki aday ise Konya’dan Hamdi Demir idi. Konya Muhtarlar Derneği Başkanı Demir, Konyalı İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın desteği ile seçime girdi.

Eski ve yeni İçişleri Bakanları’na yakın isimlerin aday olduğu seçim sürecinde epeyce sıkıntı yaşandı. Aydemir, adaylıktan çekilmesi yönündeki teklifleri geri çevirdi. Adaylıkta ısrarcı davrandı.

Ancak, seçim atmosferinin daha da gerilmesi sonrasında “yukarıdan” uyarı geldi.

Uyarıyla birlikte, üçüncü aday seçim ortamına girdi. Bu isim, İstanbul Muhtarlar Federasyonu Başkanı Kadir Delibalta oldu.

Delibalta’nın adaylıkla sahaya girmesi, Aydemir ile Demir’in seçim sahnesinden çekilmesiyle sonuçlandı.

Delibalta, tek aday olarak girdiği seçimden, TMK’nın yeni başkanı sıfatıyla çıktı.

2023’teki genel seçimler sonrasında oluşan yeni kabineyle beraber AKP içinde başlayan dengeler mücadelesinde böylece bir aşama daha tamamlandı.

                                                                /././

Artık Kürtlere akıl vermeyi bırakın ve kendi çözüm önerilerinizi ortaya koyun!-Tuğçe Tatari-

Kürt siyasetinin devletle tecrübesi, Türkiye siyasetiyle tecrübesi ve bu tecrübelerin her birinde ödenen bedeller, ağırlığıyla ortada. O yüzden “Sizi kullanacaklar” demek de “Kürtler AKP ile anlaştı” demek de hem bu insanların tüm yaşadıklarını hiçe saymak hem de onlara yaşatılanlara saygısızlık etmektir bana göre…

Bu yazıya rengimi belli ederek başlamayı tercih ediyorum.

Mesele barışsa, nereden geldiğini, neden geldiğini veya sağlam temellere oturup oturmadığını sorgulamadan önce direkt yeşil ışık yakacak olanlardanım.
Herhalde geride bıraktığımız 22 yılın sonunda iktidar ve ortağına yönelik görüşlerim sorgulanamayacak kadar nettir diye düşünüyorum.

Ama toplumsal bir barışa ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız olan bugünlerde, aklı başında kimsenin de barışı konuşmaya, barış ihtimalini sahiplenmeye bir itirazı olmayacaktır, olmamalıdır diye düşünüyorum.

Ha “Peki ama bu adamlarla barış mümkün mü” sorusu da oldukça gerçekçi, kabul ediyorum.

Ama ben, hele de devletin barışı dillendirdiği bir zeminde nedenine bakmaz, bu dillenme hâlinden istifade edip toplumun genelini kapsayan ‘neden barışa ihtiyacımız olduğu’ ve ‘bunun nasıl gerçekleşebileceği’ üzerine çalışmalar yapmayı, çabalamayı toplumsal bir görev kabul ederim.

İşin bu kısmını netleştirdiysek şimdi başa dönelim.

Bu estirilmek istenen, konuşturulmak istenen ‘olası’ yeni barış sürecinin yeniden yeşertilmesi durumu MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Partili siyasetçilerin elini sıkmasıyla başladı. Planlı, bilinçli, düşünülmüş bu ‘tokalaşma anı’ hızla bir ‘yeni süreç’ imajının da ortaya sürülmesiyle devam etti. Özellikle de muhalefetin hazırlıksız yakalandığı bu hamlenin ardından çürüyen gazetecilik mesleğinin her konuda konuşmayı kendine hak sayan isimleri bir bir iddialar ortaya atmaya başladı.

Öyle bir boyuta geldi ki bu iddialar, benim bile kafam karıştı, inanın.
O sebepledir ki, ben de Kürt siyasetinin tanınmış isimleriyle bir dizi sohbetler yaptım. Röportaj değil, sohbet!
Yazmak için değil anlamak için!
O sebeple de kimsenin adını ve beyanını kullanmayacağım yazıda.
Maksadım benim bile kafamı karıştıran, bu ‘sağlam ve net bilgiler’ gibi ortaya saçılan ‘haberlerin’ temelini anlamaktı.

Öcalan-Kandil iddiası doğru değil

Öncelikle ‘bilgi olduğu iddiasıyla’ ortaya saçılan bazı söylentileri açıklığa kavuşturalım ve Abdullah Öcalan konusunda köpürtülen iddiaların gerçekliği meselesini bir netleştirelim isterim.

Ne diyor bu her konunun uzmanı ‘meslektaşlarımız’, “Öcalan ve Kandil arasında bir görüşme oldu. Öcalan silah bırakmak yönünde örgüte görüş bildirdi.” Bu iddianın hiçbir temeli yok. Önce bunu söylemeliyim. Temeli bırakın, bu iddianın gerçekliğine dair bir ipucu dahi yok.

Abdullah Öcalan 44 aydır avukatlarıyla, ailesiyle veya başka bilinen kimse ile görüştürülmüyor, telefon hakkı da yok. Zaten ‘tecrit meselesi’ bildiğiniz gibi Kürt siyasetinin hâlâ çözüm beklediği başlıca konulardan biri. Şayet devlet kendi içinde görüşmeler gerçekleştiriyorsa da bundan kimsenin henüz haberi yok.

Öcalan’ın serbest bırakılacağı, ev hapsine alınacağı, hatta hatta kendisine Çankaya’da bir ev tutulduğuna dair iddiaların tamamı bu ‘meslektaşlara’ bir yerlerden üfürülüyor ama üfürükçülerin adresini de ancak bu iddiaları ortaya saçan arkadaşlar açıklarsa öğrenebiliriz. Bizim bilgi alma şeklimiz muhatapları, bilgi sahibi olabilecek kişileri aramak ve sormaktır. Onların bilgi alma şeklini bilemiyoruz!

Ekranlarda kendilerine ‘üfürülenlerle’ konuşanlar

Diğer yandan, biten barış sürecinin ardından yaşananlar hâlâ çok taze. Bir barış olasılığının “aradı ve dedi ki” kıvamında tesis edilemeyeceğini biliyoruz.
Geçmiş barış süreçlerini de aktif takip etmiş biri olarak şu anda ekranlarda konuşulanları anlamakta güçlük çektiğimi itiraf etmeliyim. Yazılarımı takip edenler benim bu ‘gazeteci arkadaşların’ iş yapış biçimlerine bakışımı çok iyi biliyor.
Bir gün konuları alt alta toplayıp ortaya attıkları iddialar ve o iddiaların yarattığı bilgi kirliliğini de ele alarak kendilerini bir bir ifşa etmek istemiyor değilim. Dün Narin cinayetini bulandırdınız, bugün olası bir ‘barış üfürüğünü’ abuk subuk iddialarla vatandaşa sunuyorsunuz. Oysa barış meselesi sizlerin okur yazarlık düzeyini çok aşar.

Önce Ortadoğu’yu hem dünü hem bugünü ile; onunla da yetinmeyip tüm aktörlerini, Barzani ayağını, PKK’yı, Kürt halkını -sadece Türkiye de yaşayan kısmı ile de değil- geçmişe dönük -yaklaşık 200 yıl- okumanız, milliyetçi aidiyet benliğinden sıyrılarak Öcalan dahil tüm aktörlerin yazdıklarını, çizdiklerini, konuştuklarını biliyor olmanız gerekir. Bunlar için de iyi bir okur yazarlık en önemli şarttır. Bu da maalesef sizlerde yok, biliyoruz!
Google’a ‘Kürt meselesi’ yazıp karşınıza çıkan sonuçları okuyup yayına çıkıyorsunuz. Bunu izlerken görüyor ve utanıyorum. Neyse, sizlere özel bir yazı var aklımda… Şimdilik yakanızı bu kadarla bırakıyorum.

Geç kalındı ama değerlendirilmeli

Burada şunu da söylemeliyim; şu anda estirilmeye çalışılan rüzgâra ‘yeni bir barış süreci’ diyemeyiz. Bunu diyebilmemize neden olabilecek tek bir unsur dahi yok elimizde. Bir saniye bile şüphe duymadan diyorum ki, Türkiye’de Kürtlerle sağlanacak bir barış için çok geç kalındı. Ortadoğu’da yaşanan yangını da göz önünde bulundurursak, geç kalmışlığın boyutunu daha iyi anlayabiliriz. Ama yine de bu şansı da değerlendirmek gerekir.

‘Kürtler AKP ile anlaştı’ demek, Kürtlerin yaşadıklarını hiçe saymaktır

Kürtlerle barışmak için önce demokrasiyi yeniden inşa etmek, ifade özgürlüklerini, hukuku, adaleti temin etmek gerekir. Kürtsüz, kadınsız, Alevisiz bir hükümdarlık sürmek isteyen iktidar ve ortağının başlattığı bu tartışmayı yetkin olmayan dillerin elinden alıp ülkenin çok az sayıda kalmış aydınıyla ele almak ve barış olasılığını yeniden konuşulur kılmak önemli. Bakınız Türklerin en sık düştüğü hata, üstenci bir dille Kürt siyasetine ve Kürt vatandaşlara akıl verme çabasıdır. Oysa Kürtler Türklere nazaran çok çok daha politize bir toplumdur. Yani Türkler oy verdikleri partilerce yapılan siyasi hatalara, vatandaşa rağmen atılan olumsuz adımlara ses çıkartmayabilir belki -ki 22 yıl bu anlamda iyi bir örnek önümüzde- ama Kürtler kendilerini temsil eden partiye bu özgürlük alanını tanımaz. Çünkü mesele aslında halkın meselesidir ve o siyasetçiler Meclis’te bu halkın sorunlarını çözmek için bulunmaktadır. O halk bu meselelerin çözümüne dair basiretsizlik görürse hesabını sorar! DEM Partili siyasetçiler ‘siyaset gereği’ diyerek tabanlarını ikna edemez. Yüzbinlerce bedel ödemiş, ödemekte olan bir halktan söz ediyoruz. “Kimin barışı bu, nasıl bir barış ve kazanımları neler olacak” diye sorgular bu taban.  Çözümleri görmeden, ikna olmadan, somut olaylar cereyan etmeden kimse hiçbir şeye ikna olmaz diyorum.

Daha bugün hâlâ barış anneleri “Barış, hemen şimdi” dedikleri için dayak yerken, barış için miting yapmak isteyenler gözaltına alınırken, “Jin, jiyan, azadi” sloganı dahi ‘terör propagandası’ sayılırken hiçbir temelsiz söz, hiçbir dillendirilen umut Kürtleri yeniden bir iyi niyete ikna edemez, bu artık eskisi kadar da kolay değil. Devletin sert ve karanlık yüzünü bu ülkede Kürtlerden daha iyi bilene zor rastlanır. Ama mevzu barış olduğunda da Kürt siyaseti bu mevzuya duyarsız kalamaz, bu konuyu elinin tersiyle itemez, çünkü on yıllardır barış bekleyen, bu uğurda hâlâ hırpalanan bir tabanları var! Tabanı da bir tarafa bırakalım, Kürt siyasetinin devletle tecrübesi, Türkiye siyasetiyle tecrübesi ve bu tecrübelerin her birinde ödenen bedeller, ağırlığıyla ortada. O yüzden “Sizi kullanacaklar” demek de “Kürtler AKP ile anlaştı” demek de hem bu insanların tüm yaşadıklarını hiçe saymak hem de onlara yaşatılanlara saygısızlık etmektir bana göre.

Diğer yandan “Sizi anayasa için kullanacaklar” diyenlerin de Kürt meselesi ve çözümüne dair söyledikleri elle tutulur tek bir cümle, önerme, fikir, yol haritası yok ortada. Sadece Kürtlere durmadan “Bizi satacaklar” iması yapılmakta!

İnanın ben Güneydoğu turunda Özgür Özel neler diyecek misal, merakla bekliyorum. Çünkü ‘yeni CHP’ Kürt meselesinde nerede duruyor, ne düşünüyor bilmiyorum; ‘bunlarla olmaz’ dedikleri noktada kimlerle ve nasıl olacağına dair ortaya koydukları tek bir perspektiflerine de rastlamış değilim. Burada CHP’ye de ana muhalefet partisi olması sebebiyle ve geleceğin iktidarı olma iddiasının da altını dolduracak şekilde cesur bir söylem ve eylem planı hazırlamak düşer!

Bizim gibi geri kalmış ve bırakılmış toplumlarda geleceğe dönük toplumsal dönüşümün ateşini yakabilecek insanlar cesur aydınlardır. Onu da şuna tesis edemiyoruz zira elimizde yok, olanların da cesaretini ellerinden aldılar!
Cesareti yeniden kazanması için aydınlara da yine ana muhalefetin sahip çıkarak, yüreklendirerek, destek vererek ve hatta bir arada omuz omuza yürümeyi teklif ederek bir davet göndermesi gerektiğini düşünüyorum.

Son barış sürecinde masayı devirirken AK Parti ırkçılıkla da bezenmiş, toplumları iyice birbirinden ayrıştıracak düşman dili yarattı. Sokaklarda insanlar Kürtçe şarkı söylediği veya Kürtçe konuştuğu için şiddet gördü, öldürülenler oldu, çok da geçmiş de kalan olaylar değil bunlar! Bu sebeple toplum adına o süreçte elde edilmiş ılımlı kazanımların da çok daha gerisindeyiz şimdi. Bunu yeniden aşmak hiç kolay değil.
Bunu aşmak için önce yeni bir dil, ardından da hızla demokratikleşme çalışmalarına ağırlık vermek gerekiyor, bunlara dair de tek bir emare yok şimdilik.

Anayasa konusuna gelince, hâlihazırda bir anayasamız olduğu söylenemez. Olan kadarına da uyan yok! Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yönetilen bir ülkeyiz.
Hâliyle anayasa tartışmaları da yapmalıyız bence, evet. Kimse AK Parti’yle oturulup Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önünü açacak bir anayasa yapılmasından söz edemez bu aşamada. Ama ‘ülkenin ihtiyacı olan anayasa nedir’, ‘nasıl bir anayasa bu ülkeyi toparlar’, bunları da konuşmak ve tartışmak gerekir.
Ama kimse konuşamaz. Çünkü sadece iktidar ve ortağının konuşması serbest, gerisi suç-değilse de an meselesi!

Bakınız Kobani davası olanca gerçekliği ile ortada duruyor. Barış sürecinde yasal koruma altına alınarak hazırlanan ‘çözüm düzeni’ne rağmen, toplumun önünde gerçekleşen süreçte irili ufaklı rol oynayan hemen herkesi dava ettiler, cezaevlerine tıktılar, mesleklerinden menettiler, yaşam kaynaklarını kestiler. O yasanın koruması bir tek iktidar partisini kapsadı. Bu pozisyonda ‘yeni bir süreç geliyor’ demek için gerçekten gerçeklikten kopuk yaşıyor olmak gerekir. Temel mesele barış olmalıdır ve bunun seçimlerle, oylarla, anayasa yapmakla alakası olmamalıdır.
Bizler de her yakaladığımız fırsatı gerçek bir demokratik barış ortamını tartışmaya açmak için iyi değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum. Ben en azından kendi adıma bu yolu tercih ediyorum.

Türkiye’de barış bir araç değil amaçtır, olmalıdır. Bunu siyasi partilere hatırlatmak bizlerin görevidir. Hiçbir siyasi partinin ‘şahsi’ amacına yönelik bir barış tartışması olmaz, olamaz. Barış olmadığı takdirde savaş sürer ve bu tüm insanlık adına büyük bir kayıptır. Türkiye’nin de bir barışa acilen ihtiyacı vardır. Bu barışı ne Devlet Bahçeli ne de Tayyip Erdoğan tesis edemez ama ‘tokalaşarak’ açtıkları bu yeni zemini bizler konuşarak doldurursak, toplumun içinde yaşadığı bu şiddet sarmalının beslendiği ‘sesleri’ devre dışı bırakıp, uzmanların, bilenlerin konuştuğu gerçek ve somut ihtimallerin ortaya konulduğu bir ‘yeniden konuşabilme zemini’ yaratabiliriz-yaratmalıyız diyorum.

Kadın meselesi, hayvan hakları, işçi hakları, ezilen tüm kesimler, ekonomik çöküş, içine düştüğümüz bu şiddet sarmalı, korku imparatorluğu gibi nedenlerle artık yaşamın iyice zorlaştığı Türkiye’de, ancak ve sadece Kürt-Türk barışının da değil, evrensel bir demokratik barışın temin edilmekte olduğuna toplumu yeniden ikna etmemiz gerekir.

Şimdi ekranları açıyorum, her konuda konuşan ulusalcı -ulusol mu desek? - bir ‘meslektaş’ güruhu - yine dalmadan edemedim - manipülatif yorumlar ve sorularla bu konuyu konuşmakta. Toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir barış kesinlikle böyle tesis edilemez. Zaten hâlihazırda bir barış süreci emaresi yok, dillendirilen bazı iddialar var, iddiaların henüz somut bir dayanağı bile yok. Özetle evet dillendirilen bir süreç var, gözle görünmeyen ama dolaşıma sokulan ve sanki biraz da bakalım nasıl tepkiler alınıyor diye test edilen bir dönem, neye everilir veya evrilir mi öngörmek zor.

Muhalefete düşen…

Burada iş, muhalefetin bu süreci nasıl yöneteceğine de çok bağlı. Muhalefetin, geçmişin özeleştirisini verir nitelikte bir varlık göstermesi, yanına barış için çabalamaya gönüllü aydınları da alarak yeni bir yol haritası çizmesi gerektiği görüşündeyim. 22 yıllık deneyimimiz bize barış gibi yaşamsal bir konunun iktidarın tekeline bırakmamak gerektiğini çoktan göstermiş olmalı. İnsanların Kürtlere parmak sallamayı, ders vermeyi, akıl vermeyi, ‘onla anlaştın bunla anlaştın’ suçlamalarını bir kenara bırakıp, kendi ‘Kürt meselesi çözümlerini’ artık dillendirmeleri ve bu konuda çalışmalar yapmaları gerekir.

Ayrıca yazıyı bitirmeden son bir bilgi notunu da iliştirmek isterim buraya; DEM Parti bu hafta sonu Merkez Yürütme Kurulu toplantısı, ardından da Parti Meclisi toplantısı gerçekleştirerek bu ‘uçuşan’ barış ihtimali siyasetini değerlendirecek. Yani şu anda konuşulan, Kürt partisi özelinde dahi anlaşılmaya çalışılan, muallakta bir konu. Haftaya oradan gelecek açıklamalarla bizler de alınan parti kararı, oluşturulacak dil ve yol haritası halkında bilgi sahibi olabileceğiz.

                                                                  /././

DEM Parti: Bahçeli başını koyuyorsa biz barış için bedenimizi koymaya hazırız; CHP olmadan bu iş olmaz! -Candan Yıldız-

“Kürtlerle hasım değil hısım olma zamanı, MHP konusunda kırmızı çizgimiz yok, güvensizliği onarıcı somut adımlara ihtiyaç var”

Kritik bir dönemde DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, İstanbul’da benim de aralarında bulunduğum on sekiz basın kuruluşunu temsil eden gazeteciyle bir araya gelerek Kürt meselesinin çözümünde "yeni bir süreç mi" sorusuna yanıt verdi. Eski HDP Eş Başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile cezaevinde yapılan görüşmenin hemen sonrasında yapılan bu görüşmede, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ‘durduk yere, anlık dürtü ve keyfe keder olmayan’ el vermesinin ne anlama geldiğine ilişkin soruları, 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci ile kıyaslayarak cevapladılar.

DEM’li yöneticiler Çözüm Süreci’nin bir benzerinin olmayacağının farkındalar. Köprünün altından çok su aktı ve dengeler değişti. Nitekim Kürt meselesini Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı görmeyen aktörler, aynı nehirde iki kez yıkanamayacağı tecrübesine sahipler. Bunu da yazmıştım.

Ne oluyor sorusuna ilişkin "Kürtler kandırılıyor" ya da "Osmanlı'da oyun bitmez" kaygılarına karşı özgüvenliler DEM Eş Başkanları… Yüz yıllık Kürt meselesinin çözümüne ilişkin yeni gelişmelere açıklar. Ez cümle DEM Parti, Bahçeli’den gelen sürpriz el sıkışma diplomasisine bir anlam yüklüyorlar ama samimi adımları görmek kaydıyla…

O adımlar onlar için net… Hasta tutuklulara ilişkin yaklaşım, Gezi ve Kobani davasındaki hukuksuzlukların giderilmesi, 43 aydır kendisinden haber alınamayan Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılıp kaldırılmayacağı ve DEM Partili belediyelere kayyum atanıp atanmayacağı… DEM Parti, her an her şeyin olabileceğini düşünüyor. Devlet ve AKP’nin bir planı olduğu kanaatinde. Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik çağrısının da bunun bir parçası olduğu görüşünde. Bu nedenle DEM milletvekili Ömer Öcalan’ın amcası Abdullah Öcalan’la görüşmesi şaşırtıcı olmaz. Zira Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’ın meseleyi kamuoyuna net aktaramadığı konusunda şikayetleri olduğu konuşulmuştu.

Bakırhan ve Hatimoğulları’nın verdiği yanıtlarda altını çizmem gereken bir nokta da CHP’ye önemli bir rol biçmeleri… CHP’nin Kürt meselesinin çözümünde ne söyleyeceklerini duymak istiyorlar. 31 Mart seçimlerinden yüzde 37 oy oranıyla birinci parti olarak çıkan CHP’nin TBMM çatısı altında kurulmasını istedikleri bir ‘barış komisyonu’nun başkanlığını yürütmesinin iyi olabileceğini ifade ediyorlar.

Demirtaş’ın yaklaşımına dair de bilgi veren Eş Başkanlar, Demirtaş’ın barış sürecinin başlayabilmesi için vereceği ilk refleksin tecridin kaldırılması olacağını söylediğini aktardılar. Üç saate yakın süren soru-cevap toplantısından edindiğim genel izlenim şu: DEM Parti süreci anlamaya çalışıyor, "kandırılacaksınız" korosunun sesini duysa da Kürt meselesinin siyasal çözümüne imkân verecek her gelişme, girişim için sonuna kadar siyaset yapacağını söylüyor. Hasta tutuklular, AYM ve AİHM kararlarına uyulması, demokratikleşme, Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması gibi konularda somut adımları "güvensizliği onarıcı" adımlar olarak görmeye hazır.

DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları’nın gazetecilerin sorduğu sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

“Bahçeli’nin elimizi sıkması beklediğimiz bir şey değildi”

Bahçeli’nin gelip elimizi sıkması, Türkiye barışının sağlanması gibi bir açıklama yapması beklediğimiz bir şey değildi. Grup Başkanvekilimiz Gülistan Hanım yanımda duruyordu. Kulağıma eğilerek "Başkan Bahçeli iki defa mimikleriyle selam vermeye çalıştı" dedi. Ben de "Niye sana selam versin, başka yere bakıyordur" dedim. Meğer doğruymuş. Belli ki orada olan bir şey değil. Bence önceden çalışılmış, kurgulanmış, hesaplanmış, tartışılmış bir şeydi. Sayın Bahçeli’nin uzattığı eli itmezdik. Kendimize güveniyoruz, öyle bir gelenekten geliyoruz. İyi de yaptı gelerek. Önemsiyorum her şeyden bağımsız. Meclis’te siyasi partilerin tokalaşması, bir araya gelmesi, konuşması, meseleleri müzakere etmesi kadar doğal bir şey yok. Yoksa Meclis’in bir anlamı kalmaz.

“Anlamaya çalışıyoruz, güvensizliği onarıcı adımlara ihtiyaç var”

Henüz bir süreç mi değil mi onu bilmiyoruz. Yani resmi olarak bu işi başlatanlarla bir temasımız bir görüşmemiz olmadı. Gayri resmi yollarla da bir görüşme temas olmadı. Bir sürece ihtiyaç var mı, var. Fazlasıyla var. Hatta gecikildi. Ülke kan kaybediyor. Uzun süredir Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında Türkiye'nin dört bir yanında emekçilerle, fabrika iççileriyle, üreticilerle esnafla, öğrencilerle, kadınlarla buluştuk. Herkesin bir rahatsızlığı var. Bir değişim talebi var. Kimse halinden memnun değil. Ekonominin gidişatından memnun değil. Herkes kaygılı, umutsuz. Sanırım bu tabloyu sadece biz görmüyoruz. İktidar toplumun ne düşündüğünü bizden daha iyi takip ediyor. Bence bir sürece ihtiyaç var ama bu o süreç midir, bir sürece evrilir mi emin olun biz de bu konuda bir şey bilmiyoruz. Ciddi bir güvensizlik var. Çözüm Süreci’ni yaşadık. Parti yöneticilerimiz göz altına alınıyor, tutuklanıyor. Cezaevlerinden hasta tutsakların cenazesi geliyor. Biz de ne olduğunu izlemeye anlamaya analiz etmeye çalışıyoruz. Sayın Öcalan’la bir görüşme oldu mu bilmiyoruz. 43 aydır ciddi bir tecrit var. O görüşmelerin sonucu mu ondan da emin değiliz. Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu, değişim talep ettiği, yeni bir umut yeni bir ışık görmeye çalıştığı bir süreçteyiz. Bu konuda bir samimiyet görebilirsek, güvensizliği onarıcı adımlar görebilirsek… DEM Parti’nin varlık gerekçesi diyalog, müzakere ve meseleleri oturup konuşmak, bir yol bulmak ve toplumsal barışı sağlamaktır. Bunun için varız. Bir yol temizliğine ihtiyaç var. Mesele sadece el uzatmak, tutmakla ilgili bir durum değil. Umarım iktidar, kalmışsa bir devlet aklı, hem içeride hem dışarıdaki bu gelişmeleri  dikkate alarak Türkiye'nin toplumsal barışına katkı sunacak bir zemin açar. Biz dünden hazırız. Tabii biz de aktörüz. Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak üzerimize düşen bir sorumluluk varsa tabii ki yerine getiririz.

“PKK’ye talimat verecek bir noktada değiliz”

Sayın Bahçeli'nin dediği gibi PKK’ye talimat verecek, şunu yap diyecek bir noktada değiliz. Sanırım bunu herkes biliyor. Bizim işimiz de değil. Eğer bir çözüm düşünülüyorsa çeşitli aktörler var. Orta Doğu’yu ilgilendiren bir sorun. Sadece Türkiye ile sınırlı olsaydı. Bahsedilen şeylerle sınırlı olmadığı için bütünlüklü tartışılması gerekiyor. Gerçekten samimi bir süreç isteniyorsa bütün aktörler ve kurumların dikkate alınması gerekiyor.

En önemlisi de adına Çözüm Süreci denilen süreç gibi olmamalı. Toplumdan kaçırılmamalı, açık, şeffaf olmalı. Bir şey olacaksa kamuoyunun gözü önünde olmalı. Hep birlikte bir araya gelip tartışmalıyız. Bu süreç Türkiye halklarının tamamının lehine bir süreç olur.

“Barış olmalı ama sözsel değil özsel olmalı, bir pratiğe dayanmalı”

Gazeteci Amberin Zaman’ın haberiyle ilgili bizde teyitli bir bilgi yok. İmralı ile görüşmeler oluyor mu olmuyor mu, onu da İmralı’dan haber alamadığımız için bilemiyoruz. Bütün çatışma süreçlerine dönüp baktığımızda çatışanlar önce görüşür ve demokrasi güçleri de bu konuda aracı olur. DEM Parti demokratik zeminde kendi misyonu ve rolünü oynayacak. Gerçekten bir çatışmasızlık ve çözüm sürecinde bir samimiyet varsa, İmralı ile varsa bir görüşme, görüşülmüşse bunun açığa çıkmasını sağlamak da kayyım rejimini uygulayanların bundan vazgeçmesi gerekiyor.

"Öcalan mı Demirtaş mı ikilemi yaratılmak isteniyor"

Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Selçuk Mızraklı ile görüştük. Öcalan mı Demirtaş mı ikilemi yaratılmak isteniyor. Demirtaş "Kimse ikilik yaratmaya kalkmasın. Barış sürecinin başlayabilmesi için ön koşul ya da ilk vereceğim refleks tecridin kaldırılmasıdır" dedi. Her üç arkadaşımızla ortaklaştığımız nokta şu; DEM Parti’nin durduğu zemin net, çerçevesi belli ve biz bu zeminden ilerleyeceğiz. Bu konuda mutabıkız kendileriyle. O da şudur; DEM Parti barıştan yanadır. Kürt sorunu Türkiye'nin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engellerden birisidir. Bu sorunun çözülmesi Türkiye’nin demokratik ortamını rahatlatacak ve büyütecek. Ayrıca da bu savaşın ve çalışmanın ülke ekonomisine çok bir yükü var. Türkiye çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya iken buradan da ele alınmalı bu konu. Konuşmamız gereken bir konu da Orta Doğu’daki gelişmeler, Kızıl Deniz’de neredeyse bütün ülkelerin savaş gemilerinin konumlandığı bir dönemden geçiyoruz. Biz bu konuşmaları yaparken İsrail’in Gazze'ye dönük saldırıları başlamamıştı. Lübnan ve Ürdün’e sıçrama ihtimali olan bir savaş ve İran’ın savaşa çekilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir dönemde Kürt barışını sağlamak, dört parçada bu barışı sağlamak çok önemli. Orta Doğu kaynayan kazan, ateş her yeri sardı. Bu ateş çemberi öyle ya da böyle, ister göçmenlik meselesi, ister sınırların güvensizliği, isterse IŞİD, El Nusra gibi örgütlerin Türkiye’deki konumlanması ve Türkiye’yi üst olarak kullanıp hem bize hem de başka ülkelere verdikleri zararlar. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda İsrail bize saldırmasa da bir ateş çemberi içerisindeyiz. Türkiye aynı zamanda bu yeni enerji koridorlarında şu an için yok. Bütün bu gelişmeler karşısında biz şu teklifi hep yaptık, kürsülerden de yaptık. Türkiye Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözerse, bir model oluşturursa, aynı zamanda Suriye'de, Kuzey ve Doğu Suriye’deki statü meselesinin çözümüne katkı sağlarsa sadece Türkiye'nin demokratikleşmesine ve halkların yan yana durmasını sağlamış olmaz, bölge barışına da katkı sağlar. Dün olduğu gibi çağrımızı net olarak söylüyoruz. Kürt sorunu çözülürse bölgede rahat bir nefes alınır. Kürt, Türk, Arap kardeşliği, bu bölgenin çok ihtiyaç duyduğu konulardan biridir. Bunu sağlamak çok önemli. Bu süreç, ümit ediyoruz ki buna hizmet edecek bir yere evrilir. Şayet bir barış süreci konuşulacaksa sadece uzatılmış bir el üzerinden hareket edilmeyeceğini, somut adımlar atılması gerektiğini Demirtaş, Yüksekdağ ve Mızraklı arkadaşlarımız da dile getirdiler. Barış olmalı ama sözsel değil özsel. Bir pratiğe dayanmalı ve bir yol temizliğine ihtiyaç var.

“Yeni anayasaya indirgenemeyecek bir sorundan bahsediyoruz”

Bu ülkenin üç trilyon dolarını yutmuş bir sorundan bahsediyoruz. Ülkemizin üç trilyon doları güvenliğe, Kürt ana dilini konuşmasın diye harcanmış. Şuraya bağlanır mı bilmiyoruz. Anayasa için araçsallaştırılan, ne zaman yapılacağı belli olmayan bir seçim ön yatırımı gibi… Bu iki başlık bunu karşılamıyor.  Türkiye'nin içerisinde bulunduğu dar boğaz, içeride ve dışarıda yaşadıkları, Orta Doğu’daki ateşin ne zaman nerede hangi ülkeye sıçrayacağını merak ettiğimiz, kaygılandığımız bu süreçte en temel meselemiz konusunda iktidar ortağının bir şeyler söylemesi çok garip değil. Garip olan bir süreç olsun, açık olsun, şeffaf olsun, bu mesele çözülsün, araçsallaştırılmasın demememiz. Kaç gündü izliyoruz, gelişmeleri anayasaya bağlayan, bizim kandırıldığımıza kadar götürüyorlar. Parti olarak kaldırılsak Kürt halkı gidip oy mu verecek? Bir  süreç olur mu bilmiyoruz ama önceki süreçlerden bir ders çıkarma durumu, bir okumamız var. Sayın Bahçeli’nin konuşmalarına bakılırsa sorunun muhataplarını da kendisi belirledi. Kandil’e, İmralı’ya, DEM Parti’ye çağrı yaptı. Tam da bizim dediğimiz gibi, bu sorun çok aktörlü, çok kapsamlı bir sorun olduğu için orada bir okuma var. Anayasa değişikliği ayrı bir mesele. Anayasa sadece siyasi partilerle yapılacak bir şey değil. Toplumsal bir sözleşmeden söz ediyoruz. Toplumun katılmadığı, Alevinin, Kürdün, gençlerin, kadının, diğer inançların kendisini tanımlayan bir anayasa DEM Parti evet dese ne olacak. Amed, Dersim, Kars  evet diyecek mi? Bence biraz izlemek gerekiyor. Koşullar zorluyor ama bu ülkeyi yöneten akıl gerçekten bu süreci araç sallaştırmak mı istiyor, bir yere varmak mı istiyor, geçmişten dersler çıkararak samimi bir şekilde bu meselenin çözümü için bir yol mu buluyor, biz de bunu anlamaya çalışıyoruz. Samimi bir durum ortaya çıkarsa tabii ki yeni bir anayasa da yapılmalı. Biz samimi olan bir adıma, girişime yok diyecek bir siyasi parti, siyasi hareket değiliz. Cezaevleri bizlerle dolu. Kayyımlar bizlere, gözaltına alınan, soruşturma açılan, tutuklanan bizleriz. Katledilen biziz. Özel politikalarla, ikili politikalarla bölge resmen uyuşturucunu, fuhuşun, kriminal işlerin, çürütmenin merkezi haline getirilmiş. Böylesine ağır bir sonuç yaşayan, bu sorunların çözülmesini isteyen bir parti duyarsız kalamaz samimi ellere, girişimlere, söylemlere, adımlara… Onun için takip ediyoruz. Peşinen ret etme şansına sahip değiliz, tuzu kuru değiliz. Samimiyet görürsek de hiç kimseye sormak zorunda değiliz. Birisiyle de görüşürsek niye kapalı kapılar ardında görüşelim. Açıktan oturur görüşür ve kamuoyuyla da paylaşırız.

“Çözüm isteniyorsa şeffaf, açık olmalı, toplumdan kaçırılmamalı”

Biz süreci görmek istiyoruz. Süreç mi bilmiyoruz ama bir şeyler oluyor. Bu olan şeyin ne olduğunu biz de gelecek adımlarda göreceğiz. Biz adımların ne olduğunu net olarak ifade ettik. Yol temizliği dedik. Nedir bunlar; düşünün ki biz bir tweet yüzünden ömür boyu ceza verilmiş eş başkanlarımızla cezaevinde görüşüyoruz. Partimiz HDP hakkında kapatma davası açılmış. Barışı ve demokrasiyi biz hapishanede konuşuyoruz. Bu bile Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloyu anlatmak için yeter de artar. O bakımdan somut olan şey nedir? Biz AİHM kararlarının uygulanmasını hep söyledik. Hem Gezi hem Kobani tutukluları için AİHM kararlarının uygulanması bir göstergedir. İmralı tecridinin ortadan kalkması, orayla görüşmenin sağlanması Kürt sorunun çözümü için olmazsa olmazdır. Sonuçta DEM Parti’nin tek başına hükümetle oturup çözebileceği bir mesele değil bu. Çatışan kesimlerin görüşmesi gerekiyor. Bütün özgürlüklerin kısıtlandığı, yurttaşın boğazının sıkıldığı, kadın cinayetlerini yaşandığı bir dönemde Türkiye toplumunu rahatlatacak adımlara ihtiyaç var. Bu konuda atılacak adımlar elbette önemli olacak.

2009 Oslo ve sonraki süreci hep beraber yaşadık. Çözüm Süreci’nden farklı olmalı. Toplum da eleştiri yöneltmişti. Şeffaf değildi, kapalı kapılar ardında yürütüldü vs. Hepimizin etkilendiği mesele niye açık olmasın. Onu anlamak da zor. Açık olmayan şey muhtemelen bir sonuca gitmeyecek diye planlanıyor. Eğer bir şeyin çözümü gerçekten isteniyorsa şeffaf yapılır. Kırk yıllık bir savaş var, yarattığı dünya kadar sonuç var. Toplum bu sonuçların bedelini çok ağır ödüyor. Ama toplumdan kaçırılarak, iki siyasi parti ya da siyasi partiler içerisindeki aktörlerin bu meseleyi yürütmesi… Bunlardan bir sonuç alınmadı.

“Bahçeli başını koyuyordu, biz bedenimizi koyarız”

Bir önceki dönem gibi olmasın. Toplumun göz önünde yapılması gerekiyor. O  dönem aktörler de farklıydı. Yani o dönem şu anda Türkiye’nin iç barışını sağlamalıyız diyen MHP o dönem sürecin tam karşısındaydı. Türkiye'nin birinci partisi de bu mesele karşısındaydı. Hatta farklı farklı örgütlenmeler siyasi partiler de bu mesele karşısındaydı. Aslında sadece biz değil, o süreci yönetenlerin tamamı dersler çıkarmalı.

Şimdi bir süreç olursa mevcut zemin buna çok uygun. Cumhuriyet Halk Partisi eğer annelerin göz yaşı duracaksa "Biz karşı çıkmayız" diyor. DEVA, Gelecek, Saadet Partisi’nin AKP’nin kurucu öncülerinin açıklamaları geliyor. Ama henüz topluma tam inmediği için toplumun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Yani oradan da bir basınç gelirse bu süreç bir yere evriltilebilir. Biz çok dersler çıkardık. Bahçeli’nin dile getirmesi önemli ama artık toplum sözlere doydu. 2024 emeklilerin yılı olacaktı ama emekliler perişan oldu. 2013’te Çözüm Süreci olacaktı ama Kürt’ün cezaevine girdiği, fabrikaların özelleştirildiği, yerine ovalara cezaevlerinin kurulduğu bir süreci yaşadık. Geçenler de Bahçeli de söyledi, siyaset mi silah mı? Silah orada ama biz siyaset yapıyoruz ve başımıza gelmeyen kalmadı. Siyaset kanallarını tıkayan kendileri. Diğer taraftan silah mı siyaset mi diyor! Bahçeli’nin söylemesi önemli ama sadece söylemeyi aşacak bir noktaya gelmesi gerekiyor. AYM, AİHM kararlarına uyulacak mı, seçilmiş milletvekilleri içeride olacak mı, kayyım atanacak mı bilmiyoruz. On beş gün sonra, bir ay sonra ne olacağını bilmiyoruz. En baştan reddetmek doğru değil. Belki gerçekten bu sürecin en önemli taraflarından biri olan iktidar da geçmişten dersleri çıkarmış olabilir. Aldatmaca, kandırmaca da olabilir. Bu sıkışık durumdan çıkmak, biraz nefes almak için gündem değiştirmek için de olabilir ama bunları söylemek için elimizde yeterince done yok. O nedenle izleyeceğiz. Biz kendimize güveniyoruz. DEM Parti izleyen bir durumda değil. Anlamaya çalışıyoruz. Özgüvenliyiz. Türkiye toplumu nefes alacaksa, demokrasi gelecekse biz buradayız.

"PKK’ye silah bırakın diyemeyiz, biz PKK’li değiliz"

PKK’ye silah bırakın diyemeyiz. Biz PKK’li değiliz. Onlar adına konuşamayız. Örgütün lideri tecrit altında. Örgütün elinde silah var ve bunun çözülmesi isteniyorsa başka bir şeylerin devreye girmesi gerekiyor. Ama demokratik bir anayasada, bu meselenin tartışılmasında, yasaların yapımında biz buradayız ve hazırlıklıyız. Biz bu işin içerisinde olan, mücadelesini yürüten insanlarız. Pasif bir durumda duruşta değiliz ama umut satmayacağız. Bu bir süreçtir, cezaevleri boşalacak, demokrasi gelecek, demokratik bir anayasa yapılacak, ekonomide adalet sağlanacak, İstanbul Sözleşmesi kabul edilecek, gençler içerisinde bulunduğu bataklıktan kurtulacak diyemiyoruz. Samimi, somut, net, sade… Sadece Kürtlerin değil Türkiye toplumunun, 85 milyonun lehine olan her şeyde biz gayet de muhatabız. Buradayız. Bu somut adımlar Kürt sorunu ile başlamaz da ekolojik kırımla ilgili bir mesele ile başlar. Emeklilerle ilgili bir mesele ile gelir. Demokrasiyle gelir, oradayız. Kendimize güveniyoruz. Tabanımız da güveniyor. Barış ciddi, onurlu bir iştir. Biz ne kimsenin onurunun kırılmasını isteriz ne de kendimizin vermiş olduğu mücadelenin bedellerinin onurunu kıracak bir davranışta bulunuruz. Onun için ölçerek, biçerek, tartarak konuşuyoruz. Emin olun bir ışık görürsek Bahçeli başını koyuyordu biz bedenimizi koyarız. Bu süreç kimi basın yayın organlarında tartışıldığı gibi bir aldatmadan kandırmadan ibaretse de zaten mücadelemiz devam ediyor. Hiçbir zaman çökmedik, sözümüzü her zeminde kullandık, direndik.

“TBMM’de barış komisyonu kurabiliriz ve başkanı da CHP’den olabilir”

Bütün vekillerimiz belli süreçlerde Öcalan’la görüşmek için başvurular yaptı. Avukatlarımız da yapıyor. Ömer Öcalan’la daha görüşmedik ama öyle bir şey olsaydı haberimiz olurdu.

Şeffaflıktan kastımız şu, barış görüşmelerinde belli başlı konularda evet biz görüştük, evet süreç başladı, belli başlı konularda şu kadar yol alınabilir diyebilmek. Türkiye’nin içindeki demokrasi güçleri, muhalefet partileri burada öyle bir şey yapılmalı ki mesela Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde barış temalı bir komisyon neden kurmuyoruz? Mesela böyle bir komisyon kurulursa Türkiye'deki grubu bulunan bütün siyasi partiler böyle bir komisyonda yer alır ve herkes bunun bir parçası olur. Barışın toplumsallaşması derken, bir adımı da budur. Böyle bir komisyon hızla oluşturulabilir. Bu sorunu nasıl çözebilir diye detaylı bir çalışma yürütebilir. Hatta birinci partinin bir temsilcisi o komisyonun başında olabilir. CHP’nin bu meseleye katkı sunması, karşı durmayacağını açıklaması kıymetli. Sırrı Süreyya arkadaşımız iki partinin genel başkanlarına teşekkür etti, ben de sizin aracılığınızla Özgür Bey’e teşekkür etmek istiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olmadan bu iş olmaz. Ama ana muhalefet partisinin Türkiye’nin en önemli ve köklü sorunlarından biri hakkında mutlaka bir fikri olmalı, programı olmalı. Türkiye'nin birinci partisinin bir fikri yoksa bu anormal bir durumdur, eksikliktir.

Diğer yandan geçmişte bu meseleye kafa yoran yazan çizen bütün aktörlerle bir araya gelmeyi düşünüyoruz. Siyasi partileri de ziyaret edeceğiz.

“Kilit nokta Kuzeydoğu Suriye’dir, burada barış orada top tüfek olmaz”

Suriye’deki iç savaş sürecinde Türkiye Kürtlerle barışı sağlasaydı Türkiye’nin bölgede rolü farklı olurdu. Model olurdu. Oradaki çatışma ve savaşların bitmesi konusunda çok önemli bir rol oynayabilirdi. Suriye bu halde olmayabilirdi. İran’ın bu yayılmacı politikaları vs… Koşullar Çözüm Süreci’nden çok farklı. Orta Doğu’daki ateşin buraya sıçramaması için birlikte durmak en önemli güvenliktir. İHA, SİHA’ya yapılan yatırımlardan daha güvenlidir Kürtlerle Türkiye’nin yapacağı barış. Şimdi burada kilit nokta Kuzeydoğu Suriye'dir. Biz de önemsiyoruz. Burada barış eli orada top tüfek olmaz. Yüz yıl önce aynı köy aynı akrabalarız. Bir gecede oraya sınır çekiliyor, oraya Suriye, buraya Türkiye bayrağı dikiliyor. Oraya duyarsız kalın, girelim, katledelim, oradaki paramiliter, cihatçı güçler vs. İşte kırılma noktası tam da orada oldu. Yoksa burada Kürt meselesinin çözümünde burası en kolayıdır. Kürtler burada toprağa bayrağa dayalı bir şey istemiyor. Ana dilini özgürce konuşmak istiyor, eğitim almak istiyor. DEM Parti’nin  Türkiye’nin bayrağı ile değerleriyle, sembolleriyle bir sorunu yok. Demokratik anayasa yapılırsa, yerel yönetimler reformu… Kürtler bir çözüm kardeşlik, birlikte yaşama inanmasıdır çözümü kolaylaştıran.

“Kürtlerle hasım değil hısım olma zamanı”

PYD tehdit değil, Türkiye’nin Suriye’deki meseleye bu kadar müdahil olmayıp, oradaki halkların kendisini nasıl yöneteceğine kendisinin karar vermesine saygı duyması gerektiğini düşünüyoruz. Kürtler ulus devlet meselesini geride bıraktı. Onun yerine demokratik ulus fikriyatıyla hareket ediyor. Ulus devlet olmak özgür olmak, mutlu olmak, demokrasinin saat gibi işlediği bir ortam demek değil. Nerede yaşıyorsak oradaki halklarla birlikte kendi kimliğimizle eşit yurttaş olmak istiyoruz. Bunun neresi tehdit?

Türkiye’nin 60 milyon Kürt’le hasım değil hısım olma dönemidir. PYD’den Türkiye’ye bir tehdit varsa somut ortaya koysunlar hep birlikte tavır alalım. PYD, El Kaide’den IŞİD’den daha tehlikeliyse biz de duralım. Türkiye’nin çıkarı Kürtlerle savaş değil. Toplum da yoruldu, bu sorun çözülsün istiyor. Bizim de Türkiye toplumunu irite edecek taleplerimiz yok. Halkımızın seçilmiş temsilcilerini hapse atmayın diyoruz. Bundan daha doğal, insani, hukuki, yasal bir şey var mı? Yerel yönetimlerle ilgili yerel demokrasiyi büyütelim diyoruz. Türkçe ortak iletişim dilimizdir, birleştiricidir ama Arap, Çerkes ana dilini öğrensin eğitimini görsün. Memleketi bölmez.

“MHP konusunda kırmızı çizgimiz yok, önemli olan sorunun çözülmesi”

Bir devlet organizasyonu bence en büyük meselesiyle ilgili her zaman hazırlıklı olmalı, tartışmalı konuşmalı. Sonuçta mahalle muhtarlığı değil. Orta Doğu’da bütün sorunların yaşandığı, vekâlet savaşlarının yaşandığı, bazı ülkelerin direk katıldığı savaşların çatışmaların olduğu yarın neye uyanacağımızı tahmin edemeyeceğimiz şok üzerine şokların yaşandığı bir yerde ben devlet olsam en önemli meselem için 24 saat teyakkuzda olurum. İzlerim takip ederim en uygun zamanda da o meselenin diyalogla çözülmesi için de büyük bir çaba içerisinde olurum. DEM Parti olarak biz de bu meseleye çalışıyoruz, durmuyoruz. Sadece Bahçeli ile başlaması şey oldu. Ama önemliydi… Geçmişte bu konuya muhalefet eden MHP’nin içinde olmasının toplum yararına olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kırmızı çizgimiz yok. Meselenin çözümü bizim kırmızı çizgimiz. Kimin yaptığı, önde olduğu ayrıntı… Barış olacaksa silahın bir anlamı kalmıyor. Barışın olacağı bir yerde başka araçlara niye ihtiyaç duyulsun ki… Bizim önceliğimiz bir sürecin samimi yürüyüp yürümeyeceğini anlamak. Bunu görürsek kim, ne yaptı ne dedi hangi adamı attı, bunlar önemli ama al-ver meselesi gibi de yaklaşmıyoruz. Meseleyi önemsiyoruz. Büyük titizlikle anlamaya çalışıyoruz. Bizim kimseyle, AKP, devlet ne derseniz deyin, direkt ya da dolaylı tek bir temasımız, fikir alışverişimiz yok.

(T24)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder