18 Ekim 2024 Cuma

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -18 Ekim 2024 -

Şişli Belediyesi Torun Center'ı mühürledi: Kat betonları kesilmiş

İstanbul'da Ali Sami Yen Stadyumu'nun yerine yapılan Torun Center, projeye aykırı yapılaşma olduğu gerekçesiyle Şişli Belediyesi tarafından mühürlendi.

İstanbul'da CHP'li Şişli Belediyesi'ne bağlı zabıta tarafından tutulan Yapı Tatil Tutanağı'nda, devasa rezidansın bazı katlarında iskan sonrası bağımsız bölüm duvarlarının kırılarak birleştirildiği belirtildi.

OdaTV'nin haberine göre, Mecidiyeköy Büyükdere Caddesi üzerinde, Eski Ali Sami Yen Stadyumu'nun yerine, 2016 yılında yapılarak iskan alan ve içerisinde çok sayıda konut, ofis ve mağazaların bulunduğu Torun CenterŞişli Belediyesi Yapı Kontrol Müdürlüğünün yaptığı denetimler sonucunda mühürlendi.

Belediye zabıtası tarafından 17 Ekim’de düzenlenen mühürleme tutanağında, rezidanstaki D blokta yer alan çok sayıda daire adına "basit onarım izni" alınıp, daha sonra kapsam dışına çıkılarak, "kat betonlarının kesildiği" ifade edildi.

12 bin metrekarelik aykırı yapılaşma tespit edildi

Bir örneği proje sahibi Torunlar Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş'ye tebliğ edilen tutanakta, binanın 8 ayrı katındaki çok sayıda dairenin, iç duvar ve betonları kesilerek birleştirilmesi suretiyle mimari proje dışına çıkıldığı ve yaklaşık 12 bin metrekarelik aykırı yapılaşma tespit edildiği vurgulandı.

İnşaatında 10 işçi ölmüştü

6 Eylül 2014’te Mecidiyeköy’deki Torun Center inşaatındaki asansör, içinde bulunan işçilerle birlikte 33’üncü kattan zemine çakıldı. 10 işçi hayatını kaybetti.

İnşaat, 42'şer katlı iki rezidans ve 36 katlı bir ofis bloğu olmak üzere 3 bloktan oluşuyor. 1500 işçinin çalıştığı inşaat bitmeden satışa çıkan projede daire fiyatları 580 bin dolar ile 4 milyon dolar arasında değişiyordu. İşçiler 21 taşeron firmanın çalıştığı ve denetim yapılmayan inşaatta bozuk asansöre bindirildiklerini açıkladı.

İstanbul Valiliği asansör kazasında ölen işçilerin isimlerini açıklamıştı: Tahir Kara, Hıdır Ali Genç, İsmail Sarıtaş, Bilal Bal, Cengiz Tatoğlu, Murat Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Ferdi Kara, Cengiz Bilgi.

Nisan ayında da, 19 yaşındaki Erdoğan Polat aynı inşaatın 15. katından düşerek hayatını kaybetmişti. Van’dan gelerek inşaatta çalışan Polat’ın dayısı Kerem Yıldırım Çakar, “Bu olayda büyük bir ihmal var. Hiçbir güvenlik tedbiri alınmamış. Olay oradaki sepetin halatının kopması ile meydana geliyor. Yani benim yeğenim düşmüyor, halatın kopması sonucu düşüyor” demişti.

Torun Center'da yaşanan iş cinayeti sırasında orada çalışan Fesih Akçakaya kaza öncesi asansörün birçok kez bozulduğunu ve irili ufaklı kazaların olduğunu ve kaza sonrasında 3 gün boyunca “bilgi sızdırılmaması” için içeride tutulduklarını anlatmıştı. Akçakaya, “Beni o akşam karakola götürdüler, bana para teklif ettiler ama kabul etmedim. Ben arkadaşımın kanını satmam. İnsanlar bugün öldü, ben de yarın ölebilirim” demişti. - Fotoğraf: Torun Center işçisi, Evrensel

Erdoğan’ın yakın arkadaşıydı, cezalar paraya çevrildi

Asansör kazasının yaşandığı Torun Center'ı inşa eden Torunlar Şirketler Grubu'nun sahibi Mehmet Torun, Forbes’in 2013’te yayınladığı en zengin Türkler listesinde 580 milyon dolarlık servetiyle 78’inci sırada yer aldı.

Yönetim kurulundaki en dikkat çekici isim ise Ali Çoşkun. 58 ve 59. hükümette Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapan Çoşkun bir süredir şirketin yönetim kurulu başkan vekili.

AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile imam hatip lisesinden arkadaş olan Aziz Torun gençlik yıllarında Erdoğan ile birlikte futbol oynamış. 

Mecidiyeköy'deki Torunlar Center inşaatında 10 işçinin ölmesiyle ilgili davada kararını açıklayan mahkeme, 9 sanığa 8 yıl 4 ay hapis cezası verdi.

Ceza, 60 bin 800'er liraya adli para cezasına çevrildi.

                                                        *** 

7 Ekim’i ‘Kükreyen bir tufanla geleceğiz’ diye haber vermişti: Yahya Sinvar çarpışarak öldü

Filistin direnişçisi, Hamas lideri Yahya Sinvar’ın Gazze’deki çatışmada son anlarında işgalciye ait İHA’ya sopa fırlattığı görüntüler direnişin bir simgesi olarak tarihe geçecek.

İsrail Tahran’da suikastla öldürdüğü Hamas Siyasi Başkanı İsmail Haniye’nin ardından örgütün başına geçen Yahya Sinvar’ı da dün Gazze’de öldürdüğünü açıkladı.

Sinvar’ın öldürülüşü İsrail’in direniş liderlerine yönelik istihbarata dayalı suikastlarından biri değildi. Sinvar Gazze’nin güneyindeki Refah’ta Tel Sultan bölgesinde İsrail ordusuyla girdiği çatışmada hayatını kaybetti.

İsrail tarafından yayınlanan görüntülerde Sinvar’ın çatışma sonrası girdiği metruk bir evde yaralı olarak oturduğu bir koltukta kendisini hedef alan İsrail’e ait insansız hava aracına (İHA) son bir hamleyle sopa fırlattığı görülüyor.

İsrail, görüntüleri, kendi propagandasını yapmak için yayınladı. Ancak görüntülerin etkisi, şimdilik, İsrail'in beklediği gibi olmamış görünüyor.

Sinvar’ın çarpışarak ölümünü gösteren bu görüntülerin direnişin sembollerinden biri olması beklenirken, İsrail’in Filistin direniş liderlerinin sığınaklarda saklandığı anlatısı da yerle bir oldu.

Biden Netanyahu'yu tebrik etti, Blinken İsrail'e gidecek

İsrail ordusu dün yaptığı ilk açıklamada Gazze’de 3 Hamas militanını öldürdüğünü, birinin Yahya Sinvar olabileceğini araştırdığını duyurmuştu.

Dün akşam saatlerinde ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun telefon görüşmesinin ardından Biden Hamas lideri Yahya Sinvar’ın ölümünü teyit etti. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da dünya genelinde görüştüğü dışişleri bakanlarına mesaj göndererek Gazze’deki saldırıda Hamas lideri Yahya Sinvar’ın hayatını kaybettiğini duyurdu.

Biden ayrıca Netanyahu’yu Sinvar’ın ölümü nedeniyle “tebrik ettiğini" açıkladı, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın yakında İsrail’e gideceğini bildirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sinvar’ın ölümünü “ateşkes için bir fırsat” olarak nitelerken, benzer açıklama AB tarafından da geldi. AB Dış Politika Şefi Josep Borrell, Sinvar için “terörist” ifadesini kullandı ve Hamas liderinin “acilen gerekli ateşkesin önünde engel” olduğunu öne sürdü.

Hamas'tan henüz açıklama yok, Hizbullah direnişte yeni aşamayı duyurdu

Hamas’tan Sinvar’ın ölümüne ilişkin henüz bir açıklama yapılmadı.

İsrail’in saldırılarını sürdürdüğü Lübnan’da Hizbullah, Sinvar’ın ölümünün ardından yaptığı açıklamada “İsrail’e karşı koyuşun yeni ve tırmanan bir aşamasına geçileceğini” duyurdu. Hizbullah bu yeni aşamanın önümüzdeki günlerde netleşeceğini bildirdi.

İran: Sinvar'ın son anları direniş için model olacak

İran’ın BM misyonundan yapılan açıklamada ise Hamas lideri Yahya Sinvar’ın son anlarının direniş için bir model olacağı vurgulandı, “direniş ruhunun güçleneceğini” belirtildi.

Lübnan merkezli El Mayadin’de yer alan bir yazıda Sinvar için ”Aksa Tufanı operasyonunun arkasındaki sanatçı” denildi.

1962 doğumlu Sinvar’ın direnişle geçen yaşamındaki dönüm noktalarının hatırlatıldığı yazıda, Sinvar’ın İsrail hapishanelerinde 20 yılı aşkın süre geçirdiği tutukluluk sürecine de değinildi. 

Yazıda Sinvar’ın 14 Aralık 2022’de Hamas’ın kuruluşunun 35. yıldönümünde Gazze’de bir kalabalığın önünde yaptığı ve televizyondan yayınlanan bir konuşması da hatırlatıldı.

Aksa Tufanı'ndan bir yıl önce konuşmuştu: 'Kükreyen bir tufanla geleceğiz'

Sinvar’ın Aksa Tufanı’ndan yaklaşık bir yıl önce Gazze’de yaptığı o konuşmanın hamaset olmadığı daha sonra ortaya çıkacaktı.

Geçtiğimiz günlerde Reuters’ın bir haberinde de alıntıladığı o konuşmasında Sinvar, işgalci İsrail’e şöyle sesleniyordu:

"İnşallah, size kükreyen bir sel gibi geleceğiz. Size bitmeyen roketlerle geleceğiz, size durmayan bir savaşçı seliyle geleceğiz, size milyonlarca insanımızla, kesintisiz bir gelgit gibi geleceğiz.”

Sinvar’ın bu sözleri Filistin direnişinin 7 Ekim 2023’te başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’yla ete kemiğe bürünürken, Sinvar’ın son anlarında İsrail’e karşı koyma çabasının görüntüleri de şimdiden direniş için bir simge haline gelmiş görünüyor.

Hamas'ın yeni lideri Halid Meşal mi olacak?

Öte yandan Hamas’ın Sinvar’dan sonraki liderinin Halid Meşal olacağı iddia edildi.

Lübnan merkezli LBCI televizyonu şu an için Hamas'ın liderliğini, örgütün dış ilişkiler sorumlusu ve eski siyasi büro başkanı Halid Meşal'in vekaleten üstlendiğini ileri sürdü.

İsmail Haniye’nin İsrail tarafından suikast sonucu öldürüldüğü 31 Temmuz’dan sonra Meşal’in adı Hamas’ın liderliği için geçmiş ancak Hamas Siyasi Büro Başkanlığı’na Yahya Sinvar getirilmişti.

Hamas’ın Gazze dışında ikamet eden liderlerinden biri olan Meşal zamanının büyük kısmını Katar’ın başkenti Doha ile Mısır’ın başkenti Kahire’de geçiriyor.

Yahya Sinvar kimdir?

Yahya Sinvar 29 Ekim 1962’de Gazze'deki Han Yunus kampında doğdu. 1948 Nakba'sında zorla yerlerinden edilen mülteci ebeveynlerin çocuğu olan Yahya, erken yaşlarından itibaren siyasetle yoğun bir şekilde ilgilendi. Gazze İslam Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden alanında lisans derecesi aldı.

İsrail tarafından, ilk defa 1982 yılında tutuklanan ve 4 ay hapis yatan Sinvar, 1985 yılında "gizli bir örgüt kurmak" suçlamasıyla ikinci defa tutuklandı.

Sinvar, 1988'de İsrail tarafından tutuklandığında ise 4 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edildi.
Hamas'ın 11 Ekim 2011'de İsrail ile yaptığı esir takası anlaşması çerçevesinde 23 yıl sonra İsrail hapishanelerinden serbest kalan Sinvar, Hamas'ın siyasi bürosuna üye oldu.

Arap basınında Mayıs 2021'de çıkan haberlere göre, Sinvar, İsrail'in hava saldırısından kurtulmuştu.

Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın ilk kurucularından sayılan Sinvar, aynı zamanda Hamas'ın güvenlik ve davet teşkilatı olarak isimlendirilen Mecd Gücü'nün de kurucusuydu.                                          ***

İzmir'deki 'Basmane Çukuru' kimin?

"Cemil Tugay’ın önerisi, hangisi olduğundan bağımsız bir şekilde, eski Semt Garajı alanına bir sermaye grubunun el atmasına neden olacağı için, Tugay birinci dereceden sorumludur."

“Basmane Çukuru” ifadesinin, alanın piyasaya devredilmesi için bilinçli bir şekilde yaygınlaştırıldığını düşünüyor ve söyleşi boyunca, mümkün olduğunca alandan eski Semt Garajı alanı olarak bahsedecek olsak da, konunun kent gündemindeki yaygın ifadesini, daha anlaşılır olabilmesi için başlıkta kullanmayı tercih ettik."

Yıllardır İzmir kent gündeminin önemli başlıklarından biri olan ve “Basmane Çukuru” olarak anılan eski Semt Garajı alanı yeniden gündemde.

Bu sefer, konuyu gündeme getiren ise İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay'ın, 2020 yılındaki Ege Denizi Depremi’nde hasar gördüğü için yıkımına karar verilen Ana Hizmet Binası'nın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından yapılması karşılığında, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin eski Semt Garajı alanındaki hissesini TMSF’ye devretme önerisi oldu.

Kentte konuyla ilgili gündeme gelen son gelişmeleri ve TMSF'ye devir meselesini Semt Garajı'na dair süreci araştıran ve takip eden "TKP İzmir Kent Komitesi" adına TKP İzmir İl Başkanı Savaş Sarı'ya sorduk.

Eski Semt Garajı alanının devri konusu yeniden İzmir'in gündemi oldu. Siz konuyu nasıl takip ediyorsunuz?

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin eski Semt Garajı alanındaki hissesini TMSF’ye devretme önerisi, uzun bir süre sessizlikle karşılandı. Zamanla kimi tartışma ve yorumları da beraberinde getirdi. Ancak kamuoyuna yansıyan boyutları ile eski Semt Garajı alanı da, diğer gündem başlıkları gibi sınırlı bir şekilde ele alınan, geçmişi gösterilmek istenmeyen, geçmişten kopuk şekilde ele alınan konulardan oldu.

Şehrin sorunlarını arkadaşlarımızın bilimsel açıdan ele alıp çalışmalar, raporlar hazırladığı ve kamuoyuyla paylaştığı TKP İzmir Kent Komitesi'yse konuya itiraz etti.

TKP İzmir Kent Komitesi, yıllardır konuyu takip ediyor, geçmiş dönem belediye başkanlarının sorumluluklarını açıkça ortaya koyuyor. Cemil Tugay’ın önerisine karşı ilk çıkış yapan da TKP İzmir Kent Komitesi oldu.

'Belediyenin hizmet alanı yapabileceği büyüklük ve nitelikte bir alanı yokmuş'

İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Cemil Tugay, yakın zamanda, eski Semt Garajı alanındaki belediye hakkının, 2020 yılında hasar alan büyükşehir belediye binasının inşaatı karşılığında, TMSF’ye devredilmesine dair bir öneriden söz etti. Ve bu devrin kamu yararını gerekçesi ile yapıldığını, çözüm için yapılacak bir feragat olduğunu aktardı. Sizce bu öneri, gerçekten kamu yararı içeriyor mu ve yaşanan sorunlara bir çözüm bulacak mı?

Öneri, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, “iki önemli sorunu eş zamanlı çözüm” olarak sunuldu. Neydi bu sorunlar? Birincisi, belediye hizmet binasının yapılması. İkincisi de, “Basmane Çukuru” olarak anılan alanın geleceğinin ne olacağı.

İlkinden başlarsak… Dediğiniz gibi, 2020 Ege Denizi Depremi sonrasında, büyükşehir ana hizmet binası hasar gördü. Dönemin belediye yönetimi tarafından, güçlendirme yapılmasının maliyetli olacağı değerlendirildi ve binanın yıkımına karar verildi. Belediye hizmet binası da, İzmirlilerin bildiği üzere, Kültürpark içerisinde bulunan ve fuarlar için tasarlanmış olan hollere “geçici” olarak taşındı.

Geçici diyoruz çünkü Kültürpark içerisindeki hollerin gerekli çalışma koşullarını sağlamayacağı açıktı ve daha da ötesinde, Kültürpark’ın doğal niteliğinin böylesi kalıcı bir yoğunluğu taşıması mümkün değildi. Ve elbette, belediye yönetimi, yeni bir hizmet binası yapılmasını kendi hesabına yazılacak prestij olarak görüyordu.

Bu nedenle, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, bir süredir yeni hizmet binası yapılması ve binanın yapılacağı yeri bulma gündemi var.

Önce binanın yeniden yerinde yapılması tartışıldı. Alanın dolgu alanı olması, tarihi sit alanı niteliği taşıması, bu nedenle yeni yapılacak binada yükseklik sınırı getirilmesinin gerekmesi, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafından kalan alanların ne olacağının belirsizliği gibi başlıklar, binanın yeniden yerinde yapılması alternatifini askıya aldı.

Belediye, mülkiyetinde bulunan diğer alanlara baktı, bunun üzerine. Ancak, öyle bir durum vardı ki, belediyenin hizmet alanı yapabileceği büyüklük ve nitelikte bir alanı olmadığı ortaya çıktı. Ya satılmış, ya belediye hissesi sınırlı ya da bir arsa politikası olmadığı için, yeni imar planları yapılırken belediye hizmet alanı için yer ayrılmamış.

Garipliği anlatmak için şöyle bir örnek verelim. Bugün gökdelenlerin yükseldiğini gördüğümüz ve “yeni kent merkezi” olarak geçen alanda, özel mülkiyetlere o kadar büyük inşaat hakları tanınırken, yeterli büyüklükte bir belediye hizmet alanı yok. Olanlar da dağınık ve bölünmüş bir şekilde. Adını yeni kent merkezi koymuşlar ama o kent merkezinde, kamuya nitelikli bir yer vermemişler. Daha ne diyelim…

              "Yeni kent merkezi" diye anılan ancak kamuya ait nitelikli bir yer bulunmayan alan. 

Cemil Tugay belediyenin mülkiyetlerini 'kaynak' olarak gördü

Durum böyleyken, Cemil Tugay, daha adaylık sürecinde, kamuoyu ile paylaşılmış bir fizibilite çalışması olmadan, belediye binasının eski yerinde yapılması gerektiğini açıkladı. Belediye başkanı seçildikten sonra da, çevresindeki dar ekibi ile birlikte, hızlıca belediyenin birimlerini bu çalışmaya yönlendirdi.

Kimi sorunlarını, kendilerince hallettiler. Ama en önemli risk olarak da, bu işin maliyetini gördüler. Farklı başlıklarda, belediyenin ekonomik bir sorunu bulunmadığını ve kendisine yetebilecek güçte olduğunu söyleyen Cemil Tugay, ne hikmetse, hizmet binasının yapılması için ek bir kaynağa ihtiyaç olduğunu fark etti. Belediyenin mülkiyetlerini “kaynak” olarak gördü.

TMSF ile eski Semt Garajı alanındaki hisselerin pazarlığı da, arka plandaki başka süreçlerin etkisi ile de birlikte, bu arayışla birleşti. Gerçi, böylesi bir çakışma olmasaydı, yakın bir zamanda “Basmane Çukuru” ayrıca gündemi olurdu. Ancak, Cemil Tugay, bu iki başlığı birleştirerek, gündeme daha erken sokmuş oldu.  

Ve sonuçta, şöyle bir tablo ortaya çıktı: Bir arsa politikası olmayan, planları kamucu bir yaklaşımla hazırlamayan, belediye / kamu mülkiyetlerini koruyamayan ve arttıramayan, bu nedenlerle de yeni bir hizmet binası yapmakta zorlanan yerel yönetim, sorunun kendisini çözüm olarak sunmaya karar verdi.

Kamu mülkiyetinden vazgeçerek, bina yaptırmayı başka türlü yorumlayamayız herhalde.

            TMSF’ye devretme önerisi getirilen ve "Basmane Çukuru" olarak anılan söz konusu alan.

'Kamunun çıkarına değil, kamu malından elde edilecek kâra odaklanmışlar'

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hissesinin düşük olduğu ve bu nedenle de satılmasının daha uygun olacağına ilişkin yorumlar var ama… Bu konuda ne diyeceksiniz?

Bu konuda, iki temel itirazımız var.

İlki daha genel bir itiraz. Bahsettiğiniz yorumları okuduğumuzda, aklımıza finans sitelerindeki forum sayfaları geliyor. Biliyorsunuz ki, her konunun uzmanı olan kişiler bu sitelerde, iddialı bir şekilde tahminlerini yazarlar ve altına da “bu bir yatırım tavsiyesi değildir” diye eklerler.

Eski Semt Garajı alanı söz konusu olduğunda ise, o notunu göremezsiniz sadece. Çünkü o yorumun sahipleri, gerçekten yatırım tavsiyesi vermektedirler. Kamunun çıkarına değil, kamu malından elde edilecek kâra odaklanmışlardır çünkü.

Bu amaçla da, bir şeyi, bilerek ve isteyerek unuturlar, hatta daha da ötesi, unutturmaya çalışırlar: Yerel yönetimler, ne bir şirkettir ne de serbest piyasanın bir parçasıdır. Kamu hizmeti sunmakla, kamu kaynaklarını korumak ve geliştirmekle yükümlü kamu kurumlarıdır.

Bu öz kaçırıldığında, yapılan her şeye bir kılıf bulabilmek mümkündür. Araç geçiş garantili otoyol ve köprüler, yolcu sayısı garantili havaalanları, şehir hastaneleri için söylenen yalanlar da buradan beslenir. O yüzden, ileride Cemil Tugay’ın çıkıp, “Belediyenin kasasından bir kuruş çıkmadı” diyebilmesi mümkündür.

İkinci itirazımız ise, eski Semt Garajı alanı sürecinin doğrudan kendisine dair bir itiraz. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hissesinin düşük olmasının nedeni, kamu mülkiyetinin doğrudan sermayeye aktarılmasından kaynaklanmaktadır. Bu gerçeği görmeden gelemeyiz.

Güncel açıdan da, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yeniden alandaki tüm haklarını geri alabileceği koşullar söz konusudur. Bu gerçeğin üzerinin örtülmesine izin veremeyiz.

'Usulüne göre yapıldığı iddia edilen işlemlerde bile ihlaller var'

Sürecin geçmişine dair kimi ekleriniz olacak herhalde. Ancak, söyleşimizin ilerleyen bölümünde, bu başlığı daha ayrıntılı bir şekilde sormayı düşündüğümüz için, izninizle, daha güncel olandan devam etmek istiyoruz.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, sizin söz ettiğiniz şekilde alandaki tüm haklarını nasıl geri alabilecek?

“Basmane Çukuru” diye anılan alanda, belediyenin hisselerinin devrinde mevzuata aykırı uygulamalar var. Bunlar başlı başına geriye alınması için yeterli.

Öte yandan, usulüne göre yapıldığı iddia edilen işlemlerde bile ihlaller var.

Mesela, tapu devir işleminin dayanağı olarak kabul edilen ve 1997 yılında büyükşehir belediyesi ile Güçbirliği Holding tarafından imzalanan kat karşılığı inşaat sözleşmesinde, şirket tarafından yerine getirilmemiş bir hüküm var. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sadece bu maddeye dayanarak, şimdiye kadar sözleşmeyi iptal etmiş olması gerekirdi.

Öncelikleri kamu arazilerinin sermayeye devri olduğu için, bu seçeneği uzun bir süre kullanmayı tercih etmediler. Ama geçtiğimiz dönem, yıllardan beri işaret ettiğimiz tespitlere dayanarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, tapu devrinin iptali davası açıldı.

İzninizle burada kısa bir parantez açalım… Çünkü peş peşe söylediklerimizin, belediye arazilerinin sermayeye devrinin bir tercih olması ile eski Semt Garajı alanının yeniden belediyeye geçmesi için dava açılıyor olmasının, birbiri ile çeliştiği düşünülebilir. Oysa davanın açılma gerekçesi, Tunç Soyer döneminde TMSF ile yürütülen pazarlıkların tıkanması ve büyükşehir belediyesinin, bu dava ile pazarlıktaki gücünü arttırabilmeyi hedeflemesiydi.

Yine de, arka plandaki hesaplar ne olursa olsun, artık açılmış bir dava var elimizde. Ve bildiğimiz kadarı ile de bilirkişi raporları İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin lehine çıkmış durumda.

'Belediye kamuya ait bir alandan kendi isteğiyle vazgeçip özel şirketlere devredemez'

Devam etmekte olan bir dava varken eski Semt Garajı alanına ilişkin bir takas tartışılmasının yaratacağı olası sonuçlar nedir?

Kent mücadelesi, tek başına mahkeme sürecine indirgenemez elbette. Ama artık, eski Semt Garajı alanının, yeniden ve tamamen, kamunun, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mülkiyetine hukuken geçebilmesi mümkün.

Bu noktayı özellikle vurgulamak istiyoruz. Çünkü, sizin az önceki sorunuzda da aktardığınız üzere, belediye hissesinin az olduğuna dair, belediyenin ufak bir feragat ile büyük bir kazanç elde edilebileceğine dair bilinçli bir manipülasyon söz konusu. Büyükşehir belediyesi tarafından yapılan açıklamada “feragat” sözcüğünün kullanılmasının da gerekçesi bu.

Bu çerçevede, davanın göz ardı edilmesi, bu alanın İzmir Büyükşehir Belediyesinin mülkiyetine geçmesinin, doğrudan belediye başkanı Cemil Tugay tarafından engellenmek istenmesi anlamına gelecektir.

Ama yok öyle yağma!

Kamuya ait bir alandan, “kendi isteği ile” vazgeçemez İzmir Büyükşehir Belediyesi… O alanı, “kendi isteği ile” özel şirketlere devredemez.

'Cemil Tugay birinci dereceden sorumludur'

Cemil Tugay’ın önerisinin ardından, başta "beşli çete" diye anılan şirketler olmak üzere birçok şirketin, eski Semt Garajı alanı için avucunu ovuşturduğu konuşuldu. Bahsedilen şirketlerin sürece olası dahline dair ise Tugay peşinen "Şu aldı, bu aldı diye kimse beni sorumlu tutmasın. Böyle bir ön şartımız yok" dedi. Sizce, belediyenin aldığı bir kararın olası sonuçlarında belediye başkanın sorumluluğunun olmaması tuhaf değil mi?

Tuhaf tabii ki…

Aslında, Cemil Tugay, "Hangi şirketin alacağına TMSF karar verecek" diyerek, bir kurnazlık yapıyor ve “karar verici” olmadığını söylemeye çalışıyor.

Ama alıntıladığınız cümlenin ardından kurduğu cümleler ile kendisini yalanlıyor. Bakın ne diyor: “İlgilenenlere baktığımız zaman çok kamuoyunun tepki göstereceği firmalar değil. Kulağıma çalınanlar var. Onlarla bir iletişim var. Cengiz İnşaat’ın falan ilgisi hiç yok. İzmir’den ilgilenenler var. 2’li, 3’lü konsorsiyumlar duyuyorum. MNG’yi duydum. Onun dışında kimseyi duymadım.”

Firma adı veriyor, birden çok firmanın adının geçtiğini söylüyor. Ve daha da önemlisi, satır arasında “onlarla bir iletişim” olduğunu söylüyor. Daha ne olsun…

Öte yandan, başka bir vurgu da yapmak isteriz.

“Beşli çete” tanımı, bir örneği çarpıcı hale getirmek için yapılan bir kısaltma gibi görünse de, özel şirketlerin geri kalanını aklamak gibi bir işlevselliği de içeriyordu.

Benzer bir durum burada da söz konusu. “Beşli çete” dışındaki sermaye grupları, “temiz” olarak nitelendiriliyor. Oysa kamu mülkiyetinin sermayeye aktarılmasının kendisi başlı başına bir sorun.

Ve Tugay’ın önerisi, hangisi olduğundan bağımsız bir şekilde, eski Semt Garajı alanına bir sermaye grubunun el atmasına neden olacağı için, Cemil Tugay birinci dereceden sorumludur.

Ayrıca, Cemil Tugay, bir önceki soruda bahsettiğimiz dava sürecini bilerek ve isteyerek kamuoyundan uzak tutarak, büyükşehir belediyesinin alandaki tüm haklarını yeniden kazanabilmesi gerçeğini görmezden gelerek, ek bir sorumluluk daha almıştır.

Devam edecek…                              ***

Sonun başlangıcı -Rıfat Okçabol-

Yargı organları laiklik karşıtı maddeleri/ uygulamaları iptal etse de, AKP iktidar olduğu sürece, piyasacılık ve gericilik konusunda bildiğini okumaya devam edecektir.

Bilindiği gibi günümüzde Yargıdan Silahlı Kuvvetlere, Devlet Tiyatrolarından YÖK’e, TRT’den TÜİK’e… kadar AKP’lileşmemiş bir devlet kurumu kalmamıştır. Örneğin devlet üniversiteleri rektörleri arasında bir tek tarafsız rektör olmadığı gibi, bin küsur dekan arasında da tarafsız dekan sayısı neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdadır.

İlk ve ortaöğretim düzeyinde var olan on binlerce okulun yöneticilerinin yüzde 99’u da yandaş kişilerden oluşmaktadır. 1,2 milyon öğretmenin yarısı kadarı yandaş öğretmen sendikalarının üyesidir. Bu sendikalar, AKP’nin piyasacı ve gerici hemen her kararını desteklemektedir. Hatta bu sendikalardan Eğitim Bir Sen, neredeyse AKP’nin gerici politikalarının öncülüğünü yapmaktadır.

Ancak diğer öğretmenlerin 200 bin kadarı laik ve bilimsel eğitimi aktif olarak savunan sendikaların üyesidir ve 400 bin kadarı da pasif olarak laik ve bilimsel eğitim anlayışına sahiptir. AKP’nin temel sıkıntılarından biri, sistemde aktif ya da pasif laik ve bilimsel eğitim anlayışına sahip öğretmenlerin olmasıdır. Laik ve bilimsel anlayış sahibi öğretmenlerin varlığı, duruşlarıyla, konuşmalarıyla ve öğretmen-öğretmen, öğretmen-öğrenci ve öğretmen-veli ilişkileriyle öğrencilerin gericilik sarmalına kapılmasına büyük ölçüde engel olmaktadır.

AKP, 2014 yılında kabul ettiği "dershane yasası" ile performans değerlendirmesi getirerek yandaş öğretmen istihdam etmeyi hedeflemişse de, bu hedefinde başarıya ulaşamamıştır. AKP’nin 2017 Eylülünde uygulamaya başladığı gerici müfredat da öğrencilerin gericileşmesinde yeteri kadar başarılı olamamıştır.  

Bu nedenlerle AKP, laik ve bilimsel anlayış karşıtı öğrenci yetiştirmek için Türkiye Yüzyılı Maarif Modelini uygulamaya koymuştur. Ayrıca AKP, 2022’de aynı adla çıkardığı yasayı değiştirip laik ve bilimsel eğitim karşıtı öğretmen yetiştirmek amacıyla da Milli Eğitim Akademisi’nin kurulmasını sağlayacak yeni Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu geçen hafta kabul etmiştir.

Bu kanunun kabulü üzerine bakanlık sayfasında yer alan açıklamada, “Kanun'a göre, eğitim öğretim hizmetlerini yürüten öğretmenlerin seçilmeleri, yetiştirilmeleri, atanmaları, hakları, ödev ve sorumlulukları, ödül ve cezaları, kariyer basamaklarında ilerlemeleri ve öğretmenlik mesleğine ilişkin diğer hususlar ile Millî Eğitim Akademisinin kurulması, görevleri, teşkilat yapısı ve personeline ilişkin konular düzenleniyor” demektedir. Hemen arkasından da “Öğretmenler; öğrencilerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, … demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getirmiş erdemli insanlar olarak yetiştirecek” demektedir! Bakanlığın 22 yıldır yaptığı açıklamalarla Atatürk inkılap ve ilkeleri ile laiklik konusundaki uygulamalarına bakıldığında bu ifade, büyük bir kandırmaca olup  “Tüm düzenlemeler AKP’nin isteği ve beklentisi doğrultusunda- piyasacı ve gerici içerikte-olacaktır” anlamına gelmektedir.

Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Danıştay, iki anahtar kuruluş durumundadır. Bu iki kurum, 2010 halkoylamasından sonra AKP yandaşı kişilerin üye yapılmasıyla laiklik ve demokratik haklarla ilgili duyarlılıklarını yitirmiş ve bu konulardaki yorumlarını AKP lehinde yapmaya başlamıştır. Örneğin AKP'nin, 30 Haziran 2004’te çıkardığı 5204 sayılı yasaya eklediği öğretmenlik kariyer basamakları ile ilgili maddeyi o yılların AYM’si iptal etmiştir. 2010’dan sonra oluşturulan AYM ise, (Anayasa’da herhangi bir değişiklik yapılmamış olsa da) Şubat 2022’de çıkarılan yasadaki öğretmenlik kariyer basamakları ile ilgili maddeleri iptal etmemiştir.

Bu iki kurum son zamanlardaki tutumlarını sürdürüp Anayasayı açıkça ihlal eden Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun maddelerini AYM ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin maddelerini de Danıştay iptal etmezse; bu yasa ve son müfredat işlerlik kazanacaktır. Öğrencilerin laik ve bilimsel anlayış kazanması ancak ailenin anlayışına (ferasetine) bağlı kalacak, ülkenin her yanına koyu bir karanlık-yobazlık yayılacaktır. Yargı organları laiklik karşıtı maddeleri/ uygulamaları iptal etse de, AKP iktidar olduğu sürece, piyasacılık ve gericilik konusunda bildiğini okumaya devam edecektir.

Ancak her halde 12 Eylül 2010’daki yargı reformu (!) ve 16 Nisan 2017’deki başkanlık sistemiyle ilgili halk oylamasında yeterli duyarlılıkta davranamayan toplum, gidişatın tehlikesinin ayrımına varıp AKP’yi iktidardan uzaklaştırıp toplumsal aydınlanmanın kapısını açacaktır.                                 /././

Bilkent Şehir Hastanesi çalışanlarına kreş yanıtı: 'Bizde yok Diyanet'in kreşine gönderin'-Özkan Öztaş-

Ankara'da Bilkent Şehir Hastanesi'nde çalışan emekçiler kreş olmadığı için çocuklarını Diyanet'in kreşine göndermek zorunda kalıyor. Duruma tepki gösteren çalışanlar hastaneye kreş talep ediyor.

Ankara'da faaliyet gösteren iki şehir hastanesinden biri olan Bilkent Şehir Hastanesi'nde kreş olmadığı için hastane çalışanları çocuklarını hastanenin yanındaki Diyanet'in kreşine yollamak zorunda kalıyor. 

soL'a konuşan hastane çalışanı, "Diyanet kreşini özel olarak tercih etmiyoruz. Ancak koca hastanede binlerce doktor, hemşire, temizlikçi, güvenlik gibi çalışan olmasına rağmen tek bir kreş dahi yok" diyor. 

Hastane çalışanları Diyanet'e yönlendiriliyor

Türkiye genelinde bir milyona yakın sağlık emekçisi var. 2022 yılı kayıtlarına göre toplam kreş sayısı ise sadece 58. Bu sayı doğal olarak ihtiyacı karşılamaya yetmiyor. 

Konuya dair tepki gösteren Bilkent Şehir Hastanesi çalışanlarından Yeliz*, "Koca şehir hastanesi yapılırken, birkaç odanın da, çalışanların çocukları için kreş olarak hazırlanması çok mu zordu? Bunu tercih etmemişler belli ki" sözleriyle sorunu anlatıyor. 

Hastane içinde restoran, kafe hatta fırın dahi olduğunu ancak kreş olmadığını ifade eden Yeliz, "İçerde restoran ve fırın açmışlar ama çalışanlar için kreş yok. Şimdi de kreş yok diyerek de çocukları Diyanet'e yönlendiriyorlar" diyor.

Diyanet kreşinde dini içerikli etkinlikler

Sağlık çalışanları hastanede nöbetleşe olarak 24 saat çalıştıkları için buraya açılacak kreşin de bu çalışma performansına uygun şekilde ayarlanması gerektiği ifade ediliyor. 

Yeliz bu durumu "Hastaneye kreş yapılacağı söylentisi hep var ama bildiğimiz kadarıyla henüz bir ilerleme görmedik. Burada binlerce çalışan var ve kreş olmaması ciddi bir sorun. Çocuklar açısından da anne baba açısından da ciddi bir stres faktörü. Personel mecburen çocuğunu Diyanet'in kreşine göndermek zorunda kalıyor. 3-6 yaş arası çocuklar Diyanet kreşine bırakılıyor" sözleriyle anlatıyor. 

Şehir hastanesinde yer olmadığı için çocuklarını Diyanet'in kreşine bırakan aileleri de Diyanet takvimindeki etkinlikler karşılıyor.

Zaman zaman Diyanet'in kendi sosyal medya hesabından da duyurduğu etkinliklerde 3-6 yaş arası çocuklara "dini içerikli etkinlikler" planlanıyor. Pedagoglar ise henüz soyut düşünce kapasitesinin yeterince gelişmediği yaş kuşağında alınan dini eğitimlerin psikolojik olarak sorunlara yol açacağına dikkat çekiyor. 

Ankara’da 4 bin 50 yataklı 2 şehir hastanesinde birçok işletme bulunmasına rağmen sağlık emekçileri için tek bir kreş ve gündüz bakımevi dahi yok. Dolayısıyla da birçok sağlık emekçisi aldığı maşının neredeyse yarısını özel kreşlere vermek zorunda kalıyor. Ekonomik ya da teknik nedenlerle buna güce yetmeyenleri ise Diyanet'in kreşleri karşılıyor. Sağlık emekçileri şehir hastanelerine ivedilikle kreş ve gündüz bakım evi açılmasını talep ediyor. 

*Çalışanın ismi işyerinde sorun yaşamaması adına değiştirilmiştir. 

(soL)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder